Kurumsallaşma ve Cesaret !
Metin ÇELİK / ABF Kongre Delegesi
Alevi Bektaşi Federasyonu, son yirmi yılda bireysel hassasiyetleri örgütleyerek yerel ve merkezi düzeyde oluşan dernekleri bünyesinde toparlayarak esnek federatif bir örgütlenmeye yöneldi. Bu adım, bizlere ağır bir sorumluluk yüklese de, önemli ve tarihsel bir adım olmuştur.
Bu ağır ve önemli adımın iki önemli sonucu olacak. Bunlardan biri, Alevi hareketi ya kentleşmeyle beraber evirildiği heterojen yapısını kendi bünyesinde demokratik kaideleri işleterek kurumsallaştıracak ya da çoğulcu (heterojen) geleneklerden uzak, Türkiye’nin tek tip Sosyal-siyasal kültürüne denk bir yapıya gelme riski olacaktır. Bu riskin iki temel etkileyeni vardır. Bunlardan biri harekete dışardan gelecek müdahale, diğeri ise alışagelen yerleşik egemen sosyal-siyasal kültüre benzeme riskidir. Bu iki ana unsur arasında gidip-gelen ABF’nin uzun erimli kararlı bir görüntü vermemesinin temel nedeni, Özelde Alevilerin Özgün taleplerinde ve genelde ise Türkiye’nin temel meselelerinde Türkiye’nin Irkçı-Milliyetçi ağır sosyal-siyasal atmosferinde kalarak ürkek davranmasıdır.
Bende oluşan bu kanaat ABF’nin 30.05.2010 tarihinde Ankara’da gerçekleştirdiği 5. Olağan kongre de ortaya çıkan kimi değerlendirmeler ve kimi tutum alışlardır. Kongre de Ali BALKIZ ve Selahattin ÖZEL’in Başkanlığında iki liste yarıştı. Bu yarışta Ali BALKIZ’ın listesi öne çıktı.
Bu kongrenin, Demokratik Alevi Hareketine, ufuk genişliği, kalite ve heyecan getirmesini beklerdim. Bu beklentim-kimi kaygılarıma rağmen-uzun zamandır kurumsal bazda görev içinde olmayan sayın Selahattin ÖZEL’in, bu uzun zaman aralığında biriktirdikleriyle kongreye getireceği muhtemel heyecandı. Ayrıca bu beklentim, bu adaylık yarışının kongrede fikri ve proje bazında kimi yeniliklere vesile olmasına dayanıyordu.
Ancak üzülerek belirtmeliyim ki, iki adayın Alevilere sunduğu perspektif genel anlamda AKP karşıtlığı üzerine şekillenen ve CHP’nin sınır boylarında kalan dar siyasal alan olmuştur. Ali BALKIZ’ın, örgüt içinde hiç tartışılmayan, ancak “Aleviler bu Anayasa değişikliğine olumlu oy vermeyecek” şeklindeki yaklaşımı, hangi örgütsel disiplin içinde söylenmiştir ve buradaki sebep neye tekabül eder, halen anlamış değilim. Ancak örgütün rasyonel olmayan, ancak ani bir tepki gibi gelen bu yaklaşıma karşı edilgen bir tutum içinde davranması, kongrenin örtülü bir şekilde ağır dış müdahalelere açık bir atmosferde gerçekleşmiş olmasıdır. Bu atmosfer kongreyi, Türkiye’nin dönüşümüne katkı sunacak, sosyal-siyasal hayatına dair daha kapsamlı projelerin tartışıldığı alan olmaktan çıkarmış, ürkek ve sıradan bir “şahıslar” yarışına dönüştürmüştür. Ne yazık ki, örgütte bunu sessiz –sedasız geçiştirmiştir. Bu tarz yaklaşımlar örgütü, demokratik işleyişe katkı sunmayan, örgüt içi ilişkide ortak aklın ortaya çıkmasına imkan vermeyen pasif bir noktaya getirmiştir.
Keza yine Selahattin ÖZEL’in Alevi hareketinin sosyal-siyasal alanını daraltan konuşması son derece düşündürücüydü. Konuşmasının genel havasında, Alevi hareketinin sadece inanç tarafını öne çıkarması ve sonrasında ”Alevi örgütlerinin” bundan böyle kendi logosuyla sosyal-siyasal çabaların içinde olmaması gerektiğini ve ABF’nin geçmişte yaptığı mitinglerde dost ve kardeş örgütler ile görünmesinin “inancımıza“ yararı olmayacağı şeklindeki yaklaşımı, Alevi hareketinin yarını ile ilgili ciddi ideolojik sapmanın acılı tezahürü gibi görünmekle beraber, Cem Vakfı'nın yaklaşımına denk gelmesi de düşündürücüydü. Yoksa “Alevilerin” geri yanına utangaç bir şekilde verdiği örtülü mesaj mıydı bilinmez, ancak bana çok manidar geldi. Stratejik önemde aldığım bu fahiş hatanın yanında, Selahattin ÖZEL’in belagat ve nükte zenginliği kongrede kimileri için eğlendirici oldu, ancak yukarıda anlatmaya çalıştığım “örtülü ve utangaç” mesaj, keza gelecekle ilgili hiçbir bir iddia taşımayan konuşması, kongre salonunda yeterice güven ve ciddiyet için de karşılanmadı. Bu bağlamda kimi kaygılarıma rağmen, Ali BALKIZ’ın son iki yılda ABF pratiğinde ortaya koyduğu samimi ve güvenilir “dava adamı” profili kongre salonunda onay aldı.
Genel kurul delegasyonu olmayan, Ancak dışardan planlandığı ve yönlendirildiği her yönüyle aşikar olan bizce ‘malum’ birkaç kişinin “istiklal marşı” neden okunmadı, feryadı (!) genel kurul havasını biraz gerse ve bizleri üzse de, Genel Kurul oldukça heyecanlı ve demokratik muhtevası ağır bir havada geçti. Ancak bu provokatif müdahale, kongre salonunda ve dışında kimi savrulmalara ve dedikodulara malzeme olduysa da, bu telaş kısa bir sürede normale döndü.
Genel Kurula Hazırlık ve Genel Kurul dahilinde ortaya çıkan noksanlıklara baktığımızda ABF’nin büyümeye ihtiyacı olduğu, ancak kurumsallaşmadan bunları gerçekleştirmenin de mümkün olmadığı yönündedir.
Çünki kongre salonu, dernek faaliyetleri hacminde düşünülmüş, acele ve telaşla yapılan ve hiçbir önlemin alınmadığı “kaderimizde varsa görürüz” anlayışına dayalı “tevekkül” kültürünün acıklı bir örneğiydi. 8-9 Kasım Ankara ve İstanbul mitingleri, Alevi hareketini iç alanından, dış alana sarkıtan önemli çalışmalardı. Bu çalışmaların ortaya koyduğu ilgi ve alaka ağırlığında bir planlamayla kongre hazırlığı yapılmalı ve iki güne yayılmalıydı.
Kongre öncesi Demokratik iradenin şekillenmesi için, delegasyonla yapılacak bir ön toplantı, tarafların dinlenmesine fırsat vereceği gibi, tercihlerin baskı altında değil, çıkan değerlendirmelerin ışığında şekillenmesine katkı sunacaktı, ancak bundan kaçınıldığı görülmüştür. Dileğimiz ilerde yapılacak bu tür çalışmalar, yaşanan bu eksikliklerin giderilmesine vesile olur.
Bu eksikliklerin asgariye çekilmesi, kurumsal disiplinle ilgilidir. Kurumsallaşmanın kendi iç disiplinleri vardır. Bu iç disiplinler örgütün büyümesi ve güçlenmesi ile olur, onun da asgari koşulu örgüt içi diyalog, güven ve demokratik işleyiştir. Bunun dışındaki tüm unsular örgütün hareket kabiliyetini, dışardan gelecek müdahalelere karşı “antikor” görevi oluşturacaktır. Bu sebeple, Alevi Hareketini daimi kılmak için ; 1- Fikri Manada Sosyal-Siyasal Tutum, Hangi normlar üzerinde gelişecek, 2- Örgütsel Bütünlük nasıl sağlanacak, 3- Ortak bir dil oluşturmada hangi sosyal-siyasal egzersizlere ihtiyaç duyulacak, 4- İş Bölümü ve ihtisaslaşma önemsenecek mi, 5- Mali Yapı güçlendirilmeden kalıcı olmak mümkün mü ?
Tüm bu soruların cevabı, Türkiye’yi ve Dünyayı nasıl okuyacağımızla ilgilidir. Temel yaklaşım şu olacak mı? Türkiye’nin kaygan, tuzak dolu sosyal-siyasal kültürünü mü baz alacağız, yoksa Uluslar arası alanda insanlığın ortak ideallerine dönüşmüş, hiçbir devletin burun kıvırmayacağı insan odaklı, sosyal-siyasal taleplerin hukuk güvencesinde anlam bulan, idarenin başında bulunan bürokratların meshepci - tarikatcı geleneklerden ari, “içtihat” haline gelmiş yönetim tekniklerini mi önemseyeceğiz. Bu bağlamda 8 Kasım 2008 Ankara Mitingi ile formüle edilen “EŞİT YURTTAŞLIK” şiarı, Türkiye’nin tüm sosyal-siyasal çevrelerini heyecanlandıran, Alkışı hak eden bir talepti. Bu talebin özeti “Yöneticilerin Kültürel Hüviyetine Göre davranmayan” ve yine “Birbirlerini kendi kutsal kitaplarının pasajlarından okumayan” çağdaş-demokrat yurttaşların acılı çığlığıydı, bu çığlık çoğalarak devam edecek mi? Bu stratejik hat’ta yürümeye devamı edecek miyiz? Temel soru bu.
KAYNAK : Alevihaber.com - 5 Haziran 2010