Yüksel Işık
Alevi örgütlerinin ana aksının davet edilmediği Alevi Çalıştayları dizisi, üç günlük final Çalıştayı ile sona eriyor. İlk Çalıştay çağrılılarının mutabık kaldıkları talepler manzumesine ilişkin adım atılmamış olması bir yana, son Çalıştay’ın çağrılılarının önemli bölümünün Alevi kökenli olmaması da Çalıştay’ın seyri hakkında bilgi veriyor. O kadar ki, AKP’nin Aleviliği keşfetmesinin kapısını aralayan Reha Çamuroğlu bile, “Alevisiz Alevilik” niteliği taşıdığı için bu Çalıştaya katılmayacağına açıklamış bulunuyor.
Öncelikle AKP’nin Alevilik kavramı üzerinden resmi çalışmalar yapması bile başlı başına bir ilerleme olduğunu söylemek lazım. Zira, bırakalım Belediye Başkanı iken Cemevi’nin kapısına yıkım dozerlerini gönderdiği günleri, Başbakanlığının ilk etabında, Alevi talepleri dile getirildiğinde, “ama Alevilik bir din değil ki” şeklinde itiraz eden Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde Alevi taleplerini konu edinen Çalıştaylar yapılması küçümsenemez. Üstelik bu partide, Alevilik ile Satanistliği eş tutan milletvekilleri; “Cemevi’ne ibadethane dersem, suç işlemiş olurum” diyen bakanlar bulunuyor.
Hak teslimi ayrı; sorunun çözümü için benimsenen yöntemi eleştirmek ayrı şeylerdir. Sorunun sahiplerinin taleplerini dikkate almak yerine, “kendinden menkul” çözümler üretmek, ülkenin enerjisini boşa harcamak anlamına gelir. İlk Çalıştay sonucunda, Madımak Oteli'nin müze olması, Cemevleri’nin yasal statüye kavuşturulması, zorunlu din derslerinin kaldırılması, Alevi köylerine cami yapılma politikalarından vazgeçilmesi, başta Hacı Bektaş Dergâhı olmak üzere “ellerinden alınmış değerlerin” Alevilere iade edilmesi konusunda mutabık kalınmıştı. Hatta ABF Genel Başkanı Ali Balkız, söz konusu mutabakatı, kamuoyuna, “örgütlü Alevi gücünün başarısı” olarak duyurmuştu.
Şimdi ise bırakalım, “örgütlü güc”ü, Alevilik ile AKP’yi “tanıştıran” Çamuroğlu’nu bile dışarıda bırakan bir final Çalıştayı yapılıyor. Çalıştay öncesinde yapılan basın bilgilendirme toplantısındaysa Diyanet’te daire başkanlığı statüsünde bir Alevilik birimi kurulacağı açıklanmış bulunuyor. Bu nokta, “Alevi Açılımı”nın meşruiyetini yitirdiğinin itirafı anlamına da geliyor.
Henüz Alevilik üzerine çok sözün söylenmediği Aralık 2007’de, Radikal İki’de, “AKP Aleviliği keşfediyor” başlıklı yazımda, “herkesin inancına uygun ibadet ve ritüelleri yerine getirmesi ve(ya) inançsızların inançsızlıklarına ilişkin güvence sahibi olması, çoğunluğun dini inancından farklı inançların da nihayetinde bir inanç olduğunun kabulü laikliğin temelini oluşturuyor” ifadesini kullanmıştım. Gelinen noktada, Hükümet, ne yazık ki, evrensel laiklik ilkelerini eksen almak yerine, etrafından dolaşmayı tercih etmiş görünüyor.
Sorun, Alevileri Diyanet’in içine sığdırmakla sınırlı olsaydı; sonuç almak için bu kadar zahmete katlanılmazdı. Alevilerin talepleri çok açık. Bunu anlamak için kayıtsız şartsız Alevilerin söz sahibi olması lazım. Öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığı bu haliyle dururken, Türkiye’nin laikliğinin tuhaf bir şekle sahip olduğu tartışma götürmez. O halde, devleti dinden, dini devletten bağımsız hale getirmek ve devleti bütün inançlar için güvence haline dönüştürmek çok mu zor?
Bu çerçevede, kim nerede ibadet etmek istiyorsa orayı ibadethane kabul etmek; ibadethaneleri ve din adamlarını devletten bağımsızlaştıracak, Diyanet’i bir çeşit bağımsız kurul haline dönüştürebilecek; din derslerini zorunlu olmaktan çıkartacak ve elbette herkesin vicdanını kanattığı tartışmasız olan Madımak’ın müze haline dönüştürülmesini sağlayacak bir düzenleme yapılması çok da zor değil.
Alevi Çalıştayları sona ererken, gelinen nokta, Hükümetin durumunu, karanlık kömürlükte kaybettiği yüzüğü sokak ortasında aramaya kalkışan Hoca’nın durumuna benziyor.
www.isikyuksel.blogspot.com
(*) Bu yazı, aynı zamanda, 29 Ocak 2010 tarihli Haberturk Gazetesi’nin editoryal sayfasında yayınlanmıştır.
KAYNAK : Alevihaber.com - 29 Ocak 2010