Alevi reformu... Kürt sorununa çözüm paketi - Yürüyüş
Burjuva basının bir kısmı, AKP bugüne kadar "çözümsüz" bırakılan tüm sorunlara el atıyor havasında tam bir AKP yağcılığı ve yalakalığı kampanyası başlattı.
Gerçekte AKP de önceki düzen partilerinin yaptıklarını tekrar etmekten başka bir şey yapmıyor. Ne Kürt sorununa ilişkin ilk kez bir "paket" hazırlanıyor, ne de alevi reformundan ilk defa sözediliyor. AKP, bu manevraları emperyalizmin direktifleriyle, sırtını onlara yaslayarak belki biraz daha cüretli yapıyor, ama o kadar. Özü farksız, muhtemel sonuçları farksızdır.
Hatırlanacağı gibi kısa bir süre önce basına "AKP Alevilerle ilgili reform paketi hazırlıyor" diye bir haber servis edilmişti. Bu haberi Yürüyüş'ün 130. sayısında değerlendirmiş ve "bu kafa yapısı alevilerin sorunlarını çözer mi?" diye sormuştuk. Geçtiğimiz hafta içinde yapılan açıklamalardan AKP'nin alevilere yönelik manevralarının o zaman yansıyanla sınırlı olmadığı anlaşılıyor. Daha başka nelerden sözedildiğine geçmeden önceki "alevi reformu"nun neler içerdiğini burjuva basından özetleyerek hatırlatalım:
"KISA VADE: Resmi statüde olmadığı için kamu kurumlarının desteğinden yoksun olan cemevlerine her türlü maddi ve manevi yardım sağlanacak.
ORTA VADE: Cemevlerinin yasal statüye kavuşturulması hedefleniyor. Yasallık statüsüyla camilerde olduğu gibi cemevlerinin su ve elekt- rik giderleri devlet tarafından karşılanacak. Cemevi yapımında, arsa tahsisi ve inşaat yapımı gibi mevzuattan kaynaklanan zorluklar da aşılmış olacak.
UZUN VADE: Alevilikle ilgili kamusal niteliği olan, alevi kurumlarını bünyesinde barındıracak bir yapının oluşturulması tasarlanıyor."
Özellikle son maddenin amacı da, işlevi de açık; aleviliği devlet bünyesine ve denetimine çekmek.
Bu uzun vadeli amacın zeminini olgunlaştırmak için de alevilere yönelik manevralar birbirini izliyor. Gündemdeki yeni manevralar ise, kısa başlıklar halinde şunlar:
Başbakan Tayyip Erdoğan, Muharrem Orucu döneminde alevilerle iftar açacak!.. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün himayesinde Antalya/Elmalı'da Musa Abdal Enstitüsü kurulacak... Muharrem Orucu döneminde devlet himayesinde Avrupa'ya dedeler gönderilecek... Aleviler için devlet bünyesinde bir kurum oluşturulacak...
Bunlardan bir tekinde bile, alevilerin inançlarını özgürce yaşamalarını sağlamaya yönelik bir kaygı ve amaç gözükmemektedir. Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı gibi en üst düzeyde gösterilen bu yakın ilgi ve alakanın, devletin alevilere "resmen kucak açması"nın çeşitli nedenleri var. Oligarşinin aleviliği tümüyle düzeniçine çekmeye, devrimcilerden tümüyle koparmaya yönelik uzun vadeli amaçları, bu girişimlerin baş amacıdır. İkinci olarak da, AKP'nin sistem için oy hesapları ve AKP'nin islamcı ideolojisinin devamı olan sünnileştirme hedefi, amaçlar arasındadır.
Amaç o kadar barizdir ki, alevilerin Muharrem Orucu'nda Ramazan ayında olduğu gibi bir iftar geleneği olmamasına rağmen, AKP zihniyeti "reform" yaparken bile kendi sünni geleneklerini dayatmaktadır. Alevi inancında Muharrem Orucu bir yastır. Ama AKP'nin bu yasa saygısı yoktur. Olması da mümkün değil; çünkü onlar hala Kerbala'da katledenlerin inanç ve politikalarını sürdürüyorlar... Amaç o kadar barizdir ki, güya alevilere "jest" amacıyla size bir Musa Abdal enstitüsü kuracağız derken bile, "ama bizim himayemizde, bizim denetimimizde olacak" diye dayatmaktadırlar. Başka bir ifadeyle, alevilere dair cemevleri, enstitüler, resmi yapılar, dedeler olsun ama, hepsi bizim denetimimizde, yani Sünniliğin denetiminde olsun demektedirler.
Alevileri düzene yedekleme manevraları yeni başlamadı
AKP'nin Alevi reformu, Aleviliği düzene bağlama, devlet denetimine alma reformudur. Ve yazımızın başında belirttiğimiz gibi bu doğrultuda başvurulmuş ilk manevra da değildir.
Mesela, bundan on yıl öncesine gidelim; 5 Nisan 1997'ye.
O gün, Cumhurbaşkanı Demirel, bir alevi dedesini (İzzettin Doğan'ı) diğer dini temsilcilerle birlikte Çankaya Köşkü'ne davet etmişti.
Bu "sıradan" bir davet değildi.
Çünkü, "Cumhuriyet tarihinde ilk kez" bir alevi dedesi davet edilmişti o köşke. Gazeteler ertesi gün böyle yazdılar. Cumhuriyet adına, demokrasi adına bir utanç vesilesi olması gereken bu tarihten utanç duymadı oligarşinin temsilcileri. Ama ertesi gün gazeteler "alevilere yönelik reformlar" üzerine makalelerle doluydu.
Peki ne zaman gündeme geldi bu reformlar? Aslında tartışmayı büyüten, yoğunlaştıran 1993 Sivas katliamı, 1995 Gazi katliamı sonrasında, Alevi halkın düzene karşı tepkilerinin büyümesiydi. Devletin ve tüm düzen partilerinin bu katliamları bizzat teşvik eden, himaye eden bir konumda olması nedeniyle aleviler düzenden en azından "ruhen" bir kopuş içindeydi. Bu kopuşun kendini ifade edebileceği tek yer ise, devrimci mücadeleydi. Oligarşi, işte bu gidişatı engellemek için, 1990'ların ortalarından itibaren alevilere yönelik yeni politika ve taktikler geliştirdiler.
Demirel'in bir alevi dedesini ilk kez Çankaya Köşkü'nde ağırlaması, aslında kısa süre sonraki bir başka gelişmeyle de ilgiliydi. 26 Nisan 1997'de, 128 alevi vakıf ve dernek yöneticisinin biraraya geldiği "1. Ehlibeyt Kurultayı" toplanmıştı İstanbul'da. Bu da bir "ilk"ti. Demirel, yaptığı manevrayla, bu kurultay'da yapılacak tartışmaları ve alınacak kararları etkilemeyi amaçlamıştı.
Oligarşinin yeni geliştirdiği bu politikanın ilk sonucu, işbirlikçi bir alevi kesiminin öne çıkarılması oldu. Devlet kendi alevisini yaratmaya çalışıyordu. Faşist, islamcı partilerle bile bütünleşmeye hazır Fermani Altun gibi işbirlikçiler, İzzettin Doğan başkanlığındaki Cem Vakfı gibi örgütlenmeler, bu politikanın ürünüydüler.
İşbirlikçilik yetmiyor; devlet "kendi alevisini" istiyor
Fakat bugün AKP'nin gündeme getirdiği politikalar çarpıcı bir gerçeği daha göstermektedir. AKP; alevilere yönelik manevralarında bu kesimleri de dışlamıştır. Anlaşılıyor ki, onların işbirlikçiliği ve asimile olmuşlukları, AKP için yeterli değildir. AKP daha fazlasını istemektedir. Bu anlamda diyebiliriz ki, oligarşinin AKP aracılığıyla gündeme getirdiği yeni girişimler, "devlet alevisi" yaratmanın yeni ve daha ileri bir aşamasıdır.
Bir yandan AKP adına "alevi reformu" açıklamaları yapılırken, aynı günlerde "Diyanetten sorumlu devlet bakanı", "Cemevlerinin ibadethane olamayacağını' açıklıyor, Diyanet İşleri Başkanlığı 'din derslerinin mutlaka zorunlu olarak aynı şekliyle anayasada kalmasını' savunmaya devam ediyor. Bu politika, gel-gitli bir politikadır. Çünkü, oligarşinin gerek Kürtler'e, gerek alevilere yönelik tüm "reform" politikaları, tasfiye, düzene çekme amacının ötesine geçmez. Bu anlamda haklar ve özgürlükleri gerçek anlamda tanımak işlerine gelmez. Oligarşi hak vermeli ama o haklar kullanılmamalıydı.
2000 yılı Haziran'ında AB'ye uyum süreci tartışmaları içinde gazetelerde yer alan şu yorum, birçok şeyi anlatmaya yeter sanırız: "AB Komisyonu'nun Kopenhag kriterleri çerçevesinde Türkiye'deki alevilerin sorunlarını gündeme alması Türkiye ile AB arasında gerginlik yarattı."
Alevi halkın sorunlarını çözmek isteyen bir düzen, alevilerin sorunlarının, taleplerinin gündeme gelmesinden niye rahatsız olsun?
Din istismarıyla halkın oylarını alıp iktidar olan AKP, çok iyi bildiği bu yöntemi, alevilere karşı da kullanma hesapları içindedir. AKP'liler yine halkın düzen tarafından çeşitli biçimlerde baskı altına alınan inançlarını kullanarak, onları basamak yapıyorlar.
Çeşitli alevi demokratik kurumları, yaptıkları açıklamalarla AKP'nin oyununun farkında olduklarını ortaya koydular. Ancak bu yeterli değildir. Bu açıklamalar, AKP'nin, oligarşinin alevi halka yönevlik demagojilerinin, planlarının önüne kesemez. Birçok açıklamada vurgulandığı gibi, bunun bir "asimile etme" politikası, planı olduğu açıktır. Bunun karşısına iki şeyle çıkılabilir ancak; birincisi; alevilerin birleşik örgütlülüğüyle, ikincisi, alevilik inancının gerçek özüyle... Ne salt "açıklamalar", ne sadece "dini" temeldeki itirazlar, AKP'yi bu planı uygulamaktan, bu manevralarla alevi halkının, alevi örgütlülüklerinin içine sızmaya çalışmaktan vazgeçiremez.
AKP'nin aslında bir saldırı olan bu planları karşısında, Diyanet İşleri'nde Alevilere de bir "masa" ayrılmasını savunan, devletten "bütçe" isteyen aleviler bu politikalarını bir kez daha düşünmelidirler. Düşünün ki, bu düzenlemelerle "alevi İslam'ın din hizmetleri kamulaştırılacak." Düşünün ki, alevi dedeleri ve zakirler "devlet kadrosuna alınarak maaş bağlanacak".
Peki dedeler, zakirler ne yapacaklar bunun karşılığında? Sünni imamlar için bu hiçbir sorun yaratmamaktadır; çünkü onlar zaten devletle fikir ve zikir birliği içindedir. Peki aleviler öyle mi? Öyle mi olmalı? Aleviler, AKP'ye karşı politika belirlerken, öncelikle bunun da cevabını vermiş olacaklardır. AKP iktidarının manevralarına, demagojilerine meydan ve prim vermeyelim.
*
80 yıldır ne yapıyor bu düzen? Devenin yalnız boynu eğri değil!.. bakın cumhuriyetin tablosuna, 80 yıllık bir cumhuriyet, hala nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan Kürt sorununu, Alevi sorununu çözmemiş; hala çözüm paketleri hazırlamakla meşgul... Sunnilerin sorunlarını da çözmemiş. Engellinin, yetimin, dulun sorununu hiç çözmemiş... 80 yıldır ne yapıyor peki bu düzen?
Bir kınalı keklik; Reha Çamuroğlu
Reha Çamuroğlu, bir alevi. Daha önce alevilerle ilgili kitapları yayınlanmış biri. Alevilerin bu ülkede neler yaşadıklarını, düzenin alevi politikasını bilir. Ve bu yüzden, alevilere karşı kullanılmak üzere, AKP tarafından devşirilmişti zaten. Şimdi bir kınalı keklik gibi, Alevileri tuzağa düşürmek için rolünü oynuyor.
Reha Çamuroğlu'nun alevileri pazarlaması, satması karşılığında sünni AKP yönetiminden aldığı ilk ödül, AKP merkezinde makam odasıyla ödüllendirilmesi oldu.
Onun artık AKP Genel Merkezi'nde bir odası var. Bu odaya, Aleviliği pazarlama karargahı da denilebilir. Orada bundan böyle, Aleviliği nasıl düzen eentegre ederiz, nasıl sünnileştiririz diye planlar yapılacak.
Hacı Bektaş Veli Kültürünü Tanıtma Dernekleri Genel Başkanı Tekin Özdil, Çamuroğlu'nun alevileri temsil etmediğini belirterek onun evrimini şöyle özetliyor: "Çizgi kırılması yaşayan, önce solcu, sonra sağcı, sonra orta yolcu, daha sonra eski ülkü ocakları başkanı ile birlikte hareket eden, şimdi AKP'li ve ılımlı İslamcı olan biri"...
Bu kadar "kırılma" yaşayan birinden ihanetten, pazarlamacılıktan ve satıştan başka ne beklenebilir ki! İhtimaldir, yarın güç dengeleri değişirse, AKP en başta ihanet edeceklerin, en başta küfredeceklerin başında da yine Çamuroğlu gelecektir.
Dayatmayla halkın iradesini yokederek çözüm olur mu?
Kürt'e diyor ki, "hayır, sen Kürt değil Türksün". İzahını da yapıyor, sen karda yürürken "kart kurt" ses çıkardığın için sana böyle denilmiş. Sen "dağ Türkü"sün diyor.
Ve böyle deyip Kürt'e dayatıyor: "Vatandaş Türkçe konuş!"
Alevi'ye diyor ki, "Sen aslında müslüman değilsin. Senin inancın islam dışı"!
Alevi'ye diyor ki, cemevinde ibadet olmaz, cemevi ibadet yeri değil, ibadet için camiye gelmelisin.
Döneme, koşullara göre değişse de, politikanın esası şu; Kürt'ün, alevinin ne olup olmadığı, ne yapacağı, nasıl konuşacağı, nasıl ibadet edeceği hep düzen tarafından belirlenmeye çalışıldı.
Kürt'ün hangi dilde eğitim göreceğini, nasıl konuşacağını, hangi müziği dinleyeceğini belirleyen düzen, aleviye de neye inanacağını, nasıl ibadet edeceğini dayattı.
Dayatmayı kabul etmeyen Kürt, "bölücü", "hain" diye ezildi. Dayatmayı kabul etmeyen alevi, "sapkın", "kafir" diye yakıldı.
Ya Türk ve sünni olacaktın, ya bölücü ve kafir! Başka yolun, başka seçeneğin yoktu.
Bu ülkenin oligarşisi, eze eze, yaka yaka çözmeye(!) çalıştı sorunları.
Sorunun kaynağı, halkın iradesinin çiğnenmesidir. Daha doğrusu, halkın da bir iradesinin olduğunun tamamen yok sayılmasıdır. Bu iradenin uç verdiği her yerde, bu iradeyi ezmek, kırmak için zulme başvurulmasıdır. Ki bu zulüm, katliamlardan sürgünlere kadar uzanmıştır.
Onyıllardır Kürt halkının, Alevinin ne olup olmadığını, nasıl konuşması, nasıl yaşaması gerektiğini hep oligarşi ve emperyalizm belirlemeye çalıştı.
Kürt halkına hangi dilde konuşmak, nasıl yaşamak istiyorsun diye sorulmadı.
Aleviye nasıl ibadet etmek istiyorsun diye sorulmadı.
Şimdi kalkmış reformlardan bahsediyorlar.
Güya Kürtler'in sorunlarını öğrenmek için Diyarbakır'a gidiyor. Alevilerin sorunlarını öğrenmek için onlarla masaya oturacakmış. Şov. Bu sorunları bilmeyen mi var? Bilmemek, zaten başka bir ayıp ve suç.
AKP'nin, 5 yıldır AKP hükümetiyle görüşme talep eden alevi kurumlarının bu talepleri kabul edilmezken, cemevlerinin yasal ibadethane olması yönünde daha önce verilmiş yasa tekliflerini meclis gündemine bile almazken, birdenbire alevilerin talepleri konusunda "büyük" adımlar atmaya yönelmesi, hiç kuşkusuz tek başına şüphe vericidir.
Şüphelenmekte elbette sonuna kadar haklıyız. 84 yıllık inkarın muhasebesi yok; hesabı yok ortada. Özeleştirisi yok. Biz niye inanalım 84 yıldır Kürtler'in, alevilerin ve tüm halkın iradesini yok sayanlara? İrademizi tanıyacak mısınız? Reform demagojilerinden önce buna cevap verin!
Yürüyüş - Sayı: 133 - 2 Aralık 2007