Onu İzlerken Ağladım
Onu İzlerken AğladımFehmi SALIK‘Obama’dan söz ediyorum. Şu zenciden; şu siyah adamdan,Oğlum, yeğenim gibi geldi bana.‘Siyah’a...
Onu İzlerken Ağladım
Fehmi SALIK
‘Obama’dan söz ediyorum. Şu zenciden; şu siyah adamdan,
Oğlum, yeğenim gibi geldi bana.
‘Siyah’a düşmandım oldum olası; siyahı sevmemiştim hiç. Siyah, ‘kara’dır; ‘karanlık’tır.
Önceleri yazdığım bir yazıda; “Siyahı, zencide sevdim sadece” demiştim.
Obama, siyahtı. Obama’nın gözleri, oğlumunkilere benziyordu. Anlamasam da dili benimdi Obama’nın; söyledikleri, benim gönlümden geçenlerdi. Duruşunu, davranışını biraz da kendi gençliğime benzettim bu Kenya kökenli Amerikalının.
Ülkemin sınırları içinde bulunan, ülkemin yönetimine soyunan, bu uğurda görev yüklenen kimilerinden çok daha yakın geldi Obama bana; çok daha candan buldum onu.
Ülkemdeki cumhurbaşkanı seçimlerinde nedense bu tür bir duygu, yüreğimi titretmemişti hiç; ne giden ırgalamıştı beni, ne de gelen.
Oysa ben Amerika’dan hiç hoşlanmazdım. Bu ‘dünya jandarması’nı, yazılarımda kınamıştım hep. Alanlarda bağırmış, lanetlemiştim Amerika’nın dünya üzerindeki zulmünü. 6. Filo’ya ‘def ol’ diyenleri, avuçlarım kanayıncaya dek alkışlamış, bunun için yürüyüş düzenleyen öğrencilerimin arasına sevinerek katılmıştım.
Amerika, ‘kötü adam’dı çünkü. Amerika ‘yayılımcı’ydı.
Aile dostum/ arkadaşım rahmetli Âşık Mahsuni’nin deyişiyle “Amerika katil’di.
Sadece geçmiş savaşlarda değil; ‘zamanımızın aynası’nda da Amerika’nın çirkin yüzünü görmek çok kolay. İşte Irak, işte Afganistan…
Amerika’nın, Irak çöllerindeki kumları, göklere savurduğu o günlerdeydi; Amerikan ordusuna parayla katılmış ‘Jessica’ adında bayan bir asker, Irak çöllerinde kaybolmuştu. TV’ler, gazeteler bu haberi ballandıra ballandıra vermişti. Jessica’nın Amerika’daki kız kardeşi Brandi de, asker olmak için orduya başvurmuştu. Ben de o zaman onlara bir mektup yazmıştım. Göndermek istediğimde eşim karşı çıkmış, “Jessica’sına, Brandi’sine de lanet olsun” demiş, engellemişti beni. Mektup uzun biraz. Bazı bölümlerini paylaşalım istersiniz:
“Sevgili Jessica, sevgili Brandi;
Hakkınızdaki bilgiyi, savaş görüntüleri sergileyen TV’lerden, gazetelerden edindim.
Jessica, seni asker giysisi içinde gördüm. O kısa boyun, esmer tenin, gülümseyen yüzünle insanların gözlerinin içine bakıyordun. Gözlerin ışıl ışıldı. Kalın ve rujlu dudaklarının arasında sıralanan bakımlı dişlerin apaktı. Belli ki askerlik yaramıştı sana; askerlik, senin gibi bir kızın yüreğine, baş döndüren bir sevda gibi oturmuştu. O yaşında dişi bir kovboy olmuştun; adam öldürmeye gidiyordun Irak çöllerinde. Bir sancı girmişti kasıklarıma o zaman; ‘ağu’ yemişler gibi kıvranmıştım.
Bu kıvranışım, sadece senin için değildi Jessica; sen bütünün küçük bir dilimi bile değildin. Belki gördün, belki görmedin: binlerce ceset, avuç avuç serpilen tohum gibi düşüyordu Irak çöllerine. Senin kaybolduğun o yere alev/ateş yağıyordu. Alev harmanlanıp Nasıriye’nin, Necef’in, Kerbela’nın üstüne savruluyordu.
Sen Kerbela’yı bilmezsin Jessica; Necef’i tanımazsın sen. Buraları bilen, tanıyan milyonlarca inanç sahibi insan var yeryüzünde. Buralar ‘kutsal topraklar’dır Jessica; “Allah’ın Aslanı” İmam Ali Necef’te yatar. Bu büyük insanın mezarı buradadır. Her gün yüzlerce insan, Ali’nin türbesine yüz sürer, yardım dilenir bu ulu kişiden.
İşte bu ulu kişinin oğlu İmam Hüseyin, gelini, kızları/ torunları senin ayak bastığın o Kerbela çölünde, yüzyıllar önce Yezit tarafından susuz bırakılarak katledildiler. Bugün de öyle; bugün de buranın halkı, Amerikan ordusu tarafından acımasızca katlediliyor. Bu insanların bir ‘ekin tarlası’ gibi biçilmelerine neden olan senin hükümetin, senin yöneticilerin, senin üstlerindir.
Sevgili Jessica, siz sadece öldürmüyor, ölüyorsunuz da. Bire karşı 10, 10’a karşı 100 olsa da ölüyorsunuz. Sağ kalıp da eve dönenleriniz bile ‘gezen birer ölü’dür. Ölümün biri/beşi olur mu sevgili Jessica; hem birkaç varil petrol uğruna, ya da birilerinin saltanatlarının sürmesi için bunca insana kıyılır mı hele bir düşün?
Senin taa Amerikalardan kalkıp savaşmak için gittiğin Irak toprakları, başkasının yurdudur. Asker dediğin yurdunu savunur Jessica; halkını korur. Sizin yurdunuza göz diken olursa o zaman askere git; hatta ‘parasız asker’ ol. Savaş, bu zaman kutsaldır işte; ölüm, bu zaman kutsaldır.
Sevgili Jessica; sevgili Brandi; derler ki: “Savaşın galibi yoktur.” Bu söz, Amerika için de geçerli olsa gerektir. Evet, bir daha düşünün: İnsanlık bu mudur? Uygarlık bu mudur? Sizi yönetenler, ne zamana dek bu ‘kan gölü’ üstünde ‘saltanat kayıkları’nı yüzdürecekler?
İşitiyoruz ki bu savaşı istemeyen, bayrak açıp ‘savaşa hayır’ diyen onurlu bir Amerikan halkı da var.
Bu onurlu halkı alkışlıyorum ben.
Sizlere acıyorum; sizleri savaşa gönderenleri de kınıyorum…”
Mektup, burada bitmiyor; mektubun tümünü buraya almam zor.
İşte “Martin Luther King”in rüyasını gerçekleştiren bu siyah derili, ‘ak bakışlı’ Obama’yı, TV kanallarında izlerken, yukarıda sözünü ettiğim o duyarlı Amerikan halkını, gözlerimle gördüm. Yüzlerdeki, gözlerdeki, bedenlerdeki renklerin tümü silinmiş, ‘tek’e dönüşmüştü. Bu gözlerin badem yeşili olanı da, cıncık mavilisi de, zeytin karalısı da aynı damlaları döküyordu o bilinen yere; o yerin adı: ‘barış göleti’ydi.
Birkaç damlayla ben de katıldım onlara…
Fehmi SALIK
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy35054 = 'fehmisalik' + '@';
addy35054 = addy35054 + 'gmail' + '.' + 'com';
var addy_text35054 = 'fehmisalik' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';
( '' );
35054 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
Alevihaber.com - 7 Kasım 2008
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.