Aleviler husumetin kaynağını sorguluyor
NECDET SUBAŞI*
Alevi ve Sünnilerin, husumet dillerini ve kışkırtılmaya teşne potansiyelleri dışında hiçbir temas noktasına sahip olamamalarını sorgulamaları gerekiyor. Acaba Alevilerle Sünniler arasındaki kadim ‘fitne’, gerçekte bu toplulukların birbirlerine karşı duydukları/duyabilecekleri vefa, sadakat ve kardeşlik duygularını yok etmeye yönelik bir provokasyon muydu? İşte bu uyanıklık hali, gerek Madımak olaylarının yıldönümünde gerekse Hacıbektaş Veli’yi anma törenlerinde kısmen de olsa öne çıkmaya başladı.
BUGÜN, mağduriyetin toplumsal düzeydeki temsillerinden söz edilecekse, Aleviler açısından bu kalıba en uygun düşen örnek her halde sadece kendileri olacaktır. Mağduriyetin tarihsel kimlikleriyle özdeşleştiği konusunda nerdeyse hemfikir olan Aleviler, sıradan bir Sünni’nin gündelik hayat içindeki şartlarının tipik bir Alevininkinden her zaman daha iyi olduğuna inanmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Derinlemesine incelenmeyi ve tartışılmayı gerektiren bu inanç, modern Alevilerin kimlik siyasetlerinin belli başlı unsurları arasında yer almaktadır: Aleviler her vesileyle mağdur edilmişler ve edilmektedirler. Bu daimi durumun aktörleri ise laik devleti tekrar ele geçiren Sünnilerden başkası değildir.
Algılar ve yargılar
Alevilerin Sünniler hakkındaki bu genel yargıları henüz çözülmemiştir. Ne var ki aynı kes(k)inlik Alevilere karşı Sünniler arasında da geçerlidir. Onlara göre de Aleviler devlete yuvalanmış, belli başlı kurumlar ‘Kızılbaşlar’ tarafından ele geçirilmiştir. Aleviler kritik makamlara yerleştirilmiş, Sünniler ise hiç de verimli olmayan pozisyonlarda tutulmuşlardır. Bu oldukça eğlenceli sayılabilecek yargılar da, sonuçta devletin vatandaşları arasında ırk, din, mezhep, inanç ayrımı gözetmeksizin, hepsine aynı mesafe ve duyarlılıkla hizmet götürmesini zorunlu kılan hizmetkárlık rolünü zayıflatmakta hatta yok etmektedir. Karşılıklı algı bozukluklarının giderilmesi, uzun soluklu adımları, empati ve müzakere süreçlerini gerektirmektedir.
Devletin her sosyal temsil grubuyla arasını açan mevcut sistematiğinin bugün artık her düzeyde gözden geçirilmesi ve sorgulanması gerekir. Zaafa uğratılmış bir devlet ve sorunlarının devletteki paylarını abartan ölçüsüzlüklerle malul huzursuzluk nöbetleri...
Temsil duvarları
Kürtler öyle de, Türkler değil mi? Aleviler öyle de, Sünniler çok mu farklı? Müslümanlar da öyle inançsızlar da... Kısaca laikler kadar, laik olmayanlar da devletle sorunlu... Oysa toplumun başat öğesi durumundaki Sünniler başta olmak üzere tüm bileşenlerin kendi fiili durumlarını soğukkanlı bir şekilde gözden geçirmeleri gerekir. Hemen herkesin bir vesileyle şahit olduğunu düşündüğü ‘devletin ayıpları’ karşısında, tüm temsiller ancak ortak bir iradeyle temizlenebileceğine inandıkları bir vatandaşlık diskurunda karara varmalıydılar. Devlet toplumun aynasıdır. O halde toplum da kendi gerçeğiyle yüzleşmeyi ertelememelidir. Bu bağlamda Alevilerdeki yeni bir gelişmeye dikkat etmek gerekir.
Modern Alevi muhayyilesi, kimlik taleplerini seslendirirken, kendi varlığını, Kerbela’dan Madımak’a kadar uzanan olaylar dizisi etrafına şekillenen bir süreklilikle ilişkilendirmekte. Kerbela olayının sürekli güncelleştirilmesiyle tahkim edilen bellekte, 70’li yılların sonlarında gerçekleşen ve bugün Aleviler arasında genellikle Sünni Müslümanların katliam provaları olarak hatırlanan Sivas, Çorum ve Maraş olayları, geçmişte yaşanan zulümlerin birebir tekrarı olarak yer almıştır. Son olarak Madımak olayı da Alevilerin mağduriyet tarihine eklemlenmiştir.
Her gün Kerbala
Zaman içinde birbiri üstüne katlanan acılarla hemhal olmuş bir kitlenin, Kerbela’da Ehl-i Beyt’in bilfiil yaşadıkları üzerine inşa edilen tarih kurgusu, bugün özellikle Aleviler arasında pek az sorgulanmış, bu eşleştirme siyaseti üzerine neredeyse hiçbir kelam edilmemiştir. Şifahi kültür kodlarından beslenen kimlikler, varlıklarını üzerine oturttukları geçmişlerini ve bütün bunları besleyen efsanevi unsurları yüksek birer referans değeri olarak yüceltmekte sınır tanımamaktadırlar.
Mitik bir evren, fiili gerçekliğin aşındırıcı etkilerine karşılık, bilginin yerine inancın devreye sokulmasıyla varlığını sürdürmektedir. Öyle ki tarihe yaslanan her inanç, kimlik ve kültürde olduğu gibi Alevilerde de, kendi geçmişlerinin masaya yatırılması tehlikeli bulunmaktadır.
Oysaki Aleviliğin son yüzyılı mitik bir tarihin temel unsurları arasına dáhil olmaktan oldukça uzaktır. Her şey biz yaşarken olmuştur. Bu çerçevede son yüzyılın tarihsel olay, figür ve aktörlerini, bildik efsanevi kalıplara emanet etmek yerine, bugün oldukça zor anlaşılabilecek bir sadakat kült(ürü)nü sorgulamak gerekir.
Devlet halkına oyun oynar mı? Devlet yurttaşlarının arasında kin ve nefret tohumları eker mi? Devlet vatandaşlarından kimilerini kimilerine karşı, aralarındaki eşitsizlikleri artıracak şekilde kışkırtır mı? Şimdiye değin yaşadığı ağır tecrübeleri, bu sorulara verilen bazı hazır cevaplar içinde anlamlandırıp ikna olmaya razı olmuş, yanı sıra geliştirdiği tüm tepkilerini de gündelik siyasetin çarkları içinde eriterek tüketmeye icbar edilmiş bir topluluğun, sonuçta birer katliam olarak görülebilecek bir dizi olayı, Sünni-Alevi ihtilafının emsalsiz kötü birer hatırası olarak değerlendirmesi mümkün tek seçenek olarak görülmüştür.
Mütereddit sorular
Bununla birlikte söz konusu mağduriyetlerin menşei konusunda artık Aleviler arasında da bazı tereddütlerin uyanmaya başlamış olması sevindirici bir gelişmedir. Bu tereddütler, şimdilik güçlü bir dikkatin ürünü olarak görülmese de sadece sosyal bilimcilerin keşfiyle sınırlı olmaksızın sıradan insanların basiretlerini de hayatın işleyişine dáhil eden yeni bir uyanıklığın habercisidir. Öteden beri sorulmayı bekleyen sorulara artık Aleviler de kendi sorularını eklemeye başlamıştır.
Gerçekten de özellikle son bir kaç yıl içinde ortaya çıkan kimi gelişmeler, bu konudaki bazı hazır cevaplarla asla yetinmemek konusunda vatandaşlık limitlerini olması gereken yere, yani en uygun vasatına ulaştırma konusunda duyarlı olan herkesi bir kere daha düşünmeye zorlamıştır. Kademeli bir şekilde halk arasında rağbet bulan yeni bir sorgulama biçimi, herkesin kendi hikáyesini yeniden okumaya başlaması konusunda oldukça verimli sayılabilecek bir duyarlılığı harekete geçirmeye başlamıştır. Bugün artık iç ve dış siyasetteki yeni keşif ve gözlemler, geçmişte toplumda derin izler bırakan kimi çatışmaların bu toplumda ancak bir oyun marifetiyle gerçekleştirilebileceği konusundaki bazı derin ima ve işaretlerin açıklayıcılık değerini artırmıştır. Türklerle Kürtler ya da Sünnilerle Aleviler arasında kalıcı bir husumetin nedenlerine odaklanan bu sorgulamalar, sonuçta devletle vatandaş arasındaki ikircikli ilişkilerin mevcut doğasını bir kez daha gözden geçirme konusunda yeni fırsat alanları yaratmıştır.
Fitne yerine kardeşlik
Nitekim bu yıl düzenlenen toplantılarda, gerek Madımak olaylarının yıldönümünde gerekse Hacıbektaş Veli’yi anma törenlerinde bu vasatın kısmen de olsa öne çıkmaya başladığı açıkça gözlenmeye başladı. Madımak, daha önceki anma törenlerinde olduğu gibi acının ve zulmün berraklaşması olarak bir kez daha hatırlandı, ancak bu kez olayın gerçekleşmesine ilişkin olarak ortalıkta gezinen bilumum ezberler, başta çete örgütlenmeleri olmak üzere devlet içinde mayalanmış ulusal ve uluslararası organizasyonların deşifre edilmesine bağlı olarak sarsılmaya başladı. Aynı durum Hacı Bektaş törenlerine de damgasını vurmakta gecikmedi. Bu sarsıntı görece acemice sayılabilecek bir dikkate bağlıysa da sonuçta aklıselime vurgu yapan bir yönelim yeni bir huzur arayışının başlangıcı olmakta gecikmeyecektir.
Şimdi gelinen noktada, Alevi ve Sünnilerin, husumet dillerinin ve kışkırtılmaya teşne potansiyelleri dışında olumlu sayılabilecek hiçbir temas noktasına sahip olamamalarının açıkça sorgulamaları gerekiyor. Acaba Alevilerle Sünniler arasındaki kadim ‘fitne’, gerçekte bu toplulukların birbirlerine karşı duydukları/duyabilecekleri vefa, sadakat ve kardeşlik duygularını yok etmeye yönelik bir provokasyon muydu? Bu ve benzeri sorularla şekillenen ancak oldukça yeni sayılabilecek bir uyanıklık hali her iki grubun gerçek inanç ve değerlerini hayatla buluşturma konusunda belki temiz bir sayfanın açılmasına fırsat verebilir. Bunu beklemek bile heyecan vermektedir.
NECDET SUBAŞI
* Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi
STAR - 25 Ağustos 2008