Alevilerin bu ülkede uğradıkları haksızlıklar, karşılaştıkları baskılar ve yaşamak zorunda bırakıldıkları sorunlar hiç bitmedi. Daha birkaç gün önce İzmir'de toplanan ve Gündoğdu Meydanı'nı dolduran on binlerce Alevi yurttaşımız, bunun en açık örneğidir. İşte 'Saklı Hayatlar' filmi, Aleviler için kâbus dolu günleri, Çorum Katliamı ile 12 Eylül Cuntası arasında geçen süreci anlatıyor, bir Alevi genç kız ve Sünni bir delikanlının imkânsız aşkı üzerinden...
'Ya Sonra', '72. Koğuş' ve 'Bir Avuç Deniz' adlı vasat filmleri peş peşe izledikten sonra Saklı Hayatlar bana ilaç gibi geldi. Kültür Bakanlığı Fonu'ndan destek almasına rağmen düşük bütçeli diyebileceğimiz bu filmin, elbette ufuk tefek kusurları var. Ancak inanın izlenmeyi hak ediyor, kaçırmamalı.
Saklı Hayatlar’ı, “Türkiye’nin tüm saklı hayatlarını örnekleyen Alevi kimliğinin dramı, Sünni çoğunluğun da trajedisidir” diyen A. Haluk Ünal yazdı ve yönetti. Bu onun ilk sinema filmi ve vasatı aşmak kolay değil, o bunu başarmış, umarım yeni filmler çeker. Filmin görüntü yönetmeni iki Altın Koza ödüllü Gökhan Atılmış, müzikler ise Ender Akay ve Sunay Özgür’e (Kedi Müzik) ait. Saklı Hayatlar’ın belli başlı rollerini Ceren Hindistan, Yusuf Akgün, Lâçin Ceylan, Zerrin Sümer, Ahmet Mümtaz Taylan ve 8 yaşındaki Irmak Öztürk sırtlamış.
Gelelim filmin başrolündeki Ceren Hindistan’a. Kars doğumluymuş, dizilerde oynuyormuş, birkaç yıl önce güzellik yarışmasında finalist olmuş filan, tanımıyordum, bilmiyordum, ilk kez Saklı Hayatlar’da gördüm ve diyeceğim odur ki, hayli zamandır beyazperdeye bu kadar yakışan bir yüz daha görmedim. Figüranlar ise bir âlem, özellikle Alevi aileyi, mahalleden kovmak isteyen kadınların, öfkeli olması gerekirken bazıları gülüyor, neyse ilk filmlerde olur böyle hatalar. Bunun dışında faşist karakterler daha iyi çizilmiş, devrimciler ise fazla çocuksu ve romantik.
Üzerine Hazreti Ali’nin resminin dokunduğu duvara asılan küçük kilimin seccade olduğu ve küçük Alevi kızın, dua okuyan Sünni kadınlar önünde namaz kılmaya çabaladığı sahne son derece vurucu. Gecekondu mahallelerinde geçen sahneler ve Çorum’daki katliamı anlatan bölüm de keza öyle. Alevilerin karşısındakine Yezit, Sünnilerin ise Kızılbaş dediği, Mum Söndü gibi hurafelerin işlendiği bu filmin, toplumsal baskıya, önyargılara, ötekileşmeye ve ayrımcılığa dair sözleri var. Bu nokta çok ama çok önemli… Gerçek olaylardan esinlenen senaryo, Alevi toplumunun yaşamak zorunda bırakıldığı acı ve kanlı bir dönemi anlatması ve Alevilerin saklı hayatlarını dillendirmesi bakımından Türkiye’de bir ilk. “Anadolu’nun farklı kimliklere sahip insanları olarak resmi tarihin, resmi ideolojinin bize bellettiklerini bir kenara koyup birbirimizin gerçek acılarını, karşılıklı önyargılarla birbirimize çektirdiğimiz tüm acıları dinlemeye ve paylaşmaya başlamanın zamanı artık. Kendimizin ve başkalarının hikâyelerini hissetmenin, paylaşmanın en zengin en yoğun dili olan sinema, kimliksel önyargıların çözülmesine de önemli bir katkı yapabilir” diyor A. Haluk Ünal. Sonuna dek haklı.
Evet, yoksulluğu ortak olanların, birbiriyle yıllarca dost kalanların, birbirlerine benzemediklerini öğrendiklerinde verdikleri tepki trajediye dönüşebiliyorsa, saklı hayatlara hep mahkûm kalırız. Çünkü hoşgörünün olmadı yerde her zaman hırgür vardır.
Cumhuriyet / Alper Turgut - 10 Mart 2011