ABDAL: (Allah’ın kulu) anlamındadır. Bektaşilikte en yüce makamlardan birisidir. Dört kapı öğretisinde, kapılar Tanrı yolunda yürüyen bir insanın yükselmesi derinleşmesi için geçmek zorunda olduğu manevi aşamalardır. En son aşamada kişi insanı kamil olur. Tasavvuf inancına göre bunların sayısı 300 veya 360’dır. Onlarda kendi aralarında dinsel ve hiyerarşi bulunur. Bunların tümüne, kendi durum ve koşullarını değiştirme, güçlerine gönderme yapan bedel sözcüğünden türeterek Abdal denilir. Bu sayı müminlerin en saflarından, temizlerinden seçilerek tamamlanır.
ALEVİ TACI: Oniki bölümlü tac’dır. Diğer bir adıda Fahir’dir.
ALİ ABA, EHL-İ BEYT: Hz.Muhammed’in ev halkı olan Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’dir. Ahzab suresinin 33. ayeti ve Şura suresinin 23.ayeti geldiğinde Hazreti Muhammed bunları abasının altında toplayıp: ‘Ya Rabb benim Ehl-i Beyt’im bunlardır, bunlardan her türlü kiri gider tertemiz yap’ buyurduğundan ötürü Ali aba (Aba halkı) denilmiştir.
AŞIK: Bektaşi tarikatına ilgi duyan, ama henüz üye olmayan meraklı dost anlamına gelir. Saz çalan kimseler bu adla anılır. Duygusal açıdan ya da dinsel açıdan kendisini sevgiye, muhabbete, söze, saza kaptırmış olan, maşukun karşısında bulunan, ona kavuşmaya çalışan kimse anlamına da gelir.
AŞR-I MUHARREM: Muharremin onuncu günü okunan mersiyelere verilen ad.
AYAK MÜHÜRLEMEK: Mürşid huzurunda durulurken sağ ayak baş parmağının sol ayak parmağının üzerine konulması.
AYİN CEM: Alevi ve Bektaşi erkanının, zikrinin yapıldığı toplantı.
BABA: Rehberlik kademesinde olgunlaşmış kimseler bu makama yükselir. Genellikle Hazreti Pir’in sağlığında üçyüz kadar olan Halifelerinin soyundan gelenler bu makama gelir.
Baba’nın görevi; Rehberleri, dervişleri ve talipleri denetlemek, onlara yol göstermek, sorunlarına çözüm bulmaktır. Halife Baba’nın olmadığı durumlarda ise onun yerine ikrar alıp nasip vermek ve ayni cemi yürütmek; halife Baba’nın görevlerini vekaleten yüklenmektir.
Baba tarikat içinde marifet kapısıdır. Alevi Dedegan erkanında bu mekanda oturan kimseye Dede denilir. Babanın ibadeti rehberlerde olduğu gibi fiilidir. Aynel yakın mertebindedir. Tanrı’yı görerek ibadet eder.
Babalığa yükselecek olan rehber, babalık erkanı ile bu kademeye geçer. Baba olacak kimse, ilmen yakın olarak sözlü imtihana tabi tutulur. İmtihanı başarı ile kazanan ve üstün ahlaki değerler edinmiş olan rehber bundan sonra merasimle giydirilerek kendisine (Babalık icazetnamesi) verilir. Tabii ki bu işlem ayin cemi tüm kurallar yerine getirilerek yapılır.
BATIN: İç alem.
ÇAR ANASIR: Dört unsur, Toprak, Su, Hava, Ateş, İnsanı meydana getiren dört ana madde. Ruh madde değildir, Kişilik madde değildir.
ÇERAĞ(IŞIK) MAKAMI: Posttan sonra ikinci derece kabul edilen Çerağ’dır. Önemi iki konudan ileri gelmektir. Birinci konu maddi, ikinci konu ise manevidir.
Birincisi: Işık saçıp gece boyunca ayni cemin sağlıklı sürmesini sağlamasıdır. Çerağ nur olarak kabul edilir. Güneş, dünyanın çerağıdır. Güneş olmasa dünya karanlıkta kalır, hiçbir hayat olmaz. Işık hayatın kaynağıdır. Dünyadaki varlık güneşin sayesindedir. Güneş büyük çerağ olarak kabul edilir.
Manevi olan ikinci konuya gelince: Çerağ Tanrının nurudur, Bu nur, nübüvvet ve velayet olarak kendisini göstermiştir. Peygamberlik nurunun kaynağı Hazreti Muhammed’dir. Velilik nurunun kaynağı Hazreti Ali’dir.
Nübüvvet çerağı olan şeriat olmasa; insanlar Allah’ı tanımaz ve adaleti bilmezlerdi. Böylece yer yüzünde insanlık olmazdı.
Velayetin çerağı olan tarikat yolu olmasa idi; Kur’an-ı Kerim, Ahzab ve Hadid suresinde Tanrı şöyle buyurur: ‘Ey Muhammed!seni bir şahid, bir müjdeleyici, bir(cehennem azabından uyaran) korkutucu gönderdik.’
‘Hamd Allah’ın dinine ve O’na ibadete,O’nun izniyle bir davetçi,hem de nur saçan bir kandil olarak’
‘Ey inananlar! Allah’tan sakının, Peygambere bağlanın ki Allah rahmetini size iki kat versin, size aydınlığında yürüyeceğiniz bir ışık var etsin, sizi bağışlasın. Allah bağışlayıcıdır, acıyandır.’
Hazreti Muhammed ve O’nun temiz soyu’nun (Hazreti Ali’nin) nuru hakkında ise Kur’an-ı Kerim Nur suresi 35.ayetinde Tanrı şöyle buyurmaktadır:
‘Allah göklerin ve yerin nuru’dur. O’nun nuru içinde ışık bulunan bir kandile benzer. O ışık bir cam fanus içindedir. Cam’da sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. Bu yalnız ne doğuda ve ne de yalnız batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır. Onun yağı kendisine bir ateş dokunmasa bile hemen hemen ışık verir. Bu ışık nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur. Allah insanlara misaller verir. Allah herşeyi bilir.’
Nur suresi 35. ayetinin Hazreti Ali tarafından yorumlandığı ve bu tesfirin (Atiyye-i Sübbaniye) isimli eserdeki bölümü aşağıya alınmıştır.
‘Hazreti Cabir bir gün kufe şehrinde Hz Ali’nin odasına girince. Gördü ki Hazreti Ebu Turab, gülerek bir şey yazıyor, merak etti.
-Ya Emirel Mü’minin, bu yazdığın ne, ne için gülüyorsunuz? dedi.
Hazreti İmam:
-Ya Cabir ,Cenabı Allah’ın bir çok ayeti kerimeleri vardır ki,herkes bilmez.İşte yazdığım surei Nur’da bunlardan biridir. Cenabı Allah bu ayette, Peygamberimizi ve evlatlarını işaret etmişlerdir. Şöyle ki: (Elmişkat) Resul Aleyhiselamdır, (Misbah) Fatıma’dır. (Züccace) Benim, (Züccacetün) oğullarım Hasan ve Hüseyin’dir, (Ke’enneha kevbetün düriyy)Ali İbni Hüseyin’dir, (Yukadü min şecaretin mübareketin) İbni Ali (Muhammaed Bakır)dır,(Zeytunetin) onun oğlu (Caferi Sadık)dır, (La şarkiyetin)onun oğlu (Musa El Kazım)dır, (Vela garbiyyetin) onun oğlu (Ali el Rıza)dır, (Yekadü zeydüha yudıy’u) onun oğlu (Muhammad Taki)dir, (Ve levlem temessehü nar) onun oğlu (Aliyyün Naki)dir, (Nir’unala nur) onun oğlu (Hasan el Askeri)dir, (Yedillahi linuri menyeşa) Muhammad Mehdi’dir. Diye cevap verir.’
Gerçekten de Hazreti Ali’nin lakaplarından birisi(Zücace)dir.
Ayni cem, İmam Hasan ve İmam Hüseyin adına konulan çerağ uyarılırken (yakılırken) Ahzab Suresinin 45.46. ayetleri ile Nur Suresinin 35.ayetleri okunur. Okunduktan sonra çerağlar uyarılır.
Diğer çerağlar bu çerağlardan alınan ışıkla çerağdır. Tercümanı okuyarak uyarılır.
Alevilerde önemli çerağ Kırkbudak denilen çerağdır. Bu kırkbudak şamdan hakkında Velayetname-i Hacı Bektaş Veli, isimli kitapta yeterli bilgi vardır.
ÇİFTE VAV ÇEVİRMEK: Aşure pişirilirken kepçeyi sağdaki ‘Ya İmam’ diyerek alır sağdan sola doğru çevirir. Soldaki alır ‘ya Hüseyin’ diyerek soldan sağa çevirir ve birlikte ‘Selamullahi ale’l Hüseyin, lanetullahi ala katil’il Hüseyin! diyerek aşure çorbasını çift vav harfi çekerek karıştırma tarzıdır.
ÇİLE: Belirli bir süre içinde kendisine dünya nimetlerini yasaklamaktır. Çilehane, çilenin çekildiği yerdir.
ÇİLLE: Süresi ve günleri kesin değildir. Büyük çille ve küçük çille olarak ikiye ayrılır. Bazılarının er çillesi ve zenne çillesi diyerek de ayrıldığı olmuştur.
Çilehane iki diz üzerine oturabilecek büyüklüktedir. Yani son derece dardır. Bu daracık yerde çille çekecek olan kimse ancak iki dizi üzerine oturabilecek durumda kalır. Aynı durumda günlerce riyazet ve ibadet eder. Çillesinin bittiğine karar verildikten sonra can çillehaneden çıkartılır. Çille süresince oruç tutulur. Erbainde olduğu gibi çilleye girecek olanda abdestli olur.
DAR-ÜL EMAN: Ayn-ül cem kapısının adıdır. Güvene kavuşma kapısı anlamındadır.
DAR: Hallac-ı Mansur’un asıldığı direğe verilen ad. Alevilikte ise rızalık ve dua almak için Mürşid huzurunda ayak mühürleyerek dikilmektir. Dar, kutsaldır. Dara çıkarmak ilk defa İmam Hüseyin’den kalmıştır. Dar’a ilk çıkan Hazreti Ali olmuştur. Dardan ilk kurtaran İmam Hasan olmuştur. Dört türlü dar vardır, Dar-ı Hüseyin, Dar-ı Hallac-ı Mansur, Dar-ı Nesimi ve Dar-ı Fazlı.
1) Dar-ı Fazlı: Yüzüstü yere kapanma duruşuyla temsil edilir. Fazlullah-ı Hurufi gibi yol uğruna başı boyundan kestirmeyi göze alma anlamındadır.
2) Dar-ı Hüseyin: Ayak mühürleme duruşuyla sembolize edilir. Hz. İmam Hüseyin gibi yol uğruna canını başını vermeye hazır olma anlamına gelir.
3) Dar-ı Mansur: Bunun iki anlamı vardır: a) Dar, b) Asılma duruşuyla temsil edilen darağacında asılarak öldürülen Hallac-ı Mansur gibi yol uğruna ölümü göze alma, asılmaya hazır olma anlamını taşır.
4) Dar-ı Nesimi: Diz üstü duruşuyla temsil edilir. Nesimi gibi yol uğruna postu (deriyi) vermeye, asılmaya hazır olma anlamına gelir. Bunlar “Enel Hak diyen” Hallac-ı Mansur’un anısına tekkeye bağlanmanın yol uğruna canını feda etmenin bir simgesi olarak algılanır. Bir hizmetin konusu olan ya da bir hizmeti yerine getirmek isteyen her can, önce buraya çıkar ve teslim olur. Bu dara durmak, dara çekilmek, dara çıkmak, dara kalkmak terimleriyle ifade edilir. Pir, mürşit ve rehberin oluşturduğu cem mahkemesinde yargılanmak için durulan yeri anlatmak için de kullanılan bir deyimdir. Suç işleyen, hatalı görülen Yol eri, meydan yada meydan odasının ortasına çağırılarak sorgulanır, yargılanır, gerekirse hakkında durumuna uygun bir ceza verilir. Böylece bu uygulama sırasında cemaatin ve dedenin huzurunda yargılanan kimsenin bulunacağı şekil ve durumlar gösterilmeye çalışılmaktadır. Yargılanan meydan odasının ortasına gelir, ayaklarını mühürler, kollarını göğsünde çapraza alır, başı öne eğik durur. Sonraki aşamalarda uygun olan dar durumlarından birisi aldırılır. Dardan indirme töreni Hakk’a yürüyen hak yolcusu için göçüşünün üçüncü, yedinci ya da kırkıncı günü yapılan törene verilen addır.
DESTUR: İzin. Bir makamın bir konuda verdiği yola uygun müsaade.
DUDMAN-I BEKTAŞİYYE: Bektaşi ocağı. Yolağı.
DÜŞKÜN: Yolun yasak ve kurallarına uymayanlar. Tarikata aykırı davranan. Ayn-ül Cem’e alınmayan.
DÜVAZDE-İ İMAM: Oniki İmamlar’ın adlarının anıldığı nefeslere verilen ad.
EDEB: El, Dil ve Bel sözcüklerinin baş harflerinin birleştirilmesiyle (eline diline beline sahip ol) anlamındaki ifadedir. İlk defa Birinci Akabe biatında Mümtehine suresinin 12.Ayetiyle emredilmiştir. Bu ilke Bektaşilikte yasa haline gelmiştir.
EDEB YA HÜ: (Edeb ya Allah ) anlamındadır.Karşıdakini uyarmak için söylenir.
EL ELE EL HAKK’A: Hz.Muhammed, Hudeybiye’de Secer -i Rıdvan denilen bir ağacın altında altıyüz kadar ashaba el sunmuş; bu ashabda da Allah ve Resulun uğruna can ve başlarını feda etmekten, hiç bir savaştan, hiç bir kaza ve beladan yüz döndürmeyeceklerini, çekinmeyecekleri konusunda ahd ve yeminde bulunmuştur. Müslümanların, Hz.Muhammed’in eline yapışık, bağlılık göstermeleri karşısında hemen orada Fetih suresinin 18.ayeti inmiş, Bu ayette;
‘Lekad radıyallahu anıl-mümine iz yübayiuneke taht eş secere- Andolsun Allah müminlerden, o ağacın altında sana biat ettikleri sırada hoşnut olmuştur.’ buyurmaktadır. Böylece Hz.Muhammed ümmeti arasında derin, samimi ve kıyamete değin kutsal bağlılığın temeli atılmış oldu.
Bektaşiler ilk anayasa niteliği taşıyan bu ‘el ele, el Hakk’a’ ilkesine büyük önem ve değer vermişler, bunu ‘Biat-ü Rıdvan’ diye isimlendirmişler, hatta yolaklarının esasını bu dinsel olaydan almışlardır. Hz. Muhammed’le, Hz.Ali’den, oğulları Hasan-Hüseyin ve torunları diğer on iki imamlar aracılığıyla Hace Ahmet Yesevi, Pir Hacı Bektaşi Veli ve Balım Sultan kanalıyla tarikatların kapatılmasına değin yetkili ellerden bunu intikal ettirerek sürdürmüşlerdir. Bektaşiler, kendilerini bu “el ele, el Hakk’a ” hükümlerine bağlı sayarak, İslamiyet’in ana hatlarından, temel ilkelerinden zerre kadar ayrılmamış, kendilerini kutsanmış bir topluluk saymışlardır. Hatta aynı surenin 10.ayetinde “O seninle el tutuşup söyleşenler var ya, onlar gerçekte Allah ile biatlaşıyorlar. Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir. Kim ahdi bozar, döneklik ederse kendi aleyhine. Kim Allah’a verdiği ahda uyarsa, Allah ona büyük bir ödül verecektir” buyrulmaktadır. Böylece Bektaşilerin tarikatlarını niçin bu esas üzerine inşa ettikleri daha iyi anlaşılmaktadır.
Hatta topluluklarını “Güruh-u Naci” ve yollarını da “Tarik-ı Nazenin” olarak isimlendirmişlerdir. Bektaşilerde ve Alevilerde “el” Tanrısal gücü simgeler. Onun için bir mürşide bağlanmaya “el almak” derler. Dedeye babaya biat etme yoluyla Hz.Muhammed’e ve Tanrı’ya biat etmiş sayılacaklarına inanırlar. Bir mürşide bağlanmayı, ondan nasip almayı, “el-etek sahibi olmak” ve nasip alma töreni de, bir eli mürşidin elinde diğeri eteğinde olarak bağlılık yemini etmeye ise”el-etek tutmak” derler. Yine Hz.Ali’ye bağlılığın bir kanıtı olarak O’nun adı geçtiğinde toparlanıp eli göğsüne ve dudaklarına götürerek selam vermeye, saygı göstermeye de “el, göğüs – dudak, yapmak” derler. Bağlılık ifadesi olarak mürşidin sağ elinin içini öperler. Tarikat yolunda belli deneyimlerden geçen birine durumuna uygun yetki vermeye de “el vermek” derler.
ELEST-İ BEZM: Tanrı tarafından yaratılan tüm ruhların, ilk kez Tanrı katında toplanmasıdır. Bu toplantıda Tanrı ruhlarının kendisine olumsuz soru sormak suretiyle biatlarını ister. (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) diye üç kez sorar. Ruhlar (Beli-Evet) (La-Hayır) diye cevap verirler. Diğer bir adı da (Kal-ü Bela,-evet sözü) toplantısıdır.
ELİFİ TAÇ: Bektaşilikte giyilen ucu ince yassı külahtır.
ENEL HAK: İlk defa Hüseyin Hallaç Mansur tarafından söylenen sözdür. Bir yoruma göre anlamı (Ben Hakk’ım)dır. Burada geçen Hak Allah anlamında değildir. Alevi – Bektaşiliği bilmeyen yazarlar, bu ifadeyi (Ben Allah’ım’) şeklinde kaydederler. Bu davranışları ile Alevi Bektaşiliğe zarar verirler. Enel Hakk’ın ne anlama geldiğini, Mansur’un çağdaşı olan diğer bir Tanrı ereni şöyle açıklar: -Ben Hakk değilim (Enel Hak) demeyip ben batılım (Enel Batıl mı) deseydi? Görülüyor ki Enel Hak; ben Batıl değilim, Gerçeğim,Tanrı’yı en güzel şekilde tanıtan bir gerçeğim, demektir.
ER:Alevi-Bektaşi yolunda, edeb ve erkana saygılı, nefsine uymayan, karşı duran kimseye denir. Bir başka söyleyişle, gönül bilgisiyle donanmış, yücelme aşamalarından geçerek, gerçekliğe ulaşmış tarikat üyelerine verilen addır. Babanın kabul ettiği Dervişe ‘er çiçeği’ denir. Bütün tutkulardan, eksikliklerden arınmışlığı, gönül aydınlığını yüceliğini anlatır. Kendini eğiterek gerçeğe ulaşmış tarikat ehlinin bulunduğu aşamaya ‘Erler katı’ denir. Bir Pire bağlanmaya, böylece yolakta yükselme olanağı bulmaya da ‘Er eteği tutmak’ denir.
ERBAİN: Kırk gün süren oruçtur. Erbaini genellikle babalar, Halife babalar ve Halife (Mürşid) çıkarır. Erbaine başlamadan önce gusül abdesti alınır. Temiz elbiseler giyilir. Niyet edilerek erbaine başlanır. Erbain süresince hayvansal gıdalar yenmez. Ağır kokulu sebzeler örneğin soğan, sarmısak yenilmez. İftar akşamdan akşama yapılır. Sahura kalkılmaz. Özellikle gecenin tamamı ibadetle geçirilir. Çok az uyunur. Gündüz iş ve güçle uğraşmakla beraber gizli anış yapılır. Evrad ve tefekküre (Tanrı’yı düşünmeye ) erbain süresince devam edilir.
Kırkıncı gün kurban kesilerek erbainden çıkılır. Gusul abdesti alınır ve kesilen kurbanın etinden oruç bozularak erbain sona erdirilir. Erbainler içinde en ağır olanı ‘Erbain-i aşura’dır. Muharrem ayından on gün önce başlanır. Muharrem ayının bitiminde sona erer. Hazreti Pir’in en çok tuttukları erbain, erbain-i aşure’dir.
ERÇİÇEĞİ: Mürşidin en çok sevdiği dervişe denilir.
ERENLER: Bektaşilikte canlar birbirlerine böyle hitap ederler. Anlamı biata ermiş, şeytanlıktan kurtulmuş demektir.
ERENLER DEMİ: Erenler cemi olarak da anılır. Ayni Cem ya da muhabbet toplantılarının diğer bir adıdır
ERKAN: Kurallar. Tarikat içindeki kuralları tümüne erkan denir.
Arapça rükn(direk) sözcüğünün çoğulu. Tarikatın temel esaslarını, ruhsal aşamada en önde bulunan, ileri gelen tarikatlar ulularını anlatmak için kullanır. Hatta, ilkeler, kurallar, törenler bütünü de bu sözcükle ifade edilir. Bir de Aleviler’de Cem sırasında dedenin kullandığı asa için söylenir. Bektaşiler bu asayı kabul etmezler, put diyenleri de vardır. Bektaşiler bu asa yerine ele (pençeye) değer verirler. El ele el Hakk’a zincirlemesinin ancak insan eliyle tamamlanacağına, elin kutsallığına, Hz. Musa’da nur olduğuna, Hz. İsa’da ölüleri dirilttiğine inanırlar. Alevilerde düşkün kaldırılması sırasında dede düşkünün sırtına alaca değneği Allah-Muhammet- Ali aşkına otuz üçer kez sembolik olarak vurur, buna (Erkan çalmak) denir. Düşkün kaldırılması sırasında günahlarından arınması için alaca değnekle sembolik olarak dövülen düşkünden bu vuruşların bedeli olarak alınan para vb.lerin verilmesine (Erkan değneği hakkı) denir.
Uygulamada düşkünü meydana getirirler, vücudunun üst yanı çıplaktır. Meydan eşiğine baş koyar ve dedenin barışıklık sağlamasını diler. Düşkünün eşik öperek dar’a geçmesine izin verilir; dede ve cemaat ayağa kalkar; dede ocak başına geçer, bu sırada rehberi düşkünü yüzüstü yatırır. Yeşil torbasından çıkarılan alaca değneği eline alan dede düşkünün sırtına Allah-Muhammet- Ali adına otuz üçer kez, toplam 99 kez sembolik olarak vurur. Böylece düşkünü günahlarından, suçundan arındırmış olur.
Erkanın diğer bir anlamı kurallardır. Bektaşilikte erkan ikiye ayrılır. Muamelat’a ait erkan, İbadet’e ait erkan.
Muamelat’ a ait erkan:
1)Doğum ve isim verme erkanı
2) Sünnet ve kirvelik erkanı
3) Evlenme ve nikah erkanı
4) Hakk’a yürüyüş ve hayır erkanı
İbadet’e ait erkan:
1.) Biat erkanı:Bektaşiliğe girmek isteyen can’ın tarikata alınması ile ilgili erkan. Tarikat’a girmek isteyen can Mürşid’e ikrar verir. Yeminli söz vererek Mürşid’in elini tutar. Mürşid de kendisini tarikata kabul etmekle nasip verir. (Bu konuda çok sayıda kitap yazılmıştır. Bektaşi ilmihali isimli kitapta yeterli bilgi vardır.)
2).Dervişlik erkanı: Nasip verilip tarikata alınan ve muhib olan canların içinde, bu göreve yeterli kimselerin bir üst makama alınma erkanıdır. Dervişlik makamına alınan can aynı zamanda rehberlik görevini yürütebilecek ehliyettedir. Bu nedenle özel tarikat elbisesiyle giydirilir. Dervişlik makamına alınan muhib, rehberlik yapabilme bilgileriyle bilgilendirilmiştir. Aksi taktirde yeterli olmayanlar dervişlik yapamazlar.
3.)Babalık erkanı: Ahlaki olgunluğu yanında tarikat ilmine ait bilgilerde de yeterli kimselerin merasimle giydirilmesi erkanıdır. Baba olacak zat Mürşid veya Halifebaba başkanlığında kurulan bir komisyonda yeterlilik imtihanına alınır. İmtihanda adaya muamelat’a ait tüm sorular ile ibadet’e ait sorular sorulur. Örneğin; şeriat, tarikat, marifet, hakikat kapıları ve bunlarda bulunan kırk makam hakkında sorular sorulur. Tarih ve felsefe gibi ilimlerden tarikat ile ilgili sorular sorulur. Bu sorulara yeterli cevabı veren zat, erkan ile giydirilir. Kendisine babalık icazeti (diploması) ile babalık postu verilir. Bundan sonra baba ayin cem yürütür. Muhip edinir. Tarikat’ı yaymaya yetkili olur.
4.) Mürşitlik (halifebabalık erkanı): Hacı Bektaşi Veli Hazretleri makamında vekaleten oturan zatın temsilciği olan bu makama Çelebilikte peygamber soyundan olan kimseler gelebilmiştir. Mücerret kolunda ise böyle bir kural yoktur.Bununla birlikte Halifebabalık kolu ikiye ayrılır.Halife Baba olacak zat önce yeterlilik sınavına tutulur. Bu sınav Merkez Dergah olan Hacı Bektaş’da olur. Hacı Bektaş Veli merkez Dergahı dışında Halifebabalık erkanı yürütülemez. Babalık erkanı Dimetoka, Şahkulu Sultan, Kerbela, Mısır ve tanınmış diğer Bektaşi Dergahlarında yürütülmesine karşın Halifebabalık erkanı buralarda yürütülemez.
Hazreti Pir’in Dergahında Halifesinin başkanlığında kurulan imtihan komisyonunda aday sorguya çekilir. Babalık erkanında sorulan soruların daha kapsamlısı kendisine sorulur. Sınavı başarı ile veren ve baba olan zat bu kez merasimle giydirilerek Halife Baba yapılır. Kendisine Halife Babalık icazeti ile birlikte post, sofra, çerağ, tığ, nefir, keşkül, kaşağı gibi tarikat eşyası verilir. Ayrıca tarikat alemi denilen küçük sembol temsil edilir. Bazı halife Babalar Hazreti Pir’de erbain çıkarırlar. Ancak bu isteğe bağlıdır.
Halifebaba olan zat, babalık erkanını yürütebilir. Dervişlik erkanını yürütür. Muhib edinir. Tarikat kuralları yayma görevini üstlenmiş olur.
Osmanlı imparatorluğunun başlangıç yıllarında Babalar ve Halifebabalar yabancı dil ve istihbarat bilgileri yönünde eğitilirlerdi. Bunların dışında İncil, Tevrat ve Zebur isimli kutsal kitapları öğrenirlerdi. El değdirmeden uzattıkları sakal ve saçları sayesinde Hıristiyan papazları kılığına rahatlıkla girebiliyorlardı. Üstelik içkiye karşı katı kuralcı olmamaları da kendilerini gizleyen diğer yardımcı etkendi. İçki içen, saçlarını sakallarını uzatan, İncil ve Tevrat’ı ezbere bilen Bektaşi Babaları, Halifebabaları Hıristiyan Avrupa içlerine rahatlıkla sızıyorlardı. Öğrenmiş oldukları yabancı dillerde Kudüs’ten geldiklerini belgeleyen Babalar Hıristıyanlar’dan saygı görüyorlardı. Kiliselere yerleşerek oradan uygun haberleşme vasıtasıyla bilgi gönderiyorlardı. Böylece Osmanlı İmparatorluğunun yayılmasını kolaylaştırıyorlardı.
Evliya Çelebi seyahatnamesi bu konuda sağlam bilgiler vermektedir Erkanlarda aşağıdaki sıra uygulanır.
Babalık Erkanında;Halife Babalık ( Mürşitlik ) erkanında:
a-) Müracaat veya tensip
b-) Yeterlilik sınavı
c-) Rehber tayini, tarikat abdesti (Tevbe koşul değildir )
d-) Giydirme ve alametlerin (eşyanın) teslim edilmesi
f-) Babalık postuna oturtulma
g-) Babalık kurbanının tığlanması
h-) Sofra ve erkanı
ı-) İcazetname (diploma) verdirilmesi ve deftere kayıt edilmesi Yeterlilik sınavında sorulan sorular ( mürşid için )
a-) Şeriatı kapısı ve makamları
b-)Tarikat kapısı ve makamları
c-)Tarikat kuralları,erkanı,evradı,tarihi,felsefesi,sosyojoji gibi sorunlar
d-)Marifet kapısı ve makamları, tarikatdaki seyri sulük ve seyri sulük halinde nelerin yapılması gerektiği hakkında sorular.
e-)Hakikat kapısı ve makamları, velayet ve hakikat hallerine ait sorular. Manevi ve erdemliliğinin olup olmadığının gözlenmesi.
Babalık adayına bu denli ağır sorular sorulmaz. Daha çok şeriat ve Tarikat’a ait sorular yöneltilir. Örneğin Babalar Muamelat’a ait tüm bilgileri (Şeriat’i) bilmek zorundadırlar. Tarikat muhib alma, Musahiblik biatı alma, görgü erkanı yürütme gibi bilgileri bilmek zorundadırlar.
Seyrisulük ve Velayet ilmine ilşkin sorguya alınmazlar.
Bazı kimseler Bektaşi Tarikatını son derece basit olarak görürler. Sanki her şeyden soyutlanmış, dinin tüm koşullarından sıyrılmış evradı, zikri, kuralı, koşulu olmayan idealsiz, amaçsız insanlar topluluğu gibi kabul ederler.
Ancak; Osmanlı tarihinde ve geçmiş belgelerde yapılan çeşitli araştırmalar sonunda gerçeğin böyle olmadığı anlaşılmıştır. Eğer Bektaşilik yukarıda düşünülenler gibi olsa idi, Anadolu ve Balkanların en büyük tarikatı olma niteliğini kazanamazdı. Bu büyüklük Bektaşiliğin bilinçli, sistemli, prensipli, oluşundan kaynaklanmaktadır.
5-)Musahiplik erkanı: Tarikat kuralları içinde iki canı kardeş yapma eylemidir.
6-)Görgü erkanı: Musahip olan canların yılda bir kere aklanma eylemidir. (Ali Kaya’nın Musahiblik isimli kitabındaki geniş bilgilere bkz.)
7-)Ayin cem yürütme erkanı: Ayin cemler her Perşembe Cuma akşamları yürütülür. Yürütülme aşağıdaki sıra içinde gerçekleşir.
a-) Dergahın temizlenip hazırlanması,
b-) Çerağların uyarılması
c-) Muhib canların cemevine gelmeleri, gülbenklerini almaları,
d-) Mürşid’in imamlığında iki rekat tarikat namazının kılınması,
e-) Evrat ve ayetlerin, salavatların okunması ve birinci secde,
f-) Duaz-ı imamların okunması, zikir ve ikinci secde,
h-) Semahlara gidilmesi, sofraların kurulması, kaldırılması,
8-Matem erkanı: Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi ve Kerbela olayının anılması amacıyla yürütülen bir erkan türüdür. Matem ayı nedeniyle düzenlenir. Muharrem ayında 10. gün düzenlenir.
9-)Nevruz erkanı: Hz. Ali’nin doğum tarihi olan mart ayının 21. gününde düzenlenen bir erkandır.
Bunlardan başka (Baş okutma veya Başyülüme erkanı) denilen ve yılda bir kere yapılan aklanma erkanı da vardır. Bu erkan Müsahibsiz olan canlar tarafından yerine getirilir. Müsahibli olan canlar görgü erkanına çıkar.
10-)Doğum ve isim verme erkanı: Doğum yapan kadın lohusalık süresi içinde yatakta tutulur. Her tür yorguluktan korunmaya çalışılır. Bu süre içinde komşuları tarafından sırayla beslenir. Ev boş bırakılmaz, yemeği getiren aile tarafından şenlendirilir.
Çocuğun doğduğu günden itibaren üçüncü veya yedinci günü arasında Rehber, Mürşit ve eğer bunlar yoksa olgun bir derviş tarafından ad verme merasimi yapılır. Bebek yıkanır, güzelce sarılır. Ad verecek olan zat, bebeğin babasıyla birlikte lohusa yatağına yaklaşır. Gözaydınlığı ve uzun ömür diledikten sonra elini uzatır. Lohusa kadın uzanan ele niyaz ettikten sonra usulüne göre uygun olarak kucağına verir.
Bebeği kucağına alan zat üç kere (Maşallah, Maşallah fetebarekallahü ehsen-ül halıkıyn) diyerek yüzüne hafifçe üfürür. Ardından (Kocamışken bana İsmail ve İshak’ı veren Allah’ hamdolsun doğrusu Rabbim duaları işitendir.) anlamındaki İbrahim suresinin 39. ayetini okur. Bu ayet şöyledir;
“Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahilleziy veheb liy alelkiberi İsmail’e ve İshaak inne rabbiy le simey’uddüa.”
Ayetin okunmasından sonra isim verecek olan zat, bebeğim sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okur. Okumayı yavaş sesle yapar. Çocuğun babası rehberin ya da mürşidin sol tarafında ayakta durur. Lohusa kadınından başka herkes merasim boyunca ayakta peymançede durur.
ERKAN SEMAHI: Daha çok Erzincan yöresinde oynanan, ağır kol hareketleri ile buna uygun adımlarla yapılan belirgin bir semah türü. Erkan semahı için kadınlar odanın bir yanında, erkekler diğer bir yanında oturur. Cem’de, mürşid-rehber-mürebbi-gözcü-sazcı yerlerini alır. Ardından mürdişin hanımı (bacı) üç kez ‘Ya Allah,Ya Muhammed, Ya Ali’ diyerek niyazda bulunur, tüm canlara dolu sunarak gelip dara durur; aynı şeyi rehber ve mürebbi’nin eşleri de yapar ve dara dururlar. Daha sonra cem’deki kadınların en yaşlılarından biri önce mürşidin önünde secdeye kapanır, ardından herhangi bir erkeğin önüne niyaz eder. Önüne niyaz edilen erkek kalkar; bu sırada kadınlar erkan semahını
dönmeye başlar toplantıya kalkan herkes dar’a durur. Saz ve nefes eşliğinde süren semaha ortadaki kadın ve erkek katılır.Erzincan semahı da bu semaha çok yakındır.
ERVAH: Arapça ruhlar demektir. Ruhu Tanrı yarattı. Her şeye kendi özünden üfledi. Sonra onları toplayarak ikrar biat aldı. Ruhların türleri İslamiyet’te şu şekilde sınıflandırılır.
1-)Ervah-ı Abidin: Dindarların ruhu.
2-)Ervah-ı Arifin: Ariflerin ruhu.
3-)Ervah-ı Ecinni: Cinlerin ruhu
4-)Ervah-ı Enbiya: Peygamberlerin ruhu
5-)Ervah-ı Evliya: Evliyaların ruhu
6-)Ervah-ı Ezel: İlk ruhlar, Elest-i bezm.
7-)Ervah-ı Hayvanat: Hayvanların ruhu
8-Ervah-ı Kafirin: Kafirlerin ruhu
9-)Ervah-ı Müminin: Müminlerin ruhu
10-)Ervah-ı Nebatat: Bitkilerin ruhu
11-)Ervah-ı Şeytani: Şeytanların ruhu
12-)Ervah-ı Tabayı: Madenlerin, diğer cansızların ruhu.
ERZADE: Mürşid oğlu mürşid.
ETVAR: Arapça davranışlar, tavırlar, hareketler demektir. Tavr’ın çoğulu bir sözcük Tarikat yolcusunun ruhsal arınmaya ulaşmak için geçmek zorunda olduğu yedi aşamaya Bektaşiler ‘Etvar-ı Seba’ derler. Bunlar;
1-) Nefs Aşaması (Ben makamı): Kişi hep duygusal eğiliminin etkisi altındadır, bu aşamada henüz Tanrısal gerçekliği kavrayabilecek durumda değildir, arınmak, temizlenmek zorundadır.
2-)Gönül Aşaması (Sadr makamı): Kişi gönül yoluyla düşünmeye, tutkularından bu aşamada uzak kalmaya onlardan birer birer kurtulmaya başlar.
3-)Ruhsal aşama(Ruh makamı): Bu aşamada kişi ruhsal varlık alanına yönelir. Tanrısal gerçekliliği anlamaya kavramaya başlar.
4-)Gizem aşaması (Sır makamı): Bu aşamada kişi, dünyaya özgü tüm geçici varlıklardan sıyrılarak Tanrısal gerçekliğe varmış olur.
5-)Gizemlerin Gizemi aşaması (Sırru’s sır makamı): Bu aşamaya çıkmış olan kişiye, Tanrısal gizlilik, sırlar bir bütün içinde açılır.
6-)En gizli aşama (Ahfa makamı): Kişi bu aşamada Nur’un (ışığın) siyah olarak algılandığı, Tanrısal evrene en yakın alandadır.
7-)Salt gerçeklik aşaması (Mutlak Hakikatler makamı): Bu makamda kişi artık bütün kişisel niteliklerinden sıyrılmıştır. O,Tanrısal varlığın özünde ölümsüzlüğe ulaşmış durumdadır, kendinde değildir, Tanrı ile birleşmiştir. Onda yok olmuştur. Tanrı’dır artık. Söz ve davranışları Tanrısal özün belirtileridir.
EVLİYA: Veli’nin çoğulu, Arapça bir sözcüktür. Ruhsalınma aşamalarından geçerek Tanrı’ya yaklaşan anlamına gelir.
EVRAD: Ayet, hadis ve yakarışlardan meydana getirilen dua’dır. Her gün gece ve gündüz okunur. Vird edilen anlamına gelir.
EYVALLAH:Allah için kabul ettim.
EVRAT: Arapça bir sözcük. Kur’an-ı Kerim’den seçilmiş ve sık sık okunan duaları anlatmak için kullanılır.
EVTAD: Arapça kazık ve diğerin çoğuylu bir sözcüktür. Tasavvufta gayb erenleri sıralamasının üçüncü aşamasında bulunan ve Tanrı’nın bunlar aracılığıyla dünyayı kontrol edip denetlediğine inanılan dört büyük Veli’ye “Dört evdat” denir. İsimleri bilinmiyor. Tanrı bu ermiş kulları aracılığıyla doğuyu, batıyı, kuzeyi ve güneyi kontrol eder. Bu dört Veli’den: Abdurrahman doğunun, Addülvahap batının, Abdürrahim güneyin ve Abdülkuddüs kuzeyin direği durumundadır.
EZKAR: Anlamlar (Tanrı adları anlamları)
FAHR: Oniki dilimli taçdır. Fahr-Hüseyin de denilir. Oniki İmamın zaman zaman başlarına bağladıkları tacı temsil eder.
FENAFİLLAH: Allah’ta yok olma, Bekabillah, Allah’ta sonsuzlaşma. Tasavvufta Tanrı ya da Tarikat yolcusunun, kendi varlığını Tanrı varlığında yok etmesi, Tanrı yolunda O’nun uğrunda kendi varlığından geçmesidir. Gerçekliğin (Hakikat kapısının) en yüksek aşamasına ulaşmak için kişinin görünür tüm varlıklardan kopması; Tanrısal alanla yetinmesidir. Fenafillah kopma, sıyrılma anlamına gelir. Fenafillah aşamasına ulaşan Salik, çevresinde ve özünde yalnız Tanrı’yı görür, O’nun bulunduğuna içtenlikle, aşkla, temiz kalple inanır. Bu aşamada “Ben” ve “Sen” sıfatları “Birlik” kavramına aykırı olduğundan, dahası “İkilik” yarattığından geçersiz kalır, dinlenilmez. Herkes bu aşamada tüm duygularından, benliğinden sıyrılarak bir damla su gibi Tanrı’ya, o en büyük ummana gider.
FIRKA-İ NACİYE: Ehl-i Beyt’e bağlanarak kurtulan kimseler. Hz.Muhammed ( S.A.V)’in “Kıyamet günü ümmetimle birlikte cehenneme gireceğiz, geri dönüp cehennemden çıktığımız zaman günahkar olanlar cehennemde kalacak, geri kalanlar benimle cennete girecektir, işte bunlar ‘ Güruh-u Naci’dir.’ ” dediği, orda bulananlardan biri ” bunlar ne kadar” diye sorduğunda ” ümmetimin üçte biri ” şeklinde yanıt verdiği söylenir.
GELME GELME, DÖNME DÖNME: Tarikata girmek isteyene uyarı ve bilgi verme sözüdür. Anlamı “Tarikata girdikten sonra dönüş söz konusu olamaz. Bu nedenle çok düşün, yol yakınken vazgeç. Girdikten sonra dönersen ikrarından döndüğünden ötürü çok büyük günaha girersin. Tanrı, Ali İmran suresinin 82. ayetinde ve daha başka ayetlerinde “ikrardan dönenleri imandan çıkmış asiler olarak kabul eder.” demektedir.
-“Kim ki bu ikrardan sonra yüz çevirirse verdiği ikrardan dönerse onlar asi ve imandan çıkanlardır.”( Ali iman suresi 82. ayet)
-“Ahitleştikten sonra Allah’ın ahdini bozanlar ve Allah’ın birleşmesini emrettiğini ayıranlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar. İşte lanet onlara ve cehennem onlaradır. ‘(Ra’d suresi 25.ayet.)
-‘Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler, ahdlerini bozmazlar’.
-‘Onlar Allah’ın birleşmesini emrettiği şeyi birleştirirler, Rablerinden korkarlar, günahtan ürkerler. ‘(Ra’d suresi 21.ayet)
GÖRDÜĞÜNÜ ÖRT GÖRMEDİĞİNİ SÖYLEME: Bektaşilikte temel bir ahlak kuralı vardır. Aslında bu bir ‘sır saklama’ olgusudur, buyruğudur. Karşısındakinin eksikliklerini, küçültücü davranışlarını görmeyeceksin, görsen de görmezlikten geleceksin, başkalarına aktarmayacaksın, dedikodu yapmayacaksın, bunlardan kendine övünme payı çıkarmayacaksın, yararına kullanmayacaksın. ‘Yaratılanı hoş göreceksin/yaratandan ötürü ilkesinden şaşmayacaksın, ayrılmayacaksın. İnsanlıkta, komşulukta buna uyarken koğuculuktan uzak duracaksın. Ara bozucu olmayacaksın. Ara yapıcılık işin olmalı. Geçimsizlik yapıcı işlerden sakın. Bu ilke başta Bektaşiler olmak üzere tüm insanlar arasında birlik, barış, uyum, kardeşlik, dostluk, sevgi, saygı sağlamayı bunları somutlaştırmayı amaçlayan bir ilkedir.
GÖZCÜ: Cem’de gözcü, hem gözleyen, hem de göze çarpan durumundadır. Cemdeki toplu davranışları yöneten, kimi kez, Can’ları cemin ilgili aşamalarına sokan bir lider durumundadır. Kaynağı Ali soyundan Ali kerime dayanır. Onun adına kurulan ve cemdeki oniki hizmet sıralamasında yer alan, meydanda düzeni sağlama işini yürüten görevliye gözcü denir. Kimi bölgelerde Oniki hizmet sıralamasında gösterilen şeyh Karaca Ahmet Sultan makamına verilir.
GÜL DESTE: Selman’ın Hazreti Ali’ye hediye ettiği bir deste gül’ü temsil eden, Mürşidlere verilen güllerin adıdır. Bunu anlatan nefeslere güldeste denilir. (Bugün ben pirimi gördüm, tahtı cemali güldür’ gül) gibi. Bunun bir deste nergis olduğu da söylenir.
HABBE: Zerre anlamındadır. Hazreti Hasan ve Hüseyin adına göğse takılan necef taşından veya akik taşından yapılmış iki tesbih tanesinin adıdır.
HACIM SULTAN: Hacı Bektaş Veli’nin ünlü halifelerindendir. Onun amcasının oğlu olduğu söylenir. Hacım Sultan adına cemde kurulan makama Hacım Sultan makamı denir. Tarikat yolundan sapanların düşkün saydığı, terbiye edildiği yer durumunda bulunan meydan veya meydan odasındaki meydan taşına da bu ad verilir. Kendi adına yaşamını anlatan yayınlanmış velayetnamesi vardır. Bektaşilikte ilk velayetname budur. Derviş Burhan yazmıştır. Bu Velayetnameye göre Hacım Sultan, Oniki İmam’dan Ali Naki’nin oğlu Hüseyin’in soyundan gelir. Ahmet Yesevi tarafından Hacı Bektaş Veli ile Anadolu’ya gönderilmiştir. Hacı Bektaş’ın yerine bir ara postnişin olduğu söylenir. Uşak çevresine gider, Oradaki Türkmenler arasında yaşar, bir çok keramet gösterir. Tarikatın manevi celladı olarak tanınır. Türbesi Hacım köyündedir.
HAKKA ERDİ, KALIP DEĞİŞTİRDİ, MENZİLE VARDI: Deyimleri vefat edenler için kullanılır. Bektaşilikte (ölü) denilmez. Ölüm yoktur, ölümü tatmak vardır. (her nefis ölümü tadacaktır.) Ayetinden dolayı ölüm sözcüğü kullanılmaz.
HAKULLAH: Kaynağını Kur’an’ın Enfal suresinin 41.ayetinden alan bu gelire, Şii İmamiye Humus adını verir. Humus ganimetlerin beşte birinden alındığı gibi elde edilen masraf dışı gelirlerin beşte birinden de alınmaktadır.
Humus adı altında toplanan bu gelirler, yine ikiye ayrılarak, yarısı Peygamber soyundan gelenlere verilir. Diğer yarısı ise muhtaç olanlara, yoksullara, yetimlere, esirlere ve yolda kalmış garip kimselere verilir. Bu dağıtım Beytülman (Devlet Hazinesi) memurları tarafından yapılır ve kayıtlara alınır.
Bektaşiliğe geçen bu uygulama (Hakullah) adına alınmıştır. Anlamı (Allah için verilen yardım) demektir. Osmanlı İmparatorluğu Enfal suresi 41.ayeti uyarınca Hacı Bektaş Veli Dergahına yardım etmiştir. Bu yardımın adı ‘Gaziler Hakka’dır. Bu yardıma özgü olmak üzere 28 Haziran 1363 tarihinde, Sultan Murad Hüdaverdigar zamanında (Penç a yek) beşte bir adıyla bir yasa çıkarılır. Çıkartılan bu yasa ile 1826 tarihine kadar -zaman zaman aksamasına rağmen, Osmanlı hazinesi tarafından bu yardım devam etmiştir.
Yardıma ek olarak, varlıklı Bektaşi canlarından da Hakullah toplanmıştır. Toplama işlemi Babalar tarafından yürütülmüştür. Gelir üç isim altında alınmıştır. Toplanan gelirler, gelir defterine kayıt edilirdi.
Hakullahın toplanıp dağıtılması kuralları:
1-)Karakazan Hakkı: Bu isim ile toplanan gelir ile dergahın yeme, içme, giyinme, konuk ağırlama, ziyaretçi giderleri ile bunlara benzer giderlere harcanırdı.
2-)Mürşid Hakkı: Bu isim altında toplanan gelirlerden, Çelebilerin giderleri ile dergahta bulunan babaların ve ailelerin giderleri karşılanırdı.
3-)Çerağ Hakkı: Diğer bir adıda Çıraklık olan bu gelirler daha geniş alanlarda harcanırdı. Dergahın bakımı, onarımı, aydınlatılması, ısıtılması giderleri karşılanırdı. Diğer bir kısmı ile de Yeniçeri askerinin yetiştirilmesi ve ihtiyaç sahibi olan taşradaki Bektaşi canlarının ihtiyaçları giderilirdi. Örneğin; evlenecek olanlara, ev yapacak olanlara, hastalara, yetimlere, yoksullara, sıkıntı içinde olan çiftçilerin hayvan yem alımlarına bu bölümden yardım yapılır.
Bu giderlerin dışında dergaha gelen ‘Niyaz Akçesi’ ‘Adak Akçesi’ altındaki gelirler de Çerağ Hakkı ile birleştirilerek harcanırdı.
Gelir toplamaya çıkan babalar topladığı gelirlerden yol masraflarını Yol Hakkı olarak alırlardı.
Tüm bu gelirlere kaynak olan Enfal suresi 41. ayeti gösterilir. Anlamı şudur: ‘Allah’a inanmışsanız ve hak ile batılın ayrıldığı ,yani iki ordunun (Bedir’de) birbirleriyle karşılaştığı gün kulumuz Muhammed’e indirdiğimize iman etmişseniz; iyice bilin ki, ganimet olarak elde ettiğimiz şeylerin beşte biri Allah’ın Peygamberlerinin yakınları ile yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışların hakkıdır. Allah’ın her şeye gücü yeter’
HALİFEBABA: Babalığın üstünde bir kademesidir. Babalığa kadar olan görevlendirme için yapılan erkanlar her yerde yapılabilir. Ancak Halife Babalık erkanı yalnız Hacı Bektaş Veli dergahında yapılabilir.
Üstün ahlaklı, özverili ve ilmi yönden olgunlaşmış tarikatı özümsemiş, yetenekli kimseler bu makama gelebilirler. Bu makama gelecek olanlarda manevi özellikler aranır. Zira bu makam (Hakkel yakin) makamı sayılır. İlmen yakin ve Aynel yakin aşamalarını tamamlamış kimseler ancak bu makama gelebilirler.
Başta Hazreti Pir’in postunda vekaleten oturan zat olmak üzere, dergahta bulunan Türbedar ve diğer Halifebabaların katılması ile bir kurul oluşturulur. Kurulda aday her konuda imtihana tabi tutulur. Kendisine şeriat, Tarikat ve tasavvuf hakkında gerekli olan tüm sorular sorulur. İmtihanı başarı ile veren aday, Halifebabalık erkanı ile giydirilir. Ve yine merasimle Halife Babalık icazetnamesi (diploması) verilir.
Halife Baba Hakkel yakin mertebesindedir. İbadet amelidir.
GÖREVİ: İkrar alıp nasip vermek, düşkünleri yargılayıp haklarında karar vermek; Ayin cemi yürütmek; baba, rehber, derviş ve talipleri denetlemek; bunlara yol göstermek ve sorunlarına çare ve çözüm bulmak.
HALİFELİK (MÜRŞÜDLÜK): Hacı Bektaş Veli Hazretlerin postunda, onun adına oturan zata Halife denir. Mücerret kolunda Mehmet Ali Hilmi Babadan bu makama oturan mücerret babaya Dede Baba denilmiştir.
Hacı Bektaş Veli soyundan gelen kimsedir. Şu ara suresinin 23.ayeti hükmüne göre, Peygamber soyundan gelmeyen kimse Peygamberi vekaleten temsil eden kimse yerine oturamaz. Ayette Peygamber soyuna bağlılık emredilmektedir. Bektaşilikte bu bağlılık; Hazreti Pir’in postuna onun soyundan gelen kimsenin oturması ile gösterilmiştir.
Sürekli olarak bu makama, Hacı Bektaş Veli’nin soyundan gelen ve kendilerine Çelebi denilen kimselerin içinden ahlaken ve ilmen üstünlük gösteren kimseler gelmiş postnişin olmuştur. Halende öyledir.
Mürşüd’lük makamına gelecek olan zat, önce aile içinde belirlenir. Posttaki mürşid Hakka yürüdükten sonra, hizmetleri yürütülür. Üç gün süren taziye ve hizmetlerden sonra, dördüncü gün Halife olacak zat gusül abdestini alır. Türbedar tarafından tarikat abdesti aldırılır. Toplanan Halifebabalar ve Babaların önünde giydirilir. Giydirildikten sonra özel merasimle postta oturulur.
Posta oturan Halife-i Pir’e bundan sonra biat edilir. Biat merasimle yerine getirilir. Başta türbedar olmak üzere kıdem sırasına göre Halifebabalar, Babalar sırasıyla postuna varıp başsağlığı ile birlikte bağlılıklarını bildirirler. Yani biat ederler.
Mürşid’in görevi elbette daha çoktur. Başta dergahı ve gelirlerini yönetmek. Anadolu’da yayılmış bulunan tüm Bektaşi, rehber, baba, halifebaba’ların kayıtlarını tutmak. Halifebaba ikrarı alıp nasibini vermek. Dergaha gelen misafirleri, devlet büyüklerini karşılamak ve bunlarla ilgilenmek.
Osmanlı İmparatorluğu içinde bulunan milyonlarca Bektaşi’nin maddi ve manevi sorunları ile ilgilenmeleri için babaları görevlendirmek, savaş halinde temsilci göndermek (genellikle bu görevi Yeniçeri Ağası yürütür.)
Resmi merasimlerde bulunmak. (Bu merasimlerin en önemlileri İstanbul’da yapılırdı) Ve daha pek çok görevle görevlendirilmiştir.
Halife-i Pir, Hakkel Yakin mertebesindedir. Onun ibadeti daimidir. Gerek Halifebaba ve gerekse Halife, tarikat içinde Hakikat kapısındadır. Yapacakları en ufak hata onların bulunduğu makamı yitirmesine neden olabilir. Bu bakımdan son derece dikkatli olmak zorundadırlar.
HAMSE-İ ALİ ABA: (PENÇE-İ ALİ ABA) esas yazılışı (penç’a ali aba) dır. Aba altındaki beş kiş demektir. Ahzab suresi 33.ayeti geldiği ve Şura suresinin 23.ayeti indiği zaman iki kere Hazreti Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin Hazretlerini abasının altına alarak bunların kendi Ehli Beyti (Ev halkı) olduğunu ilan etmiştir. Bunlara saygı ve mutlak bağlılık emretmiştir. Bu nedenle her namazın sonunda mutlaka bunlara selam verilir. Haklarında salavat okunur. Bektaşilikte bu bağlılık tevalla ve tebarra inancı ile gösterilir. Konuyla ilgili -Ahzab suresinin 33. ayeti ‘Evlerinizde oturun.İlk cahiliye yürüyüşü gibi kendinizi teşhir ederek yürümeyin. İbadet edin yoksullara yetimlere esirlere yardım. Allah’a ve Resuluna itaat edin. Allah sizden kiri, lekeyi gidermek istiyor. Ey Ehl-i Beyt, sizi tam bir şekilde temizlemek istiyor’ -Şura suresinin 23. ayetinde ‘Allah’ın iman edip barışa yönelik işler yapanlara müjdelediği işte budur. De ki: ‘ben bu tebliğime karşılık sizden, Akrabamı sevmeniz dışında birşey istemiyorum. Kim bir iyilik /güzellik üretirse onun için, o ürettiğine bir güzellik daha ekleriz. Çünkü Allah Gafur’dur, çok affeder; Şekur’dur,iyiliğe karşılık verir/teşekkür eder ‘şeklindedir.
HAZRETİ MUHAMMED’İN KIRKLARA KATILMASI: Makalat-ı İmam Cafer-i Sadık Hazretlerinde katılma öyküsü kısaca anlatılır. Bunu daha önce Miraç deyiminin açıklamasında ifade etmeye çalıştık.
Mescitte bulunan bu zatların hallerindeki olgunluğu, ruhlarındaki ilahi aşkın coşkusuna göre Tanrı Elçisi; Bu zatların namaz dışında neler yaptıklarını merak eder. Miraç olayından sonra merakı daha da artar.
HIRKA-İ FAHR: Mürşid tarafından giydirilen hırka, Hırka-i Ali
HORASAN ÇERAĞI: Diğer kandillerden önce, ocak makamının üzerinde ilk defa yakılan çerağın adıdır.
HU: Allah isminin son harfi olan H harfinin okunuşudur. Anlamı yine Allah demektir. Tarikatlarda zikir bu isimle bitirilir. İsmi Azam olarak kabul edilir. Nedeni tek harf oluşudur. Bölünemez, bütünlüğü vurgular.
İBADET: Arapça tapınma, niyaz anlamına gelir. Sünni mezheplerinde ibadet, şeriatın koyduğu ilkelere uymaktır. Namaz, oruç, zekat, hac ve tevhid ibadet kavramı altında toplanan beş ana koşuldur. Alevi-Bektaşiler ibadeti niyaz kavramı içinde algılarlar. Onlara göre, şeriatın koyduğu ilkeler, tarikat yolcusunun doğru yolu bulması, kötülüklerden arınması ve olgunlaşması için bir ilk basamak durumundadır. Şeriat, dört kapı sıralamasında ilk sırada yer alır. Kötülüklerden, eksikliklerden arınan ve yeterince olgunlaşan ve bir aşama olarak şeriat kapısını geride bırakan tarikat yolcusu için şeriat kurallarına, koşullarına uyma gereği yoktur.
İBAHE: Arapça mubah kılma, helal kılma bir işin yapılıp yapılmamasını serbest kılma, giderek dinsel yasaklar ve haramlar karşısında kendini özgür görme, serbest hissetmedir.
İKİ KEZ DOĞMA: Bu deyimle, hem ana’dan doğma, hem de mürşid’e pir’e bağlanma anlatılıyor. Hz. İsa ‘bir insan iki kez doğmadıkça Tanrı’nın krallığına yükselemez’ der. Virani Baba da Risalesinde ‘Bir insan iki kez doğmalıdır.Anasından ve mürşidinden doğmalıdır’ der. Aslında anadan doğan yalnız bedendir. O da gerek olan bir şeyin kopyasıdır. Gerçeklik dünyasına ise, mürşidin (pirin) etkisiyle doğulur. Anadan doğan ‘Zulmat nuru’dur. Dinsel önderden (pirden) doğan ise ‘Nuru hidayet’tir. Bunu bazı Alevi-Bektaşi ozanları şöyle belirtirler. Her kim erdi pire ol nurdur (Virani), Mürşide ermiyen Hakk’ı bilemez (Sırrı), Mürşidin var ise olursun insan/Mürşidin yok ise kalırsın hayvan (Teslim Abdal), Mürşidin nefesi Hak nefesidir (Hatayi), Mürşidine eyle özünü teslim (Hatayi), Canını Mürşidine eyle gör teslim (Bosnavi), Ballı Baba bir nefesinde bu öğretinin gereğini ve inceliğini, şeriata ters düşen, son derece uyumsuz görülen bazı inançların kavranmasını ancak bunları ve yolu çok iyi bilen pirin, mürşidin sağlayabileceğini şöyle vurgulayıp dile getiriyor:
Bir bina yap dört duvarın üstüne
Bir selam ver dört kapının dostuna
Üç sünnetin yedi farzın aslı ne
Gizli gizli bu sırlara ermeli
Mürşidini bulda müşkülün ara
Gene mürşidinden bulasın çare
Kavuşturur mürşid seni ol şara
Yavaş yavaş mürşidine varmalı
Mürşid, üç sıfat içinde tanımlanır; O mürebbidir, terbiye eder, o öğretmendir, her şeyi bilir ve sırası geldikçe tek tek ve açık olarak öğretir; eğitici, halife (pirin halefi) ve temsilcisidir, uygulamayı yapar ve yaptırır. Ustadır, dinsel yaşam sanatındaki izlenecek örnektir. Mürşidin işlevi değişiktir. Burada batı öğretilerindeki ve uygulamalarındaki anlamdan ayrı bir içerik ve anlam kazanmıştır. Onun aracılığıyla hakikat yaşanan bir olay haline gelir. Muhammed Suhreverdi Avarif u Maarif adlı eserinde Şeyh ile müridin karşılıklı görevlerini tam bir yetkinlik içinde araştırır. (s.14-23)
İKRAR: Tarikata girilmek için verilen söz. Tarikata girmek Alevilik-Bektaşilikte ikinci doğum olarak kabul edilir. İkrar özel bir tören yapılarak alınır. Bu kavram Alevi-Bektaşiliğin temelidir. İkrarsız talip olmaz, düşünülemez de. İkrarın sufesi talib denilen candadır. İkrar ayininde (İkrar alma töreni) mürşid ya da dede tarikata girmek isteyen canın verdiği sözü, yaptığı açıklamayı dinler. Buna ikrar almak denir. Talip bu törenden önce mürebbi, rehber tarafından yetiştirilir, belli bir eğitim-öğretim aşamasından geçirilir. Aşamalar tamamlandıktan sonra Bektaşilikte büyük bir tören yapılır, bu yola giriş olan, ikrar ayinidir. Gerçekte tarikat baştan başa aşamadır, merdivendir, her aşamada, her evre, her basamak ve her makam birer birer geçilerek son amaca yani hakikat’a Tanrı’ya varılır. Bu tören ilk aşamanın başladığı, ilk adım törenidir. Dönüşü olmayan bir yola girilmektedir, bu başlangıçtır. Gelene, yola girene bütün gerçekler anlatılır, çünkü dönüşsüzlük başlayacaktır, bu bildirilir.
İkrar onun için çok önemlidir. İçten, özden, gönülden gelmesi, öyle yapılması, bilinç duruluğunda söylenmesi zorunludur. Çünkü ikrar gösteriş değildir. Riya götürmez, leke onun için ölümdür, sondur. Onun için herkesin kendi gönlüne, özgür iradesine bırakılmıştır. Tarikata davet zorlama öğesi taşımaz. Yolu tanıtmak zorla değildir. İkrar korkuya da dayanmamalıdır. İkrarın ışığı sevgidir, doğruluktur, duruluk ve temizliktir. Çünkü dalmaya hazırlandığı umman o yapıdadır, o güzelliktedir. Alevi olmamasına karşın Ali, oniki imam sevgisini içinde duyan, söz vererek, içini dökerek Hacı Bektaşi Veli yoluna bağlanırsa (ikrar-bend) olur. İkrarını bozmak, ikrardan dönmek, kırmak tarikatta en büyük suç sayılır. Her yıl görgüden geçerek ruhsal açıdan temizlenmeye, arınmaya, ikrar tazelemek denir ki, burda ikrardan dönmek söz konusu değildir. Tozları silme, gönlü silme, pası temizleme vardır, artık gönül alınmış durumdadır. Talibin iradesinin mürşidin rızasında yok olmasına (ikrar-ı imam) denir.
İKRAR VERMEK (İKRAR VERİP NASİP ALMAK) (EL ALIP EL TUTMAK): Aynı anlamda kullanılan deyimlerdir. Biat merasimi ile tarikata girmeye denilir. İkrar vermeyi gerekli kılan ayetler: Maide suresinin 35.ayeti, Mümtahine suresinin 12. ayeti, Fetih suresinin 10., 18. ve 19. ayetleri Mürşid’e bağlanma ve ikrar (biat) ayetleridir. Diğer bir deyimi de (El ele el Hakk’a)dır. İkrar merasiminde talibin eli ile rehberin elindedir. Rehberin eli Mürşid’in elindedir. Mürşüd’in eli inabe yolu ile Hz. Pir’den geçerek Hz. Muhammad’e oradan da Allah’ ulaşır. Fetih suresinin 10. ayetinde (Allah’ın eli hepimizin elinin üstündedir.) buyrulmuştur.
İNABE, İNABELİ: Pişman olma, dönme, görünür günahlardan öte, iç kusurlardan arınıp Tanrı’ya yönelme, halktan Hakk’a sığınma. Bir mürşidin müridi olma, manevi bir hizmette bulunmak için bir mürşitten izin isteme, mürşit tarikata girmek isteyene inabe verir, talip böylece derviş olur. Maide suresinin 35. ayeti emrine uyularak bir mürşid’e bağlanmaktır. Mürşit ayetteki vesiledir. Konuyla ilgili Maide suresinin 35. ayetinde “Ey iman edenler Allah’tan korkun; ona varmaya vesile arayın. O’nun yolunda gayret gösterin ki, kurtuluşa eribilesiniz” buyrulmuştur.
İNANÇ KAYNAĞI: Bektaşilik dinin uygulamaya ait hükümlerini Kur’an’dan aldığı gibi sosyal hayata ait uygulamaları da Kur’an’dan alır. Kısaca Bektaşiliğin inanç kaynağı dörttür.
Birincisi Kur’an-Kerim. İkincisi gerçekten Peygambere ait olan sözler. Üçüncüsü başta Hz. Ali olmak üzere gelmiş geçmiş bulunan Oniki İmama ait kutsal sözler, Dördüncüsü Hz. Pir’in söz ve uygulamalarıdır.
İNSANİ KAMİL: Olgun, yetkin insan. İlk kez İbnül Arabi tarafından kullanılan bir terim. Bektaşilikte, dört tür insan vardır. Her birinin kökeni dört öğeden birine dayanır, yine her biri bir kapıyla temsil edilir. Her insan kamil olmak için 4 aşamadan geçmek zorundadır.
1-)Abitler: Şeriatı temsil eder. Kökeni havadadır. Gelişmemiş, olgunlaşmamış, kötülükten arınmamışlardır. Din kuralları ve yasalarla ancak eğitilebilirler.
2-)Zahitler: Tarikatı temsil ederler. Kökenleri ateştir(od’dur). Kötülüklerden arıma evresidir. Bu aşamada insan herkese iyilik etmeye çalışır.
3-)Arifler: Marifeti temsil eder. Kökenleri su’dur. Bu evre gönül yolunda en yüce düzeye ulaşma aşamasıdır. Tanrısal sırlara, insan burada erişir.
4-)Muhibler: Hakikati temsil eder, Kökenleri toprak’tır. Hakk’ı görme, zaman-zaman içinde Tanrısal güce ulaşıp onda erime evresidir.
Hacı Bektaşi Veli “Makalat” ında insanları bu şekilde sınıflandırır. Muhittin Arabi “Fusus ül Hikem” adlı yapıtında “Tanrı kendi sıfatlarının görünmesini dilediği için, kendisinin görünebileceği, sırrını gizleyebileceği mikrokozmik bir varlık olan insanı kamili yarattı” der. Nasıl tohum kendisinde ağacı barındırıyorsa, insanda en azından kendi içinde makrokozmik olanı taşır. İnsan-ı kamil bir ve çoğu birleştirir. Evren sürekli varoluşu içinde ona bağımlıdır.
Evliyalar bir kişi ile konuşurken aniden dünya giysilerini değiştirerek aynı durumda olan dostunu egemenliği altına alarak ona gök kümeleri arasında bir yolculuk yaptırmak suretiyle, Tanrı’nın huzuruna götürebilirler. İnsanın böyle nitelikleri kazanabilmesi, tam olgunluğa erişebilmesi, insanı kamil’lik noktasına varabilmesi için öngörülen bütün aşamaları birer birer geçmesi gerekir. Normal insan ancak bu dört kapı, kırk makamı, dört unsuru geçerek, ruhunu ve benliğini ergin ve yetkin duruma getirir, kamil insan olarak ilahi sırra ulaşır. Kamil insan, maddi dünyanın görünen ya da görünmeyen bütün giysilerinden kurtulmuş, tamamen tanrısal sırlarla, güzelliklerle donanmış, dop- dolu olmuş insan demektir. Gaybi Baba; bunu şöyle dile getirir:
Bir ağaçtır bu alem
Meyvası olmuş adem
Meyvadır maksut olan
Sanma ki ağaç ola
Tasavvuf öğretisinde bunlara değişik aşamalarda değişik adlar verilir. Sayıları 300 veya 366’dır. Üçler, yediler, kırklar, dörtler, budela, kutup gibi Tanrı ile insan ve onun dünyası arasındaki iletişim ve ilişkiyi bu evliyalar sağlar. İnsan-ı kamilin Tanrı’ya dönüşüm düşüncesi Hz. Peygamberin “Herşey aslında dönecektir.” hadisiyle doğrulanır. İnsanı kamil, bu dünyada insanoğlunun varabileceği en son aşamadır. Böylece tinsel meleksi varlıkların giysilerine bürünerek dünya giysilerinden kurtulacak ancak 300 inanan vardır. Bunlardan biri kutup olarak bilinir. Bunlar arasında da kendi içlerinde tinsel hiyerarşi mevcuttur. Kutup göçtüğünde otorite sırasında bulunan üç kişiden biri seçilir. Üçlü sonraki yediliden tamamlanır.
İSTEKLİ: Tarikata girmek isteyen kimseye denilir. Bektaşi hiyerarşisinin ilkini meydana getirir. İsteklilik suresi bir yıl veya daha az olabilir.
Tarikata girmek isteyen kimse, en yakın tanıdığı Bektaşi cana isteğini söyler. Can, arkadaşını rehbere götürür. Rehber tarikata can alma görevini yapamayacağından, adayı Baba’ya veya Mürşid’e götürür.
Baba adayı dinledikten sonra, adayın bilinen veya bilinmeyen durumuna göre düşünme süresi verir. Bu süre bir yıl olabildiği gibi daha az da olabilir. Bu durum adayın diğer Bektaşi canları tarafından iyi bir insan olarak tanınmasına bağlıdır. Aday Bektaşi kurallarına uygun ise bu süre elbette kısa olacaktır.
Adayın Baba tarafından kabul görüp, kendisine düşünme süresinin verilmesinden itibaren isteklilik başlamıştır. Aday artık istekli olmuştur.
İstekli verilen süre devamınca diğer Bektaşi canları, özellikle kendisini Baba huzuruna götüren Rehber tarafından dikkatle izlenir. Tarikata uymayan bir davranışı görülürse uyarılır. Davranış kabul edilebilir nitelikte değil ise o zaman isteklilik sona erdirilir.
‘Talibe istekliye bir ay sınav yapılır. Bu yolağın temel kurallarındandır, çoğu kez de istekliye şunlar sorulur:
1-) Mertlik Nedir? Yeri gördüm,mert oldum…..
2-)Zindelik Nedir? Piri gördüm,zinde oldum…..
3-)Başta ne var? Tac-ı devlet…
4-)Alnımda? Namaz-ı taat….
5-)Kanımda? Feth,i kudret….
6-)Gözümde? Nur-ı velayet…
7-)Kulağımda? Bang-i namaz….
8-Burnumda? Rayiha-i Cennet….
9-)Ağzımda? İmam-ı şehadat…
10-)Göğsümde? Kur’an-ı Hikmet….
11-) Elimde? Dest-i velayet…
12-) Belimde? Kemer-i hidayet…
13-)Dizimde? Dem-i hizmet…
14-)Ayağımda? Erkan-i meşayih…
15-)Ardımda? Ecel…
16-)Önümde? Kısmet..
KALIBI DİNLENDİRMEK: Vefat etmek.
KALU BELA: Kur’an da çok geçen bir ifadedir: (6/30; 7/171; 40/53; 57/13; 67/ 9) ‘Bela’ sözü Kur’an da Hakk’ı ikrarda çok geç kalındığının bir işareti olarak olumsuz (negatif) bir soruya olumlu (müsbet) bir yanıt verilirken sürekli kullanılır. Kur’an ın 6.suresinin 30.ayetinde olduğu gibi ‘Onları, Rablerinin huzuruna çıkarıldıkları zaman bir görsen. Allah: Bu gerçek değil mi? der; Evet Rabbimiz hakkı için gerçektir; derler. Allah’ta öyleyse inkar etmenizden ötürü azabı tadın’ der. Öte yandan, Bektaşiler Allah’ın Hakikatine ezelden beri tanımışlardı. Bezmi Eles’te Tanrı bütün ruhları toplayarak bu şölende sorar: ‘Senin Efendin (Rabbin) değil miyim’ orada bulunanlar (evet-beli) derler. Bunun için onlar (ruhlar) mesti medhuştur (dış biçimden çok ,içsel deneyimle) yönlendirilenlerdir. Dört kapı kırk makam ilkelerinin konulmasındaki amaç, Tanrı’sal sırların mürşid, öğretmen eliyle yavaş yavaş, azar azar öğretilmesini kutsal hakikatlerin böylece kavranmasını sağlamaktır. Kalu bela ise bu sırlardan, gerçeklerden birisidir.
KAPIYI SIRLAMA: Cem evinin kapısını kapatma.
KERAMET: Tanrı’nın izniyle erenin (evliyanın) göstermiş olduğu olağanüstü ancak, gerçek olaydır.
KIZILBAŞ: Uhud savaşında Hz. Muhammed’i korumak için Ebu Dücane’nin başındaki sarık kana boyanmış kızıl olmuştu. Hayber savaşında Hz.Ali başına dönmeme anlamına gelen, şehid olmayı hedefleyen kırmızı sarık sarmıştı. Sıffın savaşında Muaviyenin askerlerinden ayırt etmek için, Hz. Ali askerlerinin başına kırmızı sarık sardırmış, kendide bağlamıştı. Hz. Ali Kufe’de evinin önündeyken ibn-i mülcem tarafından başından kılıçla yaralanmış, başındaki bez akan kanlarla kızıl taca benzemişti. Safevi’lerden Şah Firuz bazen başına kırmızı külah giyerdi. Yine Safevi’lerden Şeyh Cüneyt’in oğlu Şeyh Haydar babasını öldüren Sultan Halil’den öç almak için Şirvan’a yürürken, askerlerine kırmızı sarık bağlattı. Şah İsmail ordusu kırmızı sarık bağlardı, kızılbaş ordusu olarak anılırdı.
(Hasan Basri Erk, Tarih Boyunca Alevilik,s.36)
Gerçekte ise Alevi-Bektaşileri sevmiyenler onlara hakaret olsun diye onlar için bu sözcüğü kullanırlardı. Kızılbaşlar, Rafiziler, Alevi-Bektaşilerden ayrı bir topluluk değildir hepsi birdir. Sonradan katılma da değildir. Bunu pek çok Alevi-Bektaşi dile getirmektedir.
Agahi (XIX.yy.):
Agahi,mezhebim Şia, Alevi,Bektaşi, Kızılbaşım
Şehidi- Kerbela’nın firkatından akan yaşım
Hüseynin derdini bir kimseden sorma a kardaşım
Dile Zeynel Aba’dan sor, dilersen Zeyneb anadan sor
Pir Sultan (XVI.yy.):
Gidi yezit bize Kızılbaş demiş
Meğer Şah’ı sevdi dese yeridir
Yetmiş iki millet sevmedi Şah’ı
Biz severiz Şah-ı Merdan Ali’dir
Kemteri (XVIII.yy.):
Ehl-i imana Kızılbaş dediler ey Kemteri
Nesd-i münkire Bi-hamdi-lillah Kızılbaş olmuşum
(İnkarcılar Kızılbaş olmak Allah’a şükredilecek bir şeydir. Onlardan ayrı olmakla mutluyum) diyor. XIII ve XVI. yüzyıl Anadolu’sunda Babailik, Abdallık, Bektaşilik, Hurufilik,
Kalenderilik, Hayderilik, Kızılbaşlık, Hüseynilik, Bedreddinli, Taptuklu gibi bir çok batini zümreler oluşmuştu. Bunlar bütün tarihi kayıtlarda mevcuttur. Tarihi kaynaklarda, Osmanlı dönemi el yazmalarında, İrandan “Kızılbaş” diye söz edilmekte, Anadolu ve Türkmen oymaklarından da “kızılbaş taifesi” diye bahsedilmektedir.
O çağlarda, Bektaşilere nispeten saygılı davranıldığı halde, Kızılbaş ve Rafizi dedikleri Türkmen aşiretleri çeşitli baskılara uğramakta, sürgüne gönderilmektedir. II.Beyazıt Bektaşilere yakınlık gösterip himaya ederken, onlarla hiç bir inanç farkı olmayan Türkmenleri Kızılbaş diye Bulgaristan, Yunanistan ve Arnavutlukta adalara sürgün etmiştir.
KUTUP: Arapça kutb sözcüğünden bozma. Değirmenin alt taşına yerleştirilen ve üst taşın dönmesini sağlayan demir anlamına geliyor. Tanrı’nın yeryüzünde yaşayan vekili olduğuna ve Tanrı adına tarikatta bulunduğuna inananları, dahası evrenin ruhu olarak algılanan en büyük mertebedeki Veli’dir. Kutb-i alem, Kutb-ül akbat, Kutb-ül arifin, Kutb-ül ekber adlarıyla anılır. Hz. Muhammed’e bu amaçla “Kutb-i risalet” lakabı verilmiştir. Tarikat inancına göre Kutup alemin ruhu alemde onun bedenidir. Her şey onun etrafında döner ve onun sayesinde hareket eder, yönetir. Her dönemin bir kutbu, sahibi vardır. Tanrı kutbun isteğini geri çevirmez. Dünyayı yöneten ve gayb ricali (rica ül gayb) olarak bilinen 366 ermiş evliya vardır, Bunların başı, evreninde çevresinde döndüğü kutubdur. Kutup bu 366 ermişten biridir, onlar arasından seçilir. Kutup olmasaydı evren bir kaos içine düşerdi. Bu kutsal ermişler, insan vücudundan çıkarak bir melek varlığına dönüşme yetkisine sahiptirler. Bedensiz bir ruh olarak bütün dünyayı, evreni dolaşabilirler, dilemeleri durumunda Allah’ın huzuruna bile çıkabilirler.
Bunların kendi aralarında ruhsal bir hiyerarşi vardır. İlk sırada kutup yer alır. Bunu üç mukaba, dört evtad, yedi ve kırk abdal izler. Kutup inancı, insanı yücelten bir buluş açısı getirir. Evreni koruyan ve taşıyan insanların kendisi özellikle insan-ı kamildir; sürekli bir bilgilenme sürecini gerekli kılar, bugün doğru olan, yarın yanlış olabilir, düşünce çelişe çelişe, bir diyalektik düzen içinde ilerler, gelişir. Her zaman ve her yerde uyulması zorunlu doğmalar içeren kutsal kitap yoktur. Kamil insanın düşünceleri vardır. Tanrı evreni böyle bir diyalektik düşünce sistemine bağlı tutmaktadır. Bu sistem içinde herşey gelişip, gelişmektedir. Tanrı tecellisi sürekli değişir, hep aynı değildir.
LEDÜN İLMİ (GAYB İLMİ): Hızır Peygambere ait olan gizli ilim. Ledünn: Birinin yanı, huzuru., Tanrı katı.
MEYDAN TAŞI MAKAMI: Meydan taşı makamı simgeseldir. Ayin cem meydanının ortasında bulunur ve iki şeyin simgesidir.
1-Birincisi: Cemevi Allah adının anıldığı yerdir. Diğer bir deyimle ibadet evidir, Allah evidir. Arapçada Beytullah denilir. Her Alevi-Bektaşi ayin cem yaptığı evi Beytullah olarak kabul eder. Kabe’de bulunan Beytullah’ı kutsallaştıran Hacer-ül esved, Hac zamanında mutlaka ziyaret edilmesi gereken kutsal makamlardan birisidir.
Bektaşilik; görerek inanma esprisinden yola çıktığı için Beytullah olarak kabul ettiği Cemevi’nde bulunan, yaklaşık Hacer-ül esved taşı büyüklüğünde ve siyah renkli olan bu sembole meydan taşı denilir. Meydanın tam ortasında bulundurulur.
2-İkincisi: Meydan taşının sembolize ettiği ikinci anlam ise Velayetname’de geçer.
Hz.Pir, Anadolu’yu işgal etmek için gelmekte olan Moğol ordularına karşı halifelerinden Karadonlu Canbaba’yı gönderir. Moğol orduları henüz Müslüman olmuş değildir, çoğu Hristiyan dinine bağlı ve Müslümanlığı kendilerince kafir saymaktadır. Karadonlu Canbaba ise Tanrı’nın gizliliğine ulaşmış, olağanüstü Tanrısal güç sahibi bir erendir.
Moğol ordusuna varan Canbaba, ordu komutanına vararak “Müslüman olmadan Anadolu’ya giremeyeceklerini, eğer girecek olurlarsa başlarına pek çok belanın geleceğini söyler.”
Dervişin gerçekten manevi gücünün olup olmadığını öğrenmek isteyen Moğol ordu komutanı önce Canbaba’ya güçlü bir zehir verir. Canbaba Allah’ın ve Mürşid’i Hacı Bektaşi Veli’nin himmetleri ve kendi kerametiyle zehiri işaret parmağından bir kaba bal olarak akıtır, balı komutanın eşine içirir.
Komutan bu keramete inanmaz, bu kez Canbaba’yı büyük bir kazanın içine elleri ve ayakları bağlı olarak oturtur.Başını su içinde bırakacak şekilde kazanı su ile doldurur ve kazanın altına da üç gün ateş yakar. Üç gün kaynayan kazan suyu, soğuduktan sonra Canbaba yine Allah’ın ve Pir’inin himmeti ve kendi kerametiyle canlı olarak kazandan çıkar.
Bunu da sihir sayan Moğol ordu komutanı bu kez odunlardan bir dağ meydana getirir. Odunları tutuşturur. Canbaba’ya ateşe girmesini, eğer ateşten de sağ olarak çıkarsa kendisine teslim olacağını (Mürid olacağını) söyler. Moğol ordu komutanının koşulunu Canbaba bir şartla kabul eder. Canbaba’nın koşulu; bu ateşe Moğolların orduda bulunan din büyüğüde girecek, böylece kimin dininin Hak olduğu, gerçek olduğu anlaşılmış olacak.
Moğol ordu komutanı Canbaba’nın şartını kabul eder. Canbaba Moğolların din büyüğünün elinden tutarak ateşe girer. Bir kaç gün yanmakta olan odundan dağ, nihayet üçüncü gün bir küle dönüşür. Duman tüten küllerin arasından canbaba çıka gelir ve kolunu Moğol ordu komutanına doğru uzatır. Açtığı avucunun içinde Moğolların din liderinin yanmamış parmaklarını gösterir ve der ki:
-Bize elini verdi eli kurtuldu. Eğer gönlünü verse idi tümden kurtulurdu.
Bu ilahi olağanüstülük karşısında Moğol komutanı müslümanlığın gerçek ve uyulması gereken din olduğunu anlamış olur. Ordusu ile birlikte Canbaba’nın önünde Kelime-i Şahadet ve Kelime-i Tevhidi okuyarak Müslüman olur. Moğolistanın Şii yani Alevi olmasını bu olaya bağlayanlar vardır.
Canbaba bu son kerameti de Pir’inin himmeti ve Allah’in izni ile gösterir. Canbaba ateşe girdiğinde Hacı Bektaş Veli Hazretleri büyükçe bir karataşı, meydan ortasına getirir. Halifelerinden birisine üç gün boyunca gece ve gündüz üzerlerine su dökmelerini emreder. Halifeler üç gün boyunca meydan ortasındaki karataşa su dökerler ve her dökülen su buhar olup havaya çıkarmış. Bunun nedenini Hz. Pir’den sorduklarında:
-“Karadonlu Canbabam şimdi ateşin içindedir. döktüğümüz su biizniteala Canbaba’ya ulaşmakta ve onun söndürmekte. Çıkan buhar Canbaba’dan çıkan buhardır,” diyerek yanıt verir.
Hz. Pir’in meydan ortasına koymuş olduğu karataş (meydan taşı) adı ile anılmıştır. Bu gün ayin cemlerde meydan ortasında bulunan (meydan taşı) Hacer-ül esved’den sonra ikinci olarak bu olayı da sembolize eder.
MİM DUASI: Bu terim Kul Himmet tarafından ifade edilen fikre yapılan yollamayı anlatmak için kullanılır. Mutlak birlikten kaynaklanan ilk aşamada Ali ile Muhammet’in ilk harflerinin yazılı olduğu görülür. Bu nedenle mim duası Nur u Muhammed’in bir tezahürü sayılır. “Kirpiklerinde mim duası yazılmış” dizesinde geçer.
MİRAC: Arapça, uruç, yukarıya çıkma, yükselme, merdiven anlamına gelir. İslamiyette Hz. Muhammed’in Kudüs’ten göklere yükselerek Tanrı katına çıkma olayını anlatmak için kullanılır. İkrar verip, nasip alma da Hak yüzünü görme anlamında algılanır. ‘İkrarın kutlu olsun’ şeklindeki kutlama ifade edilen bir söz söylenir. İslam inanç ve kaynaklarına göre Hz. Muhammed Peygamberliğinin onuncu yılında Recep ayının 27. gecesi Tanrı’nın bir tansığı olarak evinden alınıp önce Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürüldü, orada göklere Tanrı katına yükseltildi. Kur’an-ı Kerim’in bir çok ayetinde bu olaya değinilir. Miraç tansığının Kudüs’e değin uzanan ilk aşaması İsra suresinde açıklanır. Diğer açıklaması ise tamamen hadislere dayanır. Bu nedenle Sünni ve Şia inançlarında miraç mucizesi bir birinden farklı içerik, anlam ve kimlikler kazanmıştır.
Sünni inancına göre; Hz. Muhammed evinde ya da Kabe’nin avlusunda uyurken Cebrail (A.S) yanına gelir, göğsünü yararak kalbini çıkarır, yıkar, O’nu Burak’a bindirerek bir anda Kudüs’e götürür. Hz. Muhammed burada, öteki bir çok peygamberlerin ruhlarıyla karşılaşır ve onlara İmamlık yaparak iki rekat namaz kıldırır. Sonra Cebrail ile birlikte ‘MİRAÇ’ denilen olağanüstü varlığa binerek birinci göğe yükselir; ardından meleklerin yardımıyla yedinci göğe değin çıkar. Buradan ‘Sidret-ül münteha’ya kadar Cebrail’in yardımıyla yolculuğuna devam eder. Daha öteye Refref adlı olağanüstü varlığı kullanarak gider; en sonunda Reften’tende ayrılarak Tanrı huzuruna ulaşır. Söylenceye göre Hz.Muhammed tarafından ümmetine bu gecede üç armağan ulaşır.
1-) İslam itikatı ilkelerinin özetlendiği Bakara suresinin son iki ayeti.
2-)Allah’a ortak koşan ya da onun varlığını tanımayanların dışında kalan tüm ümmetinin cennete gireceğinin müjdesi.
3-)İslam dininin en başta gelen ibadeti olan beş vakit namazın farz kılınması.
Alevilik-Bektaşilik inancında ise mirac tansığı çok farklıdır.
Onlara göre, Cebrail (A.S) Hz. Muhammed’e Hakk’ın davetini bildirir ve O’na rehberlik eder. Semada önlerine bir aslan çıkar ve bir ses ‘aslan senden bir nişan ister, yüzüğünü ver’ der; Hz. Muhammed yüzüğünü aslanın ağzına atar, yola devam eder, bu arada içinden ”Amcan oğlu Ali burda olsaydı bu aslanın hakkından gelirdi’ diye düşünür; sonunda Hz.Muhammed’e Hak tecelli eder ve Hakk’ın yüzünü görür; sessiz ve sözsüz olarak doksan bin sır söyleşirler.
Hz.Muhammed miraç dönüşünde, Kırklar’ın sohbette cemde oldukları eve uğrar, içeri girmesine izin vermezler; bir kaç gaybten uyarılar sonucu ancak ‘Yoksulların hizmetçisiyim’ dediğinde buyur eder, içeri alırlar. Selmani Farisi dışarıda görevli olduğu için içeride 39 kişi vardır. Hz. Ali’nin yanında oturan Hz. Muhammed ‘sizler kimlersiniz’ diye sorar, onlarda ”Biz kırklarız, hepimiz bir gönül, bir cihetiz, birimiz ne ise varımız odur’ derler. Hz.Muhammed kanıt (delil) isteyince Hz. Ali kolunu neşterle yaralar, hepsinin kolundan aynı anda kan akar, Bir damla kanda çatıdan düşer, bu Selman’ın kanıdır. Daha sonra Selman elinde bir üzüm tanesiyle içeri girer. Hz. Muhammed’e ‘Ey yoksulların hizmetçisi bu üzüm tanesini bize pay et’der. Hz. Muhammed, o sırada Cebrail (A.S)’ın getirdiği nur tabakta üzüm tanesini ezerek şerbet yapar, hepsi bu şerbetle sarhoş olur ve ayağa kalkıp ‘Ya Allah’ diyerek semah dönmeye başlarlar.
Tasavvufi açıdan Alevi-Bektaşilere göre burada Cebrail, Hz.Muhammed’in sezgisel aklıdır. Hz. Muhammed kendi sezgisel aklı ile (Cebrail) ulaşıp yorumladığı şeylerin nereden geldiğini anlamak, bilmek ister. Söylencede geçen Kırklar Meclisi Batın alemin, Gayb aleminin,Tanrısal alemin, Bezm-i elest’in karşılığıdır.Muhammed’in ruhuda gayb aleminden olduğundan, her şeyin kırklar meclisinden geldiğini sezer ve onların bulunduğu kapıyı çalar,bu anlamda ve kapsamda miraç Hz. Muhammed’in Kırklar Meclisine katılması, Ali’nin yolunu bulmasıdır. Hz.Muhammed’in bu meclise katılmasını ve Ali’nin yolunu tanıması Alevi-Bektaşilerde ikrar verme, nasip almak şeklinde yorumlanarak bu işlemlere hep ‘MİRAÇ’ adı verilir. Miraç temizlenme, arınma ve nefsin ölümüdür. Tarikat yoluyla yeniden doğuştur. Anasız-babasız olarak dünyaya yeniden geliştir. Bu yeni yaşamda mürşid baba; rehber ana olarak algılanır. Miraç olayını anlatan şiirlere ve semaha ‘Miraçlama’ denir.
Simgesel düzeyde miracın işlendiği miraçlama, kısa bir semahtır. Bunda bir sıra izlenir, söz öpülerek alınır, çalınmaya başlanarak nefes ve deyiş denen parçalar okunur. Mürşid görevindeki dedenin işaretiyle sema başlatılır, ilk sema miraçlamadır. Bu sema kısa olup yeldirme bölümü ve duası yoktur. Temel iki ana figüre dayanır; uçma olayının işlendiği el kol hareketiyle, yürüyüş ve ayak hareketleri..
MİRAÇNAME: Çıkılacak yer, merdiven ve farsça name; mektup anlamına gelir. Hz.Muhammed’in miraç yolculuğu ve kırklar meclisine katılışını anlatan dinsel yapıtlara verilen ad.
MÜRÜVVET: Adamlık, insanlık, yiğitlik; büyüklük, ululuk, bağışlama anlamlarına gelen Arapça bir sözcük. Tarikatta suç işlemiş birinin meydanda dara durup kendisi için mürüvvet meydanı açılması istemesine (mürüv-vet dilemek) denir. Yine tarikatta suçlunun, düşkünün geri topluma dönebilmesi için; küçük suçlarda kırk gün sonra, büyük suçlarda verilenin bitimini izleyen günlerde yapılan törene (mürüvvet meydanı) denir. Meydan taşına, mürüvvet taşı da denilir.
MÜSAMERE: Tarikatta gece sohbeti anlamına gelen bu Arapça sözcük, daha çok bir tiyatro deyimidir, oyun, piyes, sözlü tiyatro oyunu anlamlarına da gelir. Tarikatta, tasavvufta Tanrı ile insan ruhu arasında yapıldığına inanılan gizli görüşme, Tanrı’nın gayb aleminde ariflere hitabı olarak değerlendirilen bir deyimdir.
NADİ ALİ: Arapça “Ali’ye seslenme, Ali’yi yardıma çağırma” anlamlarına gelir. Alevi-Bektaşiler sabah ve akşam vakitlerinde ya da törenlerde bu duayı okurlar. Bu duanın Türkçe çevirisi şöyledir: Hz. Ali’de olağanüstü haller göründü, sen varisler (vehiller) arasında onun yardımını bulursun. Her üzüntülü ve sevinçli anlarında Ali’nin dostluğu sana yetişir ve kolaylıkla açılır” Bu anlama gelen Nadi Ali duasıyla ilgili bazı söylenceler vardır. Uhud savaşı sırasında bir ara güç duruma düşen Hz. Muhammed, Cebrail’den öğrendiği Nadi Ali duasını okur. Bunun üzerine savaş yerinde bulunmayan Medine’de olan Hz. Ali “Lebbeyk, buyurun” diyerek Hz. Muhammed’in yardımına (carına) yetişir. Savaşçıları yüreklendirerek onu güç durumdan kurtarır. Bazı kaynaklar Nadi Ali’nin kızılbaş şairlerinden Zugay lı Huzai’nin bir dörtlüğünden alındığını yazarlar.
NAKİB’LİK (HİZMETLİLİK): Bu makam ilk kez Hz Muhammed tarafından oluşturulmuştur. Miladi 622 yılında Hac zamanında, Medineli kırksekiz mü’min Peygambere biat etmek için gece yarısı Mekke ile Medine arasında bulunan Akabe mevkiine gelirler. Peygamber bunların biatını aldıktan sonra, hizmetinde bulundurmak üzere oniki mü’mini Nakib olarak seçer. Tanrı, Peygambere biat eden kadın ve erkek bu kırksekiz mü’min hakkında Fetih suresi 10.ayetini indirir.
Hazreti Muhammet tarafından yapılan bu uygulama, Alevi-Bektaşiler tarafından aynen sürdürülmektedir. Seçilen oniki hizmetli yalnız ayin cem zamanında hizmet verirler. Bunun dışında tarikatla ilgili konular olduğu zaman görevlerini sürdürebilirler. Görevleri tarikat ve erkanla sınırlıdır.
NİYAZ: Mürşid’e sunulan lokma’ya denildiği gibi, ayin cemde canların secdeye gelerek üç kere Allah, Muhammed, Ali aşkına, deyip yeri veya Mürşid’in elini öpmeye de denilir. Yer öpülürken sağ el sol elin üstüne konulur, sağ elin üstü öpülür. Böylece tüm ayin cem adına kendi elini öpmüş olur. Genel anlamda, tüm ibadet biçimlerini tarikatta bir makamı temsil eden şeye, yere ve bunlar aracılığıyla Tanrı’ya yalvarma, yakarma biçiminde uygulanan bir ibadet. Tanrı gizli bir hazineydi; bilinmek istedi evreni ve insanları yarattı, insan aşk ile aşk içinde yaratıldı. Alevi-Bektaşilikteki niyazın kökeni bu inanca dayanır. İnsana dönülerek, insan kıble sayılarak, büyük yaratıcıya, Allah’a yalvarılır, yakarılır. Diğer yandan ise, insan şereflendirilerek, onurlandırılarak Tanrı’nın kendisini tanımasına, bilmesine katkıda bulunur, böylece Tanrı’nın da insana gereksinmesi olduğu vurgulanmış olur.
OCAĞIN KUTSALLIĞI: Ocak eski Türk inanışında da kutsaldır. Ailenin, soyun, sopun sürdürülmesine simge sayılır. Sürekli yanan ocak zaman denilen düşmana, ömür törpüsüne karşı bir uyarı işaretidir. Peygamber soyundan gelen kimselere (ocakzade) denilmesidir. Ocağın çiğleri pişirmesinden esinlenerek, cahil insanları olgunlaştıran, onları hidayete erdiren Mürşidlere (Peygamber soyundan gelenlerine) ocakzade denilmiştir.
Bazen de bu görüş şöyle açıklanır: Hazreti Muhammed hidayet nurunun ocağıdır. O’nun temiz soyuda (Ocakzade) Peygamber zade’dir.
Bektaşilikteki bu inancı, uygarlığın başlangıcı sayılan ateşin bulunması ile bağdaştıran yazarlarda vardır. İnsanoğlu uygarlığa ilk adımını ateşi bulmakla, yani ocağı meydana getirmekle, atmıştır.
İnsana, insanlığa ve çağdaşlaşmaya önem veren Bektaşilerin, uygarlığın başlangıcı olan ocağı kutsal kabul etmeleri elbette yadırganamaz.
OĞULLUK: Bel oğlu, Çocuk, Eloğlu; Evli,Yoloğlu; Tarikata giren, il oğlu, Kemal oğlu
RAFİZİ: Ayrılıkçı. Bölünme taraftarı anlamına gelir. Alevi-Bektaşilere hakaret olsun diye verilen adlardan biridir. İftiraları kanıtlayamayan softalar ve mutaassıplar tarafından ortaya atılmış, menfi propaganda unsuru olarak kullanılmıştır. Hz. Muhammed-Ali ve Onların Ehl-i Beyt’ini sonsuz ve içtenlikle sevmekten, saymaktan başka günahları olmayan bu tertemiz insanlara haksız saldırıların hiç kimseye yararı dokunmaz. Bakınız İmam Şafii, Rafizi denilen Alevi-Bektaşileri nasıl tanımlıyor: ‘Ben Ali’yi severim, halk bana Rafizi diyor. Öyleyse Tanrı, Muhammed, Cebrail’de Rafizi’dir.’
(A. Celalettin Ulusoy,Hünkar Hacı Bektaş Veli-Alevi-Bektaşi yolu,s.198)
Osmanlı yönetimi ve başında bulunan devrişme Sadrazamlar, Vezirler, Beylerbeyi’ler adalet isteyen Alevi halkını ‘dinsiz, kızılbaş, rafizi, kafir, mülhid, öldürülmeleri vaciptir’ gibi fetvalarla ezmeye, yok etmeye çalışmışlardır. Yavuz Selim döneminde 7’den 70’e tüm kızılbaşların tesbiti, yazılımı yapılmış, sonrada sadece Denizli yörelerinde 40.000 Alevi-Kızılbaş öldürülmüştür. Böylece halkımız hiç gereği yokken Alevi-Sünni diye ikiye bölünmüş, birbirine düşman edilmiştir.
Sağ görüşlü tarihçilerden İsmail Hami Danişmend ‘Fatih döneminden beri devşirmelerin elinde bulunan kozmopolit İstanbul Hükümeti, vaktiyle Karamanoğulları’nın, sonra Şiilerin ve ondan sonra Dulgadır Beylerinin tenkil ve tedibi gibi bir takım vesilelerle Türklerin başına çeşitli milletlerden devşirilmiş ve birer müslüman ismi takılmış bir takım vatansız serserileri serdar olarak musallat edip, binlerce aileleri matem içinde bırakmıştır, servetler, müsadere edilmiş, ocaklar yıkılmış, şehirler ve köyler yakılıp yıkılmış, tımarlar zaptedilmiş ve hatta techirler bile yapılarak anavatan feci bir müstemleke muamelesi görmüştür. Azametin devrinin en parlak zamanlarında bile Osmanlı yönetiminin gelecekte çöküş asırlarını hazırlayan en zayıf tarafı işte budur’der
(İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi,c.II.,s.12)
PİR-İ SANI: Tarikatın ilk kurucusu, Pir-i Sani tarikatın ikinci kurucusu, Balım Sultan’ın ünvanıdır.
POST: Tarikatta eğitici olan bir makamdır. Çeşitli görevlerin hizmetlerin temsil edildiği makamlara ait postlar vardır. Bu postların tamamı Hacı Bektaş Veli’ye ait olan Horasan (veya Baba) postuna bağlıdır.
Hiyerarşik olarak baba postunun üstünde iki post vardır. Hazreti Ali’ye ait olan (Aliyy’ül Mürteza postu) ve Hazreti Muhammed’e ait olan (Ahmed-i Muhtar postu).
Bazı erkanlarda Oniki post yerine sadece dört post serilir. Ahmet-i Muhtar postu, Aliyy’ül Murtaza postu, Horasan postu ve Halife (mürşid) postu.Horasan postunu, Hacı Bekteş Veli Horasandan ayrılırken kendi beraberinde getirdiği için bu ismi almaktadır.
Postlar beyaz keçe veya dabaklanmış bol tüylü beyaz renkli koyun derisinden imal edilir. Bir kişinin rahatça oturabileceği büyüklükte ve dört köşe olarak yapılır. Makamları sembolik olarak temsil eder.
Böylece postlar görünüş olarak Nübüvvet, İmamet, Velayet ve Hizmet makamlarını temsil etmiş olurlar. Bir tür rütbe ve makam gibi… Bu nedenle kutsaldırlar. Kutsallıkları temsil ettiği makamlardan gelmektedir.
Postun yani makamın tanımı şöyledir:
Post,İbrahim peygamber tarafından icat edilmiş, İshak Peygambere kesilen kurbanın derisinden yapılmıştır.
POSTUN BAŞI: Teslim olmaktır. (ikrar verip bağlanmaktır.) Ayağı: Hizmettir.Sağı: El tutmaktır. (Mürşid’in emrini uygulamaktır.) Solu: Nefsini ıslah etmektir. Dışarısı: Sabırdır. İçerisi: Sükunettir. Ortası: Muhabbettir ve Mürşid cemalini mihrap edinmektir. Doğusu: Sevinçtir. Batısı: İlimdir. Şartı: Erenler önünde baş eğmektir. Canı: Tekbirdir, tehlildir, tebihtir (evrad ve zikirdir). Şeriatı: Tövbedir. Tarikatı: Takvadır.( Tanrı korkusudur), tevazudur Marifeti: Rızadır (Tanrı rızasını dilemektir) Hakikatı: Fenafillahtır (Tanrıda yok oluştur), tevekkeldür. (Her an tanrıyı düşünmektir), Tanrıya varıştır. Sağında: (Azamet aleyke ya Ali) Yücelik sana olsun ya Ali. Solunda: (Ekremet aleyke ya Ali) Cömertlik sana olsun ya Ali. Arkasında: (Eslemet aleyke ya Ali) Selamat sana olsun ya Ali. Önünde: (Emanet aleyke ya Ali) Nimetler sana olsun ya Ali. Ortasında: (la ilahe illallah, Muhammed’ün Resullullah) Allah’tan gayrı yaratıcı yoktur, Muhammet o Allah’ın emirlerini bildirmekle görevlendirilmiş elçisidir. İfadeleri anlam olarak vardır. Postun tamamı Tevhid (birlik) makamı kabul edildiğinden kutsallık ifade eder.
Ahmed-i Muhtar ve Aliyyül Mürteza postlarından sonra gelen oniki post şunlardır:
1-Horosan (Baba) Postu : Seyyid Muhammed Hacı Bektaş Veli Hazretlerine aittir.
2- Aşçı Postu: Hacı Bektaş Veli’nin amcası Haydar Ata’nın torunu, Hasan Gazi’nin oğlu olan Seyyid Ali (Kızıl Deli) Sultan’a aittir. Bir başka görüşe göre Seyyid Ali Sultan, Timurtaş Kızıl Deli, Hacı Bektaş Veli’nin Kadıncık anadan olan oğludur.
3- Ekmekçi Postu: Hacı Bektaş Veli’nin torununun oğlu, İkinci Pir Balım Sultan’a aitti
4-Nakip (Hizmetli) Postu: Abdal Musa Sultan’ın halifesi Kaygusuz Abdal Sultan’a aittir.
5- Atacı (Cömertlik) Postu: Hacı Bektaş Veli’nin Halifelerinden Kanber Ali Sultan’a aittir.
6- Meydancı Postu: Hacı Bektaş Veli’nin Halifelerinden Sarı İsmail Sultan’ a aittir.
7-Türbedar Postu: Hacı Bektaş Veli’nin Halifelerinden Karadonlu Canbaba Sultan’a aittir.
8-Kilerci Postu: Hacı Bektaş Veli’nin Halifelerinden Hacim Sultan’a aittir.
9- Kahveci Postu: Şezaliye tarikatı kurucusu Şeyh Hasan Ali Şazeli (1197-1258) ye aittir.
10- Kurbancı Postu: Hz. Halil İbrahim Peygamber’e aittir.
11-Ayakçı Postu: Hacı Bektaş Veli’nin amcası Haydar Ata’nın oğlu Seyyid Ali Sultan’ın ağabeyisi Abdal Musa Sultan’a aittir.
12- Mihmandar ( Misafir) Postu: Hızır Aleyhisselama aittir. Hazreti Pir ile görüştüklerinde, üzerinde oturduğu postudur.
Postlar ayin cem içinde sembolik olarak serilir. Üzerlerine kimse oturamaz. Ayin cemi yürüten Baba, Horosan Postunu temsil eden (Halife) postunda oturur.
REHBER: Tarikata girenlere (adaylara) önderlik, yol göstericilik görevini yapan kimselere denilir.
Tarikat görevlerine göre yeterli olgunluğa ulaşan Derviş,”Rehberlik erkanı” ile Rehber yapılır. Dervişlik erkanını çok benzeyen bu uygulamada farklı olarak; Rehber olmaya uygun görülen derviş sözlü olarak imtihan edilir. Yol göstericilik, denetleyicilik görevlerini yapıp yapmayacağı öğrenilir. Ahlakının yanında ilmi olarak da yeterlilik gösteren derviş yapılır.
Rehberlik, Bektaşilik sorumluluğunun başladığı kademedir. Talip ve Derviş, yalnız kendi nefislerinden sorumlu iken, rehber; kendisine ısmarlanan talip ve dervişlerden sorumludur. Tarikat kurallarına göre nasıl davranmaları gerektiğini öğretir. Karşılaştığı sorunlarda, çözüm için yardımcı olur.
Taliplik ve dervişlik erkenlarında yol göstericilik görevini yerine getirir.
Rehberlik tarikat içinde marifet kapısıdır. İbadet eylemseldir. Aynel yakin mertebesidir. Tanrı’yı görerek ibadet eder..
RİYAZET: Hayvansal ve ağır koku salan gıdalar yememe.
SAFA NAZAR: Erenlerin yardım eden manevi bakışları.
SAYILAR: Alevi-Bektaşi yolağı tarihsel süreci boyunca bir çok görüş ve felsefenin etkisi altında kalmış, onlardan bazı öğeler alarak, kendi yapısına uydurmuş, bunların hepsini özümsemiştir. Hatta sayılar hakkındaki görüşlerini başta eski Anadolu uygarlıkları olmak üzere İslam dini ile Hurufilik yolağından aldığı sanılıyor. Bunlar üzerinde ki çeşitli görüş ve düşünceleri açıklamaya çalışacağız;
Bir: Allah.
İki-İkilik: Bütün varlığı Hakk’tan ayrı bir şey olarak görme, insanın kendisi Tanrı’dan ayrı hissetmesi. İkilik, birliğe kavuşmak için aşılması gereken bir olgudur. Tanrı’ya ortak koşma olayına da bu ad verilir. Tanrı’dan başkasına tapma anlamına gelir. Tasavvuf inancına göre mevcut fiziksel dünya, geçmişiyle ve geleceğiyle Hakikat’ın yani Tanrı özünün yokluktaki bir yansımasıdır. İkilik, Tanrı varlığının bu yansıması gerçeğini saklamayı amaçlayan bir örtü sayılmalıdır. Bu örtü yanılgısına sapan insan, kendini Tanrı’dan ayrı hisseder, çevresinde böyle bakar. Ancak bu sadece görünen bir ayrılıktır. Aslında insan ve evren öz olarak Tanrı’nın birer görünümüdür (tezahürüdür.) Bunun için insan kendi içinde, özünde, gönlünde, ruhunda çıktığı kaynakla yeniden birleşmeye çalışan bir gerçek varoluş kıvılcımı taşır. Bu,yani gerçek varlıkta, Tanrı’da birlik’e (tevhide, vahdete) ulaşma eğilimi, insanın kendisini kendi (ego’suyla-ben’liğiyle) mücadele içinde, savaşa sokar. Ego, ben ‘birlik’in olanaklı kılınabilmesi için fethedilir. Ben ve ikilik duygusunu aşmak gerekir. Bu savaş, bu sonsuz mücadele ise ancak aşk gücüyle, sevgi ile kazanılabilir, tek çıkış yolu budur.
Üç-üç sünnet: İmam Caferi Sadık Tarık-i Naciye de sünnet olarak üç sünnetin bulunduğunu buyurur: İlk sünnet şudur; Gönülden ve aklından Yezdani Hak düşüncesini asla çıkarma ve onu her zaman hatırla. İkinci sünnet şudur: Bir kardeşine karşı olabilecek her hangi bir nefret duygusunu yok et. Üçüncü sünnet mürid içindir. ‘Kahrına ve her haline teslim ve razı ol’ der. Alevi-Bektaşilerde kendi yolaklarını İmam Cafer’e bağlarlar.Beşinci mezhep olarak Caferi Sadık mezhebini -Aleviliği görürler.
ÜÇLEME: Alevi-Bektaşi inancının temelini oluşturan ve Tanrı anlamında üçü bir, biri üç olarak algılanan (Allah-Muhammed-Ali) olgusu bu kavramla ifade edilir. Burada Tarikat adap ve erkanındaki Allah-Muhammed-Ali anısına bir şeyin üç kez yapılması eylemi de bu terimle anılır. Ayrıca Hrıstıyanlıktaki taslis (üçleme)de bu deyimle anlatılır. Buna göre ‘Baba-Oğul-Ruhu-l Kudüs-Allah-İsa- Meryem ya da Baba-Ana-Çocuk üçlemesi vardır. Müslümanlıktan önceki Şamanist-Türk inancında yer alan ‘Gök-Güneş(Ateş Tanrısı)- Yer Tanrıları inanışı vardır. Alevi-Bektaşilerdeki üçleme inancının kökünün hangisine dayandığı belli değil. Hepsi de olabilir. Alevi-Bekteşilerde üçler:
a ) Allah-Muhammed-Ali
b ) Ali-Hasan-Hüseyin
c ) Gayb erenlerinden bir kutup ve iki imamdan oluşan üç ulu ermiş.
ÜÇLER: Tevhid, Nübüvvet ve İmameti i temsil eden Allah Muhammed ve Ali demektir. Kaynağı Maide suresinin 55.ayetidir. ‘Sizin gönlünüz dosttunuz Allah’dır. Onun resulüdür birde rüku eder bir halde namazı kılıp rekatı vererek iman edenlerdir.’ Buradaki üç Allah-Muhammed ve müminlerin emiri ve gerçek temsilcisi olan Ali’nin kasdedildiği tüm Alevi-Bektaşilerce kabul olunur.
Alevi-Bektaşiliği bilmeyen bazı bilgisiz yazarlar, Bektaşilikte bu üçlemeyi, Hırıstıyanlık inancı ile Orta Asya türklüğünün Şamanizm inanci ile eşleştirme yönüne giderler. Hatta içlerinden Alevi ve Bektaşileri sevmiyenler de cehaletlerini göstermek için işi dinsizliğe kadar vardırırlar. Görüldüğü gibi bunun gerçek kaynağı yazarlar tarafından tartışmalıdır.
Beş olan dinin temel inançlarından üçü Tevhid,Nübüvvet ve İmamettir. Diğer ikisi ise Adalet ve Mead’dır. El-dil-bel üçlüsü de mevcuttur.
ADALET : Tevhid, Nübüvvet ve İmamet makamlarından gelen emirlere itaat derecesini belirten tanrısal karardır.
MEAD: Bu kararın uygulanmaya konulmasıdır.
ÜÇ TERK: Terk, tasavvufta Tanrı’ya ulaşmak için başvurulması öngörülen bir yöntemdir. Tanrı’nın yüzü insanın kendi yüzüdür. İnsanın kendi yüzünden başka ayrı bir Tanrı yüzü yoktur. Çünkü, en yetki olarak en geniş anlamda, doruk noktada insanda tecelli eden Tanrı’dır. Hakk’ın yüzüne ulaşma insanın kendi yüzünü bulması, tanıması anlamına gelir. Bunun için insanın aşağıdan yukarıya doğru üç terk koşulunu meydana getirmesi zorunludur.
1-) Terk-i dünya
2-) Terk-i ukba
3-) Ter-i terk.
DÖRTLER : Dört ilke (toprak, su, od, yel), dört tabiat (sıcaklık, soğukluk, kuruluk, yaşlılık), dört yan (doğu, batı, kuzey, güney), dört kapı (şeriat, tarikat, marifet, hakikat) gibi dört sayısıyla getirilen dört kavram çok değişik anlamda, değişik düşünceleri açıklamak için kullanılır. Bundan özellikle ozanlar yararlanır. Katip ( XVIII. yy,)
Ben aşığım deyü dava kılarsun
Dört harfin birini tamam ettin mi
der. Çar erkan, çar unsur gibi Arapça, Farsça bir çok deyimler kullanılır.
BEŞLER: Şura suresinin 23. ayetinden kaynaklanır. Bu ayete meveddet ayeti de denilir. Bu ayette’… De ki:Ben bu tebliğime karşılık sizden, akrabamı sevmeniz dışında bir şey istemiyorum’ buyurulmaktadır. Bu ayet indiği zaman; Hazreti Muhammed; en yakınları olan Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin Hazretlerini abası altına alarak :’Allahım! (Hakkında Meveddet buyurduğun) Ehl-i Beyt’im bunlardır. Ben bunları seviyorum, sen de sev. Bunları sevmeyene düşmanım, sen de düşman ol.’ diyerek Ehl-i Beyt’kurbası olarak ilan etmiştir.
Peygamberin abasından ötürü Al-i Aba (Aba Halkı) diye de adlandırılan bu zatlara ayrıca beşlerde denilir.
YEDİLER: Yedi sayısı eski Anadolu uygarlıklarında, eski Yunan’da, Yahudi’ler de, Mezapotamya uygarlıklarında da kutsal bir sayıdır. Eski Anadolu’da, Yunanistan’da yedi bilge (Thales, Solon; Bins,Kleobulas,Pittokas, Periandros,Kılon): Yedi taş, eski Mısır’da yedi topluluk, Gılgamış destanında yedi gün-yedi gece, yedi ekmek; Yahudilerde yedi çoban -yedi oğul; Galatlarda yedi kurban; İbranilerde yedi melek; Nuh’ta yedi bölme, Roma’da yedi uyurlar (Yemliha, Mislina, Mürselina, Mernuş, Tebernuş, Sazenuş, Kefeştatayuş), İskandinav söylencelerinde yedi kamışın kutsallığı, Eski Türklerde Tanrı Ülgen’in yedi kişi yarattığı, Tanrı Ülgen’in huzuruna varmak için yedi engelin bulunduğu, Şaman inançlarında gök tekenin dünya çevresini yedi kez dolaştığı, yine Sapoy Türklerin yedi pınar ve yedi sarıkız öykülerinin bulunduğu, böylece bir çok ulus ve toplumda yedi sayısının kutsal sayıldığı anlaşılır. Bektaşilerde yedi ulular (Nesimi, Hatayi, Kul Himmet, Pir Sultan Abdal, Yemeni, Fuzuli, Virani) Yeniçerilerde yedi kapı, İslamiyette yedi tamu, Alevilikte yedi nitelik, yedi erkan
(Pir, Rehber, Mürşid, iki musahib ve onların iki eşi)
Meveddet ayeti geldiğinde Resul-u Ekrem meveddetin (saygı ve bağlılığın ) kimlere gösterilmesi gerektiğini bildirmek için abasının altına yukarıdaki kutlu insanları alır.
Ayeti getiren Cebrail bu kutsal yücelikten duygulanarak:
– Ya Resulullah bende sizden olmak istiyorum. Diyerek dilekte bulunur. Cebrail’in bu güzel dileğine Hazreti Muhammed:
-‘Evet! Cebrail sende bizdensin’ demek suretiyle yerine getirir.
Yine Hz. Muhammed, Ehl-i Beyt’e bihakkın ve kusursuz bağlılığından ötürü Selman-ı Farisi Hazretleri hakkında da ‘Selman ‘Ehl-i Beyit’tendir.’ kutlu sözünü söyler.
Böylece aba dışında kalanlarla birlikte Ehl-i Beytin sayısı yediye çıkar.
Hz. Muhammed, Hazreti Ali, Hazreti Fatıma, Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin, Cebrail Aleyhisselam ve Selman-ı Farisi Hazretleri.
YEDİ FARZ: Caferi Sadık buyurur ki: ‘Tarık-i Naciye’de farz olarak yedi görev vardır. Yedi farz şunlardır:
Birincisi: Mürid olan kişi, olarak kabul etmeli ve edinmiş olduğu sırları kimseye anlatmamalıdır. Tariki naciye sırrını,yabancıdan;imanını, şeytandan koruduğu gibi korumalıdır.
İkincisi: O bir siperdar olmalıdır.yani sır tutmalıdır. gördüğüne kör, görmediğini anlatmamalıdır; hiçbir yolla sırları ifşa etmemelidir.
Üçüncüsü: O, Yezdani Hak üzerine düşünceye dalmamalıdır; çünkü her kötülük Yezdani Hakk’ın unutulmasının bir sonucu olarak meydana gelir. Yezdani Hakk’ı unutmayan bir bende, ulaşanlardan biri olur, böyle bir kişi Sultan olmuştur.
Dördüncüsü: Derece derece oğrun dirlik etmektir. O, mürşid, mürebbi hakkını hak bilmiş olmalı ve onun dilediğini yapmalıdır. En başta mürşidini bulduğunda, mürşid olana hicapsız cemalullahı gösterecektir.
Beşincisi: Musahip Hakkını ceme götürecek, erenler meydanına götüre, mürşide boş eliyle gelmiye, talibin abdesti oldur. Altıncısı: Pir yerinde olan mürşid halifeden el alınca erenler meydanında ikrar edip, nedamet getirmelidir.
Yedincisi: Kendisini mürşidine bağladıktan sonra bildiklerinden vazgeçmeli ve üyeleri önünde alçak gönüllü olmalıdır.’
(İmam Cafer Buyruğu,Aktaran, J.K.Birge,Bektaşilik Tarihi s.155)
SEKİZ: Sekiz cenneti anlatır. Yunus Emre bir şiirinde ‘Kasdeder sekiz uçmağı nur idüp nura katmağa’der. Cennet ,uçmak,bahçe anlamına gelen 8 cennet vardır.
Bunlar: 1-) Dar-ül celal,
2-) Dar-üs selam,
3-) Cennet-ül meva,
4-) Cennet-ül huld,
5-)Cennet-ün naim,
6-) Cennet-ül firdevs,
7-) Cennet-ül karar,
8-Cennet-ül adn.
Bunlar müminlere vaad edilen öbür dünya güzellikleridir.
DOKUZ SAYISI: Bektaşilikte önemli olan sayılardan biridir. Yedi kat gök sayısına gökten sonra gelen Arş ve Kürsi de birer kuşatıcı kat sayılarak göklerin sayısı dokuz kat olur. Bu dokuz kat göğün dört unsurla (su,od,toprak,yel) birleşmesiyle insan doğmuştur. Dokuz kat göğe, dokuz orta derler. Yunus Emre bunu şu şekilde ifade eder:
Dörttür anam dokuzdur babam.
Bu görüşün kaynağı,Batlamyus (Ptolemalıs)’un geliştirdiği ilkçağ gök bilimidir. Ancak tasavvuf dokuz kat, yedi kat gök terimlerinden değişik anlamlar çıkarır.
ONİKİLER: On iki imamdır. On iki aydır. Bektaşiler oniki koyun da derler. İsa’nın 12 havarisi vardır. Roma’da 12 levha yasası mevcuttur. (İ.Ö.450).
ON İKİ İMAM: Alevilik ve Bektaşilikte imam bir inanç kaynağı durumundadır. Tanrı’ya en yakın bir yönüyle kutsal bir kişidir. Tanrı ile insanlar arasında bağlantı kurar, Onun her davranışı ve bütün yaptıkları Tanrı adınadır. Bu nedenle o masumdur, suçsuzdur, uludur, ölümsüzdür, eylemlerinin hiç birinden sorumlu değildir. İmamların sözleri tartışılmaz, onlara karşı görüş, düşünce ileri sürülemez. Çünkü imamlar yanılmaz, yanlış iş yapmaz. Alevi- Bektaşi yolağının temel kurumlarından biri olan “On iki imam” kavramını, Hristiyanlık’taki İsa’nın oniki havarisine benzetenler, bundan esinlenildiğini söyleyenler olduğu gibi, köklerini eski Anadolu, Yunan Mezopotamya, Mısır, Hind, Orta Asya uygarlıklarında arayanlarda vardır.
Aslında Alevi-Bektaşilikte tüm inançlar imamlıkla başlar. On iki imamlar olmadan Alevi- Bektaşi yolu olmaz, böyle birşey düşünülemez. Tarikattaki herşeyin özünde ve üzerinde oniki imamların manevi varlığı mevcuttur. Onların görüş, düşünce, davranış ve uygulamaları esastır. Onlar anılmadan olmaz, tıpkı “Bismillah” sözcüğü gibidir. Onlar bir nurdur, bir sevgi yumağıdır. Evren onların yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır. Öbür dünyada, kıyamette İslamın şefaatçileri onlar olacaktır. On İki imam Muhammed-Ali nurlarının bir parçasıdır, tecelligahları )dır. On İki İmam şu şekilde sıralanır:
1-) Ali (598-661): İlk imam. Hz. Muhammed’in damadı, amcası oğlu, musahibi, ilk müslüman, Allahın aslanı, veliler şahı, şehid edildi.
2-) Hasan (624-670): İkinci imam. Hz.Ali’nin büyük oğlu. Müçteba,zehirlendi.
3-) Hüseyin (625-680): Üçüncü imam.Hz.Ali’nin ikinci oğlu, şehidler serveri, Kerbela şahı, şehid edildi.
4-) Zeynel Abidin (659-719): Dördüncü imam .Hz.Ali’nin torunu. Hüseyin’in oğlu. Şehid edildi.
5-) Muhammed Bakır (677-733): Beşinci İmam. Zeynel Abidin’in oğlu.Zehirlendi .
6-) Cafer-i Sadık (699-765): Altıncı imam.Yolun müçtehildi. Muhammed Bakır’ın oğlu. Şehid edildi.
7-) Musa Kazım (645-799): Yedinci imam. Caferi Sadık’ın oğlu. Zehirlendi.
8- Ali Rıza (765-818): Sekizinci imam. Musa Kazım’ın oğlu. Zehirlendi.
9-) Muhammed Taki (811-835): Dokuzuncu imam. Ali Rıza’nın oğlu. Zehirlendi.
10-) Ali Naki (829-868): Onuncu imam.Muhammed Taki’nin oğlu. Zehirlendi.
11-) Hasan Askeri (846-874):Onbirinci imam.Ali Naki’nin oğlu.Şehid edildi.
12-) Muhammed Mehdi (870-878):Onikinci imam.Hasan Askeri’nin oğlu.Tanrı emri ile mağaraya çekildi, kimilerine göre kırk yıl emirlerini bu mağaradan görevliler aracılığıyla insanlığa, müslümanlara duyurdu. Mağara da sır oldu. Kıyametten önce dönüleceğine inanılır.
ON İKİ HİZMET: Hazreti Muhammed tarafından oluşturulan ve Alevi Bektaşilerce uygulanan on iki hizmet şunlardır: (Bkz.-Nakiplik)
1-Mürşid: Görev itibariyle Hazreti Muhammed’i, Hazreti Ali’yi ve Hacı Bektaşi Veli Hazretlerini temsil eder. Onların adına (Biat) ikrar alır nasip verir. Ayin-i cemi yürüten mutlak otoritedir. Rehberi, dervişi, Talibi eğitir, gözetler ve olgunlaşmaları için gerekli olan ruhi ve pratik bilgileri verir. Tarikata girenlerin topluma yararlı ve erdemli insanlar olmalarını sağlar. Sorumluluğu en ağır olan bir kimsedir. Mürşidin, olgunluğun, efendiliğin, alimliğin, yüce ahlakın, dinin, yolun, yolağın bütün simgelerini doruk noktada özün taşıması gerekir. Hakk-el yakin mertebesinde kabul edilir.
Ayin-i cem yapılacağı zaman Mürşid makamına Baba veye Halifebaba oturur. Alevilikte bu makama oturan kişiye Dede denilir.
2-Rehber: Tarikata girmek isteyen isteklilere kuralları ve koşulları öğretir. İsteklileri bu konuda eğitir ve olgunlaştırır. İkrar verip nasip alırken önderlik yapar. Biattan sonra Mürşid’in eğitim ve öğretilerini Talip’de gözetler. Sorunlarında yardımına koşar. Tarikat ilmini Talip’e en iyi şekilde öğretmeye çalışır. Tarikata ters düşecek genel ahlak kurallarını ve davranışlarını engeller, Mürşid tarafından talibin eğitim ve öğretiminden -tarikat bilgisi yönünden- sorumludur.
3-Gözcü: Rehberin yardımcısıdır. Tarikata yeni girmiş talibleri ve dervişlik derecesine yükselmiş tarikat mensuplarını gözetler. Tarikat kurallarına aykırı davranışta bulunmamaları için uyarır. Gerektiğinde yol gösterir. Yaramaz davranışta bulunanları uyarır veya Rehber’i konu hakkında bilgi sahibi kılar.
Ayin-i cem süresince, cemde bulunan canları izler. Cemin birliğini ve huzurunu bozucu davranışlara izin vermez. Bu tür davranışa kalkışacak olanları hemen uyarır. Gözü sürekli cem erenlerinin üstündedir. Düşkünlerin, suçluluların ceme girmesini engeller. Dışarıdan ceme yapılacak herhangi bir engellemeyi durdurur. Gücünü aşarsa Rehbere ve Mürşid’e haber verir. Ayin-i cemin huzur ve duygusallık içinde devam edip sona ermesini sağlar. Sorumluluğu ayin-i cemden sonra da devam eder.
4- Çerağcı: Cemevinde bulunan aydınlatma aygıtlarıyla ilgilenir. Ayin-i cemin yapılacağı zaman tüm şamdanları siler, parlatır. Kandilleri yağını fitilini tamamlar. Gazlarını katar. Mumlarını diker. Çerağ tahtını (makamını) hazırlar. Ayin-i cem süresince biten mumların yerine yenilerini takar. Biten gaz ve yağları tekrar doldurur. Cemevinin ışıksız kalmaması için gerekli tüm görevleri yerine getirir.
Buhurdanlıkları siler, temizler. İçlerine gülsuyu ve diğer güzel kokuları doldurur. Buhurdanlığı cem süresince devamlı yakarak, cemin güzel kokular içerisinde sürmesini sağlar. Böylece ter, ayak kokusu ve sair kötü kokuların canları rahatsız etmesine izin vermemiş olur. Boş zamanı kalırsa meydancıya yardım eder.
5-Zakir: Genellikle sesi güzel olanlardan va saz çalabilenlerden seçilir. Mürşid’in emri ile Ayin-i cem süresince zikri yönetir. Kur’an okur, ilahi okur, deyiş, nefes ve düvazde imam söyler. Mersiye ve Nevruziyeler söyler. Söylediklerini saz eşliğinde icra eder. Mürşid’e yakın mesafede oturur. Görevi ve sorumluluğu ayincemle sınırlıdır.
6-Farraş (süpürgeci): Ayin-i cem başlamadan önce cemevini süpürür temizler. Oturma yerlerini gerekli olan yaygıları yayar. Cemevinin sürekli temiz tutulmasından sorumludur. Cemin bitiminden sonra cemevini tekrar temizler. Boş zamanında sofracıya ve ibriktara yardım eder.
7-İznikci (Meydancı): Cemevinde bulunan postları sıra ve kurallara göre yerlerine yerleştirir. Ayincem yapılacağı zaman hazırlar. Cemevine gelen canlara Mürşid huzurunda duruş, niyaz ve diğer kurallarda yol gösterir. Oturma yerlerini belirler. Canların tarikattaki kıdemlerine göre oturmalarını sağlar. Ayincem süresince cemevinin sükunetini sağlaması için gözcüye yardımcılık yapar. Semah’a kalkacak olan canları kaldırır. Ferraş, Sakka ve İbriktar’ın hizmetlerine nezaret ve yardım eder.
8-Niyazcı (Kurbancı): Cemevine gelen lokmaları ve kurbanları teslim alır. Kurbanları tekbirleyerek keser, yüzer ve pişirir. Lokma merasimi zamanına kadar hazırlar. Lokma merasiminde sofraları açar. Yemekten sonra sofraları kaldırır. Bu hizmeti yaparken kendisine, meydancı, süpürgeci, sakacı, ibriktar yardım ederler.
9- Sakacı (Sucu): Ayincemden önce şerbet hazırlar. Şerbetleri ve suları kaplarına doldurur, hazır hale getirir. (Nevruzda süt hazırlar) Ayincem süresince susayan canlara su verir. Şerbet dağıtımında dağıtma görevini yapar. Boş zamanlarında Niyazcıya yardım eder.
10-İbriktar: Elinde leğen ve ibrik, omuzunda havlu ile Ayin-i cemde hazır bulunur. Mürşid’in abdest almasına ve yemekten sonra canların ellerini yıkamalarına hizmet verir. Suyunu döker, havluyu uzatır. Boş zamanlarında Niyazcıya yardım eder.
11-Peyik (Haberci): Bu hizmeti yapana pervane de denir. Ayin-i cem yapılacağını Mürşid’in emri ile tüm canlara duyurur. Bu görevi ev ev gezerek yerine getirir. Canların eksiksiz ceme gelmelerini sağlar. Mürşid ile canlar arasında habercilik (elçilik) görevini yürütür. Ayin-i cem süresince semaha kalkacakları meydancıya bildirerek yardım eder.
12- Bekçi (Ayakçı): Ayin-i ceme gelen canların boş kalan evlerini gözetler. Hırsızlık, yangın gibi zarar verici olaylardan korur. Evlerinde bıraktıkları hayvanlarının herhangi bir zarar yapmalarını önler. Ayin-i ceme dışarıdan yapılacak olan engellemeleri önceden görerek gözcüyü uyarır. Görevi Ayin-i cem ve cemevinin dışındadır. Görevinin kutsallığı ve sorumluluğu nedeniyle duada unutulmaz. Sevabı üstün olan bir hizmettir.
Bu hizmetlerin tek bir amacı vardır. Alevi-Bektaşilerin kimseden zarar görmeden, kendi erkanlarını huzur ve tanrısal duygusallık içinde sürdürmelerini sağlamak. Eline, diline ve beline sahip olan Alevi-Bektaşilerin kimseye zarar vermeleri zaten düşünülemez. Yeter ki kimseler bu insanlara zarar vermesinler.
Hazreti Muhammed tarafından, Mekke ve Medine Müslümanları arasında habercilik, yol göstericilik ve gözetleme hizmetleri için oluşturulan bu görevler, Hazreti Muhammed’den sonra da sürdürülmüştür. Akabe’de seçilen oniki kişinin bazıları bizzat Peygamberin özel hizmetlerini de yapmışlardır. Örneğin; Cabir Ensari Çerağcılık, Selman-ı Farisi temizlikcilik (süpürgecilik), Amrı Ayyar habercilik, Hz. Eyma tül Yemani meydancılık, Mahmud ül Ensari kurbancılık, Hz.Ali’nin kölesi Kanber Hazretleri ibriktarlık, Peygamberin kölesi Keysani sakacılık, Ebu Zer Gaffari gözcülük görevlerini yürütmüşlerdir. Alevi ve Bektaşilikte bu hizmetlerde bazı ufak tefek değişiklikler yapılarak, Ayin-i cemin durumuna uyarlanmıştır. ancak öz aynen korunmuştur.
Oniki Hizmette Görev Kimler Adına Yapılır?:
Yediler, kırklar “gaip erenler” içerisinde olup hepsi mihmandarlar. Bu oniki post makamının, her Bektaşi meydanında bir sıra düzeni ile yerleri vardır. Bu postlara ne olursa olsun niyaz edilir. bundan başka meydan erenlerinde görülen oniki hizmette aşağıdaki kişiler adına görevler yapılır:
1- Mürşid (Dede)
Görev itibariyle Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Haci Bektasi Veliyi temsil eder. Cem Erkani Baskanlığını yapar,ikrar alır nasip verir. Cenaze, Müsahiplik, Nikah, Sünnet, Ad takar (isim takar).
2- Rehber
Görev itibariyle Imam Hüseyin´i temsil eder. Yola girmek isteyenleri hazırlar, yol gösterir. Mürşidin en yakin yardimcisidir.
3-Gözcü
Görev itibariyle Ebuzer Gaffari’yi temsil eder. Rehberin yardımcısıdır. Cem’in sessiz ve sakinlik icinde gecmesini saglar. Cem’in bekcisidir.
4- Çeragcık (Delilci)
Görev itibariyle Cabir El Ensari’yitemsil eder.Cem evinde bulunan aydinlatma araclarini yakar.Buhardanliklari ve Mumlari (Ceraglari) hazirlar.
5- Zakir (Aşık)
Görev itibariyle Bilal Habes’i temsil eder. CEM’de Tevhid, duazde imam, Mersiye, Semah, Nevruzi ye söyler.
6- Süpürgeci (Ferras)
Görev itibariyle Selman’i Piri paki temsil eder. CEM evinin sürekli temizligi ile meskul olur.
7- Meydancı
Görev itibariyle Hüzeyme tül Yemeni’yi temsil eder.CEM evinde Semahserleri kaldirir. Postları yerine dizer.
8- Niyazcı
Görev itibariyle Mahmut el Ensari’yi temsil eder. Kurbanlaritekbirler ve keser. Gelen Lokmalari alir ve dagilimini saglar.
9- Ibrikcı
Görev itibariyle Kamber Hz.lerini temsil eder. CEM de Mürsidin ve Cem erenlerinin abdest almalarini saglar.
10- Kapıcı
Görev itibariyle Gülam Keysani’yi temsil eder. Cem’e gelen erenlerin evlerini gözetler.
11- Peyikçi
Görev itibariyle Amri Ayyari’yi temsil eder. Cem olacagini tüm canlara duyurur.
12- Sakacı
Görev itibariyle Ammari Yaseri’yi temsil eder.Cem evinde Su Serbet, Saka, Süt v.b. dagilimini saglar.
Bu oniki kişinin imam soyundan olduğu söylenir. Bunların içinde Hasan, Hüseyin’den başkası bizce bilinmemekle birlikte Selman’ın da hiç ilgisi yoktur. Ancak, Bektaşilikte Selmani diye bir olay vardır ki yılın belirli bir gününde elde keşkül-i fıkara, mürşidinin buyruğu ile halkın arasında dolaşarak “Şeydullah-Allah için bir şey” diyerek para toplar. Ama öyle herkesten istemez. Çünkü Bektaşilikte dilenme ne olursa olsun yasaktır. Tarikatte suçlular “Selmaniliğe” çıkarlar. Üzerlerine deriden giysi giyen bu kişiler “Allah için, Şehid-i Kerbela aşkına” su dağıtırlar. Yalnız çerağcıya verilen “Hadi-i Ekber” adı Bektaşi terminolojisindeki “çerağ-ı daim, nur-ı daim” kavramlarının önemini ve yerini gösterir.
İşte Balım Sultan meydanında 12 12 14’lük örgürü kimi zaman Ahileri, kimi zaman da Havarileri andırdığı gibi Oğuz töresinin yirmidört boyuna da bir gönderme olabilir. Ancak hangisini almak olası? ( Nejat Birdoğan, İttihat- Terakki’nin Alevilik-Bektaşilik araştırması, İst.1994, s:140).
ONDÖRTLER: Hazreti Peygamberin soy torunlarından henüz küçük iken münafıklar tarafından şehid edilen Ondört Masum-i Paklar’dır.
ONYEDİ KEMERBEST: Hazreti Ali tarafından bellerine kemer (kılıç) kuşatılan onyedi oğludur. İkisi imam’dır.
ONYEDİ KEMERBEST-I HANEDAN: Ehl-i Beyt’e candan bağlı olan isimleri bölüm içinde verilen onyedi sahabedir.
KIRKLAR : Bektaşilikte sır bir kurumdur. Hakkında çeşitli söylenceler vardır. Hiç bir baskı görmeden, içten gelerek müslüman olan ve bu uğurda tüm varlığını, ailesini terk ederek Hazreti Muhammed’e bağlanan kimselerdir. Sayıları kırk olduğundan Kırklar olarak anılırlar. Adları kesin olarak söylenemez, ya da bilinmez. bütün aleviler bunlarda gizli güçler olduğuna, kutsallıklarına ve varlıklarına inanır, büyük saygı duyarlar.
Bakım ve dini eğitimleri Hazreti Ali tarafından yapılan bu kutlu zatların adları ne yazık ki tamamen bilinmemektedir. Pek azının adları günümüze kadar gelebilmiştir.
YETMİŞ İKİ MİLLET: Hz. Muhammed bir hadisinde ” ümmetim 72 cemaate bölünecektir; biri dışında -ki onlar gerçek müminlerdir- onların hepsi için cehenem kaçınılmazdır” demiştir. Bu terimin kaynağının bu hadis olduğu söylenir. Bektaşiler ayni cem, ikrar törenlerinde yollarının yani Bektaşiliğin bütün yollardan ayrı olduğunu vurgularlar. Caferi Sadık mezhebinin 72’sinden de ayrı olduğunu söyler ve kabul ederler. Bu yol dışındaki tüm mezhepleri, tarikatları reddederler, bu mezhebin Muhammed-Ali yolu olduğunu belrtirler. Bektaşi düşüncesi bu konuda kesin bir ilerleme gösterir. Tarikat aşamasında talibe sadece Caferi mezhebi anlatılır, diğerlerinden hiç söz edilmez. Hakikat aşamasında kişinin 72 milletin eleştirisinin üzerinde olması vurgulanır. yani mistik yola hakikatın tüm diğer yolları dışlanarak girilebileceği anlatılır. Hatta Yunus Emre bir şiirinde “Yetmiş iki millete aynı gözle bakmayan şeriatin alimi olsa bile gerçekte Hakikat’a asidir.”der. Bu terime tüm Alevi- Bektaşi ozanları şiirlerinde yer vermişlerdir.
YÜZ YİRMİ DÖRT: Adem peygamberden bu yana gelen peygamberler ifade eder.
Bunların dışında: Alevi-Bektaşilerde 4, 8, 9, 28, 32, 33, 99, 360, 6666, 18000, 124000 sayılarının da özel durum ve kutsal değerleri var.
KIRKLAR ŞERBETİ: Beyaz bir kase içinde hazırlanır. Biat gecesi talibe içirilen şerbettir.
KIRLAR ŞERBET VE SEMAH: İçlerinde Selman-ı Farisi ve Gulam Kanber hazretlerinin de bulunduğu kırk kişi, Hazreti Ali tarafından eğitilmiştir. Hazreti Muhammed ve O’nun Ehl-i Beyti için herşeyini feda eden bu kutsal insanlar Kur’an’ın yoruma dayalı ayetlerinin gizli anlamları açıklanarak, onlarda ki gizli mesajlar bildirilerek eğitilmişlerdir. Bu insanlar İslam felsefesinin bel kemiğini meydana getirirler.
Çoğu Elçilik Mescidinde yatıp kalktıklarından ötürü, bunlara (Ashab- soffa) sofa sahipleri denilmektedir.
Kırk kişiyi eğitip Tanrı erenliği makamına çıkarttığından ötürü, Hazreti Ali’ye Şah-ı Velayet (Veliler Şahı) unvanı verilmiştir. Hz. Ali, Peygamber ilminin kapısıdır, bu ilmi kendisine bağlanan kırk muhibbine öğretir. İslam tasavvufunun ve tarikat silsilesinin başlangıcı olan kırklar Alevi Bektaşilerce de kutsal sayılır.
İlk ayin cem, ilk semah, ilk şerbet, ilk tevhid (Tanrı’yı anarak ayakta durma) Kırklarla başlamıştır. Şekilcilikten kaçınıp aşk ve vecd yolu ile Tanrı’ya ulaşmanın yolunu açmışlardır. Gösteriş ve dedikodudan arınması gereken bu yol yine onlar tarafından gizli tutulmuştur.
“Tanrı buyurur ki: Sakla kulum beni saklayayım seni.” şeklindeki kutsal söz tarikatın temel ilkesi haline gelmiştir.
SEKİL: Kabahat işleyenlerin boynuna takılan taş, Kabahat taşı.
SER VERİP SIR VERMEME: Başını verip gizemini açıklamama.
SIBTEYİN-i MÜKERREMEYİN: İmam Hasan ve İmam Hüseyin Hazretleri.
SIDKI BÜTÜN: Tam bağlılık.
SIRLAMA: Gizleme, ortadan kaldırma.
TAKİYE: Bu sözcüğün şia öğretisinin bir parçası olduğu söylenir. Gizleme, Saklama anlamlarına gelir. Bektaşilikte çok önemlidir. ” Göründüğün gibi ol, olduğun gibi görün” kuralı, baskı ve takipler sonucu doğmuştur. Özellikle sünnilerin hışmından , yobazların saldırılarından korunmayı sağlar. Şüpheden kurtulmak için başka bir din, mezhep veya tarikattan gibi gözükmenin doğruluğuna inanmak zorunda kalan Alevi-Bektaşiler bu ülkeyi Kur’an’ın 2. suresi olan Bakara’nın 195. ayetine bağlıyorlar. Bu ayette “Kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayınız” denilmektedir. Bu ayet, takiye için yeterli onay olarak gösterilir. Takiye ilkesi azınlıkta kalanlar için geçerli bir ilkedir. Bu ilke gerçek inanç ve adetlerin araştırılmasını zorlaştırır. Bektaşi olmayanlarla kişisel sohbetler hemen hemen takiye rengi taşır. Miratül Mekasit’in bile takiye sonucu yazıldığı bir gerçek Takiyenin ağırlıklı olduğu yerlerde resmi ideoloji yandaşı olan yöneticilerin ve cahil yobazların terör estirdikleri, bölücülük, korku yarattıkları baskı ve sindirmeye giriştikleri mutlaka düşünülmelidir. Böyle bir ortam olmadan kimse kendi inancını inkara başvurmaz.
TALİB ( MUHİB ): İsteklilik süresini başarı ile bitiren adayın, ikrar erkanı içinde biatının alınıp tarikata kabul edilmesine muhiblik denilir. İkrar verip nasip alan kimseye de Talip denir.
Bektaşilikte Talip’liğinde bir süresi vardır. Muhib kendisine verilen ibadeti (Evrad, zikir, erbain, çille ile oruç, zekat, namaz gibi tarikat ve şeriata ait ibadeti) hakkı ile yerine getirir, tarikat kurallarına göre belli bir olgunluğa ulaşırsa dervişliğe yükseltilir. Bu bir aşamadır, makamdır. Taliplik tarikat içinde şeriat kapısıdır.
TECELLİ: Doğuş meydana geliş. Görüntü.
TERK: Bektaşilikte gerçeğe ulaşabilmek için üç terk gereklidir. Terk-i Dünya (Dünyayı terketme ), Terk-i Ukba (Ahireti terk etme ), Terk-i terk (Allah’tan başka herşeyi terk etme ).
TESLİM: “Allah ve melekler Peygamberleri tesbih ederler, ey mü’minler sizde onu tesbih edin ve teslim olun” ayeti emrine göre Mürşid’e biat etmeye denilir.
TESLİM HALKASI: Mücerret canların kulaklarına taktıkları küpe. Hazreti Ali’nin atının nalının simgesi.
TESLİM TAŞI: Boyuna asılan oniki uçlu yıldız taş.
TIĞ-I BATIN: Nereden geldiği bilinmeyen felaket.
TIĞ-I BEND: Biat merasiminde talibin boynuna takılan yünden örülmüş ip. Çoğunlukla ikrar günü kesilen koyunun yününden örülür.
TIĞLAMAK: Kurban kesme.
TÖREN: Alevilik-Bektaşilik inancında, iki büyük tören yapılır. Bunlardan biri; ikrar ayini, diğeri ise Ayni Cem’dir. Bu iki büyük tören, tam bir yaygınlık ve genellik göstermese bile uygulamada tarihsel süreç içinden sürdürdüğü varlığı,kazandığı biçimsel yapısı ile beşerden on kola ayrılır:
1-)Bahçeden gül koklama törenleri:
a) cuma töreni
b) Mücerred babalar töreni
c) Balım Sultan töreni
d) Tekvin töreni
Bunların hepsi de özünde birer ikrar ayini törenidir, ikrar ayininin kolları olarak algılanır.
2-) Bahçeden gül koparmak töreni:
a) İlk vusul töreni
b) Babalar töreni
c) Asa töreni
d) Dört kapı töreni
Bunlar özünde birer ayin-i cem törenidir.Her biri ayin-i cem töreninin kolları olarak algılanır.
İkrar ayini, Bektaşilikte yola girmek için düzenlenen ilk büyük törendir. Bu törenden vazgeçmeyen bir kimsenin yola girmesi, Bektaşi olması olanaksızdır. İkrar ayini Bektaşi olmak isteyenin dileğini, açıklaması bu isteyeni bir aracı ile tarikat yetkilisine ulaştırması törenidir. İstekli (talip) önce bir rehber bulur, Tarikata girmek için gerekli bilgileri ve genel işlemleri ondan öğrenir. Talibin dileğini öğrenen, amacını, isteğini ve düşüncelerini anlayan rehber, durumu tekkenin en büyük yöneticisi olan babaya bildirir, yola alınmasının uygun olduğunu önerir. Talip (istekli) bir süre denenir,uygun bulunması durumunda, kendisini yetiştirmekle görevlendirilen kimselerden nasip alır. Daha sonra rehber öncülük ettiği talibe, kurallara uygun olarak tarikat abdesti aldırır. Ardından ibadet yapılır. Bu işlemleri talibin beyaz kefene sarılması izler. Kefene sarılmış talip bir bakıma ölmüştür. Yeni inanç dünyasında yeniden dirilecektir. Beyaz kefen içindeki talibe şu telkin verilir: Erenler meydanında,pir huzurunda,mürşide teslim-i rızada oldun mu? Yalan söyleme, haram yeme, livata ve zina etme, elinle koymadığın bir şeyi alma, gözünle her gördüğünü söyleme… Allah-Muhammed-Ali-Oniki İmamı hanedan-ı Ehlibeyte iman ettin mi? kaza ve kadere bel bağladın mı? Bunun ikisini de bir bilip gece gündüz gönlünde Allah-Muhammed-Ali’yi mürşidin aracılığıyla bir bildin mi?
Hak dediğimizi Hak, batıl dediğimizi batıl bildin mi? Tarikat-ı Naciye den olup Caferi Sadık’ın mezhebini hak tanıdın mı? Tevalla ve teberra’yı kıldın mı? Bu iki ikrardan dönersen huzuru mahşerde yüzün kara olsun Muhammed-Ali-Hünkar Hacı Bektaş Veli İkrarında sahip-kadem eyliye.
Telkinin ardıdan tığbendi boynuna takılan talip meydana alınır; şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapılarını teslim eden erenlere tek tek usulune uygun selam verilir, her selam verişte bir adım ilerlenir, böylece simgesel olarak dört kapıdan talip girmiş kabul edilir.
Mürşid sağ elini talib’in iki omuzu arasına koyarak ilgili ayeti okur. Boynundaki tığ-ı bend çözüldükten sonra kulağına ‘Girme girme,dönme dönme,girenin malı, dönenin canı eline, beline, diline sahip ol Mürşidin Muhammed, Rehberin Ali,’ der. Kefeni çıkarırlar. Böylece talip doğmuş yeniden dirilmiş, yeni yaşama başlamış olur. Çerağlar uyarılır ortalık pırıl pırıl olur. Talip mürşidden başlayıp diğer bütün postların önünde durur, önce eğilip postu,sonra postta oturan babanın elini alarak avucunun içine öper, ardından talibin tekkeye adadığı kurban tığlanır, sofralar kurulur içkiler içilir, nefesler okunur, sazlar çalınır.
VE LEKAD KERREMNA BENİ ADEM: Türkçe anlamı “Biz insanoğlunu çok şerefli yarattık” demektir.
Alevi- Bektaşiler, insanın bütün varlıkların en yücesi, onurlusu olduğuna, Tanrı’nın onlara varlıkların en şereflisini olma rütbesini verdiğine inanırlar. Tanrı insanı yaratınca meleklere insan önünde eğilmelerini, onu kutsamalarını, üstün olduğunu kabul etmelerini, çünkü onlara herşeyin adlarını öğrettiğini bilgilendirdiğini söyledi. Şeytanın dışında ki bütün melekler ona secde ettiler, yani insanın kendilerinden daha üstün yaratıldığını, bilgili olduğunu onayladılar. Şeytan kendisinin yalımdan, ateşin dumansızından, insanın ise çamurdan yaratıldığı öne sürerek buna karşı çıktı, insanların üstünlüğünü tanımadı. Allah’ta onu kendisine karşı çıktığı için lanetledi, kovdu. Alevi-Bektaşilere göre, Alevi sözcüğünün kökeni, yücelik, ululuk anlamı taşır. Bunun karşıtı sufliyettir bu ise aşağılık anlamı taşır. Onlar, Alevilikte amacın cahillikten kurtulup hakikate (insan-ı kamillik) mertebesine erişmek olduğunu savunur ve kabul ederler. İnsan-ı kamillik nitelemesi bütün yönleriyle tam olarak Hazreti Ali’de tecelli etmiştir derler. Bazıları böyle bir nitelendirmeyi Ali’ye tapmak olarak yorumlarlar, Alevilerin böylece Allah’a şirk (ortak) koştuklarını, kafir olduklarını öne sürerler. Oysa burada Tanrı’ya ortak koşmak değil, onun ayetini ve kendisini doğrulamak, onaylamak vardır. Ali’nin niteliklerini söyleme ona tapma olarak değerlendirilmemelidir.
Elbette Hazreti Ali’de her insan gibi yaratılmıştır. O da Tanrı’nın kuludur, ölümlü bir varlıktır. Tanrı’nın ortağı olamaz. Ancak Allah Hz. Ali’ye diğer insanlardan daha üstün nitelikler, tinsel üstünlükler vermiştir. Ali, Allah’ın velisi ve aslanıdır. Tam bir insanı kamildir, müminlerin her açıdan kılavuzudur, en merdi, en cömerdi, en yiğidi, en doğrusu, en dürüstü odur. Tanrı’nın insan için var ettiği tüm güzel, üstün özellikler en mükemmel biçimde Ali’de tecessüm ettirilmiş, tasavvuf inancı doğrultusunda Tanrı en çok Ali’de tecelli etmiştir. Zaten bir bakıma tasavvuf inancı felsefesi insana, insanlığın yüceliğini, üstün niteliklerini anımsatmak için, onlara sahip çıkmasını sağlamak için doğmuştur. Tanrı, evrendeki varlıklar içinde en mükemmel biçimde insanda tecelli etmektedir. İnsanlığın içinde de en çok Hz. Ali’de görünür, tecelli eder. Alevilerin bu görüş ve inançları Hz. Ali’ye “tapmak”, onu Allah’a ortak koşmak şeklinde yorumlanmıştır. Oysa herşeyi verende alanda Tanrı’dır. Kimse hiçbir varlık Tanrı olamaz, O’nun üstün niteliklerinin hepsini özünde bulunduramaz, taşıyamaz, yaradılışı buna uygun değildir.
Özünde, tininde, aklında ancak Allah’ın verdiği sırları taşıyabilir. Ancak Allah’a en yakın varlık insandır. Bilinçli yaratılmıştır. Bilme yeteneğiyle, öğrenme, öğretme özellikleriyle donatılmıştır. Ona üstünlük veren öğeler bunlar ve benzerleridir. Tanrı sırlarını ancak insanoğlu bulacak, örtülerini kaldırarak bilgiye dönüştürebilecektir. İnsanoğlu için dinsel kitaplarda sayılan bütün güzel şeylerin hepsi en olgun, en üstün biçimiyle Hz. Ali’de tecelli etmiştir. Bütün bunlara karşın Hz. Ali’de yaratılmıştır. Tanrı düzeyinde olamaz. Hz. Muhammed “Ben ilmin şehriyim Ali’de kapısıdır.” buyurmuştur. Mevlana “İhlası, doğruluğu Ali’den öğren” der. Yunus Emre “Ali gibi er gerek, İş bu sırra ersin” der. Bilgi ve doğruluk Ali’ye vergidir.
Hz. Ali en mükemmelin gösterilmesi için yaratılmıştır. İnsanlara “en mükemmel kamil insan”ın somut örneği olarak gösterilmiştir. Bütün insanlarda bulunan güzel, doğru, iyi özelliklerin en doruk, en olgun biçimde onda var olduğu bütün Alevi- Bektaşilerce kabul edilir, buna inanılır.Ali’de Tanrı kavramı somutlaşır, ancak Ali Tanrı değil Tanrı’ya en yakın insandır.
ÜMMÜL KİTAP: İnsan yüzünün diğer bir adıdır. İnsanın yüzünde bulunan yedi delik, Fatiha suresindeki yedi ayeti temsil eder. Buna Sebbel mesan’da denilir.
VELİYYİ EMİR: Peygamberden sonra ilk halife ve imam olan Hz. Ali’nin diğer bir ismi.
VURANA ELSİZ GEREK DİYENE DİLSİZ GEREK: Sözü Bektaşilikte bir kural niteliğindedir. Hristiyanlıktaki Hz. İsa’nın “yüzüne tokatla vurulursa, öbür yanağını çevir”. sözünü anımsatır gözüküyorsa da durum aslında öyle değildir. Elbette bu tevazu ve alçak gönüllük örneğidir. Ancak kendini ezdirmeyi, kişilikten yoksun kalırcasına aşırı bir çekingenliği, vurdumduymazlığa kapılmayı gerektirmez ve o anlamlara gelmez. Gereksiz yere başkalarıyla dövüşmeyi, sürtüşmeyi, önlemeyi amaçlayan bir kuraldır. Kısır döngülerden, yersiz çekişmelerden yol mensuplarını kurtarmayı öngören bir ahlak kuralıdır. Barış taraftarı bir deyim Mir’atı Babanın dediği gibi;
Elsisiz, belsiziz, dilsiziz amma
Gezeriz alamde erkekçesine
YOBAZ, SOFTA: Alevi Bektaşileri sevmeyenlere verilen isim.
YOL KALSIN GÖNÜL KALMASIN, YOL ULUDUR: Tarikat hükümleri geçerli kalsın, kimse yaptıklarından ötürü korunmasın. Tarikat yolu insanların suçlarından üstündür. ( ceza verilmede kullanılır )
ZAHİD: Şeriat kurallarına sıkı sıkıya bağlı, ödünsüz, kuralcı,dindar anlamınada gelir.