Şerafettin Halis'in Sözde AKP Açılımına Cevabı

Şerafettin Halis'in Sözde AKP Açılımına Cevabı

Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis'in DİB hakkında TBMM de Yaptığı KonuşmaTürkiye Büyük Millet MeclisiGenel Kurul Tutanağı 23. Dönem...

A+A-

Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis'in DİB hakkında TBMM de Yaptığı KonuşmaTunceli Milletvekili Şerafettin Halis'in DİB hakkında TBMM de Yaptığı Konuşma

Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurul Tutanağı 23. Dönem 2. Yasama Yılı 30. Birleşim 05/Aralık /2007 Çarşamba

BAŞKAN - Demokratik Toplum Partisi Grubu adına ikinci söz Sayın Şerafettin Halis, Tunceli Milletvekili.

Buyurun Sayın Halis. On beş dakika süreniz var.

DTP GRUBU ADINA ŞERAFETTİN HALİS (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının 2008 mali yılı bütçesiyle ilgili Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İnsanın manevi dünyasının temel ögelerinin başında din gelir. Bugün bütçesini görüştüğümüz Diyanet İşleri Başkanlığının görevi, dinle ilgili sorunları çözmektir. Bir başka görevi de insan için bu kadar önem arz eden dinler ve inançlar arasında diyaloğu, hoşgörüyü ve barışı sağlamak olmalıdır. Bu, o inançlara ve inanç sahiplerine duyulan saygının bir gereğidir. Diyanet İşleri Başkanlığını tüm inanç gruplarına eşit mesafede durarak çalışmasını yürütebilecek bir yapıya kavuşturmak da bizlerin görevidir. Bu da demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olmanın gereğidir. Anayasa'nın 2'nci maddesi "Türkiye Cumhuriyeti… demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir." dese de, cumhuriyetten günümüze laiklik hep bir sorun olarak var olagelmiştir. Laikliği dinsizlik olarak görenler ile laikliği sadece din ve devlet işlerinin biri birinden ayrı tutulması olduğunu söyleyenlerin arasındaki kör dövüş, siyaset ve toplum sahnesinde hiç eksik olmamıştır.

Laikliğin din ve vicdan ve kanaat özgürlüğü olduğunu, bu özgürlüğün devlet tarafından teminat altına alınarak, farklı din ve inanç gruplarına karşı eşit mesafede durulması yönü algılanmamış ya da algılanmak istenmemiştir.

Ülkemizde var olan laiklik sorunu, Orta Doğu, İran-İslam coğrafyasının yaklaşık son otuz yıllık konjonktüründen daha da beslenmiş, özellikle de son Cumhurbaşkanlığı seçimi ardından daha da ürkütücü bir hâl almıştır. Öyle ki, bu ürkütücülük, siyasal literatürümüze geleceğe vahamet sayılabilecek "mahalle baskısı" kavramını kazandırmıştır.

AK Partinin iktidarlaşmasıyla beraber, kendisini sınırlı alanlarda gösteren dinsel motifli bu hareketlenmeler, Cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen akabinde yaşamın her alanında daha cesaretli bir şekilde boy vermeye başlamışlardır. Bu gelişmeler, ister istemez ülkemizde, başta Aleviler olmak üzere farklı inanç gruplarında ve Türkiye'yi demokratik, aydın yarınlara taşımak isteyenlerde kaygı, hatta korkuların doğmasına neden olmuştur.

Anayasa'nın 10'uncu maddesi "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir." der.

Yine, 17'nci maddede "Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir." diye yazar.

Değerli milletvekilleri, görevi din işlerini yürütmek olan Diyanet İşleri Başkanlığının, içinde tüyü bitmemiş yetimin hakkının da bulunduğu milyarlarca YTL'yle telaffuz edilen bütçesinin görüşüldüğü bu oturumda, bu kurumu Anayasa'nın belirttiği bu ilkeler ışığında irdelemek ve değerlendirmek durumundayız. Ancak, bu irdeleme ve değerlendirmenin anlaşılır olabilmesi için çok gerilere değil, tarihin orta ve yakın arka planında biraz gezinmekte yarar olduğuna inanıyorum.

Bilindiği gibi, Türk ulus devleti, çok dinli, çok uluslu, Osmanlı İmparatorluğu'ndan doğar. Osmanlıların kendi içindeki farklılıklara hoşgörüyle bakıldığı söylense de, bu genel bir doğrudur, ancak Aleviler için geçerli değildir. Çoğu tarih kitaplarının yazdığı kıyımlar bunun açık bir örneğidir.

Geçmişte, Osmanlı'dan çok çekmiş olan Aleviler için genç cumhuriyet bir umut olur. Daha Kurtuluş Savaşı günlerinde Hacı Bektaş Veli Dergâhı aracılığıyla Alevilerin desteğini almış olan Mustafa Kemal, Birinci Meclise, ne yazık ki, nüfusun yaklaşık üçte 1'ini oluşturan Alevilerden çok az sayıda mebus alır. Bu, Alevilerin cumhuriyet dönemi boyunca nasıl olması gerektiğinin ilk işareti gibidir.

1924 Anayasası'na "Devletin dini İslamdır." ibaresi konur. Bu, ister istemez diğer inanç grupları karşısında Sünni İslam'a bir imtiyaz hakkı doğurur. Oysa ki, demokrasilerde devletin dini olmaz.

3 Mart 1924'te, yani, hilafetin kaldırıldığı gün, o gün için laik bir sıfat yüklenmese de Diyanet İşleri Başkanlığı kurulur. O günün koşullarında irticai tehlikelere karşı devlet gücüne dayalı görev yapması bir ihtiyaca cevapmış gibi görünse de 1937 yılında Anayasa'da yapılan düzenlemeyle laiklik ilkesinin benimsenmesinden sonra da bu kurumun işlevinde bir değişiklik olmamıştır. Din işleri, Osmanlı'da olduğu gibi, yine devletin tekelinde kalır. Böylece, nevi şahsına münhasır bir laiklik doğar. Genç cumhuriyet Alevilerin umutlarına karşılık vermez, bir topluluk olarak onlara siyasi ve dinî düzlemde hiçbir ilgi göstermez. Alevilere ait tanımlanabilecek davranış, imge ve söylem yoktur. Ancak, Osmanlı döneminden kalma iftira, karalama ve hakaretler hep devam eder. Cumhuriyet edebiyatında bu karalamalar konu edilir. Yakup Kadri'nin Alevilere ağır hakaretler eden "Nur Baba" romanı onlarca roman ve benzeri yapıtlardan sadece bir tanesidir; ki, bu roman, 12 Eylül sonrası hükûmetler döneminde Millî Eğitim Bakanlığı tarafından okullarda okutulması tavsiye edilen kitaplar listesinde yer almıştır.

Tek partili dönemde, bırakınız Alevilere hak vermeyi, bu inanç topluluğu hep kuşkuyla bakılan potansiyel bir tehlike olarak görülür. Cumhuriyet Halk Partisinin gizli tuttuğu, 1949 yılında, dönemin Maraş Milletvekili Hasan Reşit Tankut'un kaleme aldığı raporda, Aleviler arasında kök salamadıkları yazılıdır. Bu, bir itirafname gibidir. Bir yıl sonra, 1950 seçimlerinde Alevilerin Demokrat Partiye yüzünü dönmeleri bu raporu doğrular durumdadır.

Değerli milletvekilleri, çok partili sisteme geçiş ikinci bir umut dönemecidir. Çok partili sistemle birlikte, ne hikmetse Aleviler birden değer kazanır. -Buradaki değeri tırnak içinde söylediğimi ayrıca belirtmek istiyorum.- Partiler bu kesim üzerinde yarışa girerler. Burada çok önemli bir saptamanın altını da çizmek istiyorum: Bu yarış, Türkiye'de farklılıkların siyasallaşma sürecini de açığa çıkarmıştır. Yarışa giren bu partiler, Sünni bir söylemle Alevi bir söylemi bir türlü buluşturup sentezleyemezler. Bu zorlanma üzerine Demokrat Parti ve daha sonra gelen ardılları sağcı, Sünni bir söylemi benimserler, tarikatlara göz kırpmaya başlarlar. Bu nedenledir ki, yüzünü Demokrat Partiye dönmüş Aleviler yön değiştirirler, yeniden Cumhuriyet Halk Partisine gitmekten başka da çareleri yoktur zaten. Bu çaresizlik günlerinde önlerine üçüncü bir umut dönemeci çıkar. 1960 darbesi. 61 Anayasası'nın konjonktürel mecburiyetten dolayı getirmiş olduğu kısmi demokratik rahatlama sol siyasal partilerin ve grupların doğmasına yol açar. Aleviler, tarihten gelen toplumsal kültürlerinden dolayı solu kendisine daha yakın bulurlar. Sol cephede varlık göstermeye başlarlar. Bu kırılma, dökülme, ağır aksak giden süreçten sonra karşılarına çıkan 12 Eylül darbesi Aleviler için dördüncü dönemeç olur ki, bu, sonu başından belli olan açık bir yıkım sürecidir.

12 Eylül'ün iktidar ve iktidarlar üzerinde açık izlerinin olduğu bir süreçte Alevi köylerine camiler yaptırılır, çocuklar zorla imam-hatiplerine ve benzeri kurslara gönderilir. Bu kitlenin yoğunluklu yaşadığı alanlara Sünni İslam'ı yaymaya çalışan ikna heyetleri gönderilir. Askerî talimatlarla bu bölgelere gönderilen bu gruplar Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından organize edilir.

Geliyoruz bugüne. Bazıları Aleviler ile Aleviliği anlaşılması güç, sınırları zor çizilen bir topluluk olarak gösterir. Doğruluk payı vardır. Devletin kararlı, tek tipçi politikaları bu topluluğu istatistiki açıdan görünmez ve kavranmaz kılmıştır. Örneğin, 1965 yılına kadar yapılan nüfus sayımlarında beş inanç topluluğu tanımlanırdı: Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudiler, dinsizler ve diğerleri. Hristiyanlar kendi içinde Ortodoks, Katolik, Protestan ve Gregoryen olarak mezheplere ayrılırken, Müslümanlarda böyle bir ayrım yoktur. Burada, hiçbir kategoride Alevilik görülmediği için bu inanç grubu ya dinsizler ya da diğerleri içinde algılanmaya başlamış, yol açmıştır.

Hristiyanlara, Yahudilere verilen kısmi haklar Alevilere verilmemiştir. Neden verilmedi? İktidarlar vermek istemedi de ondan. Çünkü, Osmanlıdan gelen anlayış buydu, bu anlayışı kırmaya da hiç kimse yanaşmamıştı, yanaşmak istememişti.

Şimdi iktidarda AK Parti var. AK Parti birdenbire, durup dururken "Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü?" misali bir Alevi açılımı ortaya attı. Ortaya attı da ne oldu? Kim inandı? Kimi inandırmaya çalıştılar? Doğrusu kimseyi inandıramadılar, kimseye güven verici gelmedi. Keşke Aleviler güvenip inanabilselerdi diyorum. Ancak, milyonlarla ifadesini bulan bu topluluk inanıp güvenemiyorsa bunun çok açık ve somut gerçeklere dayanan nedenleri vardır.

Geçmişi bir yana bırakalım, AK Partinin içinden kopup geldiği geleneğe ve son on beş yıllık iktidardaki yaklaşımlarına bakılırsa her şey daha net algılanır ve anlaşılır. Sivas-Madımak Oteli, 35 insanın diri diri yakıldığı olay, hiçbir yanı ve yönü gizli olmayan, cellatları ve kurbanları belli olan bir vahşettir. Bu 35 sayısı daha çok da olabilirdi. Bu, insanları yakan güruhun avukatlığına gönüllü talip olan Sayın Şevket Kazan, Refah Partisinin Adalet Bakanlığı sırasında da bu güruhu cezaevinde ziyaret ederek cesaret ve umut vermiştir. Celladın da savunma hakkı vardır. Buna itirazımız yok, ancak böylesi bir olayda ülkenin kaderinde rol alan, almak isteyen bir siyasi parti ve siyaset aktörü varsa ortada bir vahamet var demektir.

Sayın Şevket Kazan eleştirileri savsaklayan alaycı bir üslupla aynen şöyle cevap verir: "Ben, Adalet Bakanlığı şapkamı çıkardım, vatandaş Şevket şapkamı takarak cezaevine gittim." der. Aynı Şevket Kazan bakanlığı döneminde, Alevileri ağır hakaretlerle itham eder. Bunları Şevket Kazan'a sormak bir yana, Sivas olaylarını yönlendirişli… Dönemin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu, milletvekili yapılarak partisi tarafından ödüllendirilir.

MEHMET NİL HIDIR (Muğla) - On sene geriden geliyorsun arkadaşım!

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) - Dinleyin! Dinleyin! Tarihi bilmek zorundasınız, dinleyin!

BAŞKAN - Lütfen…

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) - AK Parti, eski geleneğinden muhalif bir ayrışma iddiasıyla gelmiş olsa da Alevilere yönelik düşüncelerinde bir değişiklik olmaz. "Aleviler Müslüman'sa camiye gitsinler, cemevleri cümbüş evleridir." diyen bir Başbakan, AİHM kararlarına rağmen ve AB İlerleme Raporu'nda hiç düşmeyen, din derslerinin herkese zorunlu okutulmasındaki ısrar, "İnançlarını Aleviler yazsınlar." istemine karşı, "Biz, Ortodoksluğu Bartholomeos'a yazdırıyor muyuz ki Aleviliği de Alevilere yazdıralım." diyen bir Bakan ve Aleviliği satanistlikle eşdeğer gören bir milletvekili. Bunlar, AK Parti için verilmiş sadece birkaç örnek. Alevilerin böyle bir iktidara güvenmeleri beklenebilir mi?

Daha dokuz, on gün öncesine kadar bu partinin yaklaşımı böyleyken ne oldu da birden bire bir Alevi açılımıyla ortaya çıktılar? Böyle bir açılıma doğrusu Türkiye'nin ihtiyacı var, ancak, bu açılımın, laik, sosyal bir hukuk devleti olmanın bir gereği için yapılmış olabileceği konusunda ciddi kuşkularımız var. Basından öğreniyoruz. Genel bir doğrudur, yayınlanan bir haberin tersi ilgili kişi ve kurumlar tarafından söylenmedikçe, o yayın konusu doğru kabul edilir. Buradan hareketle, AK Parti Genel Merkezinde, Başbakanlık odasının bulunduğu sekizinci katta, Alevi milletvekili Sayın Reha Çamuroğlu'na, Alevilikle ilgili çalışmasını yürütmek için bir oda veriliyor; olabilir, buraya kadar bir sorun yok. Gerisini Sayın Çamuroğlu'ndan dinleyelim. Muharrem ayında, iftara bin Alevi davet edilecek ve davette Başbakan Sayın Erdoğan da bulunacak. Alevilik tüm yurttaşlarımızın problemidir. Meseleyi sosyal bir mesele olarak ele alıyoruz, teolojik boyutuyla ele almıyoruz. Buraya kadar da her şey normal. Muhtemeldir ki, tüm giderlerini AK Partinin karşılayacağı bu iftar yemeğine çağırılacak bin kişinin kimler olduğu sorulduğunda Sayın Çamuroğlu, aynen şöyle diyor: "Aleviliği İslam içi görenler davetlidir." İşte, tam da bu noktada takke düşüyor, kel görünüyor. Hani, Alevilik tüm yurttaşlarınızın problemiydi? Hani, mesele, sadece sosyal bir meseleydi?

ALAATTİN BÜYÜKKAYA (İstanbul) - İslam dışı mı?

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) - Hani, sorunu teolojik boyutuyla ele almıyordunuz? Şimdi, birde toplumsal ve siyasal ahlak ve sorumluluk açısından soralım: Alevileri İslam içi ve İslam dışı görme hakkını ve haddini nereden ve kimden alıyorsunuz? (DTP sıralarından alkışlar) Bunu, bu toplumun barışı için, bu toplumun toplumlar arası diyaloğu için önemle arz ediyoruz ve bir daha söylüyoruz: Böyle bir haddi ve hadsizliği hiç kimse kendisinde görmemelidir. (AK Parti sıralarından gürültüler) Bu, olsa olsa siyasete tüccar mantığıyla bakan bir zihniyetin, bu inanç topluluğu içinde pazarlanabilecek insanların da olabileceği üzerine yapılan bir tasniftir. Söyleyelim: O binanın sekizinci katında yapılan pazarlama hesapları tutmayacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Halis, bir dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın.

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Rahatsızlık niye, niye rahatsızlık duyuyorsunuz?

AHMET YENİ (Samsun) - Niye rahatsız oldunuz?

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) - Kısa tutacağım, zamanım olmadığı için, ister istemez size cevap veremeyeceğim.

Doğaldır ki, farklı inanç yapısına sahip, böyle bir zihniyetle yaklaşan AK Partinin yeni Anayasa oluştururken de aynı zihniyetle, bugünkünden daha da farklı olmayacak bir Anayasa yapmada ısrarlı olabileceklerinin doğurduğu kaygı ve kuşkudur.

Değerli milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi nasıl ki etnik, dinsel, cinsel kimliğine bakılmaksızın yurttaşlardan toplanan vergilerle toplanıyorsa bu kurumun işlevini yerine getirirken de inanç kimlikleri ne olursa olsun -buna dinsizler de dâhildir- her kesime aynı eşitlikte duracak demokratik bir karakter kazandırmak için yeniden yapılandırılması zorunlu bir hâl almıştır. Bu yapılanmayla herkesin eşit yurttaş hakları temelinde barış ve geleceğe güven içinde yaşaması dileklerimle saygılar sunuyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Halis.

ALEVİ HABER AJANSI - 15 Aralık 2007

Etiketler : , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.