Aleviler ve provokasyon

Aleviler ve provokasyon  Bejan MATUR / ZAMAN Aleviler, tarihlerinde ilk kez on binler halinde başkente yürüdüler. Bu yürüyüşün...

Aleviler ve provokasyon 

Bejan MATUR / ZAMAN
 
Aleviler, tarihlerinde ilk kez on binler halinde başkente yürüdüler. Bu yürüyüşün içeriğinden ve hedeflerinden çok daha önemli yanı, yüzyıllardır kendilerini gizlemek zorunda kalan ve bir meşruiyet sorunu yaşayan Alevilerin hiç sakınmadan 'Ben Alevi'yim ve haklarım için yürüyorum' diyebilmeleriydi. 

Alevi kimliğini sakınmadan, gururla taşıyabilmenin ne kadar değerli olduğunu anlamak için elbette Alevi olmak gerekmiyor. Alevi kelimesinin küfür gibi yaşandığı bir ülke burası. İlkokuldan başlayarak toplumsal hayatın her alanında kimliğini gizlemek zorunda kalan bir Alevi'nin yerinde olduğunuzu bir an için düşünmeniz başkente yürüyen coşkulu kalabalığa kendinizi yakın hissetmeniz için yeterli olurdu herhalde.

Yapılan yürüyüşün içeriğinden ve olası provokasyon ihtimallerinden çok daha önemli olan, Alevilerin varlıklarını coşkulu bir biçimde dile getirmeleriydi. Bunu görmezden gelmek daha baştan bir hak mücadelesine şerh koymaktır. Bir hak arayışına daha baştan şerh koyan yaklaşımların demokratik tavırla bağdaşmayacağını söylemeye gerek bile yok. Çünkü bırakın Alevi kimliğinin yok sayılmasını, Alevilerin kendilerini gizlemelerine yol açacak en küçük görüş dahi demokratik tavırla bağdaşmaz, bağdaşmamalı.

Alevilik ya da Alevi kimliği hakkında yapılan tartışmalarla ilgilenir ya da ilgilenmezsiniz. Alevilik İslam içi mi, dışı mı konusu sizi ilgilendirmeyebilir ama Alevilerin eşit yurttaşlar olarak kültürel talepleri söz konusu olduğunda, eğer samimi demokratsanız onlardan yana tavır almanız beklenir.

Bugün Alevilik, dinsel içeriğinden bağımsız politik bir kimlik talebi olarak ortaya çıkıyor. Bütün politik kimlik talepleri gibi sorunlu yanları olabilir. Alevilerin kendi aralarında yaşadıkları tartışmalardan yola çıkarak, Sünni çoğunluğun kendilerinde hak görerek 'Peki hangi Aleviliği esas alacağız?' sorusu ilk bakışta normal görünen ama sonuçları açısından engelleyici ve negatif kurgulara yol açan bir yaklaşım. Elbette 'Hangi Alevilik?' konusu tartışılmalı. Yıllardır tartışılıyor. Ama kabul edelim ki, Alevilerin bu tartışmaya anlamlı bir içerik kazandıracak birikimleri kasıtlı olarak engellendi ve Alevi kimliği parçalı hale getirildi. Bugün bu dağınık kimlikten Sünniliğe en yakın parçayı alıp, onu diğer Alevilere referans göstermek jakoben devlet anlayışının bir tezahürü. Bu anlayıştan bu topraklarda yaşayan hiçbir kesimin hayır görmediğini hepimiz deneyimlerimizle biliyoruz. Oysa tüm bu tartışmaların doğal mecrasında yapılabileceği demokratik, çoğulcu bir ortam yaratılabilseydi, bugün bu sorulara gerek bile kalmazdı. Sadece buradan bakılsa dahi yürütülecek tartışmayı Alevilerin yapması gerektiği takdir edilmeli. Çünkü anlamlı olan, Alevilerin öncelikle kendi aralarında bir mutabakat yaratmaları, taleplerin ne olabileceği konusunda doğru kanallar oluşturmalarıdır.

Bu tartışmanın doğru zemini yaratılmadığı gibi, bürokrasideki bir kısım yöneticiler, ısrarla Aleviliği kendileri tanımlamak hevesindeler. Oysa Aleviliğin ne olduğunu ya da olmadığını yine ve ancak Aleviler belirlemeli. Olması gereken bu çünkü.

Hepimiz gayet iyi biliyoruz ki Türkiye'de Diyanet İşleri'nde çalışan küçük bir memurdan bürokrasinin diğer alanlarındaki çoğu bürokrata, Aleviler söz konusu olduğunda 'Şu Alevileri biraz Sünnileştirsek ne güzel olur' cümlesi bir çıkış noktası oluyor. Hatırlayın, Erbakan, vaktiyle İran cumhurbaşkanına 'Şu Alevileri ya siz alın Şiileştirin ya da biz Sünnileştirelim' demişti. Alevilikle ilgili bu genel rahatsızlık ve Alevi maneviyatının içeriğini belirleme ihtiyacının kaynaklandığı tahammülsüzlükle samimiyetle yüzleşmek gerekiyor belki de. Aleviler söz konusu olduğunda onların maneviyat ve din algısının ne kadar 'yanlış ve yetersiz' olduğunu yeri geldiğinde en demokrat olanlar dahi düşünebiliyor!

Elbette Alevi kimliğinin doğru tanımlanması ve sembollerinin anlaşılması Aleviliğin tarihsel kökenlerini de kapsayan derin bir tartışmanın konusu. Aleviliğin politik, kültürel bir kimlik olarak tanımlama ihtiyacı ise başka durum. Aleviler bugün Aleviliklerini yaşamanın vazgeçilmez koşulu olarak bazı taleplerle geliyorlar. Mesela 'Cemevleri ibadethanemizdir' diyorlar. Bu durumda cemevlerinin ibadethane olduğunu tartışamazsınız. Ama muhakkak ki bir tartışma yapılacaksa bu talebin kendisini değil, pratik hayata aktarılacak mekanizmalarını tartışmak anlamlı olur. Çünkü daha baştan sonuçlarını düşünerek itiraz etmek, o hakkın özüne engel olmak demektir.

Tanımlamak yerine demokratik açılım

Yapılması gereken, yolun başında, arayış içindeki bir kimlik talebinin içeriğinin doğru oluşması için bir demokratik alan yaratmaktır. Çünkü ancak bu alan yaratıldığında oluşacak mutabakat kalıcı ve anlamlı olur. Bunun için elbette Alevilere çok şey düşüyor. Aslında ne oldukları, ne istedikleri ve bu talepleri meşru kılan tarihselliği nasıl yorumladıkları üzerine titizlikle çabalamalılar. Diğer yandan Türkiye'de yaşayan Sünni çoğunluğun sözcüsü olanların daha özenli kullanmaları gereken bazı sözler var. Bir defa Başbakan'dan başlayarak bürokrasideki Sünni çoğunluğun 'Alevilik Ali'yi sevmekse ben de Aleviyim' dememesi gerekiyor! Şimdilerde aynı mantık Milli Eğitim müfredatında ders olarak okutuluyor. Sözüm ona Aleviliği anlatacak kitaplar Alevilik için; "Hazreti Ali'yi sevenlere Alevi denir" cümlesiyle başlıyor!

Başkalarının kendilerini nasıl tanımladıkları, başkalarının sorunu olmalı. Tepe yönetimde bulunanlar o tanıma uygun demokratik açılımları nasıl yapacaklarını bulmak dışında bir öneriyle gelmemeliler.

Bir de şu meşhur pozitif ayrımcılık meselesi var tabii. Demokrasilerde sıkça rastlanan pozitif ayrımcılık tavrından söz ediyorum. Eşitlik kavramının fazlasıyla soyut ve üretilmeye mahkûm bir kavram olduğunu insanlık tarihi bize göstermiş bulunuyor. Doğumla kaybedilen bu şansın ölümle yeniden kazanılmasından önce arada geçen zamanı nasıl daha insanî dengelere oturturuz diye düşünenler pozitif ayrımcılık ilkesinde anlaşmışlar. Bu ilkeyi var eden vicdan, her durumda ezilen, yok sayılan, incinen topluluklara karşı fazladan bir hassasiyet gösterilmesi gerektiğini kabul eder. İyi işleyen demokrasilerin hepsinde siyahlardan kadınlara, göçmenlerden azınlıklara pek çok grubun yasal hakları sağlansa dahi fazladan bir hassasiyet gösteriliyor. Bu ayrımcılığın mantığı; tarihten gelen bir haksızlığın, adaletsizliğin muktedirlerin safında fazladan bir hassasiyet borcu yarattığı fikrinden besleniyor. Benim Türkiye'de en fazla hasretini çektiğim konulardan biri de bu. Kendini muktedir sayanlar neden ısrar ve inatla bu ilkeden bihaber davranırlar? Bu ülkede kendini muktedir ve söz söyleyecek konumda görenler gerçek muktedirlerin sahip olması gereken şefkat ve hoşgörüden neden yoksundur? Belki de bir efendi yanılsaması bu. Kendini bu ülkenin sahibi sanan herkesin belki de bir adım gerisinde büyük yoksunluk ve kırgınlıklar var. Bu boş böbürlenmenin, bu haksız diklenmenin altında bekli de sahiden efendi olamamış bir muktedir yatıyor. Tabii bu da başka bir yazının konusu.

BEJAN MATUR
ZAMAN - 18 Kasım 2008

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku