"Alevî açılımı"nın akıbeti

"Alevî açılımı"nın akıbeti (1)(...) Sahi cemevi “ibâdethâne” ise, İslâmda ibâdethanede resmin, çalgının...

"Alevî açılımı"nın akıbeti (1)

(...) Sahi cemevi “ibâdethâne” ise, İslâmda ibâdethanede resmin, çalgının ne işi var?...

Cevher İLHAN / Yeni Asya

Sonradan ismi “demokratik açılım” ya da “millî birlik projesi” olarak değiştirilse de demokratikleşmeye “Kürt açılımı”yla başlanıp özgürlüklerin etnik kimlik üzerinde temini teşebbüsü açmaza girdi.

Öylesine ki hükûmet artık, “açılım” için değil, sokaklara taşan ve son birkaç gün içinde sokak anarşiyle dört can alan ve en son Bulanık’taki olaylarla kana bulanan taşkınlıkları önlemek için “güvenlik zirvesi” topluyor. Her ne kadar kamuoyuna karşı “açılıma devam” mesajı verilse de, işin arka plânında hükûmetin saplanılan anafordan çıkmaya çalıştığı kulislerde konuşulmakta.

Oysa herkesi ve herkesimi içine alan, bütün vatandaşları kapsayan, hak ve hürriyetleri genişleten, demokratikleşmenin bir etnik kökenle, bir mezheple veya bir bölgeyle sınırlı kalması, daha baştan “açılımları” baltalamakta.

Ne var ki siyasî iktidar, demokrasiyi, temel hak ve hürriyetleri ırkî ve mezhebî ayırımlar üzerindeki yanlışa devam ediyor. Başbakan tarafından “görevlendirilen” Bakan’ın açıklamasıyla “Alevî açılımı”ndan sonra “Roman açılımı”da olacakmış…

Roman açılımı”nın ne olacağını bilmiyoruz; ancak “Alevî açılımı”da tıpkı “Kürt açılımı” gibi daha açılmadan kapanmakla yüzyüze kalmakta…

ALEVÎLİĞİ, İSLÂM’DAN AYIRMA SAPTIRMASI

Atatürk’ten sonra cemevini ziyaret eden ve semah seyreden ilk Cumhurbaşkanı” övgüsüyle Gül’ün son Tunceli ziyaretinde ortaya çıkan talepler ve “Alevî çalıştayı”nda koşulan şartlar, salt bir mezhebe mahsus “Alevî açılımı”nın akıbetinin de âdeta habercisi.

Alevîler adına” dile getirilen isteklerde, ne yazık ki Türkiye’de baştan beri Alevîliğin bir nev’î Müslümanlıktan ayrı bir mezhep ve hatta “din” olarak lanse edilmesi komplosu kuruluyor.

Peygamberimizin (asm) halefi, İslâm halifesi Hz. Ali’nin hakkaniyetine dayanan, Ehl-i Beyt muhabbetini esas alan ve bütünüyle İslâm’ın bir parçası olan Alevîliği Müslümanlığa “alternatif bir din” gibi gösterme saptırması garâbetine düşülüyor.

İslâmı Hıristiyanlığa mukayese ederek, İslâmın akaidî ya da amelî mezheplerinin çatıştığı havası veriliyor. Müslümanlara hizmetle yükümlü ve yetkili devletin anayasal kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde Alevî topluluğun da temsili talebi, bu anlama geliyor.

Bütün bunlar, İslâmın içinde Peygamberi, kitabı, akaidi, farzları, sünnetleri aynı olan Alevîliği, Müslümanlıktan farklı telkininin bir yansıması. Bundandır ki oyunun farkında olan akl-i selim sahibi Alevîler buna şiddetle itiraz ediyor.

Millî Eğitim Bakanlığı’nın son yıllarda eğitim müfredatında ve özellikle din kültürü ve ahlâk bilgisi müfredatında Alevîliğe geniş yer verdiği, önceki Millî Eğitim Bakanı’nın “Din dersleri kitaplarında Alevilik-Bektaşilik hakkında 42 sayfalık mâlûmat var” ifâdesine rağmen çarpıtmalar devam ediyor. Bu bakımdan özellikle “din derslerine Alevîliğin konulmadığı, haklarının çiğnendiği” iddiası, bir yanıltmadan ibâret.

Bu yanıltmayla, Şintoizm’den Budizme bir dizi bâtıl ve muharref dinin tanıtıldığı ders kitaplarında İslâm dinine dair yeterli muhtevada bilgi verilmemesi gözardı ediliyor. “Alevî inancı” sloganıyla, özünde, inanç ve ibâdette, İslâmın muhtevasında ve mânâsında olan Alevîlik, tam zıddına İslâm dışı ve hatta “karşıtı” gösterilmeye çalışılıyor…

CEMEVLERİ İBÂDETHANE OLAMAZ…

Sivas’taki mâlûm provokasyonlara sahne olan Madımak Oteli’nin “müze” yapılması gibi bazı mevzii isteklere ilâveten “Alevî açılımı”nda en fazla ileri sürülen konulardan biri, “cemevlerinin ibâdethâne olarak kabul edilip camilerin statüsüne kavuşturulması.” Cemevinin cami olduğu yakıştırması; Aleviliğin ve “Alevî açılımı”nın olmazsa olmazı” haline getirilmesi…

Oysa birer kültür merkezi olan cemevlerinin geçmişi yirmi yılı geçmiyor. “Cemevi”nin Aleviliğin kültür kodlamasında bulunmadığı, bizzat Alevî kökenli akademisyenlerce ifâde ediliyor. 1990’ların ortalarına kadar Türkiye’de “cemevi” yok. Alevîler, sohbet ve zikir için evlerde, muhtelif mekânlarda bir araya gelirlerdi.

Cemevi”ni Alevîlerin camisi” saymak, Alevîliğe iliştirilen bir hurâfenin ötesinde tam bir manipülasyon. Alevîliği Müslümanlıktan ayırma ve uzaklaştırma uydurmasına çanak tutmaktır. Sahi cemevi “ibâdethâne” ise, İslâmda ibâdethanede resmin, çalgının ne işi var?

Özetle “Alevî açılımı”yla, cemevlerinin camilere alternatif edilmesi, Alevîleri “dinî azınlık” gösterme oyunun bir parçası.

Görünen o ki tamamen folklorik hareketlerle temaların işlendiği cemevlerini, Alevîliğin “şartı” olarak tanımlayıp, ısrarla “Alevîlerin ibâdethanesi” olduğunda diretmek, bu “açılım”ı da peşinen başarısızlığa mahkûm etmekte…

Açılım” perdesinde Alevîliğin İslâmın dışında ayrı bir din gibi lansesine karşı uyanık olunmalı…

Yeni Asya - 19.12.2009

“Alevî açılımı”nın akıbeti (2)
 
Gerçek şu ki Alevilik İslâm’ın içinde yer alır, Müslümanlıktan ayrı bir mezhep ya da din değildir. Alevilerin ibâdethânesi de bütün Müslümanlar gibi camilerdir.

Bugünkü vaziyetiyle namaz kılmanın câiz olmadığı cemevlerinin ibâdethane olarak gösterilmesi, Aleviliğe olduğu kadar, İslâm’ın ibâdethane anlayışına da aykırı.

Sazlı-sözlü ritüellerle semahın yapıldığı, çalgıların çalındığı, İslâm fıkhına ve ibâdet esaslarına mugayir—güya—Hz Ali’yi tasvir eden resimlerden M. Kemal’in portresine kadar fotoğrafların duvarlarına asıldığı, kadın-erkek karışık-karma oturulan mekânlar, Müslümanların (Alevilerin) ibâdethanesi olamaz.

Zira bin dörtyüz senedir bütün Müslümanların tek bir ibâdethânesi var; ve o da mescitler ve camilerdir. Tıpkı Hıristiyanların mâbedinin kilise, Yahudilerin sinagogu gibi.

Esasen İslâm’da “ibâdet” kelimesinden zekât, oruç, hac gibi mâlî-bedenî ibâdetlerin yanı sıra öncelikle “namaz” anlaşılmakta; ve namazın kılındığı mekânlara da “mescid” ya da “cami” denilmekte. Mescidlerde, camilerde Kur’ân ve hadislerin okunması, İslâm’ı anlatan ve öğreten mev’izelerin dışında İlâhîlerin bile def, zil ve diğer çalgı âletleri eşliğinde seslendirilmesi uygun görülmemekte.

Bunun içindir ki devletin Alevî vatandaşların taleplerini karşılaması kadar tabiî bir şey olamaz. Kültürlerini yaşamalarında elbette kolaylıklar sağlanmalı. Elbette Alevî vatandaşların geleneklerini, göreneklerini sürdürmelerine maddî ve mânevî destek verilmeli.

Bu hususta Kültür Bakanlığı, bir kültür kuruluşu olan cemevlerine maddî yardımda bulunabilir; dedelere, zâkirlere maaş bağlayabilir…

DİYANET, “CEMEVİ - İBÂDETHÂNE” BASKISINA GELMEMELİ

Ancak, İslâm an’anesine ve esaslarına aykırı bir biçimde, cemevlerinin, Müslümanlığın bir cüz’ü olan Aleviliğin ibâdethanesi olarak tağyirine kimsenin hakkı yoktur…

Eğer cemevleri çalgı âletlerinden, resimlerden arındırılsa elbette her temiz yerde olduğu gibi burada da ibâdet edilebilir, namaz kılınabilir. Bu durumda cemevleri bir ibâdethane yani cami-mescit mânâsına bürünür.

Alevilere ait kültür evleri, vakıflar, dernekler elbette olur. Lâkin Müslümanlıkta mezheplere mahsus mescitler-camiler yalnız bir mezhebe ait olmadığından, cemevleri sadece “Alevilerin mescidi-camisi” gibi de düşünülemez.

Diyanetin bütün Müslümanların ortak ibâdet mekânı olan camiler statüsüne kabul edip, “din görevlisi” ataması için, evvela cemevlerinin mescit-cami haline getirilmesi gerekir. Aksi halde mevcut haliyle birer kültür merkezi mesâbesinde olan ve namaz kılmanın uygun olmadığı bu mekânların ibâdethane olarak vasıflandırılmasının imkânı yoktur.

Siyasî otoritenin Diyanet’i, cemevlerini ibâdet yeri olarak onaylama dayatması veya İslâmî kâidelere ve ibâdeti ifâ şartlarına uymayan haliyle “cami” olarak kabule zorlaması, telâfisi mümkün olmayan ciddî dinî inhiraflara, toplumsal tepkilere sebebiyet verir…

AKP iktidarında devletin resmî ideolojisi “Atatürkçülük” ile “ilke ve inkılâpları”, din eğitimi ve öğretimine pervâsızca sokuldu. “İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük” kitabından “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” kitabına kadar hemen hemen bütün kitapların ön ya da iç kapaklarına “Atatürk fotoğrafları” konulmasıyla yetinilmedi.

Din öğretimi, Atatürk’ün “söylevleri”yle dolu “okuma parçaları”yla öğretilmeye yeltenildi. Millî Eğitim Bakanları, AKP döneminde ilk ve orta öğretimde “Atatürkçülüğün, Atatürk öğretisinin yüzde 40 artmasıyla” övündüler…

ŞİMDİ DE “MEZHEBÎ TARTIŞMA VE ÇATIŞMA” MI?

Yine AKP iktidarında özellikle “Atatürkçülük” konusundaki “baskılar”a gelen Diyanet, “Atatürkçülüğün camilere sokulması”na öncülük etti. Diyanet İşleri Başkanı, dinî bir öğreti ve vecîbeymiş gibi, “Atatürk ilke ve inkılâpları camilerde öğretilecektir” dedi.

Diyanet’in taşraya gönderdiği ve “bir tek kelimesinin bile değiştirilmemesi” uyarısının yapıldığı Cuma hutbelerinde, millî bayram haftaları ve “ulusal günler” bahanesiyle, rejimi dinden tecrid programına oturtan ve nihayette “devrimler”le devletle dini temelden ayıran bir politikacı olan “Atatürk’e medhiyeler” dizildi. Diyanet, aracılığıyla dine, mâbede, din dışı cereyanlar, bid’atlar sokuldu.

Kur’ân, Sünnet ve icma ile farziyeti, tesettürün bir parçası ve dinî bir vecîbe olduğu belirtilen başörtüsü hakkındaki Din İşleri Yüksek Kurulu’nun fetva-kararlarına yeterince sahip çıkmayan Diyanet, hiç olmazsa bu konuda dayatmalara gelmemeli. İçine girdiği tutukluğu “cemevi tartışması”nda sergilememeli.

Cemevlerine dair görüşünün arkasında durmalı. Gerçek Aleviliğin İslâm olduğunu delilleriyle ortaya koymalı; camilerin-mescitlerin Alevilerin de ibâdethanesi olduğunu topluma anlatmalı. Tamamen dinî olan bu meseleyi nâehillere bırakmamalı.

Günübirlik konjonktürel kaygılarla değil, dinin nasları ve esaslarıyla talepleri değerlendirmeli. Yönetimlerin gündelik ve politik ranta dönük sathî ve siyasî mülâhazalarla kimi mahfillere ve bazı kesimlere şirin gözükme hesabına girişeceği yanlışlara tâviz vermemeli. Şu ya da bu grubun ideolojisi, çıkarı veya propagandası değil, İslâm’ın temel kaynaklarındaki hür ve semavî tesbitleri esas almalı.

Ve siyasî iktidar, “ açılış” uğruna Diyanet’i İslâm’ın rasih esaslarına aykırı fetvalara zorlamamalı. Yoksa netice, bu “açılım”ın da akametiyle kalmaz; tartışmaların arenasına, milletin tarihinde ve kültüründe rastlanmayan “etnik kimlik tartışması ve çatışması”na bir de “mezhebî mensubiyet tartışması ve çatışması” eklenir… Lütfen dikkat!

E-Posta:

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy10366 = 'cevher' + '@';

addy10366 = addy10366 + 'yeniasya' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';

var addy_text10366 = 'cevher' + '@' + 'yeniasya' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';

( '' );

10366 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->

Yeni Asya - 20.12.2009

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku