Mithat SANCAR : Demokrasi ve demokratlık

Mithat SANCAR : Demokrasi ve demokratlık

Mithat SANCAR : Demokrasi ve demokratlık(...) Lakin bu ülkede "fırsatçılık", yaygın bir eğilimdir ve sadece yukarıda belirttiğim tutumla...

A+A-

Mithat SANCAR : Demokrasi ve demokratlıkMithat SANCAR : Demokrasi ve demokratlık

(...) Lakin bu ülkede "fırsatçılık", yaygın bir eğilimdir ve sadece yukarıda belirttiğim tutumla sınırlı değildir. AKP'ye karşı kapatma davası açılmasını, bu partinin resmi ve gayrı resmi sözcüleri, onu zemzem suyuyla yıkamak ve demokrasi kahramanı ilan etmek için bir fırsat olarak kullanma gayretindedir. AKP'ye karşı yapılan bu antidemokratik girişimin, bu partiyi her türlü eleştirinin dışına taşıması gerektiğini; demokrat duruşun, bu partiyi savunmayı zorunlu kıldığını kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bu partiye yönelik her eleştirinin, darbeciliğe destek olmakla aynı kapıya çıktığını telkin ediyorlar. Mağduriyetten demokratlık üretmeye soyunuyorlar. Bu tutumun adı da, tamı tamına "fırsatçılıktır....

Mithat SANCAR : Demokrasi ve demokratlık

AKP'ye karşı açılan kapatma davası, "sistem içi iktidar savaşı"nda yeni ve ciddi bir hamle. Bu partiyi seçimlerde alt edemeyen güçler, "bürokratik iktidar aygıtı"nın değişik unsurlarını devreye sokarak sonuç almaya çalışıyorlar. 22 Temmuz seçimlerinden önce "ordu"yla denediler, olmadı; şimdi de "yargı"yla yükleniyorlar.

Genel olarak parti kapatma davaları, siyasal alanın sınırlarını ve dengelerini doğrudan etkilemeleri anlamında zaten "siyasal nitelik" taşır; Türkiye'de ise, buna ilaveten, siyasal mücadelelerde taraf olma anlamında, yani kelimenin en çıplak haliyle "siyasal"dırlar. İddianameler, kapatılması istenen siyasal partiyi siyasal hasım olarak gören bir yaklaşımla ve bir siyasal hesaplaşma diliyle hazırlanırlar. Kapatma kararları da, hukuka aykırılıkları tespit edip temellendiren metinlerden çok, kapatılan partinin fikirlerini mahkûm etme hırsıyla yazılmış bir "siyasal manifesto"yu andırır.

Parti kapatma girişimleri, aykırı ya da tehlikeli sayılan "siyasal oluşumları tasfiye etme projeleri"nin ayrılmaz unsuru olmuşlardır bu ülkede. Tasfiye projesinin merkezinde ise, bu hareketleri resmi ideoloji doğrultusunda terbiye etme amacı yatıyor. Böylece siyasal alanın bu ideoloji çerçevesinde tektipleştirilmesi ve sistem içindeki iktidarlarını bu ideolojiye borçlu olan güçlerin korunması hedefleniyor.

Bu otoriter projenin ideologları, parti kapatmayı, "demokrasiyi hukuk yoluyla koruma" gerekçesiyle meşrulaştırmaya çalışıyorlar; bunun adına da, "militan demokrasi" diyorlar. Oysa ne demokrasidir dertleri ne de hukuk; ille de kendi iktidarlarıdır. Militanlıkları da, demokrasi ve hukuk için değil, aksine tam da bunlara karşıdır.

Parti kapatma girişimlerine karşı çıkmak, Türkiye'de bu otoriter iktidar projesine karşı çıkmak anlamına gelir. Bu itiraz, demokrasi mücadelesinin vazgeçilmezleri arasında yer almak zorundadır. Beğenmediğimiz partiler bu projenin girdabına çekildiğinde, buna açıkça veya sessiz kalarak destek vermek demokrasi mücadelesinde samimiyetsizliğe işarettir. Siyasal alanda ve olağan demokratik usuller içinde baş edemediğiniz bir partinin, bu alanın dışından ve bu usullere aykırı olarak tepelenmesi çabalarından medet ummak, en hafif deyimle acizliktir, fırsatçılıktır.

Lakin bu ülkede "fırsatçılık", yaygın bir eğilimdir ve sadece yukarıda belirttiğim tutumla sınırlı değildir. AKP'ye karşı kapatma davası açılmasını, bu partinin resmi ve gayrı resmi sözcüleri, onu zemzem suyuyla yıkamak ve demokrasi kahramanı ilan etmek için bir fırsat olarak kullanma gayretindedir. AKP'ye karşı yapılan bu antidemokratik girişimin, bu partiyi her türlü eleştirinin dışına taşıması gerektiğini; demokrat duruşun, bu partiyi savunmayı zorunlu kıldığını kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bu partiye yönelik her eleştirinin, darbeciliğe destek olmakla aynı kapıya çıktığını telkin ediyorlar. Mağduriyetten demokratlık üretmeye soyunuyorlar. Bu tutumun adı da, tamı tamına "fırsatçılık"tır.

AKP'nin tutarlı ve bütünlüklü bir demokrasi programına sahip olmadığını, samimi bir demokratikleşme niyeti taşımadığını gösteren o kadar çok kanıt var ki, hangi birini sayalım?

Seçilmişleri hedef alan bürokratik müdahalelerin "millet iradesi"ne darbe demek olduğunu haklı olarak savunan bu çevreler, mesela Diyarbakır Sur Belediyesi'ne karşı "Çokdilli Belediyecilik" programı nedeniyle, AKP hükümetinin İçişleri Bakanı'nın Danıştay'a başvurduğunu, Danıştay'ın da bunun üzerine "seçilmiş Sur Belediye Başkanını" görevden alıp seçilmiş belediye meclisini feshettiğini ve belediyenin şu anda "atanmış Vali Yardımcısı" tarafından yönetildiğini ne çabuk unutuyor.

Mesela, parlamentoda "seçilmiş" bir grupla temsil edilen DTP'ye karşı kapatma davası açılmasını teşvik eden ve dava açıldığında buna bizzat partinin sebep olduğunu belirten açıklamaların, yine AKP'nin en üst düzey yöneticilerinden geldiğini nasıl saklayabilirler?

Mesela, yaptıkları açıklamaların kapatma gerekçesi sayılmasını haklı olarak ifade özgürlüğüne ağır bir saldırı diye nitelendiren Başbakan'ın, DTP'yi belli bir açıklama yapmaya zorlamasını ve yapmadığı açıklama nedeniyle muhatap almamasını, yani aslında gayri meşru saymasını hangi ilkeyle açıklayacaksınız?

Mesela, Türkiye'deki en yakıcı ifade özgürlüğü sorunu olan 301. maddenin kaldırılması / değiştirilmesi taleplerini, şu ana kadar kaba bir sinizmle savuşturan bir partinin, ifade özgürlüğü kahramanı kesilmesine kendinizi bile inandırmazsınız.

Mesela, emekçilerin haklı talepler için meşru yollarla eylem yapmaları karşısında öfkesini saklayamayan, tehditler savurmaktan çekinmeyen muhalefete tahammülsüz bir Başbakan'ı, hak mücadelesi mücahidi olarak yutturamazsınız.

Evet, demokratik siyasal alanı her türlü otoriter müdahaleye karşı savunmak demokratlığın vazgeçilmez gereğidir. Bu müdahalelere maruz kalanların haklarını savunmak da, demokratlığın tartışmasız gereğidir. Ama bunları yaparken, demokratlığı kendine olan, hukuk devletini kendine yönelen haksızlıklarda hatırlayan, siyasal alanı kendisi için genişletmeyi savunurken başka taleplere kapatmakta beis görmeyen bir siyasal zihniyeti ve özneyi de savunmamızı kimse bekleyemez.

Birileri "şeriat korkusu" pompalayarak darbeci saflara davet çıkarırken, birileri de "darbe korkusu"nu kullanarak her türlü oportünizmin ve başka türlü bir otoritarizmin peşine takılmamızı istiyorlar.

Eugene Guillevic'in "Yaşamak Artıyor" şiirine bakarak, bu memleketin bunlara mahkûm olmadığını, olmaması gerektiğini bir kez daha hatırlayalım:

Ne zaman bize derler: Yaşamakta bir artış var/ Demek istemezler boyu uzun/ ağaçların bulutlardan/ Yolculuk edilebilir/ demek istemezler/ birazcık bir çiçekte/ Sevişsinler her gün sabahtan/ akşama dek sarmaş dolaş/ demek istemezler/ Demek isterler ki düpedüz/ zorlaşmada gittikçe/ insanca yaşamak...
 
Mithat Sancar   

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy83295 = 'Mithat.Sancar' + '@';

addy83295 = addy83295 + 'law' + '.' + 'ankara' + '.' + 'edu' + '.' + 'tr';

var addy_text83295 = 'Mithat.Sancar' + '@' + 'law' + '.' + 'ankara' + '.' + 'edu' + '.' + 'tr';

( '' );

83295 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


BİRGÜN - 24 Mart 2008

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.