“Saklı Hayatlar” filminin yönetmeni Ahmet Haluk Ünal, HABERTÜRK'e konuştu
1980 yılında Çorum’da yaşanan olayların ardından İstanbul’a göç eden Alevi bir ailenin öyküsünü anlatan “Saklı Hayatlar” filminin yönetmeni Ahmet Haluk Ünal HABERTÜRK’ün sorularını yanıtladı.
* Dönem olarak neden 12 Eylül öncesini seçtiniz?
Bu dönemi seçmemizin ilk nedeni, hareket noktası olarak aldığımız Serpil’in (Serpil Güler) hikâyesinin o yıllarda geçmesi. Bu Alevilerin tümüyle “illegal, görünmez” olduğu bir zaman. Malatya, Maraş, Çorum katliamları gibi çok önemli bir dönüm noktasının da yaşandığı bir dönem. Ve nihayet bütün bu komplonun sonucu olan 12 Eylül darbesinin yaşandığı dönem. Malatya ve Maraş olaylarından ötürü göç etmiş olabilirlerdi. Ama biz Çorum’u seçtik. Bir Alevi ailesinin kendisini 1990’da saklamasıyla, Çorum olaylarından hemen sonra saklaması arasında önemli bir fark var. Çünkü Çorum’dan kaçıp gelip, saklanırken bir aşk başlıyor ve her şey olup bittiği gece de 12 Eylül darbesi gerçekleşiyor. İki aylık bir zaman dilimi. Bu zaman dilimi dramaturjimiz için en ideal zaman dilimiydi. Böylece, hem Çorum’da ne oldu; hem de 12 Eylül’de ne oldu, sorularına yanıt verme imkânını bir arada bulabileceğimizi düşündük. O yıl Ramazan da -Alevilerin en kâbus ayı 15 Temmuz-15 Ağustos arasına denk geliyordu.
* Sizce Türkiye’de Alevi Sünni çatışması şu an ne durumda? O günlerden bugüne toplumda hoşgörü arttı mı?
Bu tür kimlik baskıları sürekli açık bir fiziksel şiddet atmosferinde yaşanmaz. Zaten belirli bir dönemde bir felaket yaşanmış, korkutulan korkmuş, sinmiş; korkutan da istediğini elde etmiştir. Bu tür şiddet makro seviyeye çıktığında zaten çok olağanüstü bir duruma ulaşılır. Ve bu tür olağanüstü durumlar, ezenin de sürekli talep ettiği durumlar olmazlar. Bu tür şiddet daha çok hayatın kılcal damarlarında göze çok görünmeden yaşanır. Ve asıl tepki gösterilmesi gereken de bence bu şiddettir. Mesela Alevi’siniz, komşunuzun kardeşi ölür, siz de komşuluk gereği yemek yapar yollarsınız. Ama gece çöp dökmeye çıktığınızda bir bakarsınız ki yemeğiniz çöpte. Bakın komşunuz da ne kadar düşünceli! Yemeğinizi size göstermeden çöpe dökmüş, sizi kırmak istememiş, diye mi düşünürsünüz? Elbette komşu bunu aklı sıra sizi kırmamak için yapmıştır. Ama siz bunu gördüğünüzde bir kez daha o şiddeti yaşarsınız. Bu ve bunun gibi binlerce mikro nefret ve şiddet, bütün ezilen kimliklere yönelik olarak bugün de hiç eksilmeden sürüyor bence.
* Senaryoyu yazarken gerçek hayattan, tanıklardan etkilendiniz mi?
Hikâyemiz doğrudan yaşanmış olaylardan alındı. Yapımcımız Serpil Güler’in Alevi kökleriyle ilgili yaşantı ve tanıklıkları, benim 1973-78 Çankaya Halkevi, Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği ve Ankara Birlik Tiyatrosu sürecim önemli ölçüde besledi hikâyemizi.
* Filmin farklı bir yapım süreci de oldu. Biraz da bunu açar mısınız?
Filmi yapabilmek için önce Kültür Bakanlığı Sinema Destek Fonu’na başvurduk, buradan aldığımız küçük katkıyla yola çıktık, sonra da çok ortaklı bir iş modeli yarattık. Senaryoya, projeye inanan birçok insan projeye küçük küçük katkılar yaptı. Filmin çekim ve çekim sonrası teknolojilerini sağlayanlar da filme ortak olunca, film ortaya çıktı. Filmi bitirmek için 16 işgünüm vardı. Tabii Murphy kanunları gereği ben bu sürede bitiremedim ve toplam çekim süresi olarak 19 işgünü kullanmış oldum. Bu kadar kısa sürede teknik ve estetik açıdan da böylesine teveccühe layık olmamızın arkasında senaryoya çok inanan bir A takımı kurmuş olmamız ve Serpil’in bu sektördeki 20 yıllık uygulayıcı yapımcı deneyimi var elbette.
HABERTÜRK - 19 Mart 2011 Cumartesi