Ahretlik, Telli Horoz ve Hava Kesmesiyle Trakya Düğünü

Ahretlik, Telli Horoz ve Hava Kesmesiyle Trakya Düğünü Aytekin BulutTrakya, tam bir halklar mozaiğidir. Türkiye’nin Balkanlar’ıdır…...

Ahretlik, Telli Horoz ve Hava Kesmesiyle Trakya Düğünü

Aytekin Bulut

Trakya, tam bir halklar mozaiğidir. Türkiye’nin Balkanlar’ıdır… Türk, Pomak, Arnavut, Boşnak, Gacal, Kırbaçlı, Dağlı, Alevi, Sünni… Eskiden, Rum ve Yahudi de çokmuş. Özellikle 1934 Trakya Olayları’ndan sonra terk etmişler Trakya’yı. Şimdi yok denecek kadar az…

Her halkın kendine özgü bazı adet ve görenekleri olsa da, yıllardır bir arada yaşamak birçok konuda ortak bir kültür oluşturmuştur Trakya’da. Örneğin; Çiftetelli, İstanbul Kasabı, Eski Kasap, Kabadayı, Hanım Ayşe, Sülman Ağa, Bulgar Gaydası, Karşılama, Arzu İle Kamber gibi oyunlar, her köyde, her şehirde, her düğünde oynanır…

Düğünler davul-zurna veya ince çalgı ile olur. İki davul, iki zurnaya, “bir kat davul”, klarnet, keman, cümbüş ve darbukaya da “bir kat ince çalgı” denir. Yoksul aileler bir kat davul ya da bir kat ince çalgı tutarken, varlıklı ailelerde bu iki, üç, dört kata kadar çıkar… Düğünler baştan sona dayanışmadır Trakya’da. Köy ya da mahalle halkını düğüne davet eden kadına “tellal” bazı yerlerde de “okuyucu” derler. Tellal genellikle köyün dul kalmış, yardıma muhtaç kadınlarından seçilir. Tellal, elinde kına, kapı kapı dolaşıp herkese birer kaşık kına vererek köy halkını düğüne davet eder. Köy halkı da ona para, fasulye, un, mercimek, tarhana, toz şeker, elde ne varsa vererek, daveti kabul ettiğini belirtir. İlk dayanışma burada başlar…

Düğünler genellikle Cuma gününün gecesi başlar. Düğün evine boş gidilmez! Köylü kadınlardan kimi bir somun ekmeği, kimi bir sini böreği ya da oturtma tatlısını, kimi bir kilo toz şekeri, kimi de bir çömlek kuru fasulyeyi koltuğunun altına alır; düğün evinin yolunu tutar.

Dayanışma bununla kalmaz…

Cuma günü başlayıp Pazar günü akşamına kadar süren düğün boyunca, ayrı ayrı, gelin ve damada yapılan takılar, verilen hediyeler…

Gelin ve damadın babasına “ödül” adı altında yapılan para yardımları…

Yemek yapma, bulaşık yıkama, yufka açma evdeki sofra, çatal, kaşık, sini, yemek kabı, tencere -ne varsa- düğün evine götürme…

Gelen misafirlere hizmet etme, evinde yatırma… Yardımlar sürer gider.

Bu, sadece köylere ait bir gelenek değil, şehirlerde, mahallelerde de vardır bu dayanışma.

İçkisiz düğün olmasına olur ama…

Evet… Trakya’da içkisiz de düğün olur, ama çok az… Zaten içkisiz olacaksa, kulaktan kulağa dedikodu şeklinde yayılır bu, hafiften ayıplanarak; “Kııız, duydun mu?... Hacı Ahmet, düğünde içki vermeycekmiş!...”

İçki sofraları düğünün ikinci günü kurulur, Pazar akşamı düğün bitinceye kadar devam eder. Köy veya mahalle halkı, dışardan gelen misafirler, damadın arkadaşları otururlar sofraya. Bir kat davul ya da ince çalgı, sofradakilere çalar sadece. Yer, içer, eğlenirler…

Tabii, sofranın zenginliği de, misafirlerin çokluğu da, çalgıların kaç kat olduğu da, düğün sahibinin durumuna bağlıdır. Böyle günlerde “Ağanın eli tutulmaz” der, Trakya halkı.

Düğün süresince yerine getirilen eğlenceli adetler de vardır.

Düğünün son gecesi, geç saatlere kadar eğlenen gençler, sabah namazı okununca toplanıp çalgılarla birlikte çala-oynaya kız evinin kapısına dayanırlar. Gelinin babası; sarılmış-sarmalanmış, gelin teliyle süslenmiş pişmiş horozu, sini içinde, yanında bir şişe büyük rakıyla birlikte gençlere verir. Bunun adı “telli horoz”dur. Gençler, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, horozu yer, rakıyı içer ve eve yollanırlar…

Düğünün dağılması çalgıcıları sevindirir

Genç kızlar, çok samimi oldukları arkadaşlarını kendilerine “ahretlik” tutarlar. Ahretler, düğünde, şimşir ağacının dalını bir saksıya dikerler. Dalı, kenarları oyalı krep ve gelin teliyle süsler, üzerine ayna, krem, mendil, yüzük, toka gibi hediyeler asarlar. Saksıyı, içi kabuklu fıstık ve peynir şekeri dolu bir sininin içine koyarlar.

Bunun adı, “ahretlik çiçeği”dir. Gelinin arkadaşları, çala-söyleye-oynaya, ahretlerin evlerini tek tek dolaşarak, ahretlik çiçeklerini toplar ve geline götürürler.

Düğünün son günü, atına güvenenler, atın sırtına binip çıkarlar ortaya... Çoluk çocuk tüm halk toplanır. Davul zurna “koşu havası” çalarak, havayı iyice coşturur. Yarışı kazananın hediyesi, gelin yastığıdır. Gelin yastığı, göz nuru dökerek, iğne ucuyla, ilmek ilmek, renk renk işlenmiştir. Değerlidir yani…

Genç erkekler oyunlarını, genellikle arkadaş grupları oluşturarak oynarlar. Grup ortaya çıkar ve gruptan biri oynamak istediği havayı (oyun havası, oyun müziği) çalgıcılara söyler ve oynamaya başlarlar… Oyunun süresini, havayı söyleyen kişi belirler. Eğer, grup içinden ya da kenarda bekleyen bir genç, bir işaretle çalgıcıları durdurur ve yeni bir hava çalmasını isterse, bunun adı “havayı kesme”dir ve kavga nedenidir. İşte o zaman çıngar çıkar… Ortalık karışır… Sopalar, kalaslar, bıçaklar havalarda uçuşur… Kavga, büyükler tarafından önlenemez, büyürse; düğün dağılır gider… Buna en çok, çalgıcılar sevinir!...

Hava kesmeler bile unutuluyor

Roman çalgıcılar, düğünlerin gerçek emekçileridir. Üç gün boyunca, hiç durmadan nefes tüketirler. Düğün bittiğinde halsiz düşerler…

Hasan Özmen ve Nemci Özmen, iki kardeş… 50 yılı aşkındır zurna çalıyorlar. Trakya’nın birçok köyünde düğün çalmışlar. Pomak olsun, Boşnak olsun, Gacal olsun, Alevi olsun; her köye gitmişler. Trakya’nın her yerinde “kına havası” olarak, “Kırmızı Gülün Alı Var” şarkısını çaldıklarını söylüyor ustalar.

Bizim için en mutlu an, gelinin kız evinden alınıp erkek evine getirilmesi ve gelinin kaptırılmasıdır. Gelin halayı başlamadan önce, düğün sahibi bize üçer-beşer metre basma verir, bu basmaları boynumuza bağlar, öyle çalarız halay havasını. Düğün sağ-salim bitmiş demektir artık” diyor Hasan Usta…

Roman çalgıcıları en çok üzen hor görülmeleri oluyormuş… “Bizim en çok aradığımız şey, hakarete uğramamak… İnsanlar bize iyi davrandığı, bize değer verdiği zaman, zevkle çalıyoruz. Yaptığımız işten zevk alıyoruz” diye anlatıyor duygularını Nemci Usta.

Ustaların anlattıklarına göre, yıllar önce davul olsun ince çalgı olsun, gittikleri düğünlerde daha çok erkeklere çalarlarmış. Kadın ve kızlar, kendileri çalıp söylerlermiş. Kızların elinde darbuka, darbuka yoksa bir sini ya da teneke, hem söyleyip hem ritim tutar, arkadaşlarını oynatırlarmış…

Hasan Usta, en masraflı düğünü Alevilerin yaptığını; etin de, yemeğin de, rakının da, şarabın da bol olduğunu söyleyerek, “İçebildiğin kadar içki, yiyebildiğin kadar yemek” diyor… Ayrıca, kavga gürültü de olmazmış, Alevi düğünlerinde.

Bu anlattıklarımız bugün, çok az yerde yaşanıyor. Üretim ilişkilerinin değişmesiyle birlikte, davul-zurna ve ince çalgı yerine dijital orgun çalındığı, dansla başlayıp Roman havalarıyla süren, dayanışmanın -o da ileride geri geleceği düşünülen- para ya da küçük altınla sınırlandığı, telli horozların, ahretliklerin, telli keşkeklerin, hatta “hava kesme”lerin bile unutulduğu, saat 20.00’de başlayıp 12.00’de biten düğünler…

Hangisi daha güzel, varın siz karar verin!...

EVRENSEL HAYAT - 10/08/2008

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku