Aleviler Artık Burada Oturmuyor

Aleviler Artık Burada OturmuyorBüyük Alevi Kurultayı İnisiyatifi Marmara Bölge Toplantısı Sunuş ve Basın BildirisiHacı Bektaş Veli Anadolu...

Aleviler Artık Burada Oturmuyor

Büyük Alevi Kurultayı İnisiyatifi Marmara Bölge Toplantısı Sunuş ve Basın Bildirisi

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı olarak bizler, AKP hükümetinin Alevi Açılımı girişimini, taleplerimizi dile getirip müzakere edebileceğimiz bir zemin olarak ciddiye aldık. Bu sürece, taleplerimizi  gerekçeleriyle birlikte açıkça ortaya koyduğumuz “Alevi Çalıştayı Değerlendirme İstem ve Öneri Raporu” başlıklı bir metni hükümetin ve kamuoyunun dikkatine sunarak dahil olduk. Ne var ki daha açılımın Alevi örgütleri temsilcilerinin davet edildiği ilk çalıştayında iktidarın niyetinin müzakere etmek ve sorun çözmek değil, konuya ilişkin aşina olduğumuz önyargı ve klişeleri açılım adı altında tescil ettirmek olduğu açığa çıktı. Önümüze çözüm diye konulan Alevi Çalıştayları Nihai Raporu da bunun açık kanıtıdır.

Sözde Alevi açılımının nihai raporu, Alevilerin tarih boyunca bu topraklar üzerinde maruz bırakıldıkları ayrımcılığı ve katliamları haklı ve meşru gören bir dil ve zihniyetin kendince son derece “akademik”, sistematik ve bütünlüklü bir ifadesidir. Tam da bu nedenle raporun her Alevi ailenin evinde, kütüphanesinde, gelecek kuşaklara tarih bilinci kazandırmak amacıyla miras bırakılmak üzere bulundurulması gerektiğini düşünüyoruz. Bu rapor taklidi yapan metin, her Alevinin evinde bulunmalıdır ki Alevi kuşaklar, yıllarca sonra ana-babalarının, atalarının başına gelenlerin sorumlusunun hangi siyasal, yönetsel ve akademik, medyatik aktörler olduğunu açık seçik işaretleyebilsin! Bu metin, Alevilere verdiği mesajlara uygun olarak ismiyle müsemma, Alevi Çalıştayları Nihai Raporu değil, Alevi Çalıştayları Zabıt Tutanağıdır. Çünkü bu metinde, müzakereye, hele de Alevilerle yürütülmüş bir müzakereye dayandığı iddia edilebilecek tek bir satır yoktur. Alevilikle ilgili haberleri, yayınları, araştırma alanlarını az çok bilenlerin kolayca teşhis edebileceği gibi, bir süredir muktedirlerin başlıca dili haline gelmiş, kendisini akademi içinde üretme şansı bile muktedirlikle iç içe geçmiş bir dilin, bu dilin bildik klişelerinin masa başında kotarılmış bir ifadesidir!

Bu metin Alevilerin yaşadıkları tüm sorunların asıl müsebbibinin Alevilerin kendileri olduğunu açıkça ilan etmekten çekinmeyen bir zihniyetin ürünüdür. Böyle bir zihniyetin ürünü olan bir metnin Alevileri tarihlerini çarpık bir biçimde inşa eden, belirli bir siyasi görüşün arka bahçesi olmaya hazır, geleneklerini koruma konusundaki duyarlılığı zayıf ve taleplerini dile getirmede fütursuz ve sınır tanımaz bir topluluk olarak tarif etmekte  hiçbir beis görmeyen mütecaviz bir dil ve üslupla malul olması en azından Aleviler açısından şaşırtıcı değildir. Öte yandan müzakere ve sorun çözme iddiasına yaslanan bir politik girişimin sonuç belgesi niteliğinde olan raporun Alevileri, “yeterli özen gösterilmediği takdirde özellikle radikal bir dile tutulmuş Alevilerin çok boyutlu bir güvenlik sorununun parçası olacakları”nı söyleyerek tehdit etmesi ve bununla da yetinmeyip onları “Aleviliklerine yaslanarak siyasi cinayetler işlemek”le itham etmesi  kabul edilemez! Bizler sadece Alevi olduğumuz için değil, bu topraklarda eşit yurttaşlık ve toplumsal barış temelinde bir arada yaşamayı arzulayan yurttaşlar olarak, ilgilileri bir an önce bu tehdit ve ithamın siyasi ve tarihsel sorumluluğunu üstlenmeye çağırıyoruz.

Bu iddia ve ithamların her bölümüne serpiştirilmiş olduğu raporun Alevilerle yapılan müzakerelere dayandığını iddia etmek, en hafif tabirle Alevilerle alay etmektir. Çünkü, Alevilerin açılımın tarafı ve muhatabı kabul edildiğini ileri süren bu metin, kendisine Aleviyim diyenleri Alevi olarak kabul etmediğini yine kendisi itiraf etmektedir. Baştan beri yurt dışında yaşayan Alevileri muhatap bile kabul etmeyenler, Türkiye’deki Alevi topluluğun bir unsuru olduğundan kimsenin şüphe duyamayacağı Arap Alevileri de, kendilerine dışarıdan verilen adla, Nusayrilikle anarak tereddüt etmeksizin dışarıda bırakmakta; şimdi bununla da yetinmemekte Bektaşileri de büyük Alevi topluluktan ayırmaya girişmektedir. Bunun tek bir açıklaması vardır: Devlet, dilediğini Alevi olarak nitelemiş, dilemediğini dışarıda bırakmış ve kimin Alevi olduğuna kendisi hükmederek muhatap olduğu savıyla çalıştaya çağırmıştır! Kendisi açısından makbul bir Alevi inşasına girişmekle kalmamış, geçerliliği kendinden menkul teolojik iddialarla, siyaseten makul bir Alevilik inşa etmeye girişmiştir. Bu bağlamda Aleviliğin İslam başta olmak üzere herhangi bir dinle bağlantısı olabileceğini inkar den rapor, Aleviliği, yalnızca Aleviler söz konusu olduğunda varlığına inanılan fiktif bir seküler dünyaya havale ederek, açıkça onun dinsel ve elbette bu bağlamda en başta İslami vasfını kesinlikle inkar etmiştir! Alevilik bu metin için olsa olsa bir hurafe, bir kalıntı, bir ideoloji, bir cehalet, kökü dışarıda bir kışkırtma ve bir geri kalmışlık ürünü olabilir ama asla özgün bir dinsel algının, bir dinsel tecrübenin adı olamaz!

Alevilere kimin Alevi olduğunu ve Aleviliğin ne olduğunu anlatmaya soyunarak onları bir makuliyet alanına çekmeye heveslenen rapor, Alevilerin sorunlarıyla tümüyle ilgisiz bir biçimde Alevi topluluklarının kendi iç sorunlarına yönelmekte ve Alevilerin devlete ilişkin sorunlarını, hukuksal ve toplumsal sorunlarını tümüyle geri plana atmakta; Alevilerin iç çeşitliliğini, parçalanma, bölünme olarak okumak suretiyle sorunların biricik müsebbibi olarak yine Alevilerin kendisini işaret etmektedir. Böyle bir yaklaşımın Alevilerin meydanlarda haykırdıkları ve çalıştaya da sundukları tüm talepleri “birlikte yaşama şansını zorlayan talepler” olarak teşhir edip yok saymaktan da tereddüt etmemesinin en azından Aleviler açısından şaşırtıcı bir tarafı yoktur. 

Ancak Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı olarak bizler,  raporun Alevilerin taleplerine yönelik yaklaşımını sadece Alevilere değil, tüm yurttaşlara duyurmayı, bir borç ve sorumluluk addediyoruz:

Bu rapor Alevileri taleplerinin karşılanabilmesi için laikliğe ve Devrim Kanunlarına karşı militan bir Sünnilikle güç birliğine ve savaşa çağırmaktadır. Bu yaklaşım Alevilerin cemevlerine ilişkin taleplerine bakışında suçüstü yakalanmaktadır. Rapor bir yandan cemin Aleviliğin esaslı bir unsuru olduğunu teslim ederken diğer yandan cemevlerinin ibadethane statüsünü, Mevlevi, Kadiri ve Nakşibendilerin de benzer bir taleple ortaya çıkma ihtimallerini gerekçe göstererek reddetmektedir.  Sanki adı geçen tarikatlar ve diğerleri ülkenin bütün camilerini parsellememiş gibi.  Cemin ibadet vasfını reddeden rapor, cemi devlete bağlama hevesinde sınır tanımamakta ve cemin ve cemevinin merkezinde duran dedeliği tanzim etmeye soyunmaktadır. Dedelerin bir takım eğitim faaliyetlerinden yararlanmaları gerektiği kabulü açıkça rapor zihniyeti ölçeğinde dedelerimizin tümünü aşağılamaktan başka bir karşılığa sahip değildir. Yani açıkça, ‘bundan böyle kimlerin nasıl dede olacağına, nasıl hizmet yürüteceğine biz karar vereceğiz. Tıpkı imamların eline birer diploma tutuşturup atamalarını yaptığımız gibi, sizin elinize de bizim çarkımızdan geçtiğinizi onaylayan ve gösteren bir belge tutuşturup cemevlerine göndereceğiz” denilmektedir.

Alevileri laikliğe ve Devrim Kanunlarına karşı savaşa çağıran rapor, söz zorunlu din derslerinin kaldırılması talebine geldiğindeyse anayasayı gerekçe göstermekte ve verilmekte olan Din Kültürü ve Ahlak bilgisi derslerinin zulmünü onaylamamızı beklemektedir. Oysa bu zulme maruz kalanlar Alevilerle sınırlı olmadığı gibi bu tek başına Alevilerin değil, bu ülkedeki herkesin sorunudur. Diyanet İşleri Başkanlığı nasıl bugün neredeyse devlet içinde devlet konumuna yükselmiş ve siyaset üreten, siyasaları belirleyen bir üst siyasal irade olarak kendini örgütlemeyi başarmışsa ve bunda en büyük pay da 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin ve ardından gelen muhafazakar sağcı iktidarlarınsa,  zorunlu din dersleri de  bizzat bu darbe tarafından toplumun bağrına saplanmış bir hançer niteliğindedir. Eğer toplum bu hançer tarafından sürekli yarılmayı ve parçalanmayı, sürekli kan kaybetmeyi göze alıyorsa ve bundan razıysa, hiç kuşkusuz Aleviler ve Alevilik, tek başına da olsa, kendi çocuklarını korumak üzere refleks geliştirmeye ve bu iç kanamayı durdurmak üzere yeni araçlarla mücadeleye devam edecektir. Sorun bu anlamda Alevilerin değil, tersine bu iç kanamayı görmezden gelenlerin, bu ateşe odun taşımaya devam edenlerin sorunudur.

Rapor hükümetin Alevilerin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve zorunlu din derslerinin kaldırılması taleplerini reddettiğini  güvenle beyan ettiği gibi, bu talepler hilafına daha ileri adımlar atmaktan çekinmeyeceğinin de açık işaretlerini vermektedir. Örneğin biri yetmezmiş gibi, ikinci bir din dersi öngörülmesi ve daha bugünlerde gerçekleşen, DİB’in artık tüm alana nasıl hakim olduğunu gösteren bir örnek olarak, bizzat DİB’in icat ettiği kutlu doğum haftası etkinliklerinin MEB’e bağlı tüm okullarda önemli günler ve haftalar listesine sokuluvermesi gibi.

Raporun Sivas Katliamı’na ve Alevilerin Madımak’ın müze olması talebine yaklaşımı ise, en hafif deyimle Alevilere bir hakaret niteliğindedir. Alevilere Sivas’ta yaşatılana katliam demekten özenle imtina eden ve sosyolojinin soğuk diliyle “Madımak Olayı” olarak adlandıran rapora göre, “Otel kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce ateşe verilmiş, ortaya çıkan arbede de çoğu Alevi olmak üzere 37 kişi karbon monoksit gazından boğularak hayatını kaybetmiştir.” Raportörün söylemediği ayrıntıları söylemek gerekli mi? İnsan aklına, vicdanına hala mı yük değil; yeniden yeniden, tüm dünyanın, kameraların gözü önünde yaşananları anlatmak? Olay ilgili siyasi ve idari iradenin gözü önünde olmuştur! Katliamın faillerinin, ortaklık edenlerinin, oteli kuşatanların kimliği belirsiz değildir! Çünkü hepsi gururla kameralara poz vermişlerdir! Yani açıkça planlı bir katliam söz konusudur.

Katliamı inkar eden ve müze talebini reddeden zihniyet, ölenlerin sağduyu ve sevgi yoksunluğundan öldüğünü yazan bir tabelanın otele asılmasını önerebilecek kadar fütursuzdur. Rapor yazarına hatırlatmak gerekiyor: Madımak’ta ölenler sevgisizlik yüzünden ölmedi; otel ateşe verildiği için öldü! Binlerce kişi tarafından kuşatılmış, ateşe verilmiş bir yerde yaşayabilecek bir sevgi varsa, biz de oraya gidelim; yoksa, rapor yazarı bir gün kalkıp Madımak Oteli’nin önüne gelsin!

Aleviliğe ve Alevilere yaklaşımı onları ulusal güvenlik paranoyasının nesnesi kılmaktan öteye gitmeyen sözde Alevi açılımı ve bunun belgesi olarak önümüze konulan metin, bir kez daha bir fırsat ve olanağın konjonktürel siyasal kaygılarla nasıl heba edildiğini göstermesi bakımından da ibret vericidir. Bu metne içkin zihniyet ne kadar göremese de artık Aleviler kendi dillerini kendileri buluyor; evet, el yordamıyla, evet, acemice… Evet, eski ve küflendiği iddia edilebilecek ve örneğin çalıştay metninde raportörün mitik, efsanevi diye yalan dolan derekesine indirdiği kadim dilimizden sözcükleri devşirerek, yeni cümleler kuruyoruz! Bu cümlelerin en temel özelliği, kesinlikle ve kesinlikle  artık hiç kimsenin Alevileri akıl verilecek, azarlanacak, hizaya getirilecek bir aktör olarak tasarlayamayacağının göstergesi olmasıdır!

Biliyoruz ki yaptığımız değerlendirmeyle dile getirdiğimiz eleştirileri, hep alışkın olduğumuz gibi, “radikal, diyaloğa kapalı, yıkıcı, yapıcı olmayan, rijid, marjinal, vb.” gibi nitelemelerle baştan etiketleyip terörize etmeye pek meyyal bir grup tetikte bekliyor! Artık Alevilerin onlarla bir işi yok. Çalıştay metni bunun tescilidir. Onlar duvar dibinde, parmaklarını çamura sokup ‘bu çamuru kime sıvayacağız’ diye bekleyedursunlar; Alevilerin işi çok. Rapor buysa, hükümetin, genel olarak siyasal evrenin Alevilere söyleyebileceği şey bundan ibaret bir alemse, bu alemin krallığını da onlara terk ediyoruz! Aleviler artık burada oturmuyor!

Bildikleri alemlerinin kralı olarak her şeyin kendileriyle başlayıp bittiğine inanmaya devam edebilirler. Aleviler olarak bizler, her gelen hükümetin içinde bulunduğumuz sorunlara bir milat biçmesinden de artık bıktık. Tarih bir çocuk oyuncağı değildir; oyuncu değişti diye oyun değişmez. Milattan söz eden çarmıhını yanında taşımalı! Bizim karşı sözümüze gelecek tepkiler kimin çarmıhının yanında olup olmadığını da, kimin iktidar sarhoşluğuyla Hicri ile Miladi, olmadı Rumi arasında top sektirdiğini gösterecektir! Artık dinimizle, dinsel evrenimizle bu denli alay eden bir zihniyeti istemiyoruz! Bu bağlamda da Alevilerin artık tüm gibi yapmalardan geçtiğini, hiçbir gibi yapmayı kaldıramayacağını kabul ve ilan ediyoruz!

Bu bağlamda bu raporda dile gelen zihniyeti “tümüyle, toptan reddetmeyi” örgütümüze, Alevilere ve tarihe karşı bir borç ve saygın bir görev biliriz!

Alevi Haber - 24 Nisan 2011

Güncel Haberleri

Kendi kaleminden: Rabia Mine kimdir?
‘Bizim Yunus’ genelgesine tepki
Önlü: Dersim’in doğası talan edilirken itiraz edilmesin istiyorlar!
Diyanet: 'Kadın-erkek el ele olmasın'
Seyahat yasağı mağdurları isyan ediyor