Aleviler Üniversite Kurmaya Hazır mı?

ALEVİLER ÜNİVERSİTE KURMAYA HAZIR MI?Hüseyin DEMİRTAŞAleviler ne zamandır bir şeyleri devletten bekler oldu anla(ya)mıyorum… Devlet hangi...

ALEVİLER ÜNİVERSİTE KURMAYA HAZIR MI?

Hüseyin DEMİRTAŞ

Aleviler ne zamandır bir şeyleri devletten bekler oldu anla(ya)mıyorum… Devlet hangi tarihte doğrudan Alevileri ilgilendiren bir işi, bir hizmeti vermişte Aleviler bir beklenti içinde vakit öldürüyor? Somut gelişmeler oldu da bizim haberimiz yok herhalde!

Genel vatandaşlık hakları çerçevesinde bir takım hakları devletten beklemek normal sayılır. Diğer yandan Alevilerin doğrudan kendi özel hakları konusundaysa, devlet ve hükümetin imana gelip, bu beklentileri aşağıdan bir sıkıştırma olmayınca yerine getirmesini ummak aslında çölde serap görmekten farksızdır. Alevileri ilgilendiren tüm taleplerin yerine getirilmesi ve problemlerinin çözümünde yol alınması ancak ve ancak bizzat Alevilerin tüm güçlerini seferber etmesiyle mümkündür.

Yakından bakıldığında bugün artık Aleviler Türkiye’de diğer alanlarda olduğu gibi ekonomik güç bakımından da hatırı sayılır bir yere geldiler. Hatta Türkiye’de diğer sermaye grupları ayarında olmasa da bir Alevi Sermayesi’nin oluşmakta olduğundan söz ediliyor. Buna dair işaretlerde yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Söz gelimi Aleviler tarafından son 4 yılda sayısına bereket 6 özel televizyon kanalı kuruldu. Onlarca radyo istasyonu da yıllardır faaliyette zaten. Keza Alevilerin çoktandır önemli bir bölümünü temsil gücüne erişen federasyonlar ve vakıflar kurulmuş vaziyette. Hele hele vakıfların doğrudan banka hesaplarında para olmasa da, çevresinde kümelenenleri belli yönlendirmelerle kendisine çekebileceği kayda değer bir sermaye birikiminin varlığı da sır değil. Yine sahipleri Alevi, orta ve ortanın-üstü hatta büyük sermaye sınıfına dâhil edilebilecek büyüklükte binlerce şirket ortaya çıkmış durumda. Buraya özellikle Avrupa ülkelerinde faaliyet gösteren Alevi işadamlarını, bunların işyerlerini ve sıradan Alevilerin tasarruflarını eklediğimizde oluşan ekonomik güç hiçte yabana atılacak cinsten değildir. Gel gör ki kimse mevcut devasa imkânların farkında bile değil Aleviler arasında… Veya farkında olanlar var belki ama bunlar da oynayamayan gelinin “yerim dar, yerim dar” dediği gibi, cesaret edip meydana çıkarak bir türlü oyuna başlayamıyorlar olsa gerek!  Bir de galiba Alevilerin öncü ve önderlere ihtiyacı var bu alanda. Hali hazırda herkes risk almaktan, elini taşın altına koymaktan çekindiğinden bu ruh hali genel Alevi toplumuna geçiyor ve sonuçta her birey cesaretsiz hale gelerek; kendine, toplumunun imkân ve potansiyellerine güveni kökünden sarsılıyor. İşte bu halet-i ruhiye de Alevileri “varlık içinde yokluk” moduna sokuyor. Böyle bir ortamda da ortak bir iş kotarılamıyor. Çizgi film kahramanı Varyemez Amca gibi, yeterli malı-mülkü ve imkânı olduğu halde Aleviler en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz bir konuma sürükleniyorlar.

Oysa hayatta bir şeyler yapabilmek için 10 şey gerekliyse, bu 10 şeyin belki üçü parayla ve eldeki mevcut imkânlarla ilgili. Geri kalan yedisi ise tamamen cesaret ve kendine güvende saklı! Bu şuradan belli: Daha 4 yıl önce bir Alevi televizyon kanalı kurmak birçokları için hayaldi ama o zamanlar bu naçizane özel kanallar da dâhil bir Alevi medyası oluşturulmasının çok acil bir şekilde gerekliliğine işaret eden bir yazı kaleme aldı Alevilerin Sesi Dergisi’nde. Tamamen benim yazımı dikkate alarak harekete geçildiğini savunmam ukalalık ve kendine aşırı değer biçme olur. Ancak hemen bu yazının ardından, belki de bu bir tesadüf, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun (AABK) öncülüğünde SU TV’nin kurulması girişimleri başlatıldı. Nihayetinde bir Alevi işadamının gerekli sermayeyi ortaya koymasıyla kanal yayına başladı.

Diyeceksiniz ki AABK ile Alevi işadamının ittifakı yürümedi ve kısa sürede bozuldu ama bu önemli değil. Halk arasında bir laf vardır: “Sen Hatice’ye değil neticeye bak!” Evet, biz de öyle yapıyoruz zaten ve sonuca bakıyoruz. Ne oldu sonuçta? Bundan cesaret alan birileri çıktı ve kalkıp ardı ardına Cem TV, Dem TV, Düzgün TV, Su TV tutmayınca AABK bizzat üyelerden topladığı paralarla Yol TV’yi kurdular. Bunlara en son Kanal 12 eklendi. Görüyor musunuz, Aleviler “vur” deyince bu defa da “öldürüyor!” (Şaka tabii ki)   

Bu ne demek oluyor? Açık ki Alevilerin “delilere” ihtiyacı var! “Akıllı düşünürken, cahil yol alırmış.” O nedenle bizim Alevilerin çoğu kendi aklını hep üstün gördüğünden ve herkes aklını pazarda satılığa çıkarsa, hemen tamamı diğerlerini beğenmeyip yine kendi aklını alacağından,  kimse ortaya çıkıp, “Kervan yolda düzülür” anlayışıyla hareket edemiyor. Uzun sözün kısası, Aleviler artık “Boğulursam derede değil denizde boğulayım” deyip kendini denize atmalıdır. Korkulmasın, kimse boğulmaz! Alevilerin çoğunluğu yüzme biliyor artık ama bildiğinin farkında değil sadece. Hâlbuki bilmeyenler bile denize atlasa, bilen diğerleri onları boğulmaktan kurtaracak.  

Derdimizi herhalde anlatabilmiş olsak gerek…

Konuyu Alevi Üniversitesi’ne getireceğim. Sadece İstanbul’da özel ve vakıf üniversitelerinin sayısı 20’yi çoktan geçti. Hatta yazar Alev Alatlı’nın öncülüğünde İlke Eğitim ve Sağlık Vakfı tarafından Nevşehir’in Ürgüp ilçesine bağlı Asmalı Konak dizisinin çekildiği tarihi Mustafapaşa beldesinde bile Kapadokya Meslek Yüksek Okulu kuruldu. (Dikkat Hacıbektaş’ta Nevşehir’e bağlı) Okulun çatısı altında Şarap Üretim ve Teknolojisi, Atçılık İşletmeciliği, Organik Tarım ve Restorasyonculuk gibi mezuniyet sonrası iş garantili enteresan bölümler açılmış. Bu okulu hizmete sokanlar belli ki idealist insanlar. Önce proje hazırlamışlar, kafalarında bir konsept şekillendirmişler ve sonrasında bir takım önde gelen işadamlarını ikna ederek kuruluşu gerçekleştirecek sermayeyi denkleştirmişler.  İş yapmak böyle oluyor demek ki, öyle oturduğun yerden lafla peynir gemisi yürümüyor! Bu özeleştiri sadece Alevilere değil kendi şahsıma da… Nitekim başta Mütevelli Heyeti Başkanı Alev Alatlı olmak üzere geçen yıl ilk mezunlarını veren okulun kurucuları İstanbul’daki o rahat yaşamlarını terk edip imkânların nispeten yetersiz olduğu Ürgüp’e yerleşmişler. 

Evet, biz Aleviler de bu tip cesaretli, idealist ve üstelik birazcık deli insanlara acil bir şekilde muhtacız. Artık Aleviler de bizzat Alevi adını veya Alevi-Bektaşi ulularının isimlerini alacak bir üniversite kurarak bu yarışa bir an önce katılmalıdırlar. Aleviler buna gerek sermaye gerekse vasıflı insan gücü bakımından çoktan hazırdırlar. Sermaye yapısını kabaca da olsa yukarıda ortaya koyduk. Vasıflı insan gücü yani akademik sermaye bakımından Aleviler Türkiye’deki Sünnilerden bile daha şanslıdır. Bu ayakları yere basmayan havada bir tespit değil. Yurtiçi ve dışında parlak zekâlı binlerce Alevi genç akademisyen ya boşta geziyor veya yeteneklerinin altında bir üniversitede veya işte çalışıyor. Yeni kurulacak üniversitelerde bunlardan faydalanılabileceği gibi, yine Sünni kökenli ama solcu, demokrat ve laik bir duruşu seçtiklerinden dolayı devlete ve özellere ait üniversitelerde kendilerine pek yer bulamayan binlerce akademisyeni değerlendirmek Alevilere çok şey kazandırır. Onlar da bir Alevi Üniversitesi’nde seve seve çalışırlar…

Bunun yanında halen bir Alevi Üniversitesi olmadığından birçok Alevi genci, “Akademik kariyer yapsam ne olacak? Üniversitenin başına dinci veya ülkücü bir rektör gelir ilk işi beni işten atar!” korkusuyla bu alana ilgi göstermemektedir.  Açılacak üniversite böyle düşünen gençlerin de bu fikri sabitlerini kesinlikle değiştirecek bir işlev görecektir. Ayrıca bugün devlet üniversitelerinde kendini gizleyen yüzlerce Alevi profesör ve doçentin varlığı biliniyor. Bir üniversitenin kurulması gerçekleştiği takdirde, bunların bir bölümü oralarda kazandıkları deneyimleri buraya aktarmaya dünden hazırdır. Yine bazılarının devlet üniversitesinde her an atılma korkusundan diken üstünde durmak yerine, halen kazandıklarından biraz daha az bir maaşla bile iş güvencesi garantisiyle Alevi sermayeli vakıf veya özel üniversitelere geçeceklerine kesin gözüyle bakabiliriz. Yalnız bunları istihdam ederken sadece Alevi kimliklerine değil akademik başarılarını özellikle göz önünde bulundurmak gerekiyor. Aksi takdirde rakipleriyle yarış edebilen ve belli bir kaliteyi tutturan değil ahbap-çavuş üniversitesi kurulmuş olur. Unutulmasın, Aleviler hem Boğaziçi, Bilgi, Koç, Sabancı üniversiteleri benzeri kalitede hem de açık açık “Ben Alevi’yim” diyebilen bir akademik yapılanma kurmaya muktedirdirler. Yeter ki bu istenilsin ve mevcut potansiyelin farkına varılsın!

Bu arada Gazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Naki Selmanpakoğlu’nun öncülüğünde bir heyetin 4 yıldır Hacı Bektaş Üniversitesi projesi üzerinde çalıştığını haber aldık.  Ancak bu konuda henüz somut bir ilerleme yok. Alevi sermaye sahipleri ve kurumları öncelikle Hacıbektaş’ta bir üniversite kurulmasına destek verebilecekleri gibi, İstanbul ve Ankara’da da aynı doğrultuda yeni projeleri gündeme taşımak ve bunları realize etmekte mümkündür.
Her ne kadar akşamdan sabaha bir Alevi Üniversitesi kurmak şimdilik kaydıyla bir ütopya olarak görülüyorsa da, ki ben aynı kanıda değilim, bunun zaman ve zemini mevcuttur ve şartlar çoktan olgunlaşmıştır. Biz bu tespiti yapmış ve bu konuda hevesli olabileceklerin kulaklarına su kaçırmış olalım ki, hem var olan projeler hızlansın hem de başka formüllerle üniversite kurmak isteyenler harekete geçsin.

Elbette eyleme geçebilmek için her şeyden önce insanların ikna olmaları, kafalarının bu konuya yatması gerekiyor. Fakat işe işte bir yerlerden de bir an önce başlamak gerektiği kanısındayım.

Hadi bir üniversite kurma düşüncesini ilk başta bir kenara koyalım. Mademki bu mesele şimdilik Alevilerin boylarını aşıyor, o halde daha mütevazı bir hedef seçelim. Mesela aslında baya bir aciliyete sahip olan Alevi Teoloji (İlahiyat) Fakültesi kurmaktan işe başlanılsın. Ya da bildiğim kadarıyla yasal olarak tek başına bir fakülte kurulamayacağından tabela bazında da olsa bir üniversite açılsın ama ilk iş olarak burada önce Alevi İlahiyat Fakültesi hayata geçirilsin. Malum Alevi İlahiyatı çok acil bir ihtiyaçtır. Kentleşmeyle birlikte önceden temelde çoban ve köylü bir topluluğa hitap eden Alevilik büyük bir değişim geçiriyor. Aleviliğe yeni bir teoloji inşası söz konusu olan. Bu inşa veya Aleviliğin kent yaşamına ve şartlarına uyarlanması en sağlıklı biçimde akademik bir ilahiyat birimince yapılabilir. Böyle bir kurum hem Türkiye hem de Almanya’da ayrı ayrı kurulabilir ama bunlar birbiriyle akademik personel değiş-tokuşu, ortak bilgi bankaları, kütüphane vs. alanlarında koordineli çalışabilirler.

Bir Alevi İlahiyat Fakültesi başka niçin çok gerekli? Her şeyden evvel devletten önce inisiyatif almak için önemli böyle bir fakülte. Aleviler uyuyor ama devlet üniversiteleri harıl harıl bir Alevi İlahiyatı’nın hangi formül altında mümkün olabileceği konusunda yıllardır çalışıyorlar. Aleviler elini çabuk tutmazsa, artık çok geç olacak ve Sünni ilahiyatçıların ana çizgisini belirlediği, bir iki de göstermelik Alevi akademisyenin istihdam edildiği nur topu gibi “devletlû” bir Alevi İlahiyat Fakülte’miz olacaktır. Tövbe ne fakültesi? Daha büyük bir ihtimalle mevcut ilahiyat fakültelerinde İslam’ın sıradan bir alt kolu olarak iliştirilmiş Alevi İbadet ve İtikatları Ana Bilim Dalı adı altında bir bölüm faaliyete geçecektir. Değişik üniversitelerin ilahiyat fakültelerinden sızan bilgiler de bu yöndedir. Yani devlet böyle bir bölüm açsa da adı doğrudan Alevi İlahiyat Fakültesi kesinlikle olmayacaktır diyebiliriz. Aksi takdirde bu Türkiye’de devletin kendi kendini ve bu zamana kadar izlediği asimilasyon politikasını inkâr anlamı taşıyacaktır. Yine de bu hususta önceliği Aleviler alırsa, devlet üniversitelerindeki ilahiyatlarda Alevilik alt bölümlerinin kurulması önlenemez belki ama bu yapılanmalara müdahale edilebilir; Aleviliğe “resmi el” dokunmasıyla ortaya çıkacak tahribat en aza indirilebilir. 

Şurası iyi bilinmelidir ki, Türkiye’de devlete elini kaptıran kolunu da kaptırır. Kim demiş bugün Türkiye’de Sünni-İslam özgürdür diye? Çelişki gibi görünebilir ama bugün Türkiye’deki ilahiyat fakülteleri ve hatta imam-hatip liselerinde Sünni-İslam’ın bütün tarihsel mirası, ibadet ve itikatları tam olarak öğretilmemektedir. Bu dinin içinde gelişen heteredoks ve muhalif mezhepler, tarikatlar, akımlar “doğru yolun sapık kolları” denilerek hakaretvari bir şekilde tukaka edilmekte; onların zengin tarihi, felsefi ve edebi mirası birkaç satırla geçiştirilmektedir. Somut örneklerle gösterecek olursak; kim biliyor bu okulların mezunlarından İslam dünyasının ilk ansiklopedik metinleri olan onlarca ciltlik İhvan-ı Safa Risaleleri’ni, kim hakkıyla Vahdet-i Vücût Felsefesi’nin kurucusu olan Muhyuddin Arabî’yi tanıyor? Adını herkesin bildiği ama bir türlü felsefesinin özünü tam kavrayamadığı Arabî çizgisindeki Mevlana’yı gerçekten anlıyor mu bunlar? Hiç zannetmiyorum. Ya gelmiş geçmiş en büyük İslam teologu Şeyh Bedreddin’i, En’el Hak dedikleri için öldürülen Hallac-ı Mansur ve Nesimi’yi hiç okumuşlar mıdır bu zatlar? Hak getire… Bu isimler asi, sapık fikirli ve devlete baş kaldırmış diye derslerde derhal geçiştiriliyor. Yine 9. yüzyılda Halife Me’mun’un Dar’ül Hikme denilen Bilimler Evi’ni kuranların mezhebi akılcı Mutezile’yi ve dahası materyalist bir mezhep olan Maddiyun hakkında kaç ilahiyat mezunu doyurucu bilgi verebilir? Tabii ki pek azı diyebilirim. Bunları nereden mi biliyorum? 1987 yılında İzmir’de Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okuyan çok sayıda öğrencinin barındığı bir yurtta üniversite hazırlık kursu nedeniyle iki aya yakın bir süre kaldım. Hem onlarla uzun sohbetlerimiz oldu hem de bizzat fakülteye gidip bazı derslere de katıldığım gibi onların etkisiyle olacak ben de üniversite tercihlerim arasına ilahiyat ve Arap Dili ve Edebiyatı bölümlerini bile almıştım. 

Diyelim ki bu örnekler muhalif İslami hareketlerle sınırlı. İlahiyat hocaları ve imam-hatip öğretmenleri Sünni-İslam’ın en temel hükümleri konusunda bile suskundurlar. Daha açık konuşalım, Türkiye’de Sünni-İslam bile yarım yamalak öğretilmektedir. Tam öğretilse Türkiye Cumhuriyeti’nin işine yaramaz bu tür bir İslam! Alın size çok can alıcı bir örnek: Faiz İslamiyet’e göre kesinlikle haramdır. Bugün bu yasağa İslamcı Başbakan Erdoğan ve bu tayfadan AKP ve MHP’nin seçtiği Cumhurbaşkanı Gül bile uymadıkları gibi, bu konunun gündeme getirilmesinden de büyük rahatsızlık duyarlar. Ne tuhaf çelişki değil mi? Sen kalk Kuran’da kesin emirle yasaklanmış faizden hiç söz etme ama ayetler arasında ve peygamberin sünnetinde en küçük açık bir emir bulunmayan başörtüsünü İslam’ın en önemli emri gibi lanse et! Hz. Muhammed, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” desin ama Erdoğan ve Gül lüks yatlarda tatil yapsınlar; çocukları gemi alsın, reşit olmamış oğullar ticarete başlasın… AKP yandaşı zenginler beş yıldızlı-yedi yıldızlı otelleri haremlik-selamlık olarak kapatıp güya İslami haşemalarını dizlerine çekip denize girsinler…

Yine İslamiyet, “Çalıştırdığın kişinin alnının teri kurumadan hakkını vereceksin” diye emretsin ama sen kalk 1 Mayıs’ta ve grevlerde hak arayan işçileri döverken ölümden beter hale getir… Tuzla Tersanelerinde emekçiler yetersiz hatta hiç önlem alınmadığından sapır sapır ölsün, hükümet seyretsin. Çünkü AKP burada ve başka işyerlerinde ağır sömürü altında kendi yandaş ve İslamcı işadamlarını semirtmektedir! Bu mu Müslümanlık ve İslamiyet? Değil ama bunların emri altındaki rektörler ve dekanlar ne ilahiyatta ne de diğer fakültelerde İslamiyet’in bu yönlerine hiç değinemezler ve değindirtmezler! Bu konuları anlatmaya kalkan bir ilahiyatçı hemen komünist ve kâfir olarak damgalanır. Sözleşmesi de bir daha yenilenmez.

Örnekler vermekle bitmez bu konuda lakin çok önemli olduğu için altını çizelim; mesela İslam Hukuku’nda hırsızlık yapanlara el-kol ve ayak kesme cezası anlamına gelen “kısas” vardır. Keza aynı şeriata göre, zina yaptığı kanıtlanan evli kadın ve erkekler önce bellerine kadar toprağa gömülür sonra da etrafına toplanan halk tarafından taşlanarak öldürülür. (Recim) Müslümanken başka bir dine geçen de “mürtet” denilerek idam edilir. Bu uygulamalar halen İran, Suudi Arabistan, Sudan ve Afganistan’da geçerlidir. Adı geçen hükümler İslam’da çok açık şekilde vardır ama bizim ilahiyatçılar İslam’ın hep şirin taraflarını göstereceğiz ve güya laik devletin hışmından korunacağız diye derslerde bu tür netameli konuları pek işlemezler. Hâlbuki bir dinin iyi yüzü de vardır kötü yüzü de. Gelgelelim burası Türkiye, ilahiyatçılarımız da genellikle gerçek bir teolog olmak yerine propagandist ve imaj mühendisleri olarak çalışıyorlar.  İşte bu nedenle bir türlü Prof. Dr. Theodor Nöldeke, Maxime Rodinson, Mont Gomery Watt, Ignaz Goldziher gibi dünyaca tanınmış İslam bilimciler yetiştiremiyoruz. Neden bu? Araştırdığı alana önyargılarla başlayan hiç kimse iyi bir bilim yapamaz da ondan… Nasıl ki evrim teorisini kabul etmeyen bir bilim adamı ne kadar çabalarsa çabalasın iyi bir biyolog ve genetikçi olamazsa, İslamiyet’i böyle kenarından köşesinden budarsanız ve sadece resmin iyi yönlerine ağırlık verir; bazı karanlık tarafları kapatırsanız olacağı budur. Özetle bizim ilahiyatlarda yapılan bilim değil şarlatanlıktır!

İşte saydığım bu nedenlerden dolayı bir devlet üniversitesinde Alevi İlahiyatı Kürsüsü açılmasına pek taraftar olamıyorum. Eğer Sünni-İslam’ın başına gelen türden sakıncalar giderilirse de, bu toprakların özgün bir inanç biçimi olan Aleviliğin üniversitelerde incelenmesine itiraz etmek akılcı olmasa gerek.

Gerçi şöyle bir sorun da var: Türkiye’de özel ve vakıf üniversiteleri çatısı altında ilahiyat fakültesi açılamıyor. Bizim devlette bir tuhaf! Kamu varlıklarını çok stratejikte olsa tamamen özelleştir. (Petrol Ofisi, Petkim, Telekom; sağlık, eğitim, limanlar, havaalanları vs.) Orada özel şahıslara ve mülkiyete sonuna dek güven ama sıra dine gelince katıksız devletçilikte diren! Evet, komik ama maalesef Türkiye dinde tam bir komünist ve devletçi bir ülkedir. Örneğin Diyanet ekonomi için bir kara delik. Alıyor ama bu dünyada ele tutulur gözle görülür bir hizmet üretmiyor. Sadece çoğunluğu yoksul halka teselli dağıtmakla meşgul. "Bu dünyada yapılan haksızlıklara göz yumun, sabır edin bedelini öbür dünyada alırsınız“ demek tek işi. Onu da sadece Sünni Müslümanlara yapıyor. Diyanet de bağlı olduğu Başbakan Erdoğan gibi, "Zengine han-hamam; fakire din-iman“ pazarlıyor. Zengine "bu dünyadaki heveslerinizi azıcık olsun erteleyin bir zahmet“ bile demezken; fakir halka günde beş vakit sabır ve kaderine razı olmayı telkin ediyor. Diyanet topluma, akılcı-sorgulayıcı İslami yorumlar yerine, sürekli aklı değil nakli (aktarmacılık) ve yöneticilere kayıtsız şartsız itaati öne çıkaran gerici Hanefi-Eş’arî yorumu pompalıyor.  

Asıl konuya tekrar dönersek, gerçekten doğrudan özel bir üniversite çatısı altında bir Alevi İlahiyat Fakültesi açmak şimdilik yasal olarak mümkün görünmüyor. Oysa çareler tükenmez. Biz Aleviler de kalkar "akademi“, "enstitü“ "araştırma merkezi“ hatta İngilizce "department“ adını koyarız. Denkliğini kabul etmezler diye de korkmayalım. Etmezlerse etmesinler… Cemevine hâlâ cami, kilise ve havra benzeri ibadethane statüsü verilmiş değil. Buna rağmen bizler Alevilikten vazgeçiyor muyuz? Geçmiyoruz. İlahiyat fakültesinde de aynısını yapmalıyız. Yine bu okullardan mezun olacakların ilerde cemevlerinde görevli olarak çalışacakları göz önünde tutularak, şimdiden Alevi kurumları bu işin finansman altyapısını hazırlamalılar. Ayrıca zaten devlet zamanla Almanya’da olduğu güçlü Alevi baskısına karşı koyamayıp, Alevilik Din Derslerini okullarda en azından seçmeli olarak kabul etmek zorunda kalacaktır. O zaman geldiğinde öğretmen açığını kapatmak için mecburen bu okullardan mezun olanların diploma denkliğini tanıyacaktır.

Ama bu kendiliğinden değil Alevilerin sürekli, kararlı ve örgütlü mücadelesiyle olacaktır. Unutulmasın ki, "hak verilmez alınır!“ Öğrenemedikse daha lütfen öğrenelim. 

Uzun sözün kısası; Aleviler için her alanda zaman daralıyor. O nedenle Aleviler kendi taleplerine tatmin edici cevaplar almak ve sorunlarına daha makul çözümler getirilmesini istiyorlarsa, bir an önce harekete geçmelidirler. Aksi takdirde Türkiye’deki iktidar odakları Alevilerin değil kendi çıkarlarını daha fazla gözeten çözümleri dayatacaklardır. Haberiniz ola: Devlet ve hükümet Alevilere ısmarlamadıkları halde yeni bir don biçiyormuş ama hiç ölçü almadan!

---------- o O o --------

Hüseyin DEMİRTAŞ
Butzbach/Almanya, 4 Ağustos 2008 - Alevihaber.com

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku