Sadık YALSIZUÇANLAR : Alevilikte yorum farkları ve yeni arayışlar
Kürtleri, en çok, ‘cumhurbaşkanı bile oluyorlar’ cümlesi kızdırır, Alevileri ise, ‘Alevilik Ali’yi sevmekse, ben de Aleviyim’ cümlesi. Mesele...
Kürtleri, en çok, ‘cumhurbaşkanı bile oluyorlar’ cümlesi kızdırır, Alevileri ise, ‘Alevilik Ali’yi sevmekse, ben de Aleviyim’ cümlesi. Mesele bu kadar basit olsaydı, bu cümlelerin kurulmasına gerek kalmazdı. Birincisinde, ‘ülkenin asli sahipleri olarak, size ne çok lütufta bulunuyoruz’ gizlidir, ikincisinde, ‘farklı düşünmeye ve inanmaya ne hakkınız var, Ali’yi sevmek size mi düştü?’ saklıdır.
MATEM ayı 10 Ocak’ta başlıyor. Muharrem’de, bütün müminler, adalet ilkesinin koruyucusu Hz. Hüseyin’in lime lime edilen bedeninden yükselen muazzez ruhunu ve taşıyıcısı olduğu sırrı yeniden anacaklar. Kerbela, bütün müminlerin yasıdır ve Hz. Hüseyin, Haydar Ergülen’in dediği gibi, ‘insanlığın şehidi’dir.
Turgut Uyar, cismen küçük cürmen büyük Divan’ındaki o nefis Kerbela Mersiyesi ‘Susuzluk’a’ da şöyle der: ‘elleri koku dağıtırdı nasıl bir koku / suya gel kana gel bir yeni hasana gel / o öldü çünkü bir gülü tutmuştu bilmeden / sen istersen her gün gel her sene gel / hüseyin de öldü ölür hasan da öldü ölür / ölen ve dirilen o bitmez insana gel’
Bu acı herkesindir. Her mümin bilir ki Yezid, kötülüğü emreden nefs’in, Hüseyin ise ruhun, vicdanın ve aklın simgesidir. Kürtleri, en çok, ‘cumhurbaşkanı bile oluyorlar’ cümlesi kızdırır, Alevileri, ‘Alevilik Ali’yi sevmekse, ben de aleviyim’... Mesele bu kadar basit olsaydı, bu cümlelerin kurulmasına gerek kalmazdı. Birincisinde, ‘ülkenin asli sahipleri (efendileri) olarak, size ne çok lütufta bulunuyoruz’ gizlidir, ikincisinde, ‘farklı düşünmeye ve inanmaya ne hakkınız var, Ali’yi sevmek size mi düştü?’
‘Seküler ve etnik temelli ulus-devlet (baba)’ bu iki sorunlu çocuğunu hálá tümüyle ‘terbiye’ edemedi!
Anti-İslamcı enerji
İkinci sorunun ilk ayağını, ‘tanımsız’lık oluşturuyor. Aleviliğin hálá, bir ‘mezhep’ mi, ‘tarikat’ mı, ‘inisityatik bir yol’ mu, İslam’ın bir yorumu mu, ‘dinden bağımsız kültürel bir gelenek mi’, ‘Türk Caferiliği’ mi, ‘devrimci bir başkaldırı geleneği’ mi vs. olduğu konusunda ‘taraf’lar uzlaşabilmiş değil. Ali’ye izafe edildiği de söyleniyor ‘alev’e dayandığı da. Alev, Zerdüştiliğe gönderme yaparak, Aleviliği ‘İslam dışı’ mütalaa ediyor. Zaten ‘Ali’siz Alevilik’ veya ‘Ateist Alevilik’ lafları buradan besleniyor.
Alevi geleneğin yedi ulu ozanından biri olan Şah İsmail’in belirlediği sınır tümüyle taşmış durumda: ‘Şah Hatayi’m eydür Muhammed Ali/Onlardan öğrendik erkanı yolu/Ali Muhammed’dir Muhammed Ali/Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz.’
Artık Alevilerin, dernek, vakıf kurmuş ve federasyonlar oluşturmuş, AB fonlarından mali destekler alan, Almanya’nın çeşitli kentlerinde merkezleri bulunanlarının çoğunun yolunun Muhammed Ali’ye çıkmadığı kesin. En azından kendileri bunu kabul etmiyor. ‘Erkanı, yolu onlardan öğrenmiş olan’ bu geleneği reddediyorlar.
Sayıları ve manevi donanımları gittikçe azalan dedeler ise, genellikle orta yolu seçiyor. Bir yandan Aleviliğin modernleşme süreci içinde gün geçtikçe eriyen manevi içeriğini korumaya çalışıyor, diğer yandan, ‘bayrak mitingleri’ne taşınan cemaatlerine ‘anti-İslamcı’ enerji sağlamak zorunda kalıyorlar. Yine de referansın hálá ‘Muhammed/Ali’ olduğuna ilişkin kanaatleri korunuyor.
Aleviler, Türk modernleşmesinin etkin/edilgin aktörleri olarak, çok partili yaşama kadar her ‘Türk’ gibi CHP’liydiler. Menderes döneminde bir kırılma yaşandı ve DP’ye büyük oranda destek verdiler. DP içinde çok sayıda Alevi milletvekili daima olmuştur. DP’nin son döneminde bir çözülme başlamış ve Timisi girişimi ile birlikte Alevilerin politik tercihlerinde yeni bir kırılma görülmüştür.
60 ihtilalinden sonra Alevilerin siyasal eğilimleri, CHP ile atbaşı yürümüş ve CHP’nin, ulusçu, sekülarist-Kemalist söylemi, Aleviliğin ruhani boyutunu da gölgeleyecek biçimde güçlenmiş, Aleviler, CHP’yi kimi politikaları yüzünden eleştirmekle birlikte, sağcı-İslamcı karşıtlığı, kendine tepkisel bir cephe olarak bu partide ve siyasal gelenekte yer bulmuştur.
Alevi geleneği değişti
Alevi dedelerinin otantik niteliğini yavaş yavaş yitirmesi, geleneğin ritüellerinin kaynaktan uzaklaşmaya başlaması, aşırı biçimde politize olması, ateist ve ‘Ali’siz’ eğilimlerin güçlenmesi, olayı bugünkü manzaraya taşımıştır.
Abant’ta, Reha Çamuroğlu’nun başkanlık ettiği oturuma katılan bir Alevi okur-yazarının, ‘Siz kim oluyorsunuz da Aleviliği tanımlıyorsunuz, siz kendinizi ne sanıyorsunuz, Aleviliği hangi hakla belirliyor, tarif ediyorsunuz!’ bağırtısının gerisinde bu eğilimin, doğrudan irfanî bir gelenek olan Aleviliğin nasıl bir ruh hali ürettiğini tek başına açıklamaya yeter. Kuşkusuz, bir inanç veya kültür geleneğini başkasının tanımlama hakkı tartışılabilir ama, bunu, ‘Aleviliği sadece ben tanımlarım, Alevilik hakkında sadece ben konuşurum, ben karar alırım’ biçimine dönüştürmek de bu geleneğin diline, doğasına, edebine aykırıdır.
Tepkiselliğin sebepleri
Alevi geleneği konusunda ülkemizin en yetkin bilim adamlarından Ahmet Yaşar Ocak ve İlyas Üzüm’ün araştırmalarından öğrendiğimize göre, Caferilik/Şiilikten büyük oranda farklı olan bu gelenek, ‘tarikat’la ‘mezhep’ arasında bir yapıyı ifade ediyor ve Anadolu’da bilinen kökeni, 12-13. yüzyıla değin uzanıyor. Şah İsmail’in gövdeye yaptığı aşı ile birlikte Anadolu Aleviliği, 17-18. yüzyıla gelindiğinde, bugünkü yapısına yakın bir biçime kavuşuyor.
Cemevlerinin doğrudan ibadet yeri olarak algılanması (araştırmalar, Alevi meclislerinin, diğer tarikler gibi birer zikir meclisi olduğunu, dergáha, zaviyeye yakın bir işlev gördüğünü gösteriyor) namaz, Ramazan orucu gibi kullukların terk edilmesi vb. hususların ise, daha çok 19. yüzyılın ikinci yarısında kendisini gösterdiği söyleniyor.
Yedi ulu ozanın nefes, devriye, duvazimam ve nutk-ı şeriflerindeki kimi tasavvufi imgelerin yorumlanmasındaki isabetsizlikler de özellikle modernleşme süreciyle birlikte, geleneğin manevi/irfanî içeriğinden boşanıp sekülerleşmeye başlamasıyla beliriyor. Reha Çamuroğlu gibi, Aleviliğin irfanî kaynaklarıyla sıkı bir biçimde ilişki kurmayı başarmış olanlarla, Aleviliği aşırı biçimde politik kalıplarla algılayanlar arasındaki gerilim de bu algı ayrışmasından kaynaklanıyor.
Çamuroğlu, sadece, Hz. Ali, Pir Sultan Abdal, Noksani, Kul Himmet ve Şah İsmail gibi kaynakları değil, İbn Arabi, Hallac-ı Mansur, Rabiatü’l-Adeviyye gibi irfani referansları da biliyor ve aslında toplumsal /duygusal derinliği ve karşılığı olmayan bu gerilimin aşılmasında, bu referansların toplamına başvurulması, buradan yola çıkarak, daha diyalojik, saygılı ve nitelikli bir iletişim ortamının oluşmasını savunuyor. Buna, İzzettin Doğan, Hasan Meşeli gibi isimleri de katmak gerekir. Zaten Başbakan’ın çağrısına olumlu cevap verme eğiliminde olanlar da, daha çok böylesi bir yaklaşımı benimseyenler.
Burada sorunun devlete düşen bir yönünü, cemevlerinin özellikle dede kadroları oluşturuyor. Cemevi ibadet evidir, değildir tartışmasını yapmak yerine, Alevilerin kendi tanımlarına saygı duyularak, dede kadroları tahsisi ve finansmanı gerekli görünüyor. Vatandaş olarak vergi verdiklerine göre, devletin hizmetlerine de hakları olduğu açıktır.
Farklı Alevilikler
Alevilerin de, Sünni, ateist, liberal, ehl-i tarik kim olursa olsun, herkesin Aleviliği, araştırma, yorumlama ve tanımlama hakkı olduğundan hareketle daha saygılı ve demokratik davranmaları gerekiyor.
Aleviliğin inanç kimliğine ilişkin farklı tezler olması son derece doğaldır ve taraflarca olağan karşılanmalıdır. Çamuroğlu’nun çaba ve girişimlerinden dolayı uğradığı saldırı da, bu bağlamda kabul edilemez.
Fakat Alevilerin, kendi içlerinde farklı yorumlara karşı gösterdikleri tepkinin kuşkusuz mazur bir boyutu da vardır. Yıllar önce, o ünlü, ‘mum söndü’ iftirası ile ilgili talihsizliği bir yarışma programının canlı yayınında yapan, İslamcı biri değildi. Ama Alevilerin yıllardır, bir tür ‘Sünni’ olan devletin ve toplumun üvey çocuğu/kardeşi olduklarını da kimse inkar edemez. Maruz kaldıkları eleştiri ve iftiralar da bu tepkisel tutumu beslemiştir. Tepkisel dil ise daima patolojiktir.
Aleviliğin, irfanî ve estetik geleneklerimiz arasında özel bir zenginlik alanı olduğunda kuşku yok. Modern-demokratik toplumda ise, herkes, vatandaşlık haklarıyla sınırlıdır.
Ama -Ali’siz olsun olmasın, her halükarda dini bir kökeni olan- bu geleneğin bağlılarının, bu ülkede birlikte yaşadıkları toplumla bu zenginliği paylaşmak, onun içerdiği enginliğe yaraşır bir ilişki içinde olmaları hem kendilerinin hem başkalarının hayrına olacaktır.
SADIK YALSIZUÇANLAR
AÇIK GÖRÜŞ / STAR GAZETESİ - 7 Ocak 2008
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.