Medyanın Tiranları
Medyanın TiranlarıFehmi SALIK“Adaletsiz bir ülke, mezbahadan farksızdır…” &n
Medyanın Tiranları
Fehmi SALIK
“Adaletsiz bir ülke, mezbahadan farksızdır…”
-Celemenceau-
Şu bizim medya, her ne denli “ülkenin gözü, kulağı, dili” tanımlaması yapılarak “dördüncü güç” olarak literatüre oturtulmuşsa da, bana göre o, ülke için yazılan senaryolarda hep başaktör rolü oynamıştır. Bu savım, hem yazılı, hem de görsel basın için geçerlidir.
Halkımızın diliyle “Pireyi deve yapan” bunlardır.
“Gelen ağam, giden paşam” diyen bunlardır.
En iyi ekonomiyi bunlar bilir.
En iyi projeyi bunlar üretir.
En iyi reklamı bunlar yapar.
En iyi politikacıyı bunlar seçer.
Darbeleri bunlar hazırlar; darbeleri bunlar lanetler.
En iyi romanı bunlar yazar.
Bunların anılarını okur, bunların yalanlarını dinleriz hep.
TV’lerde yanlış konuşurlar; yazdıkları yanlışlarla dolu.
Bir babayiğit çıksın, “Kim, nerede yanlış yaptı?” diye sorsun; adıyla, tarihiyle, yaptığı yanlışla sözü edilenleri ortaya koyayım hemen.
Subaşlarını bunlar tutmuş; köşeleri bunlar kapmış. Ustalıklarıyla, deneyimleriyle, bilgileriyle elde etmemişler bu sahip oldukları orunları; ya babalarının unvanlarıyla, ya bir dayılarının varlığıyla, ya da çanak tutmalarla, gerdan kırmalarla oturmuşlar oralara. İçlerinden birkaçı, bu söylemimin dışındadır elbette.
Bunlardır 15 yaşındaki kızların duygusal mektuplarını ballandıra ballandıra roman olarak ortaya sürenler. Bunlardır henüz kitap piyasaya çıkmadan yazarlarını konuk edip halka tanıtanlar.
Şu alıntıya bakın şimdi:
“ 15 yaşında ilk kitabını yazan Marmarisli Rana Demiriz, ‘Gölgedeki Işıklar’ adlı kitabını Başbakan’a armağan etti. 280 sayfalık kitap, 20 yaşında bir genç kızın ABD’de başlayıp İspanya’da devam eden fantastik maceralarını anlatıyor(muş). Kitap, beş ayda yazılmış. Rana, Türkiye’den bir yazarı örnek almamış; ‘Yüzüklerin Efendisi’nin yazarı Tolkien ve ‘Mürekkep Dünya’ üçlemesinin yazarı Cornelia Funke gibi fantastik yazarları okumayı seviyormuş…”
Başbakan, bu armağan karşısında çok mutlu olmuş; uzun Brezilya yolculuğunda kitabı okuyacağını belirterek yanındaki yetkiliye “Kızımıza sahip çıkalım” demiş.
Artık Rana, geleceğin büyük romancıları arasında sayılır şimdiden.
Benim, Rana’ya söyleyecek bir sözüm yok. Olay, benimle ilgili bir çağrışım yaptı da bu örneği verdim. Benim de 2009 Mayıs’ında “LALO” adlı 288 sayfalık bir romanım yayımlandı. Ben de bu yapıtımı, beş ayda değil, tam beş yılda yazabildim ancak.
Diyarbakır 1. Tüyap şenliği’ne katılan değerli romancı ve eleştirmen, Köy Enstitüsü’nden ağabeyim Adnan Binyazar, bir söyleşisinde “Almanya’da dört/beş satırlık bir dilekçenin en az beş kez yazılıp okunduğundan” söz eder.
Tam da yeri geldi; şunu söylemek istiyorum:
Bu yıl Diyarbakır’da “1. Kitap Fuarı” açıldı. Adnan Binyazar, Mıgırdıç Margosyan, Şeyhmus Diken, Özcan Karabulut gibi değerli adların yanında bir Fehmi Salık’ın da yeri olmalıydı diye düşünüyorum. Çünkü ben de bir Diyarbakır kitabı yazmıştım. İddia ediyorum: Lalo, her yönüyle bir Diyarbakır destanıdır.
Okuduklarımdan anlıyorum: “Kenti Yazmak” adıyla bir söyleşi düzenlenmiş; bu söyleşiye benim de katkım olabilirdi. Evet, çünkü kenti yazanlardan biri de bendim. Söyleşilere, imza günlerine katılmak şöyle dursun; ses getirir düşüncesiyle Lalo’yu “yazar/eleştirmen” diye adlandırdığımız en az 30 “medya tiranı”na gönderdim; hiçbirinden bir tıngırtı çıkmadı. Lalo, güçsüz müydü? Hayır, Lalo dilsizdi…
İlginçtir: iyi bir şair ve iyi bir eleştirmen olarak tanınan Ahmet Günbaş, dergilere gönderdiği eleştiri yazısının yayınlanmadığını anlayınca, yazdıklarının bir kopyasına şu kısa notu da ekleyerek bana gönderme inceliğinde bulunmuş:
“Bunca eleştiri yazısı yazdım; yazdıklarımın hiçbiri geri çevrilmedi. Bu işi çözemedim bir türlü…”
Ahmet Günbaş’ın bana gönderdiği eleştiri yazısından kısa bir bölümceyle yazımı sonlandırmak istiyorum:
“BİR ‘YANGIN ROMAN’ LALO!
Söze nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Dilim ‘lal’ oluyor Lalo’yu okurken. Güneydoğu odaklı travmatik gerçeklik yapışıp kalıyor üstüme. Küllerinde akbabaların uçtuğu o ahraz ortamda basireti bağlanıyor insanoğlunun.
Fehmi Salık, biyografik yönü ağır basan geriye gidişlerle, nerdeyse dört kuşaklı bir zamanını irdelemiş geçmişinin. Kendisiyle başlayıp Lalo’yla bitirdiği o zaman tünelinin her karesinde kan ve gözyaşı sızıyor…”
Medya tiranlarının kulakları işitir mi, bilemem...
KAYNAK : Alevihaber.com - 27 Mayıs 2010
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.