Yüksel Işık
Bir süredir, başını bir bölüm Alevi yönetici ve kanaat önderinin çektiği partileşme tartışmaları yapılıyor. “İmam hatiplilerin yönettiği bu ülkeyi Alevi kökenliler, solcular niye yönetmesin” cümlesinden hareketle yürütülen tartışmaların hareket noktasını Alevilerin talepleri oluşturuyor. Daha önceki başarısız tecrübeleri de dikkate alanların karşı çıktığı; sol parti ve çevrelerin soğuk baktığı “nasıl bir Türkiye istiyoruz” taslağı, Alevilerin taleplerinden hareketle demokratik bir Türkiye’nin ancak böyle bir parti aracılığıyla kurulacağı iddiasını dillendiriyor.
Öte yandan, Zaman Gazetesi ve uydusu Aksiyon da bu süreci dikkatle izliyor; izlemekle yetinmeyip kamuoyuna duyuruyor. Geçen haftalarda partileşme haberini sütunlarına taşıyan bu çevre, bu haftaki (31-6 Ağustos 09) Aksiyon’da da Murteza Demir ile Alevilerin CHP’ye verdiği desteği ve dolayısıyla Alevilerin arayışını konu etmiş bulunuyor.
Aleviler sahipsiz mi?
Bütün bu tartışmaların hareket noktasını Alevilerin desteğini alan CHP’nin Alevilere sahip çıkmadığı; dolayısıyla öncelikle CHP’den kopmak gerektiği ve Alevilerin sorunlarını açık yüreklilikle sahiplenecek bir politik hatta ihtiyaç doğduğu fikri oluşturuyor. Bu ülkenin, temel hak ve özgürlükleri eksen alan; her toplumsal kesimin talep ve isteklerini programında formüle eden; bunlar için ısrarla ve inatla mücadele eden bir partiye ihtiyacı olduğu açıkça görülüyor. Kendi Kürdünü, kendi Alevisini yaratma ihtiyacı duymadan, her talebi, talep sahiplerinin haklarını tanımak ve özgürlüklerini geliştirmek amacıyla sahiplenen, dünyaya emekten yana bakan, ülkenin kaynaklarını halkının çıkarları doğrultusunda kullanan bir politik partinin yaratacağı etkinin çok büyük ve geniş olacağı tartışma götürmez.
CHP’nin Alevilere sahiplenmediği fikri, ne yazık ki, doğrudur. Cumhuriyet’in kuruluşuna, kurtulus savaşı sürecine aktif destek veren Alevilerin beklentilerinin gerçekleşmediği; inanç özgürlüğünün sınırları açısından Cumhuriyet’in Osmanlı’dan farklı bir çerçeve çizmediği; dolayısıyla devlet kurmuş CHP’nin Osmanlı’dan farklı olarak uyguladığı laiklik sisteminin özgürlükçü bir içeriğe sahip olmadığı da doğrudur. “Türk tipi tuhaf laiklik” anlayışının, herkes için negatif bir sınırlama getirdiği; dini güçlerin kontrolden çıkmasını önlemek amacıyla Diyanet üzerinden devlet eliyle örgütlemek gibi bir temel yanlışa düşüldüğü ve bu yanlışın ceremesini pratikte Alevilerin çektiği de hiç kuşkusuz doğrudur.
Bu mantığın sonucu olarak, Alevi köylerine cami yapılması bir Cumhuriyet politikası olarak süregelmiş; Alevi çocukları zorunlu din dersi altında Sünni İslam’ı öğrenmeye zorlanmış; Diyanet Aleviler yok saymış; Aleviliğe dair tamamı yalan ve yanlış söylentiler yaygınlaştırılarak halkın zihnine şırınga edilirken, “Türk tipi tuhaf laikliği” benimsemiş devlet, asla üzerine düşeni yapmamış ve Aleviler kendilerini gizlemek, saklamak zorunda kalmıştır.
Ölüm sıtma benzetmesi
Cumhuriyet ile Alevilerin ilişkisi, daha önce de defalarca yazdığım gibi, “ölümü görüp sıtmaya razı olma”ya benziyor. İslamı resmi din; bu resmi dine mensup ulemaların fetvalarıyla Alevileri de “zındık” ve “mülhid” olarak kabul eden Osmanlı gibi bir devletten Cumhuriyet gibi bir devlete geçiş, Aleviler için tam da “ölüm-sıtma” ikilemine benziyor. Dolayısıyla Alevilerin CHP’ye karşı, kaynağını yakın tarihten alan, bir gönül bağları olduğu inkar edilemez. CHP’nin de, Alevilerin kendisine oy vermekten başka seçeneği olmadığına ilişkin bir kanaati taşıdığı kuvvetle muhtemel.
Bütün bu doğrulardan hareket edilerek ne yeni bir parti fikrini ete kemiğe büründürülebilir ne de Murteza Demir’in iddiası gerçeklik kazanabilir.
Alevilerin taleplerinin bir türlü karşılık bulamaması, “nasıl bir Türkiye istiyoruz” taslakçılarının yaklaşımına haklılık kazandırmıyor. Türkiye’yi bir “Alevi’nin yönetmesi” fikriyle Alevilerin ortak paydalarının gerçekleşmesi birbiriyle örtüşmüyor. Türkiye’yi bir Alevi yönetebilir. Bunun yolu, temel hak ve özgürlüklerin hiçbir sınırlamaya tabi tutulmadığı demokratik bir Türkiye kurulmasından geçiyor.
Elbette demokratik bir Türkiye kurulabilmesinin yolu da, farklı taleplerin, bu arada Alevilerin taleplerinin de yüksek sesle dile getirilmesi ve “devlet katının” yurttaşlarından gelen bu isteklere kulak vermesi kadar, farklı toplumsal kesimlerin birbirinin talep ve isteklerine sıcak yaklaşmasıyla mümkün olabilir. Yani demokratik bir devlet, bir toplumsal kesimin özel isteklerini gerçekleştirmek amacıyla parti kurmaktan başka çare görmesiyle kurulamaz. Aleviler, bir büyük topluluk için, özgün talepleri olan bir toplumsal katmanı ifade ediyor. Tıpkı Kürtler gibi!..
Alt toplumsal katmanların partisi olur mu?
Kendisini demokratikleştirmemekte ısrar eden devletin tutumu, alt toplumsal katmanları farklı arayışlara itiyor olabilir. Nitekim, kendi taleplerini mevcut politik partilerde ifade edecek kanalları bulamayan Kürtlerin partileşme tecrübeleri de bunu gösteriyor. Kürtlerin kurdukları partilerin “Kürt Partisi” görünümünden kurtulabilmesi için denedikleri bütün yollar, o partileri eskisine oranla daha fazla “Kürt Partisi” konumuna getiriyor.
Buradan hareketle Alevi yönetici ve kanaat önderlerinin “nasıl bir Türkiye istiyoruz” taslağı üzerinden partileşmeye kapı aralamaları, süreci yanlış tahlil ettiklerine işaret ediyor. Aleviler, çeşitli ortak talepleri olan bir topluluktur ve yüzlerce yıldır hak ve özgürlüklerinden mahrum yaşamayı sürdürüyor. Ancak, her alt toplumsal grubun partileşmesi fikri, sorunları çözmekten çok daha da çetrefilleştireceğine inanıyorum. Bu nedenle talepleri gerçekleşmeyen her toplumsal alt grup gibi Alevilerin de, diğerleriyle kendi sorunları arasında sahici bağ kuracak bir bakış açısıyla ülkenin demokratikleşmesi sürecinde rol oynamaları gerekiyor.
“Ülkeyi Aleviler yönetsin” tezindeki iyi niyeti unutmadan, ülkenin Sünni İslam kafasıyla yönetilmesinin yarattığı olumsuzluğu hatırlatırsak, özgürlükçü laiklik kavramının önemi de ortaya çıkmış olur.
www.isikyuksel.blogspot.com
NOT: Murteza Demir’in Aksiyon’daki “değişik” yaklaşımını da bir sonraki yazıda değerlendireceğim.
KAYNAK : Alevihaber.com - 1 Eylül 2009