Zeynep Karababa ikinci albümü “Gül Yüzlüm”ü çıkardı. Halk ozanı Mehmet Ali’nin kızı, Sıvas’ta yakılan Gülsün’ün ablası sanatçı, albümünün “baba” parçalardan oluştuğunu söylüyor. Bugünkü türküleri derinlikten yoksun, sosyal-siyasi duyarlılıktan uzak bulan Karababa’nın bir de tanımı var: “Alevi arabeski”!
Zeynep Karababa’nın ikinci albümü “Gül Yüzlüm” geçen ay Kalan Müzik’ten çıktı. Kız kardeşi Gülsün Sıvas’ta katledilen Karababa albümünü onun anısına adamış. İşte sanatçının türkülere, âşıklara ve bugüne ilişkin anlattıkları…
- İki albümünüz arasında yedi yıl var. Neden bu kadar bekleyiş?
Maalesef ekonomik koşullar ve “türkü” piyasasının getirmiş olduğu bazı engeller albüm yapmamı geciktirdi. Tanınmamış, popüler olmayan bir sanatçı olarak albüm yapma imkanınız çok kısıtlıdır. Ya kendi paranız olacak, ya sponsorlar veya direk kaset şirketi -ilk etapta ticari kazancını düşünerek- size yatırım yapacak.
- Halk ozanlık geleneğinin sizce günümezdeki anlamı nedir? Türküler sizin için ne ifade eder?
Ben, âşıklık geleneğini sürdürmüş halk ozanı Mehmet Ali Karababa’nın kızıyım. Babamdan ve diğer ozanlardan/âşıklardan iyi öğrendim ki: halk ozan/âşığı için türkü söylemek sırf teknik bir olgu değildir; türküler bir yaşam biçimidir. Size çok özel bir örnek vermek istiyorum. Babam , Mehmet Ali Karababa 2 Temmuz 1993 tarihinde Sıvas katliamında kaybettiğimiz kız kardeşim ve yeğenlerimizin yanı sıra diğer sanatçı ve ozan dostlarından sonra kalp krizi geçirdi ve bir dönem felç oldu. Etrafındaki insanları çoğu zaman tanıyamıyor; isimlerini hatırlayamıyordu, ama bağlamasını ve türküleri hiç unutmadı. Hiçbir şey hatırlamazken bağlamasını işaret ederdi. Sazını eline alır orta telden yanık ezgiler çalardı.
- Sizce içinde yaşadığımız dönem, ozanları, âşıkları kabullenebilir mi? Popüler kültür halk müziğini ne kadar taşıyabilir?
Halk ozanlık, âşıklık geleneği, bununla birlikte usta-çırak ilişkisi artık yavaş yavaş bitiyor gibi görünüyor. Çabuk ve acımasız tüketime dayanan kent koşullarında artık Anadolu ozanları/aşıkları, yetişmiyor. Kent koşullarında Alevilik ve Aleviler kendilerini yenilemedikleri ve okumadıkları müddetçe de bu değişmeyecek. Kent koşullarında “kent ozanları” yetişecek mi, acaba diye kendime bazen soruyorum. Bilmiyorum. Zaman gösterecek bunu.
- O zaman siz neye dayanıyorsunuz, biraz “ölü” tarihe, geçmişe sığınıyor olmuyor musunuz?
Benim etkilendiğim ve sığındığım kocaman, güzel bir gelenek, ölü bir kültür değil, sönmüş bir ateş değil. Ancak bugün artık, bütün derinlikten, edebiyattan, ağırbaşlılıktan, sosyal-siyasi duyarlılıktan yoksun bir “alevi arabeski” üretiliyor. “Alevi arabeskçileri” Alevi müziğini kullanıp, pek anlamsız şiirleri türkü kılıfına, formatına sokup ya salt kaderci aşkı bizlere anlatıyor ve böylece yüreğimizi “tüketiyor” ya da bizleri sırf eğlendiriyor. En üzücü durum ise, günümüzde artık türkünün ve genel olarak sanatın toplumsal bir eylemin vazgeçilmez öğesi olduğunu unutmamız…
- Herkesin derdi, güzel bir repertuar oluşturmaktır. Sizin repartuvarınız nasıl oluştu? Kimlerden faydalandınız?
Çok sesli müziğe kesinlikle karşı değilim. Bu çalışmayı oluştururken sade, doğal bir altyapı istedim. Ağırbaşlı “Baba” parçalara yer verdim. Alto ses rengine sahip olduğum için, repertuvar seçiminde pek sıkıntı çekmedim; Genc Abdal, Pir Sultan Abdal, Meluli, Âşık Hüseyin, Feyzullah Çınar, Sinası Koç, Kul Ahmet gibi ozan/âşıklardan faydalandım. Bu albümün özelliği Meluli’nin Latife eserini okumam. Bu eseri kadınlar pek okumazlar. Yalnız Meluli’nin Latife’si çok daha uzundur ve ancak gönül yoluyla sezilebilen ve Tanrısal âleme ilişkin olan ince anlamdır, işarettir. Bir gün bu eserin orijinalini de okumayı umuyorum.
- Albüme eklediğiniz sunuş yazısına baktığımızda isminin de özel bir yeri olduğu fark ediliyor. Gül Yüzlüm kimdir, kimlerdir?
Bu çalışmayı, 1993 Sivas katliamında 21 yıllık ömrüne kıyılan, gül yüzüne hasret kaldığım(ız) kardeşim, Gülsün Karababa’nın benimle yaşayan anısına adıyorum. Kardeşim sanatı, resmi, edebiyatı, felsefeyi.. çok severdi. Toplumsal gelişmelere duyarlıydı, haksızlıkları çekinmeden dile getirirdi. Birçok hedefi, özlemleri vardı ve önü açıktı. Yaşanmamış sevdasıyla o genç yaşta gitti. Bütün ömrümle sevgili kardesim… Diğer bir yandan Gül Yüzlüm herhangi bir insan’a, can’a söylenmez; gönlü temiz olanlara denir; nefsini öldürenlere değil, bilenlere denir; merhameti, saygısı, sevgisi olanlara denir ve elbette ki Kul Ahmet’in Gül Yüzlü Sultanım eserine dayanıyor.
A. Galip / CUMHURİYET DERGİ - ALEVİ HABER - 4 Nisan 2008