Ağbaba'nın Çocukları

Ağbaba'nın Çocukları Erdal Kılıçkaya / Fransa(...) Ağbaba Dağı'nın dibinde Zıni Gediği çukurunda kurşuna dizerek öldürürler....

Ağbaba'nın Çocukları

Erdal Kılıçkaya / Fransa

(...) Ağbaba Dağı'nın dibinde Zıni Gediği çukurunda kurşuna dizerek öldürürler. Ne mahkeme, ne sorgu, ne de acıma. 100 kişi makinalı tüfeklerle taranarak katledilirler....

12 Eylül 1980 tarihi hepimizin yaşamında onarılması çok güç hasarlara yol açtı.

Karabasan gibi üzerimize çöken 12 Eylül'ün üzerinden 30 yıl geçti ve ben 18 Eylül sabahı, erkenden terk etmek zorunda kaldığımız Erzincan'a otuz yıl sonra yeniden döndüm.

Benim için çok önemli bir durumdu. Hem olağan olan şey niye yazılıp konuşulsun ve anlatılsın ki?

Yıllar önce kaybettiğim Ağabeyim, Babam ve çoğu akrabamın ardından, adeta nutkum tutulmuş olarak kişisel anılarımın yanı sıra, bölgedeki tarihi izlerin peşisıra gidiyordum. Belkide bu bir hesaplaşmaydı. Yaşadığımız bu zorunlu göç halini daha önceden de yaşamamış miydi atalarımız?

İşte bu izlerin peşine düşerken yolumuz tabi ki Erzincan'ın Kılıçkaya Köyü'ne düştü.

Kılıçkaya Köyü eski bir Ermeni beldesiymiş.

Munzur Dagları'nın Kuzeyinde Kılıçkaya dağı vardır. Hemen eteğine kurulmuş olan Kılıçkaya köyü Erzincan ovasına bakar. Rus işgali ve Ermenilerin Erzincan'ı terk etmesine tanıklık eden bölge halkı, acıyı bal eyler.

37-38'de Dersim'e yapılan harekatlarda Kılıçkaya Köyü'ne geçici bir karakol kurulur. Kılıçkaya Köyü'nün Galolar Mezrasına kurulan seyyar fırınla, farklı yerlerde kurulan Harekat Komutalarına ekmek gönderilir.

Kılıçkaya'ya kurulan Harekat Komutanlığı, bölgenin asayişini ve askerin ekmek ihtiyacını karşılarken, Kılıçkayalılarla da özel olarak ilgilenir.

« Dağda devrilen kamyona yardım edeceksiniz » diye evinden, tarlasından, okulundan alınan Kılıçkaya'dan (eski adı Surbahan) 16, Galolardan 2, Magaçur, Brastik, Balibey, Kismikör köylerinden toplanan 100’e yakın kişiyi, bir ahırda toplarlar. Ardından Ağbaba Dağı'nın dibinde Zıni Gediği çukurunda kurşuna dizerek öldürürler. Ne mahkeme, ne sorgu, ne de acıma. 100 kişi makinalı tüfeklerle taranarak katledilirler.

Sırtında siyah, lacivert çizgili bir takım elbise ile, o hafta sonu köye gelen Hüseyin Gökdemir, Ziraat Okulu öğrencisi ve yaşı daha 17'dir. Malesef o da öldürülenler arasındadır.

Ağbaba'nın eteklerine saklananlar olayı görürler. Askerler yaralı olanları da bu esnada öldürürler. Cesetlerin ceplerini boşaltır, üst üste yığar ve öylece bırakıp giderler. Çevrede saklananlar uzun süre cesetlere yaklaşamazlar. Askerler çekildikten sonra cesetlere ulaşanlar, ölülerin üzerlerindeki giysileri alırlar.

Hüseyin Fırat yıllar sonra o siyah, lacivert çizgili ceketi birisinin sırtında görür ve hemen tanır. Ceketin arkasında, orta yerinde büyük bir yama vardır. O yama, 17 yaşında katledilen Hüseyin Gökdemir'in arkadan aldığı kurşun deliğini kapamak için işlenmiştir.

Molladiler köyü ateşe verilir. Kaçarak canını kurtaran 8-10 hane askere teslim olmak ister. Ellerinde beyaz bayraklarla askere doğru ilerleyen erkeklerin üzerine ateş edilir ve hepsi katledilir.

Geride kalan kadın ve çocuklar Kılıçkaya'nın üzerinde bir çukura götürülür, asker mevzilenir. Tam askerler ateş etmeye hazırlanırken bir atlı gelir, birşeyler söyler. Askerlerin bazıları ağlarken, atlı süvari gelince sevinirler. Gelen haber vur emrinin durdurulması ile ilgilidir.

Daha sonra aynı grup Erzincan merkeze götürülür. Orada bazı kız, oğlan çocukları ailelerinden alınır. Ertesi gün saçları sıfıra vurulmuş bir şekilde getirilip, karşıdan, uzaktan ailelerine gösterilip geri gönderilirler. Bu, çocukların ailelerini son görüşleri olur.

1938 yazında, öldürülenlerin cesetleri Zıni Gediği'nde kurda, kuşa, yılanlara yem olur. Zıni Gedigi'nde ki "toplu mezara" geçen yıl köylüler ulaşırlar. Orada, 1938'den beri 100 ölüye ait ceset -kefensiz ve taşsız- yatmaktadır. Kurban yakınları, 1938'de kefensiz giden yakınlarına 72 yıl sonra sessizce veda edebilirler.

1930-32 arası Erzincan'da Valilik yapan Ali Kemali « Erzincan Tarihi, Coğrafi, İçtimai, Etnografi, idari, ihsali tetkikat tecrubesi » adlı bir kitap yazar. Vali Ali Kemali'nin kayıt altına aldığı Erzincan'ın ileri gelen Alevileri daha sonra birer birer katledilir.

Zıni Gediği'nde kurşuna dizilenlerin ardından, geride kalanlar ise çoluk-çocuk, yaşlı-genç, kadın-erkek ayrımı yapılmaksızın yük vagonlarına doldurulup sürgüne gönderilirler. Giderken ellerinde son kalanlar da yagmalanır. Tirenleri yollarda taşlanır.

Zıni Gediği'nde katledilen Kismikörlü Nuri'nin 13 yaşındaki oğlu Seyit, bu tren yolculuğu sırasında kan kusar ve ölür. Cenazesi Afyon Karahisar'da trenden indirilir ve ölüsü orada bırakılır.

Gittikleri yerlerde yabaniler, insan yiyenler olarak karşılanırlar. Onlarca kişi köy odalarında kalırlar. Herşeylerini geride bırakmak zorunda kalan bu insanlar için, aş, iş mücadelesi başlar. Dedem Nuri Kılıçkaya'da sürgüne gönderilenler arasındadır. Çanakkale ili, Yenice ilçesi, Akçakoyun köyüne gönderilir.

Hiç bilmedikleri bir coğrafya, tanımadıkları insanlarla birlikte yaşamaya çalışırlar. Ama onların aklında hep ata toprakları vardır. Mecburi olarak terk etmek zorunda bırakıldıkları topraklara 1947'de çıkan aftan sonra dönebilirler.

Bir kez daha herşeye sıfırdan başlarlar. Adları çıkmıştır birkere. Artık Küçük Dersim'dir buraların ismi.

12 Eylül'e kadar Kılıçkaya Köyü 2 şehit daha verir. İstanbul, Işık Mühendislikte okuyan Ayhan Gökdemir, 1977'de 4 Ülkücü Faşist tarafından okul tuvaletinde kıstırılarak öldürülür. Ayhan'ın Babası 1921 doğumlu Haydar Gökdemir son Kılıçkaya Köyü ziyaretinde bizlere «Zıni Gediği'nde Babamı ve 2 Amcamı ketlettiler. Yetmiyormuş gibi benden bir de oğlumu aldılar. Bütün bunları Alevi olduğumuz için başımıza getirdiler » diyordu.

Bu arada Kılıçdaroğlu'da « Devrim koşulları içinde böyle şeyleri olağan karşılamak lazım..» diyordu (19 Ağustos-Star).

Babasını, 2 amcasını ve oğlunu kaybeden, Kılıçkaya köyü sakini Haydar Gökdemir'e Kılıçdaroğlu'nun bundan başka söylemesi gereken şeyler olmalı. Tabi sadece Kılıçdaroğlu'nun değil. Devlet de 1938 yılından bugüne kadar Alevilere yönelik yaşananların yanlış ve utanç verici olduğunu artık kabul etmeli, özür dilemeli.

Bizim cenahımızda ise; 1938'den beri Zıni Gediği'nde kefensiz ve taşsız yatmakta olan 100 kişi için anıt mezar yapmakta boynumuzun borcu olmalı.

Hertarafında akan serin suların olduğu, insanların birbirine dostça sarıldığı, envayçesit çiçeğin içersinde çocukların koştuğu Uzunçayır’da bir yayla şenliği yapmak hayalimiz olmalı.

Bu şenlikte Rakılar, Şaraplar içilmeli, ateşler yakılmalı akşam, türküler söylenmeli.

Kılıçkaya köyünün belgeselini çekmekte görevimiz olmalı.

Oldu olacak, ağıtlarımızı ve umutlarımızı güneşin ilk düştüğü, Ağbaba'ya doğru haykırmakta vazgeçilmezimiz olsun.

Sözlerimizi Ahmed Arif ‘in ‘33 Kurşun’ şiirinin dizeleri ile bitirelim:

“Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...”

Not: Konu ile ilgili videoyu aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz :

38'de Zıni Gediği'nde neler oldu?

13.12.2010 - Strasbourg

— Bu Makale Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun (AABK) Aylık Yayın Organı Alevilerin Sesi Dergisi’nin 144. Sayısında Yayınlanmıştır —

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku