Güler YILDIZ / Sansursuz.com
Geçmişimizle kurduğumuz bağ umutsuzluk üzerine ise ne yaparız? Ne olduğumuz, nereden geldiğimiz, neyi amaçladığımıza dair en küçük bilgiye ulaşmakta sorun yaşıyoruz, bu konuda yazılanları yeterli ve doğru bulmuyoruz, haliyle kendimize dönük elle tutulabilir bir hikayemiz yok!
İnsan psikolojisi, her türlü inanç motifi ile beslenir. İnanç krizi yaşadığımızda soracak sorumuz da kalmaz. Nesilden nesile aktarılan “umutsuzluk”, tahmin oyununa dönüşmek üzereydi ki, bir kitapla birlikte; derli toplu bilgi, yanlış anlaşılmaların tarihi ve gerekçesi ortaya çıkıverdi.
Yurt Kitap-Yayın tarafından, geçen haftalarda Hamza Aksüt imzalı, “Aleviler: Türkiye-İran-Irak-Suriye-Bulgaristan” adlı bir kitap yayınlandı. Hamza Aksüt bir araştırmacı. Araştırma konusu ise çok tartışılan Alevilik. Nereden geldiler, nerelerde konakladılar, adlarını nereden aldılar, inançları neydi, hangi etkilerle bugünkü hallerine büründüler vs. Kitabı önemli kılan başlıklardan birisi Alevilerin ilk yurtları. Öteden beri söylenen ve çeşitli tezlerle çürütülmeye çalışılan “Horosan'dan gelmeyiz” sözü doğru muydu? Aksüt'ün bir tespiti çok doğru: Alevilik kurumsal bir varlık olarak araştırıldığında hata yapma olasılığı artıyor; ancak dedelik- taliplik bağlamında ele alındığında doğru sonuçlara ulaşmak daha da kolaylaşıyor. Dede ocakları, talip toplulukları ve talip yerleşimleri yürütülecek bir araştırmada ana nirengi noktası olmalıymış esasında. Nitekim Aksüt, tüm diğer kaynak ve araştırmalara göre en farklı çalışmayı yapmış oluyor.
Hamza Aksüt çalışmalarını birkaç yıldan beridir sürdürüyor. Bölge bölge gezerek, yer yurt görerek, Osmanlı Tahrir Defterleri'nden aldığı yazılı bilginin izlerini sürerek...
Osmanlı Devleti, yeni aldığı bir bölgede kişi, hayvan ve toprak sayımı yapar ve bunlar için defter tutardı. Bu defterler daha çok 16. yüzyıla aittir. Tahrir, her sene yapılan bir işlem değil, düzensiz aralıklarla yapılan bir işlemdir.
Merkez arşivinde Kuyud-ı Kadime olarak da bilinen 2334 adet tahrir defteri var. Yerli yabancı tüm tarihçilerin ilgi gösterdiği bu defterler, doğru bildiğimiz yanlışları, yanlış bildiğimiz doğruları Tuna nehrinden Basra Körfezi'ne dek uzanan ve şimdi 30'dan fazla ülkenin sınırları kapsayan sahanın bilgilerini içeriyor.
Tahrir, kaydetme, kayıt ya da tescil, deftere geçme, kadastro anlamına geliyor. Şimdiki zamanda ise tahrir; soy, sop, köken bilgisini bulmaya, araştırmaya yarıyor. Tarihçilerin ilgisi de bu yüzden önemli.
Hamza Aksüt de tahrir defteriyle hasbıhal ederek, Türkiye'deki Alevi ocaklarını, taliplerinin yön haritalarını çıkardı diyebiliriz. Kitapta aydınlatıcı çok sayıda bilginin olması, şimdiye dek söylenmişleri de çürütüyor aslında.
Aleviler sandığımız gibi tek bir etnisteye sahip değil. Alevilik; Türk, Kürt, Arap, Rom ve Arnavut olmak üzere birçok etnisiteden oluşan bir inanç. Yalnızca Türkiye'de değil, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan, Bulgaristan, Yunanistan ve Arnavutluk'ta da Aleviler yaşamakta.
Demek ki Alevilik tek bir etnik yapıya ait inanç değil. Gittikleri yerde şekil almış olsalardı inançlarını da aynı kaygıyla değiştirmiş olacaklardı. Aleviliklerini koruyup, dillerini değiştirmeleri de sözkonusu olmayacaktı.
Hacı Bektaş Ocağı, Dede Garkın Ocağı, Baba Mansur Ocağı, Avuçan-Ağuçan Ocağı, Hasan Dede Ocağı ile konumu belli olmayan 15 ocak, Irak'taki, İran'daki Aleviler ve bağlı ocakları, Nusayriler, Abdallar, Romanlar da Hamza Aksüt'ün Osmanlı tahrir kayıtlarındaki tanımlama ve varlıklarıyla bu çalışmada yer alıyor.
Tüm medeniyetlerin, savaşların, bereketin, ölümün ve doğumun sembolize edildiği Mezopotamya, Alevilik için de başlangıç noktası. Anadolu'ya geldikçe dile düşen Horosan, Orta Asya'da bir kent evet, ama kestedilen Horosan İran'a bağlı deniyor. Ancak İran'ın da Horosan adlı bir kenti yok. Abdal Musa'nın bir deyişinde geçen “Horosan'ın Hoy” kenti , İran'ın Türkiye sınırına yakın, ancak bilinen Horosan değil. Irak'ta Horosan denilen bir bölge var; Horosanî anlamında Irakî de deniyor. İran, Irak ve Suriye'de Horosan denmezken, yalnızca Anadolu Aleviliğinde denmesi, Türk-İslam tezinin bir yanıdır diyebiliriz.
Bu araştırmalarla sonrasında Aleviliğin hem din hem de etnik yapı olarak adlandırmaktan da vazgeçileceğini düşünüyorum.
En azından şundan emin olabiliriz ki; kitabı okuyup, kendimizle ilgili bölümleri inceledikten sonra, nereden gelmişiz, kaç kişiymişiz, nerelerde konaklamışız bir muamma olmayacak. Hamza Aksüt gidebildiği yere kadar gitti; bundan sonrası artık ocak sahiplerinin ve taliplerinin işi olmalı. Emin değilsek, araştırırız ve inanç krizinin varlık krizine dönüşmesini engelleriz.
Şüphe, kesinlik kadar sıkı bir gerekçe olabilir hayatta...Kendimizi bulmanın önemi, buldurmuş gibi davrananların söylemlerinden daha kıymetli neticede.
Güler YILDIZ
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy29349 = 'guleryildiz' + '@';
addy29349 = addy29349 + 'gmail' + '.' + 'com';
var addy_text29349 = 'guleryildiz' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';
( '' );
29349 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
Sansursuz.com - 27.02.2009