Mahalle Baskısından Suskunluk Sarmalına
Mahalle Baskısından Suskunluk Sarmalına Prof. Dr. Nermin Abadan UnatTürkiye’nin gerçek anlamda her türlü militarizm izlerinden arınmış,...
Mahalle Baskısından Suskunluk Sarmalına
Prof. Dr. Nermin Abadan Unat
Türkiye’nin gerçek anlamda her türlü militarizm izlerinden arınmış, laik, sosyal ve demokratik bir devlet haline gelebilmesi için günümüzde karanlık bir bulut gibi semalarımızı karanlıklaştıran “suskunluk sarmalı”nın kırılması gerekiyor. Toprak’ın belirttiği gibi modernleşme tarihi, bireyin mutlak idarelerin, dini kurumların, cemaatin, mahallenin ve ailenin baskısından kurtulma tarihidir!
Türk medyasında yoğun bir tartışmaya yol açmış bulunan, Prof. Dr. Binnaz Toprak ve İ. Bozan, T. Morgül, N. Şener’in gerçekleştirdikleri “Türkiye’de Farklı olmak - Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler” konulu araştırma, Türkiye’de “kamuoyunun” ne ölçüde serbestçe oluşabilme imkânına sahip olduğunu saptamaya çalışmıştır. Araştırmada çoğunluk görüşlerinin ne ölçüde baskıcı, hatta korkutucu olduğu, hâkim fikir iklimine uyulmadığı takdirde bireyin nasıl ve ne derece dışlanacağı gösterilmeye çalışılmıştır.
Araştırmanın verileri arasında sık sık “mahalle baskısı”nın etkinlik derecesi dile getirilmiştir. Bu deyim Türk kamuoyuna ilk defa Prof. Dr. Şerif Mardin tarafından tanıtılmıştır. Sosyal bilimlerinde “toplumsal denetim” (social control) olarak adı geçen bu sosyo-psikolojik süreç, gözlemlenen topluluğun büyüklüğü ve yapısına göre fazlası ile değişmektedir. Alman sosyolog F. Tönnies’in ünlü cemaat/cemiyet kuramına göre insanlar arasındaki ilişkiler ve kanaatleri bu iki farklı toplumsal yapı tipine göre değişmektedir. İnsanlar arasındaki ilişkilerin yüz yüze temasa indirgenebilen, herkesin herkesi bir biçimde tanıdığı cemaat yaşamında -örneğin köyde, küçük kasabada, tarikatın yerel bir kolunda, sınırları belli kentsel etnik bir yerleşim noktasında- sosyal denetim çok güçlüdür. Çoğunluğun benimsemiş olduğu değerler bütününe aykırı hareket edenler dışlanmakta, tek başına bırakılmakta, hatta fiziksel şiddet yolu ile cezalandırılmaktadır.
Buna karşın insan ilişkilerinin anonimleştiği, temasların daha çok yazılı kurallara göre gerçekleştiği cemiyet yaşamında durum değişebilmekte, farklı olana karşı daha geniş bir hoşgörü gösterilmektedir.
Toprak’ın Anadolu’nun on iki ilinde gerçekleştirilen araştırmasında bu sosyal denetimin çapı çok çarpıcı örneklerle gösterilmektedir. Çoğunluğu Sünni muhafazakâr yurttaşlardan oluşan bu illerde gençlerin bir kısmı, laikler, Aleviler, Kürtler, çağdaş kız ve kadınlar, Anadolu Hıristiyanları, Romanlar (Çingene) hareket ve davranışları nedeni ile hemen “ötekileştirilmektedir”. Üniversiteli gençlere ev kiralamak, geldiği yöreye göre ret sebebi olabilmektedir. Örneğin Sıvaslı bir gence hemen Alevilik ve solculuk damgası vurularak olumsuz cevap verilmektedir. Gençlerin uzun saçlı olmaları, küpe takmaları, genç kızların kısa etekle dolaşmaları, kız/erkek arkadaşlığını pastanede oturmak suretiyle sürdürmek isteyenler göze batmakta, damgalanmaktadır. Bu dışlanma, İslam dininin buyrukları ile bağdaşmaz görüşüne dayatıldığı kadar ülkücülerin aşırı milliyetçi görüşlerinden de beslenmektedir.
Örneğin ülkücüler belli müzik türlerine tahammül etmemekte, Cumhuriyet gazetesini yerine göre yırtmaktadırlar. Hâkim Türk/İslam ideolojisinin etkisi altında bulunan birçok devlet memuru ramazanda mutlak surette oruç tutmakta ya da öyle görünme zorunluluğunu duymakta, cumayı kaçırmamaya gayret etmektedirler. Buna bir de araştırmanın ortaya koyduğu Fethullah Gülen’in kurduğu “ışık evleri”nin sunduğu rahat barınma olanakları, oradaki “abla” ve “abi”lerin telkini ve buna bağlı olarak namaz kılma zorunluluğu eklendiği takdirde, Anadolu’yu saran koyu muhafazakârlık görüşlerinin nasıl dinselleştirilmiş bir iktidar ideolojisi haline geldiği ortaya çıkmaktadır.
Bu hâkim değer ve fikirlerin siyasal hayatımız bakımından önemi derhal anlaşılmaktadır. Demokratikleşme sürecinin genişleyebilmesi için yeni fikirlerin geniş bir tartışma ortamında olgunlaşması ve “kamuoyu”nun bu tartışmanın sonucu olarak ortaya çıkması gerekir. Türkiye’de kadınların kamu yaşamında daha fazla görünür olması, Alevilerin serbestçe cemevlerinde ibadet etmeleri, istenirse vicdan özgürlüğü, fikir özgürlüğünün parametrelerinin alabildiğince geniş tutulması, Youtube’un yasaklanmaması, telefonların dinlenmemesinin yasal teminata kavuşması, kadın/erkek eşitliğinin gerçekleştirilmesi için bir devlet politikasının olması gerekir.
Oysa Toprak’ın ortaya koyduğu verilere göre AKP rasyonel düşünceyi, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, laikliği ve sosyal devleti temel değer olarak kabul eden bir kamu düzeni yerine tarikatların çıkar ve dogmalarını merkeze taşıyarak ekonomide neoliberal, kamusal alanda ise Sünni İslamı egemen kılmaya çalışmakta, kamu yönetiminin tüm kademelerine kendi kadrolarını yerleştirmektedir.
Bu gelişmelere karşın Türk toplumunda oldukça yaygın bir tepkisizlik göze çarpmaktadır. Azınlıkta kalan fikirleri temsil eden gruplar sorunlarını kamuya açık alanlarda dile getirebiliyorlarsa da kamuoyunu farklı bir yöne doğru kaydıramıyorlar. Acaba neden? İşte bu noktada ilk defaAlman toplumbilimci Elisabeth Noelle Neumann’ın ortaya attığı “suskunluk sarmalı” kuramına başvurmamız gerekiyor.
Neumann’a göre insanoğlu genelde kanaatleri nedeni ile dışlanmaktan kaçınmakta, bulunduğu ortamın çoğunluk görüşlerine uyum göstermeyi tercih etmektedir. Egemen görüşlerle aynı doğrultuda olduğunu saptayan kişinin özgüveni artmakta, korkmadan benimsediği fikirleri ileri sürmekte, gazetesini veya rozetini herkesin görebileceği şekilde sergilemekte sakınca görmemektedir. Buna karşın psikolojik sezgisi ile görüşlerinin azınlıkta olduğunu fark eden kişi “ötekileştirilmiş” konuları, örneğin kadın-erkek eşitliği, Alevilik, laiklik, içki içme, oruç tutmama gibi tartışmaya açık konularda görüşlerini açıklamaktan kaçınmaktadır; özellikle bu görüşlerin açıklanması dayak yemek, tecavüze uğramak, öldürülmek gibi ağır tehditlere yol açacaksa. İşte bu noktada “suskunluk sarmalı” oluşmaktadır. Başka bir deyimle korkuya kapılan, dışlanmak istemeyen, gruptan kopmayı göze almayan birey, çareyi sessizliğe gömülmekte bulmaktadır.
Dolayısıyla “mahalle baskısı”nın artışı ile “suskunluk sarmalı”nın büyümesi iç içe geçmiş bir toplumsal sürece yol açmaktadır.
Bugün Türkiye’nin birçok yerinde -sadece Anadolu’da değil, İstanbul gibi milyonluk bir megakentin belli bir beldesinde bile- çoğunluğa aykırı düşen görüşlerini savunmaya kalkan kişi, küçümsenmeyecek bir tehlike ile karşı karşıyadır.
Türkiye’nin gerçek anlamda her türlü militarizm izlerinden arınmış, laik, sosyal ve demokratik bir devlet haline gelebilmesi için günümüzde karanlık bir bulut gibi semalarımızı karanlıklaştıran “suskunluk sarmalı”nın kırılması gerekiyor. Toprak’ın belirttiği gibi modernleşme tarihi, bireyin mutlak idarelerin, dini kurumların, cemaatin, mahallenin ve ailenin baskısından kurtulma tarihidir!
Prof. Dr. Nermin ABADAN UNAT Boğaziçi Üni. Siyaset Bilimi Bölümü
CUMHURİYET - 15 Ocak 2009
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.