Ortaya koydukları taleplerle Alevilerin üç farklı yol tutturduklarını söyleyebiliriz.
Bir kesim; Alevilerin diyanette temsil edilmesi, okullarda Alevilik derslerinin öğretilmesi, Cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi ve dedelere maaş bağlanması gibi devlet olanaklarından Sünniler gibi Alevilerin de yararlanmasıyla sorunun çözümleneceğini düşünenlerdir. Bu yaklaşım, Aleviliği, Sünnilik gibi İslam dinine bağlı bir mezhebe indirger. Aleviliği bir düşünce akımı olarak görmek istemeyen bu kesimin çabası, Aleviliği dinsel bir inancın potasına çekip yozlaştırma, uysallaştırma çabasıdır. Selçuklunun, Osmanlının, Safevilerin bir türlü başaramadığını bu kesim başarmak için devletin kapısında sabahlayıp icazet beklemektedir. Buradaki yaklaşım bir sınıf bakışını; düzenden nemalanan ya da kimi ilişkilerle palazlanmış olan, “Alevi” burjuvaların sınıf bakışını yansıtır.
Diğer bir kesim; dünkü yazımda da dile getirdiğim biçimiyle, burjuva demokratik haklarla Alevilerin sorunlarının çözümleneceğini düşünerek o potada çakılıp kalanlardır. Bu kesim, Aleviliği Sünnilik gibi İslam inancının bir mezhebi olarak görmese de “kendine özgü bir inanç ya da din” nitelemesiyle Aleviliği ve sorunu dar anlamda bir inanç kimliğine indirgeyerek, son derece sığ bir perspektif içinde Aleviliği yorumlar. Bu çerçeve içinde, Alevilik, Sünni İslam inancı gibi dar bir inanç yelpazesi içinde kalmaya mahkum olur.
Üçüncü bir yol ise, Aleviliği gerçek ütopyasına oturtan bir anlayıştır. “Alevilik, günümüzde, yasal kurumlarda Sünnilik karşısında eşit yetkiler isteme biçiminde görülüyor. Bu yanıltıcıdır, konuyu yüzeysel bir ortamda düşünmektir, nedeni de bütün istekler yasal ölçüler içinde yerine getirilirse yapılacak başka bir iş kalmaz izlenimi uyandırmasıdır. Bu görüşü doğuran kaynak, Aleviliğin bir akım değil de inançlara dayalı bir uygulamalar toplamı diye yorumlanmasıdır.” (İ.Z.Eyüboğlu, Günümüzde Alevilik) Aleviliği bir “ekin sorunu” olarak dile getiren değerli düşün adamımız, 1995 basımı olan eserinde, Alevilerin kendi sorunlarını gündeme taşıyıp tartışmaya başladığı bir dönemde, Aleviliğin bir düşünce akımı olarak değil, bir inanç akımı olarak yorumlanmasının yanlışına dikkat çeker.
Burjuva demokratik taleplerin yerine getirilmesi Alevilerin Avrupa örneğindeki gibi inanç bağlamındaki sorunlarını çözebilir, ancak temel ütopyasını çözmez. Çünkü Alevilik bir inanç değil, esasında bir düşünce akımıdır. Bu düşünce, Anadolu ve Mezopotamya’da sınıflar mücadelesi içinde oluşmuş ve şekillenmiştir. Aleviler, bir inanç kimliği yanında bir sınıf kimliğini taşır. Esasında, Alevilerin inanç kimliği de kendini ezen egemen feodal İslam kültürünün (ideolojisinin) karşıt yapılanması olan ezilen yoksul sınıf kimliğinin kültürel (ideolojik) biçimlenişinden başka bir şey değildir. Bizim kimi Marksist geçinenlerin de kafalarının basmadığı, anlamadıkları şey budur. Alevilerin bu “inanç” kimliği de sınıf kimliğine bir karşıtlık oluşturmaz; tam tersine, o kimlikle bir bütünlük oluşturur. Yani Alevilik, feodal dönemin ezilen yoksul köylülüğün bir kültürü, bir ideolojisi olarak karşımıza çıkar. Bu kültür, tüm sömürge ilişkileri ve otoriter yapılanmalarla karşıtlık oluşturur. İşte bu özgürlükçü ve eşitlikçi damar görülürse Aleviliğin sorununun salt burjuva demokratik haklarla çözümlenmeyeceği anlaşılır.
Baba İlyaslar, Baba İshaklar, Hünkar Bektaş Veliler, Şeyh Bedreddinler, Torlaklar, Börklüceler, Şah Kulular, Kalender Çelebiler Alevilerin dünyasını, düşünü, türküsünü yüzyıllar öncesinden ortaya koymuşlardır. Nazım Hikmet, bu türküyü seslendirmiş…
Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı demiri
oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yarin yanağından gayrı her şeyde
Her yerde hep beraber!...
hep beraber sulardan çekmek ağı demiri
oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yarin yanağından gayrı her şeyde
Her yerde hep beraber!...
Alevilerin, tarihin derinliklerinden gelen türküsü “ben” olabilmenin değil, “biz” olabilmenin türküsüdür. Alevilerin türküsü; birlikte üretip, eşitçe paylaşmanın; birlikteliğin, kardeşliğin türküsüdür. Bu türkü tarihe kazınmıştır. Dünün yoksul köylüleri olan Aleviler bu türküyü, bugünün emekçilerine, işçi sınıfına ulaştırdılar; bugün bayrak artık işçi sınıfının elindedir. Dünün yoksullarının feodal sömürü ve despotizmine karşı seslendirdiği eşitlik ve kardeşlik türküsü, bugünün çağdaş ilişkilerinde Alevisi, Sünnisi, Türkü Kürdü ile tüm emekçilerin kapitalist-emperyalist sömürüye ve burjuva despotizmine karşı seslendirilen türküsüne dönüşmüştür.
Bugün, birtakım taleplerle Alevilerin sorunlarının çözüleceğini düşünenler gerçekten Aleviliği bilmeyenlerdir, Aleviliği kendi dar burjuva kafalarına göre uyarlayanlardır. Elbette bugün eşitlik, kardeşlik ve özgürlük talepleri tüm dünya emekçilerinin talebi, şiarıdır. Burada, Aleviler ile ilgili ortaya koymak istediğimiz nokta Alevilerin bu çağdaş ve evrensel düşüncelerle ne kadar donanımlı ve bu düşüncelere ne kadar açık olduklarıdır. Kısacası Alevilerin talepleri, tam olarak istemleri işçi sınıfının, dünya emekçilerinin talepleriyle örtüşen taleplerdir.
Babailer ile başlayan Alevilerin devrimci pratiklerinde, ozanlarının dilinde, söylencelerinde, cemlerde ve yaşamlarında eşitliği, özgürlüğü ve kardeşliği bir düşünce, bir öğreti, bir felsefe olarak, bir yaşam biçimi olarak buluruz. Dünyada sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz özgür bir dünyanın yaratılması ancak Aleviliğin sorununu çözer. Aleviliğin sorununun çözümü, dünya yoksullarının ve ezilenlerin sorununun da çözümüdür. Bunun içindir ki, Alevilerin sorunu inanç özgürlüğü alanına sıkıştırılmış ve onunla çözümlenecek dar bir sorun değildir; aksine tüm dünya emekçilerin sorunlarıyla bir bütündür. Üçüncü yol budur; bu yol Aleviliğin gerçek yoludur.
Kazım Eroğlu 18-12-2020