Alevilerin Nüfusu Belirlenip Diyanet'in Kapısına Kilit Vurulsun mu?

Alevilerin Nüfusu Belirlenip Diyanet'in Kapısına Kilit Vurulsun mu?Hüseyin DEMİRTAŞÜlkemizde yaşayan Türkler dışındaki etnik kimliklerin...

Alevilerin Nüfusu Belirlenip Diyanet'in Kapısına Kilit Vurulsun mu?

Hüseyin DEMİRTAŞ

Ülkemizde yaşayan Türkler dışındaki etnik kimliklerin ve Sünni-İslam olmayan dinsel grupların nüfusu her zaman bir sorun teşkil etmiştir. Bu sorun hep iki taraflıdır. Devlet ve devlet güdümündeki kesimler, söz konusu grupların nüfusunu mümkün olduğunca az göstermeye çalışırken, ilgili gruplar da nüfuslarını abarttıkça abartma yoluna gitmişlerdir. Böylece ortaya tam bir kakofoni çıkmış, at izi ile it izi birbirine karışmıştır.

Örneğin Kürtler gündeme geldiğinde, konuyu ele alanlar Kürtlerse, Kürt nüfusu 35–40 milyonlara çıkarken; taraf devlet ve Türk milliyetçileri olunca Türkiye Kürtlerinin sayısı 3 milyona kadar indirilmiştir. Aynı kaotik durum ülkemizdeki Lazlar, Araplar, Çerkezler, Arnavutlar, Boşnaklar benzeri toplulukların adı geçince de yaşanmaktadır. Bu nüfus yarıştırma işinin altındaysa 1963 yılı sonrasındaki genel nüfus sayımlarında konuşulan ana dilin artık sorulmaması yatmaktadır. Bugün her etnik grup 1963 nüfus sayımında ortaya çıkan rakamlarına bakarak, “Biz o günden bugüne şu kadar arttık. Ortalama doğum oranı şöyleyse, bizim şimdiki nüfusumuz da bu kadar olmalıdır” gibisinden akıl yürütmelerle günümüzdeki nüfuslarını tahmin etme yoluna gitmektedirler.

Ülkemizde Türkçeden başka dillerde TRT’nin yayın yapmaya başladığı, okullarda Kürtçe gibi resmi dil dışındaki dillerde eğitim hakkının gündeme geldiği bir zaman diliminde artık bu tablo kaldırılamaz bir hal almıştır. Belki eskiden Kürtler ve benzeri etnik toplulukların nüfusunu tam olarak bilmek gereksizdi veya buna etnik ayrılıkları körükleyecek bir unsur olarak bakılıyordu ama bugün gelinen noktada, Türk-Müslüman ve Sünni olmayan vatandaşlarımızın sayısının resmi olarak bilinmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

Rakamların çok önemli ve belirleyici olduğu bir çağda yaşıyoruz. O nedenle en yakın bir zamanda yeni bir nüfus sayımı yapılarak, burada vatandaşlara, “Anadiliniz nedir?”, “Türkçeden başka hangi dilleri konuşuyorsunuz?”, “Kendini öncelikle ne olarak hissediyorsun?(Müslüman, Türk, Laik, Kürt vs.)”, “Hangi dini inanca ve mezhebe mensupsunuz?” benzeri sorular yöneltilmelidir. Bu tür soruların sorulması da, aynen “cep telefonunuz var mı?”, “internet kullanıyor musunuz?” türünden teknik sorular gibi normal karşılanmalıdır. Kaldı ki, çağımızda gizli-kapaklı bir şey kalmazken, aynı zamanda son on yıllarda etnik ve dini kimlikler çok ön plana çıkmış ve insanlar bunları daha önemser bir hale gelmiştir. Bu realiteyi inkâr etmenin ve başını kuma gömmenin bir anlamı kalmamıştır.

TÜRKİYE’DE ALEVİ NÜFUSU NE KADAR?

Ancak benim bu yazıda asıl değinmek istediğim Alevilerin nüfusudur. Türkiye’deki Alevi sayısını bilmek çok mu çok önemli bir aciliyet arz etmektedir. Hatta Alevi nüfusunu bilmek, ülkemizde ne kadar Kürt yaşadığından daha önemlidir denilebilir. Zira TRT Kürtçe yayın başlattığında bu nüfus oranı meselesine pek takılmazken, konu Alevilerin hak ve talepleri olunca hep Alevilerin sayısı gündeme getirilmekte ve bunun üzerine bir tartışma yürütülmektedir. Nitekim geçen yılın 9 Kasım’ında Ankara’da yapılan büyük Alevi Mitingi sonrası Devlet Bakanı Prof. Dr. Sait Yazıcıoğlu Alevilerin nüfusunun 7 milyon olduğunu söylerken, yine aynı partiden Alevi kökenli İstanbul Milletvekili Reha Çamuroğlu, 10 Ocak’ta Zaman Gazetesi’nden Nuriye Akman’a verdiği mülakatta bu sayıyı 12 milyon olarak telaffuz etmiştir.

Keza Türkiye’deki Alevi nüfusunu tartışmak artık kabak tadı vermeye de başlamıştır. Bundan iki yıl önce de Radikal Gazetesi yazarı Tarhan Erdem’in sahibi olduğu kamuoyu araştırma şirketi KONDA’nın yaptığı araştırmada, Alevilerin nüfusunun 4 milyon civarında çıkması üzerine bu sonuca Aleviler tarafından, “Cumhuriyetin ilk nüfus sayımında ülkemizin nüfusu 12 milyonken, bizler bunun yüzde 35'ine tekabül eder şekilde 4,5 milyonduk. Yani 80 yılda Alevi nüfusu sıfır mı arttı? Aslında bugün Alevi nüfusu en az 25–30 milyondur“ diye büyük bir tepki dalgasıyla itiraz edilmişti.

Kısaca söylemek gerekirse, tarafların lastik gibi her tarafa çektiği bu belirsiz duruma bir an önce son verilmesi kaçınılmazdır. Üstelik Alevilerin gerçek nüfusunun bilinmesinin Aleviliğin Diyanet’te temsili, Alevi kurumlarına nüfusları oranında bütçeden pay ayrılması gibi şu an üzerinde tartışılan hususlarda çok yardımı olacaktır. Yine bunun Diyanet’in yeniden yapılandırılması veya özerkleştirilmesi sırasında önemi daha da ortaya çıkacaktır. Zira zaten Diyanet’in bugünkü haliyle devamına Sünnilerin çoğu da razı olmadığı gibi, hükümetin de teşkilatta yeniden yapılandırmaya hevesli olduğu, hazırlıklar yaptığı ama gelecek tepkilerden dolayı bundan çekindiği bilinmektedir.

Ayrıca Alevilerin nüfuslarının bilinmesi Türkiye’yi tam laik bir ülke haline getirmenin belki de tek anahtarıdır. Şöyle ki, malum başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinin pek çoğunda çalışan vatandaşlardan gönüllü olarak kilise vergisi alınıyor. Sonra devlet Katoliğin vergisini Katolik Kilisesi’ne, Protestan’ınkini de kendisi hiçbir kuruşuna dokunmadan Protestan Kilisesi’ne aktarmaktadır. Bu vergileri alan kiliselerin çatı örgütleri de, din hizmeti gören tüm personelin maaşlarını ödediği, ellerindeki ibadet yerlerinin bakım ve onarımlarını yaptığı gibi, kontrolleri altındaki dini okulların, ilahiyat fakültelerinin, akademilerinin, hastanelerin ve çocuk yuvalarının giderlerini de bizzat karşılamaktadır. Özetle devlet sadece kilise ve vatandaş arasında aracıdır. Bunun dışında din işlerine karışmasını bir yana bırakalım, vatandaşların tümünün ortak vergilerinden oluşan genel bütçeden hiçbir dini ve mezhebi kayırıcı bir harcamada bulunmamaktadır. Aynı sistem vatandaşların dini inanışlarının sorulduğu bir nüfus sayımından sonra Türkiye’de neden uygulanamasın?

DİYANET’İ NASIL LAĞVETMELİ?

Örneğin böyle bir sayımdan sonra Diyanet anayasal bir kuruluş olmaktan çıkarılarak, idaresi tamamen Sünni inanırlara terk edilebilir. “Efendim, burası Türkiye; olmaz böyle bir şey. Ülkeye şeriat gelir. Ortalığa kaos hâkim olur” diye hemen tepki gösterip işini kolayına kaçılmamalıdır. Amerika’yı tekrar keşfetmeye de gerek yok. Bugün din-devlet ilişkilerini sadece biz değil başta İspanya ve Fransa olmak üzere pek çok Batılı ülke yeniden yapılandırmakta ve radikal kararlar almaktadır. Onlar bu değişiklikleri nasıl yapıyorsa, dini kurumları ve inançlı vatandaşlarını çatışmadan nasıl bir arada tutmayı beceriyorsa, bizler de bu tecrübelerden yararlanarak, Diyanet gibi arkaik ve devletin sırtında büyük bir ekonomik yük olan bir kurumu lağvedebiliriz. Diyanet’i özelleştirmeyle kıyamet kopmaz. Nasıl ki, kamunun elindeki pek çok kurum özelleştirilince dünya yıkılmadıysa, Diyanet’i de inanan kesimlerin idaresine vermekle Türkiye bir şey kaybetmez. Aksine çok şeyler kazanır.

Böyle bir teze sık sık, “Diyanet kapatılırsa, devlet din üzerindeki denetimini kaybeder ve camiler tarikatların çatışma alanı haline gelir” diye peşinen karşı çıkılıyor. Bu tür karşı çıkışlar birer safsatadan ibarettir. Zira Diyanet zaten devletin denetimindeyken de tarikatların rahatlıkla at koşturduğu bir arpalık ve sağ partilerin arka bahçesi durumuna getirilmiştir.

Diyanet’in kaldırılmasına CHP’nin hepten karşı durmasını ise anlamak hiç mümkün değildir. Sanki eskiden Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış kişiler hep CHP’den milletvekili seçiliyormuş, Diyanet personelinin ve cami cemaatinin çoğu CHP’ye oy veriyormuş gibi… Manzara bunun tamamen tersidir. CHP Diyanet üzerinde tekrar düşünmelidir.  

Ayrıca Diyanet’i inananlara terk etmek, devletin dizginleri tamamen elinden bırakması demek değildir. Bu kurum mevcut haliyle bile Sünni cemaate bırakılsa, devlet oluşturacağı sıkı denetim mekanizmalarıyla kontrolü, halkın çatışmadan dini ihtiyaçlarının karşılanmasını ve genel ülke güvenliğini sağlayabilir. Kaldı ki sağlamalıdır da… Aksi takdirde devlet, devlet olmaktan çıkar.

ALEVİ’NİN VERGİSİYLE SÜNNİLİĞİ BESLEMEYE SON!

Aynı durum Aleviler için de geçerlidir. Nasıl ki, Sünniler artık özelleşmiş bir Diyanet çatısı altında toplanacaklarsa, benzer bir çatı kurumu Aleviler, Caferiler, Hıristiyanlar ve Yahudiler tarafından da oluşturulabilir. Bu çatı kurumlarının yapısı ve devlet denetiminin ne şekilde olacağının ayrıntıları tartışılabilir. Ancak burada tek tartışılmayacak şey şudur; artık ister Sünnileri temsil eden Diyanet, isterse diğer dini cemaatleri şemsiyesi altında toplayan kurumlar olsun doğrudan devlet bütçesinden finanse edilmemelidir.  Ya ne yapılmalıdır? Bu kurumlar sadece devletin vatandaştan gönüllü olarak aldığı vergiler ve vatandaşın doğrudan ilgili kurumlara yapacağı vergiden muaf bağışlarla din işlerini yürütmelidir. Yani devlet Alevi’nin, Caferi’nin veya Hıristiyan bir vatandaşın vergisiyle, Sünni’ye din hizmeti vermekten vazgeçmelidir. Keza hâlihazırda sadece Sünni inancına göre eğitim-öğretim yapan imam-hatip okulları, ilahiyat fakülteleri ve resmi Kuran kursları da bundan böyle her türlü giderinin karşılanması şartıyla özel Diyanet’e bağlanmalıdır. Nitekim Diyanet’le birlikte Türkiye Diyanet Vakfı’nın devasa mal varlığının ve ticari işletmelerinin gelirleri yanında, çoğunluğu Sünni olan Türkiye toplumunun bütün bu mali yükü kaldırabileceğini varsayabiliriz. Benzer bir uygulama diğer cemaatler için de mümkündür. Onlar da cemevi, Şii camisi, kilise, sinagog; din adamı yetiştiren okullar, ilahiyat fakülteleri açtıklarında, bunların her türlü giderini devletin inanırlarından toplayarak aktardığı paralarla karşılayacaklardır. Yani kimseye ayrıcalık yok! Diyelim ki, ne kadar sayıda Alevi kendi çatı kurumuna gönüllü vergi veriyor ve bağış yapıyorsa, çatı kurumu da elindeki bütçe imkânlarına göre, cemevi, dedelik kursu, okul vs. açar, din hizmeti verecek personel istihdam eder. Tüm bu işler devletin sıkı denetimi altında kendi inisiyatifinde olur. 

ALEVİLERE DEVLET POZİTİF AYRIMCILIK YAPMALI MI?

Tabii ki, buna şöyle bir itiraz gelebilir: “Aleviler ve başka dini cemaatler daha işin başında. Saf bir Sünni kurumu olan Diyanet bugüne kadar her inançtan vatandaşın ortak katkısıyla büyüdü. Şimdi onu elindeki tüm mal ve nakit varlığıyla özelleştirdiğinizde diğerlerine haksızlık olmaz mı?

Evet, olur… Bu durumda da devlet, anayasal eşitlik gereği Diyanet dışındaki cemaatlere pozitif ayrımcılık uygulamalı ve belli bir süreliğine ilgili çatı kuruluşlarına kaynak aktarmalıdır. Ancak bu şekilde bugüne kadar oluşan mağduriyetler, haksızlıklar giderilebilir.

Şimdi belki Diyanet’in idaresinin tamamen Sünni inananlara bırakılması çok hayalî ve uçuk bir fikir gibi gözükebilir. Fakat Türkiye devleti ve toplumu zoru başarmalıdır. Yoksa devlet mevcut haliyle tam laik değildir. Yani devletimiz ne deve ne de kuştur. Bu yapı özellikle Alevilerin son yıllarda artan itirazları sonucu içinde çatışmaları da barından bir yöne doğru evrilmektedir. O nedenle Türkiye’de din-devlet ilişkilerinin yeniden masaya yatırılması ve Diyanet’in reforme edilmesi acil bir gereklilik halini almıştır.

Artık Diyanet Türkiye’nin kanayan derin bir yarasıdır; ekonomik olarakta verimsiz, parazit bir kurumdur ve aldığını yutan bir kara deliktir. Tedavinin gecikmesi ülkemizin daha çok kan kaybetmesine yol açmaktadır. Nasıl ki, Türkiye Kürt sorunu çözülmeden rahat bir nefes alamazsa, varlığı laiklikle kökten çelişkili Diyanet’i anayasal bir kurum olmaktan çıkarmadıkça da çağdaş ve refah düzeyini yükseltmiş bir ülke olamaz. Diyanet’li ve yarı laik bir devlet olarak AB’ye de alınmayacağı gibi, bu gidişle Alevilerle Sünniler arasındaki eşitliği sağlayamayacak ve mevcut gerilimlerin çatışma zeminine kaymasını bir türlü önleyemeyecektir.

Dini inançların da sorulacağı nüfus sayımı bu karmaşadan çıkış için büyük bir fırsatmış gibi duruyor. Göreceğiz bakalım, devlet bu yolu kullanmayı mı yoksa artık bezginlik veren statükoda ısrarı mı seçecek?  

--------- o O o -----------

Butzbach, 14 Ocak 2009

— Bu Makale Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun (AABK) Aylık Yayın Organı Alevilerin Sesi Dergisi’nin 123. Sayısında Yayınlanmıştır —

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku