Melih PEKDEMİR : Rot-balans ayarından sonra sıra rektifiyede
Melih PEKDEMİR : Rot-balans ayarından sonra sıra rektifiyede Hemen hemen her kurum ve kuruluş ve şahıs, AKP'ye kapatma davasının kötü...
Melih PEKDEMİR : Rot-balans ayarından sonra sıra rektifiyede
Hemen hemen her kurum ve kuruluş ve şahıs, AKP'ye kapatma davasının kötü olduğunu söylüyor. Dava, demokrasiye aykırı bulunuyor. Herkes kendi durduğu yerde, sureti haktan görünüyor ve öyle konuşuyor. Demokrasiye ters düşmemek için siyasetin gerektirdiği 'politik' laflar ediliyor. Peki ama iç konuşmalarımızda bile içten olabiliyor muyuz? İyi işte, bir siyasi partinin kapatılmasına ben de karşıyım! Oysa gelinen nokta, öngörülen senaryolardan biriydi... Şu köşede, 27 Mayıs 2007 tarihinde sürecin "AKP'nin hükmen mağlup sayılacağı" bir aşamaya ulaşabileceğini kestirebilmiştim: "Seçimlerden sonra ... ya AKP tekrar ve üstelik bir de daha fazla seçmen desteğiyle hükümet olup Cumhurbaşkanını da seçerse... Darbe olmazsa işler daha da çetrefillesin rot-balans'tan sonra rektifiye gündeme gelir... Zaten Sabih Kanadoğlu da söyledi: AKP'yi kapatmaya yetecek bilgi ve belgeler Yargıtay'daki ilgili dosyada el altında tutulmaktaymış."
Yani 28 Şubat balans ayarı, 27 Nisan rot ayarından sonra, demek ki rektifiye aşamasındayız.
İkinci el otomobillerle haşır neşir olanlar rot-balans ayarının, rektifiyenin ne olduğunu bilirler.
Gün gelir, motor miadını doldurur, aracın daha verimli çalışması için motorun bazı parçaları değiştirilir ya da elden geçirilir; amaç motorun ilk günkü haline getirilmesidir! Rektifiye esnasında aracın motoru tamamen parçalara ayrılarak bir dizi işlemlerden geçirilir ve yeniden toplanır. Rektifiye bir nevi köklü bir tamirattır. İşte bu türden benzetmeler mekanik toplum arayışında olanlar açısından elbette isabetlidir. Çünkü bu memlekette seçilenler de atananlar da toplumu bir makine gibi görüyor. Belli ki tepeden bakılınca biz faniler bir toplum değil de, çarkları dişlileri kayışları pistonları tekerleri jantları olan bir makine gibi algılanmaktayız. Sadece askeriyeyi, Yargıtay'ı, Anayasa Mahkemesi'ni kastetmiyorum. Başbakanlık konutundan, Tanrı katından, Brüksel koridorlarından ve Beyaz Saray'dan da böyle görülüyor olmalıyız.
Hükümet sosyal güvenlik yasasıyla bir çırpıda milyonların hayatının gidişatını değiştirmek istiyor. Din emrediyor, insanlar kılık kıyafetlerini değiştiriyor... ABD bölgenin coğrafyasını yeniden çiziyor. Mahkeme, siyasi partilerin faaliyetlerini düzenliyor. İşte bu yüzden, ikide bir demokrasi deyince, ağzımızda bu kavramı geveleyip durunca aslında bir şey anlatmış olmuyoruz... Kendi sözlerimizi değil, yazılan bir senaryonun bize biçtiği repliklerini konuşmuş oluyoruz. Çünkü öyle uhrevi, kutsal bir demokrasi filan yok! Adını koyalım: Haldeki durumda "burjuva demokrasisinin kurumlarını ve kurallarını ve işleyişini izliyoruz. Yani bu çerçevede neyin daha iyi neyin daha kötü olduğunu...
Burjuva demokrasisi, küçümsemek amacıyla söylemiyorum, ama son çözülmede bir siyaset oyunudur... Bunun ülkemizdeki türevi olan temsili demokrasi, parlamenter demokrasi ise, güçler ayrılığı ilkesi üzerine kuruludur: Yasama (meclis), Yürütme (hükümet), Yargı (Anayasa mahkemesi, Yargıtay vb.). İşte bu üç güç arasında dengeler kuruluyor ve dengeler bozuluyor. Ama unutmamalı ki, kapitalizm koşullarında para, sermaye kimin elindeyse, güçler dengesi bunun üzerinde şekilleniyor. İktidar, borsa zarar görmesin diye çırpınıyor, yargı dahi borsa zarar görmesin diye kapatma davasını ancak Cuma akşamı açabiliyor.
Burjuva demokrasisinin kutsal kitabında, sermayeye zarar vermeyen her şey aslında mubahtır.
Bakın işte burjuva demokrasisinin kalesi AİHM'de Refah Partisi'nin kapatılması hukuka uygun bulunmuştu ve demokrasi dışı sayılmamıştı. ABD'de halkın seçtiği bir başkan Watergate nedeniyle yargılanmamış mıydı? Yani bunun kitabına bakıp işinize gelen her şeyi meşru kılabilirsiniz. Mesela yalanlar dahi "çoğunluk" adına söylendiğinde meşrudur: Azınlıkta olan DTP kapatılabilir; ona oy veren 1.7 milyon seçmen halk değildir. Ama çoğunlukta olan AKP kapatılamaz; çünkü ona oy veren 16 milyon seçmen, halktır, diyebilirsiniz.
Buraya kadar yazdıklarımı okudum. Derdimi anlatamamışım. Kötü bir yazı... Ama yalan söylemek yerine kötü yazmak evladır. Çünkü şu günlerde demokrasi adına konuşan herkes, sureti haktan görünme kaygısında ve bu yüzden çoğu kimse demokrasi adına yalan söylüyor. Yalan söylemek her bakımdan ayıptır. Çoğu kimse kendi ayıbını gizliyor. Söz senaryodan açılmışken; gönlümün senaristi Sırrı Önder aslında senaryonun özetini, yani sinopsisi pek güzel dile getirmişti: 'Faşizm çok ayıp bir şeydir.'
Melih Pekdemir
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy39449 = 'melihpekdemir' + '@';
addy39449 = addy39449 + 'birgun' + '.' + 'net';
var addy_text39449 = 'melihpekdemir' + '@' + 'birgun' + '.' + 'net';
( '' );
39449 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
BİRGÜN - 17 Mart 2008
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.