PSAKD, “Anayasa Tartışmaları Kapsamında Türkiye’de Din Eğitimi” sempozyumu ile özellikle AİHM ve Danıştay’ın “zorunlu din derslerinin olmayacağına” ilişkin kararları ve yeni anayasa tartışmaları çerçevesinde din eğitimini masaya yatırdı.
Ankara Barosu Toplantı Salonu’nda yapılan sempozyumun, “Siyasal ve Hukuksal Anlamda Türkiye’de Din Eğitimi” konulu oturumu yöneten PSAKD Genel Başkanı Kazım Genç, AİHM ve Danıştay kararları ile yeni anayasa tartışmalarının gündeme gelmesiyle din eğitiminin daha çok tartışılır hale geldiğini söyledi. 1947’de CHP kurultayında, devlet tarafından din dersi verilmesine ilişkin kararlar alındığını, o dönem Köy Enstitülerinin kapatılıp, ilahiyat fakülteleri ve imam hatip okullarının açıldığını anlatan Genç, CHP-MSP ortaklaşması ile imam hatip okullarının yaygınlaştığını, 12 Eylül darbesinin ardından da din ve ahlak bilgisi adı altında din derslerinin okullarda zorunlu hale getirildiğini söyledi.
Ankara Barosu Başkan Yardımcısı Hasan Ürel, 1982 Anayasası’nın Türk-İslam felsefesini temel aldığını, din eğitimine de bu felsefeden bakıldığını ifade etti. Din derslerinin öğretimde olmasını destekleyen Ürel, “Din bu toplumun dokularında var. Çocukken öğrenmezse toplumu nasıl tanıyacak” savunmasını yaptı. Ürel, ancak Türkiye’de bugün yapılanın faşizan bir uygulama olduğunu, din kültürü ve dinlerin karşılaştırılmasının verilmediğini söyledi.
Din dersi kitaplarında insan tipi
Ege Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Hasan Şen ise 1985-1992 yılları arasında 20 din dersi kitabı üzerine yaptığı araştırmasına dayandırdığı sunumunda, din derslerinin, cemaatçi ve aidiyetçi yurttaş yaratma amacına dikkat çekti. Din eğitiminde Müslümanlığın üst kimlik, kişiyi de itaat edecek kul olarak öne çıkardığını kaydeden Şen, diğer dinlere dair bilginin yer almadığı bu kitaplarda ve eğitimde, Sünni İslam propagandası yapılırken, dışındaki tüm din ve mezheplere karşı, “sapık, sapkın” diye saldırgan bir yaklaşım sergilendiğini örnekledi. Nazi dönemi Almanya’sı için, “nasıl oldu da bir toplum bu suça iştirak edecek hale geldi?” sorusuna yanıt olarak Nazi döneminde okullarda okutulan ders kitaplarını örnek veren Şen, çocukların küçük yaşlardan itibaren bu propaganda ile yetiştirildiğini ifade etti.
Müslüman kimliği
ODTÜ Sosyoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Mehmet Ozan Aşık da Mısır örneği ile Türkiye’yi karşılaştırdığı sunumunda, “Mısır’da İslam kültürünün yok olması, kolektif Müslümün kimliğini kaybetti” endişesinin Türkiye’de de İslamcı kesimlerde var olduğunu, İmam Hatip ve diğer din okulları ile bu endişeleri gidermeye çalıştıklarını ifade etti. Mısır’da ve Türkiye’nin İslami kesiminde dini eğitime “İslami toplum yaratmanın aracı” olarak bakıldığını anlatan bu kesimlerin Batı’ya, AB’ye temkinli yaklaştıklarını ve İslama karşı tehdit olarak gördüklerini dile getirdi.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Doç. Dr. Ayhan Yalçınkaya da, “Din eğitimi” adı altında yurttaşlık algısının ortadan kaldırılmaya çalışıldığını söyledi. Türkiye yurttaşı olmak için Türk olmanın yanı sıra, Sünni mezhebine mensup olmak gerektiğini de belirten Yalçınkaya, yasalarda olmasa da siyasal yaşam içinde bu bakışın egemen olduğunun altını çizdi. 1980 yılından itibaren dinin pozisyonunun ve devlet tarafından verilen din eğitiminin de değiştiğini kaydeden Yalçınkaya, “Devlet verdiği din eğitimi ile biçimselliği kışkırtmıştır. Yaşanan biçimsellik de dinsel bir gerilemeyi yaşattı. Otorite olan dinsel kurumlar bile din eğitimi konusunda karşı karşıya gelmiş durumda” diye konuştu.
Ankara/EVRENSEL - 23 Mart 2008