Aleviler Kurtuluş Savaşını'da Cumhuriyeti de destekledi
Anadolu’da bir direniş hareketi öğütleyen Mustafa Kemal Atatürk, Hacı Bektaş’a vekalet eden manevi liderden destek aldı. Cumhuriyet döneminde Aleviler, laikliğin, Atatürk reformlarının, kadın haklarının, çağdaş yaşam biçiminin ve daha sonra da sosyal demokrat hareketlerin yanında yer aldı
ALEVİLERİN toplu ibadetlerine ‘cem ayini’ denilmektedir. Bu törenlerde insanlar birbirlerinin yüzlerini görecek biçimde, daireler oluşturarak otururlar. Camide namaz kılan Müslümanların birbirinin arkasına sıralanması ve önündekinin sırtını görmesi Alevi anlayışına uygun değildir. Bu yüzden kutsal sayılan kadın ve erkek yüzleri birbirini görebilmelidir. Cem töreni dini lider ‘dede’ tarafından yönetilir. Dedeler genellikle saz çalarlar. Saz Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri ‘kopuz’ denilen çalgının gelişmiş biçimidir. Uzun saplı bir telli enstrümandır. Bu çalgı eşliğinde eski ozanların şiirleri seslendirilir, Muhammed’e, Ali’ye ve 12 İmam’a dua edilir, topluma öğütler verilir. Törenin belli bir bölümünde kadın ve erkekler birlikte ‘semah’ denilen dansı yaparlar. Bu dans, turna kuşunun hareketlerini andırması bakımından ilginçtir. Alevilikteki ruhun göçü ve başka bedene girmesi ‘reenkarnasyon’ inancına göre bu ruhları taşıyan kuş, turnadır. Turna bir çeşit kutsal kuştur. Çünkü en yükseklerde uçar ve ruh göçünün taşıyıcılığını yapar. Turna Semahı da bunu anlatan bir rakstır. Cem törenlerinden bazılarında ben de bulundum. Özellikle Doğu Anadolu’daki Keşiş Dağları doruklarında, modern dünyayla pek az ilişkisi olan karlarla kaplı Hınzoru köyündeki cem töreni, geçmiş yüzyıllardan bu yana pek az değişiklik göstermiş olabilir.
Cemin en ilginç bölümlerinden birisi ‘özünü dara çekmek’ (kendini dar ağacına asmak) olarak adlandırılan öz eleştiri töreniydi. Suç işlemiş bir kişi toplumun önüne çıkarak bu suçunu itiraf ediyor ve sonra dede tarafından kendisine bir ceza veriliyordu. Kiliselerdeki günah çıkarmayı hatırlatan bu gelenek, her bireyin kendi kendisiyle hesaplaşması sonucunu doğuruyordu. Verilen cezalar genellikle toplum yararına yiyecek temini gibi cezalardı. Daha önce de belirttiğim gibi insan öldürme ve cinsel suçlar kesinlikle bağışlanmıyor o kişi toplum dışı olarak ilan ediliyordu.
Cemin bir başka bölümünde birbiriyle çözemedikleri sorunları olanlar, bu sorunları dedenin ve toplumun önüne taşıyorlardı. Birbirleri aleyhinde yaptıkları şikayetler, köyün tanıklığı ve dedenin kararıyla çözümleniyordu. Alevi inancının en önemli kurumlarından birisi “müsahip” geleneğidir. İki insan birbirinin müsahibi olunca, ölene kadar bir çok yükümlülükler üstlenir. Müsahip kurumu insanlar arasındaki arkadaşlığı pekiştiren ve toplumda dayanışmayı artıran bir işleve sahiptir.
Fransa Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nden antropolog Altan Gökalp, bu kurumu Fransız İhtilali’nden Saint Juste’ün oluşturduğu mahalle dayanışması fikrine benzetmektedir. Anadolu Aleviliği Ali ve onun soyundan gelenleri kutsal sayar. Bu yüzden çoğu zaman İran’daki Ali taraftarı Şii’lerle karıştırılırlar. Oysa Alevilik, Şiilik’ten çok farklı bir şeydir. İran’daki Şii yönetiminin katı din kurallarına sahip olduğunu ve camilerde namaz kılmak gibi dini ibadete çok bağlı bulunduğunu, kadınların kapalı gezdiğini ve alkol kullanmanın yasak edildiğini biliyoruz. Oysa daha önce de belirttiğimiz gibi Alevilerde bunların hiçbiri yoktur. Aleviler öncelikle kutsal kitap Kuran’ın bugünkü biçimine inanmazlar. Onlara göre, içinde çokça Ali’den bahsedilen gerçek Kuran yazılmamış, daha sonra da üçüncü halife Osman tarafından yazılan Kuran ise Muhammet ve Ali düşmanlarının istedikleri gibi manipüle edilmiş, bir çok yeri değiştirilmiştir.
13 Yüzyıl’daki mucize
Bu anlayışların neden merkezi Osmanlı idaresi tarafından hoş görülemediği kolayca anlaşılabilir. Çünkü Osmanlı sultanları, çok geniş bir alana yayılan imparatorluğu yönetebilmek için katı din kuralları olan ve bir nevi İslam Ortodoksluğu sayılan Sünni mezhebini tercih etmişlerdir. 13. Yüzyıl sonunda imparatorluğu kuran Sultan Osman ve Orhan’ın Alevi-Bektaşi inancına yakınlığı ve Yeniçeri Ordusu’nun Hacı Bektaş’a bağlı olması bu gerçeği değiştirmemiştir. Özellikle 16. Yüzyıl başlarında İran’da yönetimi ele alan Türk asıllı Şah İsmail’in Anadolu Alevileri arasında çok sayıda taraftar toplaması, padişah Yavuz Sultan Selim’i çok rahatsız etti ve İran-Osmanlı savaşı öncesinde Anadolu’da çok büyük bir Alevi katliamı yaşandı. Hayatta kalanlar dağlara çekilip, saklanarak ibadet ve yaşamlarını sürdürmek zorunda kaldılar. Bu savaşı Osmanlıların kazanması da Alevi inancının bir yönetim biçimi haline gelmesini engelledi. Yüzyıllarca baskı altında kalan Alevi-Bektaşi anlayışı, 20. Yüzyıl başlarında Jön Türk hareketinin kendilerine ilgi duymasıyla tekrar gün ışığına çıktı. Ve Anadolu’da bir direniş hareketi öğütleyen Atatürk, Hacı Bektaş’a vekalet eden manevi liderden destek aldı. Cumhuriyet döneminde Aleviler, laikliğin , Atatürk reformlarının, kadın haklarının, çağdaş yaşam biçiminin ve sonra da sosyal demokrat hareketlerin yanında yer aldılar. Mevlana’yı, Hacı Bektaş’ı, öğrenciler aracılığıyla Anadolu’yu çok etkilemiş olan Ahmed-i Yesevi’yi, Tapduk Emre’yi, Şeyh Edbali’şi, Ahi Evran’ı düşünün. Biz 13. Yüzyıl’da bir mucize yaşadık. Ne yazık ki bu mucize 21. Yüzyıl Türkiyesi’ni yeteri kadar aydınlatmıyor. Çünkü gözlerimizi kapatıyoruz.
Sevgili dostlar,
Konferans metnine gösterdiğiniz ilgiye teşekkür ederim. Bazı okur mesajları dolayısıyla açıklama yapmak gerektiğini düşünüyorum.
1- Bir okurumuzun belirttiği gibi Hacı Bektaş, Ahmed-i Yesevi’nin doğrudan öğrencisi değil, o yolun, o öğretinin takipçisidir. Konuşmanın aslı İngilizce olduğu ve Türkçe’ye çevrildiği için, ‘öğrenci’ ‘o yolun öğrencisi’ anlamında kullanılmıştır.
2- Bu bilgelerin genel kaynağı Batınilik’tir.
3- Bir okurumuz Şah İsmail’in şiirinin bugünün Türkçesine çevrildiğini sanmış. Yayınladığımız dizeler şiirin orijinalidir. Çünkü Şah İsmail, Hatayi mahlasıyla ve Anadolu Türkçesiyle yazmaktadır.
Bir başka şiirinde şöyle der:
Hatayim gördüm düşümde
Hiç hata yoktur işimde
Baykuş mezarım başında
Dertli dertli öter birgün
4- Bu konferansı yayınlamamızın nedeni mezhep kavgalarını alevlendirmek değil, tam tersine Sünni, Alevi ya da başka inanca mensup bütün yurttaşlarımıza, Anadolu’da bir zamanlar yaşanmış olan Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlânâ Celaleddin-i Rumi, Yunus Emre, Ahi Evran, Şeyh Edebali döneminin, kardeşlik ve insanlık duygularını hatırlatmaktır. Mesele suç işleyerek, adam öldürerek ya da bunları teşvik ederek, iftiralar atarak, şiddete başvurarak ‘şu veya bu’ olmak değil, her şeyden önce temiz, ahlaklı bir insan olmaktır.
5- Bazı okurlarımızın, konferans metninin tamamını okumadan, sadece o gün gördükleri yazıya dayanarak yorum yaptığı belli oluyor. Oysa konuşmanın tamamında bir mantık silsilesi vardır. Zahmet edip bütününü okurlarsa memnun olurum.
-BİTTİ-
Vatan - 19 Ekim 2010