Hamza Yalçın
Amerikan Emperyalizmi’nin Büyük Ortadoğu Projesi'ne hizmet amacı ile devletin yeniden yapılandırılmasını amaçlayan Ergenekon Operasyonu Alevi tasfiyesi ile elele yürüdü. Özelikle Ordu içindeki Aleviler tasfiyeye uğradılar. Son olarak intihar eden deniz öğretmen Yarbay Ali Tatar'ın cenazesinde eşi intihar ile Alevi tasfiyesi arasında bağlantı kurdu. Tatar’ın Harp Okulu’na Alevilerin alınması için iltimas yaptığı ileri sürülmüştü. Polis teşkilatının yüzde yetmişinin Fethullahçılarla doldurulması kimsenin umurunda değilken, orduda üç-beş Alevi yer edindi diye Tatar ve başkaları intihar etti. Bir kesimin sırtı sağlam, diğer kesim ise derin hayal kırıklığı içinde.
AKP'nin ve Cemaat'in Ilımlı İslam Rejimi kurma planlarının önündeki engellerden biri de Alevilikti. Sabah Gazetesi yazarlarından Emre Aköz; Yargı'nın AKP Hükümeti ile aykırı düşen tutumlarını Alevilik faktörüne bağlıyordu. Aleviler nüfusun sadece yüzde 15'ini oluşturuyorken HSYK (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) üyelerinin yarısının Alevi olması doğru mudur, diyordu (Sabah, 23 Temmuz 2009).
Ergenekon’un kanatları
Avni Özgürel ise tasfiye operasyonunu; konunun Ordu ile ilgili boyutunu ele alarak savundu. Özgürel "Mezhepçilik ve askeriyenin bağışıklık sistemi!" başlıklı 30 Aralık 2009 tarihli yazısında "Asker ve yargı bürokrasisine mezhepçilik mikrobunun girdiği, kimi birimlerin sınav, atama, seçim, terfi, emeklilik kararlarında bu ölçünün hâkim olmaya başladığı, gözle görülür, alçak sesle de olsa ifade edilir olmuştu" diyordu. Avni Özgürel Alevi kadrolaşmasının asıl 1997 yılında başladığını yazıyor ve daha o dönemden başlayarak Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, Org. Hilmi Özkök ve Org. Yaşar Büyükanıt'ın radikal bir tasfiye planı hazırladıklarını ve bu planların asıl İlker Başbuğ döneminde hayata geçirildiğini ifade ediyor.
8 Şubat 2008 tarihli bir haberde de (http://www.haberaktuel.com/Kivrikoglunu-Ergenekonun-sol-kanadi-oldurmek-istedi-haberi-110182.html- 03.01.2010) Ergenekoncuların “sağ” ve “sol” kanatlara bölünmüş oldukları ve bu iki kanadın birbirine girmiş olduğu, “sol kanat” denen kesimin Alevilere dayandığı iddia edilmişti. Zihni Çakır adlı yazara gönderme yapılarak verilen haberde “Sol kanat”ın Kıvrıkoğlu’na Kıbrıs’ta suikast girişiminde bulunduğu da iddia ediliyordu. Haberde 28 Şubat sürecinde Marmaris Aksaz Deniz Üs Komutanlığı'nda yapılan toplantıda generaller arasında birbirlerine silah çekmeye varan mezhep tartışması geçtiği iddia ediliyordu. Habere göre bir orgeneral o gün Alevi bir orgenerale silah çekerek “burada Aleviliğe dayalı bir Baas Rejimi kuramazsınız” demiş.
Tasfiye edilen Aleviler devlet yapısında nasıl yoğunlaşmış olabilirler? Bu konuda bilgimiz yok. Ancak 1980 öncesi süreç ile bir karşılaştırma yapmak aklımıza geldi. 1980 öncesi dönemde sol hareketin gelişmesi dolayısıyla, ordu içinde bir Alevi yoğunlaşması oldu. Bu, ordu içinde Alevi sayısında artma anlamına gelmiyordu. Sadece Alevi kökenli gençler sempati duydukları devrimcilik sayesinde bir araya gelmişlerdi. Tıpkı toplumda Alevi kitlesinin eğilimini izleyerek Sünni kökenli gençlerle birlikte devrimci saflara katılmışlardı. Onlarla birlikte Türkiye’yi değiştirme mücadelesine girdiler ve 1980 Darbesi sonrası tasfiye edildiler.
Gerek toplumda gerekse ordu içinde devrimci gençler; o yıllarda büyükleri tarafından yapılan “yükselin, devlet ve toplum hiyerarşisinde başa geçin öylece toplumu değiştirin” burjuva öğütlere iltifat etmediler. Halk hareketi aktifti. Onlar da “bir şey yapılacaksa o harekete katılarak olabilir”, diye düşündüler. Alevilik; ezilenlerin davasını savunan sosyalizm tarafından onurlandırılıyordu. Alevi kitle de sosyalizmi kucakladı. Bu süreç ‘Bir Harbiyelinin Marksist Olma Öyküsü’ başlıklı mahkeme savunmamda ayrıntılı ifade edilmiştir:
"Sosyalizm bana gerçek yurtseverliği öğretti. Sosyalizm bana yoksul aile çocuğu olmaktan utanmamayı, eziklik duymamayı öğretti. Sosyalizme inanan arkadaşlar arasında yoksul ya da varlıklı kökenden gelmek önemli görülmüyordu. Sosyalizm bana üniformasız da rütbesiz de, yani sivil olarak da ve bir başınayken de insan olduğumu, bir değer ifade ettiğimi öğretti. Sosyalizm azınlık mezheplerin ezilmesine karşıydı. Sosyalizm Kürtlerin aşağılanmasına karşıydı. (Kürt değildim ama onların aşağılanmasından rahatsız oluyordum.) Kendimden kaçmama, kendimi gizlememe gerek yoktu artık. Sosyalizm bana cesaret veriyordu. Sosyalizm biz sıkıştırılmış insanlara arka çıkıyordu. Ben nasıl sosyalizmi benimsemezdim!" (Odak, Eylül 1991)
Daha sonra Reel-sosyalizmin çöküşü ile birlikte dünya çapında dinsel, mezhepsel, milliyetçi ve yöresel eğilimler güç kazanınca Alevilik de canlandı. Geçmişin sosyalist aydınları kendilerini Alevilik alanında ifade etmeye başladılar. Devlet bu gelişmeyi bir yandan Kürt Hareketi’ni diğer yandan ise İslamcı yükselişi dengelemek için değerlendirdi. Ordu ve bürokrasi içindeki Alevilerin büyük kısmı bu süreçte kendilerini muhalif değil devlet içinde söz sahibi görmeye başladılar. Kimileri Susurlukçu polis şefi Hüseyin Kocadağ oldu ve devrimci kıyımlarında başrol oynadı. Kimileri de tepeden inme bir laikliğin savunucusu rolüne soyundular. Bunlar Ergenekoncularla elele laikliği savunacaklarını sandılar. Özellikle 28 Şubat süreci Erbakan’a karşı Alevilere başvurma ihtiyacını duyunca, Aleviler olumlu yanıt verdiler. Oysa kullanılıp kenara atılacaklardı. Avni Özgürel'in yazısında ordu içinde Alevilerin tasfiyesinin daha Kıvrıkoğlu döneminde hazırlandığı belirtiliyor. Kıvrıkoğlu bildiğimiz kadarıyla Cemaatçi bir paşa değil, geçmişte Ergenekoncuların üst düzeyinde olduğu iddia edilen biridir.
Ordu içindeki Alevi tasfiyesini mezhepçiliğin tasfiyesi olarak görmek çok zor, çünkü tasfiye eden gücün kendisi mezhepçi. Türkiye Cumhuriyeti Türk milliyetçiliğine ve Sünni mezhepçiliğine dayanmaktadır. Bu anlamda hem diğer milliyetlerin hem de Alevi mezhebinin meşruiyetini yok sayagelmiştir.
Bu tasfiyeler geleneksel Alevi düşmanlığını kışkırtarak AKP ve Cemaat'in Ilımlı İslam’ının önünü açmaya hizmet ediyor. Alevilerden alınan vergilerle Sünniliği onlara zorunlu din dersi olarak öğretmek normal, Alevicilik ise mezhepçilik oluyor. Bu tasfiye ordu içinde Cemaat’in yolunu açacak nitelikte görünüyor.
İki ayrı strateji
Yukarıda belirttiğimiz gibi 1970'li yıllarda sol hareket devrimci mücadele yoluyla iktidara gelmeye çalıştı. Alevi kitlesi, sol hareket içinde önemli bir ağırlık oluşturmaktaydı. Ancak sol hareket kendi yapısal zaafları sebebiyle başarısız kaldı. Alevi burjuvazisi bu başarısızlığı tutulan yola, yani düzenin kurallarına uyum sağlayarak devlet içinde devlet kurumlarıyla işbirliği yaparak gelişme stratejisi izlememeye bağladı. Pir Sultan Abdalların, Dede Sultanların amaçlarına, yeni-liberalizme uyum sağlayarak ve devlet içinde yükselerek ulaşabileceklerini iddia ettiler. Ancak bu yol bekleneceği gibi onları rejimin parçası haline getirdi. Kullanıldıktan sonra da saf dışı edildiler.
Burjuvazinin aklıyla varılan yer çok ağır bir başarısızlıktır. Üstelik de rejimin kirli işlerine alet olarak yaşanan bir başarısızlık. Alevi halkının yüzyıllar boyunca oluşturduğu halkçı ve demokratik geleneğin tam anlamıyla dışına düşme. Devrimciler başarısızlığa uğramıştılar ama bu şekilde kirlenmeden yenildiler. Geleceğe de tutunacak bir dal bırakmışlardı.
Avni Özgürel Star Gazetesi’nde (29-12-2009) bu konuyu tartışan bir söyleşi veriyor. Ona soruyorlar: “Deniz Kuvvetlerindeki hukuk dışı yapılanmayla temas etmiş altı isim peş peşe intihar etti. Bunların ardında ne var?” Cevabı gayet enteresan. Özgürel intiharları hayal kırıklığı ile açıklıyor: “Özel eğitimlerden geçmiş bu kişileri intihara sevk eden şey çok ciddi bir hayal kırıklığı olmalı. Ali Tatar intiharında bu çok açık. İnandığınız, bugüne sorunsuz gelen bildik yapı birden tersine dönüyor, sizi eziyor. Bu çıkışsızlığın hayli sıkıntı vereceği açıktır.”
1970’li yıllarda tutulan yol arkasında şanlı bir geçmiş bıraktı. Askeri darbenin tasfiye ettiği subaylardan Ömer Yazgan idam sehpasına Pir Sultan Abdal’ın “dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” dörtlüğünü söyleyerek gideceğini yazıyordu. Alevi derneklerinin de bağrına bastığı bu insanın idam sehpasına çıkmadan on dakika önce yazdığı mektubu, mücadele azmi ve umut doluydu (13 Eylül 2008 tarihli gazeteler). Burjuvazinin önerdiği stratejiyi izleyen Aleviler ise acz ve moral bozukluğu içinde intihar ettiler. Ordudaki Alevi tasfiyesi Osmanlı’da Yeniçeri Ocağı’nın tasfiyesini de akla getiriyor.
Hükümetin Alevi tasfiyesi; Alevi Açılımı ile elele gidiyor. Aynı süreçte devlet televizyonlarında aşure günleri yapılıyor, cem törenleri yayınlanıyor. Bir yandan devlet içinde Alevi tasfiyesi yapılırken diğer yandan da rejim, yeni-liberalizme ve Ilımlı İslam’a uyum sağlayacak kendi Alevisini yaratıyor. Alevi sembolleri olan Pir Sultan Abdal, Yunus Emre ve hatta İmam Hüseyin bu anlamda dün nasıl tepeden inmeci laiklik amaçlarına göre yorumlandıysa, bugün de AKP ideallerine göre yeniden yorumlanıyor.
Yeni liberalizm de, Ergenekonculuk da; Bir Anadolu orijinalitesi olan Alevi geleneklerinin dışındadır. Pir Sultan Abdal, Baba İshak, Yunus Emre, İmam Hüseyin gibi sembollere dayandırılan Anadolu Alevi geleneği; Denizler, Mahirler, İbrahimler ve Ömerler ile sürdü. Bu gelenek; devrimci özüne uygun olarak ele alınıp sürdürülebilirse Anadolu halklarının özgürlük ve eşitlik mücadelesine büyük katkı sağlayacak bir potansiyeldir.
Hamza Yalçın / Alevihaber.com - 23 Ocak 2010