SALGADA
SALGADA Rıza AYDINDün gibi hatırlıyorum; cem zamanı gelince, köyde iki yada üç kişi, kendi kendini bu iş için görevli sayar,...
SALGADA
Rıza AYDIN
Dün gibi hatırlıyorum; cem zamanı gelince, köyde iki yada üç kişi, kendi kendini bu iş için görevli sayar, toplanıp herkese bir döküm dökerler, sonrada onu toplamak için hane hane gezerlerdi. Buna “SALGADA” derlerdi. Salgada, bir gadayı, bir belayı savuşturacağı inancını da içinde barındıran bir kavramdan doğmuş, her hanenin, cemin masrafına yapacağı katkısının adıydı. Cem dışında bu tür toplanan paralara da, SALMA denirdi; salma ile salgada arasında böylesi bir fark vardı. Sonuçta her aile yada kişi yapılacak ceme gönlünden kopan katkıyı yapardı ama önceden de böyle bir belirleme yapılarak, bir döküm dökülürdü. İşte bu geleneğe uyarak bizde, Adıyaman’da yaptığımız bölge toplantısından, gelir gelmez, Pir Sultan Abdal Kültür Derneğinde, “Adana Alevi-Bektaşi bileşenlerine” bağlı dernekler olarak toplanıp, önce kimlere gideceğimizi belirledik, sonrada belirlediğimiz bu dostlarımızı, partileri, demokratik kitle örgütlerini bu niyetle dolaştık. Bu mitinge katkılarını, toplamak için hizmete başladık; genellikle, gittiğimiz hiçbir haneden elimiz boş dönmedik. Her gittiğimiz kuruma yada kişiye biz aleviler sadece kendimiz için bir şey istemiyoruz, ülkemizde demokrasi, laiklik muasır medeniyetlerindeki gibi tam, “kurumlarıyla, kurallarıyla işlesin, herkese eşit yurttaş olma hakkı tanınsın, bizde bu eşit yurttaşlar olarak yaşayalım istiyoruz” diyorduk. Her gittiğimiz yerde hüsnü kabul gördük. 9 kasım Ankara mitinginde cem olup - toplanmak için, Alevi örgütlerinin sergerdeleri, ülkenin her bir yanından canlarımızı oraya toplamak için her yerde böyle çalıştı sanırım, oraya gelirken tutulan onca aracın parası, başka bir tabirle söylersek, bu mitingin devasa bütçesi işte böyle toplandı. Karıncalar gibi çalıştık.
Bu çalışma içerisinde, bir canımızın mekanına gittiğimizde, iyi ki geldin bizde konuştuğumuz şu konuda bakalım ne diyecek diye seni arayacaktık, bak Yusuf Hallaçoğlu da, “Ben, Sünni’nin Alevi’siyim, Ali’yi bende seviyorum” demiş, diyen internetten bilgisayara düşen haberi okuyup, “ne dersin bu işe” dediler.
İlginç bir durumdu, düşündüm. Sonra, “tabi ki, söylediklerinde bir gerçek payı var, onlarında Ali’yi sevdiğine inanırım” dedim. “Ali büyük adam, belki de Ali’nin bu büyüklüğü, bu yüceliği, birazda Muaviye’nin, Yezit’in aşağılık, berbat adamlar olmasından kaynaklanır, belki de onların (Yezidin- Muaviyenin) yanında yöresinde olanlar, onların gerçek yüzünü gördükçe, Alinin kalitesini daha iyi anlamışta olabilirler , hatta onların bunu bizden daha iyi görmüş olmalarına şaşırmam, bu yüzden o saflarda olanlarında Aliyi sevmiş olmaları normaldir” dedim. “Ama sorun Ali’yi sevmek değil ki, Ali’nin tarafında olmaktır. “Şia” yada “Şii” sözcüğü tamı tamına Ali tarafında olmayı, Ali taraftarı olmayı içerir, yoksa Ali sevmeyi değil. Ali gibi bir adamı, Üseyin gibi bir şahsiyeti herkes sever, sorun bu değil ki, sorun Alinin, Üseyinin, Alevinin yanında, onun tarafında olup olmaktır” diye muhabbeti sürdürdüm. Hoş bir muhabbet oldu doğrusu.
Dünya tarihinin acı cilvesi hep böyledir, insanlar bazen, etrafında bulundukları insanların, gerçek yüzlerini gördükçe, onlardan nefret edip, karşılarındakini daha fazla sevebilirler ama, nefret ettikleri o kişilerin gücü altında ezilip, onun çevresinden çıkamaz, ona güç kuvvet verirler. Max Horkheimer bu olguyu “Akıl Tutulması”nın bir yerinde şöyle anlatır: “Faşist yönetimde herkes, düşünde Hitler’i öldürdüğünü görüyor ve sonra da Faşist yürüyüşlere katılıyordu” der. Bu belki de tarihin en acı cilvesidir. Abdülbâki Gölpınarlı, “İslam Tarihi’nde”, Kerbela faciasını anlatırken, Hüseyin’in (Bizim köyde hep Üseyin derlerdi, yazarken de içimden hep annem gibi içten gelen bir sesle “Üseyin” diyesim geliyor) başından geçen bir anıyı şöyle anlatır: Hüseyin, yolda şâir Ferazdak’a rastladı; Irak’tan geliyordu. Iraklıları sordu. Ferazdak, “gönülleri seninle, kılıçları Ümeyyeoğullarıyla” dedi; “ama gökten ne yağar ki yer kabul etmez.” “Bir başka konakta Galiboğlu Büşr’le görüştü; o da aynı sözü söyledi.” (İslam Tarihi, sayfa: 424)
Yani Hüseynin başını kesen Yezit’in ordusundakilerde -o zamanlar- Hüseyni seviyorlarmış. Hüseyin gibi birini sevmek kolay, hatta sevmemek imkansız ama onun yanında, onun safında olmak zor. Siz sanıyor musunuz ki, Küfeliler Hüseyin’in safından ayrılıp Yezidin safına geçtiklerinde, örneğin: üç beş kuruş almak için, yani Müslüm Akıl’ı bulana verilecek ödülü konmak için adeta birbirleriyle yarışırlarken, Hüseyin’i sevmekten vazgeç olsunlar, hayır; onlar yine Hüseyni seviyorlardı, ama onlar -annemin tabiriyle söylersek,- “dünyalıkları için ahretlerini satıyor, Yezit’e’ hizmet etmeye başlıyorlardı.” Belki şimdi siz o meşhur şarkıyı terennüm edip “Bu ne sevgi ah” diyeceksiniz ama, şaşırmayın, bu zamana kadarki sınıflar mücadelesinin anlatımı olan tarihin acı cilvesi bu. Biz şimdi istiyoruz ki, bundan sonra bu böyle gitmesin; Alevi’yi sevenler, Alevi’yi, Aleviliği yok etmeye çalışanların yanında olmasın, Alevilerin yanında olsunlar; ama ne acıdır ki hala tarihin tekerleği böyle dönüyor işte.
İkinci Mahmut dönemi ile Yavuz Sultan Selim dönemini bir yana bırakırsan, Alevilerin en çok zülüm gördüğü dönem, Kenan Evren'in, 12 Eylül dönemidir. Aslına bakarsan, bu dönem bu topraklarda yaşayanlara yapılan en büyük zulmün, en büyük kötülüğün de adıdır; bunda kuşkusu olan varsa beri gelsin. Aslında Susurluk'ta, Kenan Evren'in 12 Eylül döneminin bir uzantısıdır. Bunlar aysan beyan bilinen şeyler. Şimdi bakıyorsunuz bu dönemde, “Aliyi, Alevi Örgütlerinden daha çok sevdiğini” söyleyen bazı insanlar hayatları boyu Kenan Evren'in, Susurlukçuların yanında yöresinde, kısaca hep onların safında olmuşlar. Şimdi bakınca apaçık görüyorsunuz ki, 12 Eylülden sonra Kenan Evren’in, Turgut Sunalp paşaya kurdurttuğu partinin (MDP, Milliyetci Demokrasi Partisi), kurucuları arasında bulunan bir zat-ı muhterem, 9 kasımda toplananları, hatta Alevi Bektaşi Birlikleri Federasyonunu Alevi olmamakla suçluyor; “ben Aliyi onlardan daha çok severim” diyor. Bu adam, bu sözleri sarf ederken, 9 kasımda toplanan Alevilerin içinde, onların önderi olarak, Hacı Bektaş postişini Velayattin Ulusoy’un da bulunduğunu biliyor, ayrıca bu gerçeği bilmeyecek kadar, bilgisiz biri değil, ama gel görkü bu sözü söylüyor işte. İnsan, Velayettin Ulusoy’un olduğu bir yere, bunların Alevilikle bir alakaları yok der mi hiç, diyor işte. Bunu derken, insanın azıcıkta olsun, yüzü kızarmaz mı, kızarmıyor işte. Sevgili canlar, cahillik bilgisizlik değildir, tam tersine, cahillik bir eğitimle sağlanır; bu hep söylenen bir hikayedir. Bir adam sahiden uyuyorsa, ona şöyle, yavaştan bir dokunsanız, onu uyartırsınız, ama adam uyumuyor da, uyur gibi görünüyorsa, ne yapsanız yapın fayda etmez, onu asla uyartamazsınız. Şimdi ekranlara çıkıp, “bizde Aliyi seviyoruz, bizde bu anlamda Aleviyiz” diyenler var ya, bunlar hayatları boyu, Alevilere kastedenlerin yanında yöresinde olmuşlar; dün, 12 Eylülcü paşaların, Susurluk çetecilerinin yanında yöresinde oldukları gibi, bugünde gericilerin yanında - onların safında olduklarını onlar çok iyi biliyorlar, bu yüzden bunları uyarıp yola getirmek çok zor; bizde bunu gayet iyi bilmeliyiz, ama yinede bir umutla bunları doğru yola getirmeye çalışmalıyız. Neydek umut, Pandora’nın kutusunda kalan son nesnedir. Ama buna çabalarken, bir umutsuzluğa düşmemek için gayette iyi bilmeliyiz ki, bu körlük bunların özünden geliyor; yoksa güçsüz olan bizim ikna gücümüz değil.
Hatta ilginç zamanlarda, egemenler kendi çirkin yüzleriyle ezilenlerini karşısına çıkmanın faydasız olduğunu bildiklerinden, ezilenlerin içinde parlamış bazı simaları yanlarına çekip onu “evcilleştirerek” onu önlerine alır ezilenlere onlarla saldırırlar. Bu evcilleşmiş kişiler, egemenler adına ezilenlere daha büyük zararlar verirler. Bu yüzden B. Breht: “Vahşi fillerin en büyük düşmanı evcileştirilmiş fillerdir” diyor. Hızır Paşa bizim evcilleştirilmiş bir filimizdir, Hızır Paşa Osmanlının safına geçip, Pirimiz Pir Sultanımızı dar ağacına çektiğinde Pir Sultanın ne olduğunu senden benden daha iyi biliyordu, hatta inanın ki Hızır Paşa Pir Sultanı astırırken senden bende daha çok Pir Sultanı seviyordu, ama Hızır Paşa olmuş Osmanlının kılıcını taşıyordu. Siz şimdi o ilginç zamanları, Osmanlıyı, Hızır Paşa dönemini bir yana bırakın bu günümüze bakın; güçlenmekte olan şeriatçılara hizmet edenlerin yanında geçmişlerinde Sosyal Demokrasinin, Alevilerin, Solcuların, Sosyalistlerin çok parlak yıldızlarını göreceksiniz, şaşırmayın, işte bularda günümüzün Hızır Paşalarıdır. İşte bu tarih denen kahpe var ya, bunları da bir gün böyle yazacak. Şaşırmayın tarih bu, sınıflar mücadelesini böyle resmeder.
Bir eylemin muhtevası onu yapanların niyetinden bağımsız olarak o eylemin kapsamıyla - istemleriyle değerlendirilir. 9 kasımda, “Ayrımcılığa karşı, Eşit yurttaşlık hakkı için” alanlara çıkan ABF’nin öncülük ettiği eylemde, bu istemlerinin muhtevasıyla değerlendirilmelidir. “Biz Aleviler” diye alanlara çıkan bu insanların istemleri neydi, bunlar ülkemizin geldiği bugünkü zaman diliminde, neye hizmet ediyordu, ona bakarak bir hüküm vermek gerekir; eğer bu istemler bugün, gelinen bu noktada, genel olarak demokrasiye, laikliğe, insan haklarını geliştirmeye hizmet ediyorsa, yani önce bütün insanlara, sonrada Alevilere yararlıysa onu desteklemek gerekir. Bu kanıda olan kitleler, işte bu inançlarından dolayı gelip bu mitinge destek oldular.
Bu mitingin dört temel istemi varı dı, neydi onlar: “Zorunlu Din Dersleri Kaldırılsın, Diyanet İşleri Başkanlığı lağvedilsin, Cemevleri yasal statüye kavuşturulsun, Madımak Oteli müze olsun”, deniyordu. Bu istemlerin bugün en genel anlamda, Alevilerinde, ülkenin demokratikleştirilmesinin de, Laikliğinde gelişmesinin önü açan istemler olduğu ayan beyan görülüyor. Tarih bunu böyle yazacaktır. Bu mitinge karşı olanlar, halkın bu mitinge katılmasını, engellemeye çalışanlar, özünde bu istemlerin karşısında olmuşlardır, bu niyetlerini belirtmişlerdir. Tarih somuttur, insanların niyetlerinden ayrı olarak bunu böyle yazacaktır, doğrusuda böyledir. Nazım Hikmet'in “Bunlar umudun düşmanıdır sevgilim” dediği gibi bu mitinge karşı olanlarda aslında, ülkemizdeki özgürlüklerin, Laikliğin, Demokrasinin, Alevilerin istediği haklarının, serpilip gelişmesinden yana olan toplumsal hayatın karşısındadırlar. Kimlerin hangi safta olduğunu tarih her geçen gün, gün yüzüne çıkaracaktır.
Rıza AYDIN
PSAKD GYK Üyesi
Alevihaber.com - 17 Kasım 2008
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.