GERİCİLER YÜKSEK YARGININ MEZHEBİNE KAFAYI TAKTI!
Zaman Gazetesi yazarı Ali ÜNAL "Sünnîler, Alevîler ve Dersim" başlıklı bugünkü köşe yazısında "Ve bugün, bilhassa yüksek yargıda vicdanları kanatan kararları verenlerin de pek çoğu, Alevî yargıçlar olsa gerek" diyerek yeni bir skandala imza attı.
Hatırlanacağı gibi kısa bir süre önce Sabah Gazetesi yazarı Emre Aköz "Nüfusun yüzde 15'ini oluşturan bir mezhep üyelerinin, yüksek yargıdaki koltukların diyelim ki yüzde 50'sine oturmaları normal mi?" diyerek yüksek yargı mensuplarını hedef almış ve mezhep ayrımcılığı yapmıştı. Hakim ve yargıçların mezhebine takılan cemaat medyası, Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesini elindeki medya gücüyle sindirmeye çalışıyor. Uzun bir süreden beri Yüksek yargıya ve mensuplarına savaş ilan eden gericiler "Ilımlı İslam" projesi önünde engel olarak gördükleri tüm kesimlere saldırıyorlar. "Bir asırdır bu ülkedeki her türlü zulmün en büyük mağduru da Sünnî Müslüman çoğunluk olmuştur" diyen Zaman Gazetesi yazarı Ünal'ın inanılmaz yazısı:
Sünnîler, Alevîler ve Dersim
Ali ÜNAL / Zaman
Peygamber Efendimiz (sas), kendisine Risalet görevi verilmeden önce Mekke'de zulme ve zalimlere karşı mazlumları korumak için kurulan Hılfü'l-Fudul'e katılmış ve Risaleti döneminde bile, "Benzer bir anlaşma yeniden yapılsa yine girerim" buyurmuşlardı. Adalet, İslâm'ın 4 ana rüknünden biridir ve Kur'an, Müslümanlara bütün mazlumlar için gerekirse savaşmaları emrini verir (4, 75). Bir masumun hakkını bin cani yüzünden bile feda etmez. İslâm böyle buyurur; İslâm'ın şuurundaki gerçek Müslüman rehberler, meseleye böyle bakmışlardır. Evet:
"Dersim faciası ki, Büyük Doğu Mecmuası'nın 17. sayısında "Doğu Faciası" başlığı altında yazılanlar, dünyada emsali vuku' bulmamış öyle bir zındıklık, münafıklık ve vatan ve millete hadsiz bir düşmanlık olduğunu kat'i ispat ediyor.
"Rivayetlerde, âhir zamanın dehşetli şahısları için bir cani yüzünden yüz köyü harap eder, bir asi yüzünden binler masumu mahv eder diye ifade edilmiş. İşte, 1937'deki Dersim faciasında binler masumların, ihtiyar kadınların hem öldürülüp hem ateşlere atılması, bir isyan tevehhümü ve ihtimali yüzünden yaktırılması, o rivayetleri kat'i hakikat olarak bizi suçlayanların gözlerine sokuyor."
Bu sözleri söyleyenler, 1948'de Afyon'da tutuklu olarak yargılanan bir kısım Risale-i Nur talebeleridir.
"En aşağı 50.000 Müslüman'ın kanını ve canını ihtiva etmesi bakımından ... kalın hatlarıyla bir harita gibi çizdiğimiz bu facianın tarihte bir benzeri gösterilemez. Babalarını arayan ve yanına gitmek istediklerini söyleyen iki mâsum çocuğun Hozat Kaymakamı tarafından süngületilerek babalarının yanına gönderilmesi... Kendisinin öğretmen ve köy halkıyla alâkasız bir şahıs olduğunu iddia ederek alevler içinden fırlamak isteyen bir gencin, kalasla itilip alevler içine atılması ve karşısında sigara içilmesi... Buğday sapları üstünde yakılan, daha evvel kurşunlanmış bütün bir köy halkı... Mazgirt Tersemek nahiyesinin halkı doğranmakta. Merhamet sahiplerinden biri, 1 ile 10 yaş arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır. Vaziyet birden haber alınıyor. Çocukların öldürülmeleri emri veriliyor. Fakat bu emri yerine getirebilecek kimse zuhur edemiyor. Nihayet en karanlık suratlı bir adam bulunuyor ve bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 mâsumun işi bitiriliyor. ... Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur... Cesetleri değil, mânaları muhakeme ve idam eden tarih, bakalım bu 50.000, çocuk, genç, ihtiyar, kız, kadın, hasta, alil Müslüman cesedine karşılık kaç ferdin manâsı üzerinde ebedî idam kararı verecektir?"
Bu cümleler ise, merhum Necip Fazıl Kısakürek'e ait.
Dönemin en önemli Sünnî Müslüman mütefekkirleri ve mazlum, mağdur Müslüman rehberleri, Dersim faciasını böyle görüyor ve anlatmanın en zor olduğu bir zamanda böyle anlatıyorlar. Ne var ki, bir Alevî tarih araştırmacısı ve yazar Cemal Şener, bütün müşahhas gerçeklere aykırı olarak tam bir çarpıtmada bulunabiliyor: "Dersim faciasında başbakan Bayar'dı (Yalan! İnönü idi); o tarihte Genelkurmay Başkanlığı'na Fevzi Çakmak getirildi (Yalan! Çakmak, o tarihte 15 yıldır Genelkurmay Başkanı'ydı!) ve tenkili Osmanlı döneminden kalma bir paşa olan Abdullah Alpdoğan yaptı (Mustafa Kemal ve İnönü de Osmanlı döneminden kalma paşalardı.). Dolayısıyla, bu üç mürtecî, Alevîler hiçbir zaman irtica ile alâkalı olmadıkları için Alevîleri katlettiler." Bir Alevî tarih araştırmacısı ve yazar, Dersim'i böyle değerlendirebiliyor. Ve bugün, bilhassa yüksek yargıda vicdanları kanatan kararları verenlerin de pek çoğu, Alevî yargıçlar olsa gerek. Ve bir diğer gerçek, bir asırdır bu ülkedeki her türlü zulmün en büyük mağduru da Sünnî Müslüman çoğunluk olmuştur.
Eğer Sünnî-Alevî, Türk-Kürt demeden, halk tabanında, kanaat önderleri ve entelektüeller arasında zulme, hukuksuzluğa karşı ve en temel insan haklarını koruma adına ortak bir tavır takınılamazsa, zulüm, Sünnî'si ve Alevî'siyle, Türk'ü ve Kürt'üyle halk çoğunluğunu vurmaya devam edecektir.
ALİ ÜNAL
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy50290 = 'ali.unal' + '@';
addy50290 = addy50290 + 'zaman' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';
var addy_text50290 = 'ali.unal' + '@' + 'zaman' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';
( '' );
50290 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
ZAMAN - Alevihaber.com - 30 Kasım 2009, Pazartesi