Mahalle baskısı ve saftoriklik!
Necdet SaraçCüneyt Ülsever gibi bir çok 'tatlı su köşe yazarı' sanki daha önce hiç duymamışlar, hiç...
Necdet Saraç
Cüneyt Ülsever gibi bir çok 'tatlı su köşe yazarı' sanki daha önce hiç duymamışlar, hiç bilmiyorlarmış gibi Şerif Mardin tespitlerine de sığınarak, 'mahalle baskısı'na dikkat çekmeye ve nereye dönecekleri henüz belli olmasa da 'dönüş hazırlıkları' içine girdiler. Gerçekten de bu tür 'tatlı su köşe yazarlarının' nereye döneceği pek belli olmuyor. Baksanıza aradan yüzyıl geçmiş olsa da türlerinin aynı özelliklerini taşıyan bu ekolün temsilcileri, siyasal İslam'ın 'sokak terörünü, mahalle baskısını' bile Bolşeviklik ile izah etmeye çalışıyorlar. Çünkü ülkede sol yitirilince vicdan da yitiriliyor. O zaman Özalcı olmak, arkasından Demirel'de demokratlığı ve enginliği görmek, sonrasında da aynı kaynaktan beslenen AKP'nin ve siyasal İslam'ın 'ne kadar demokrat ve ilerici olduğu'nu keşfetmek de sürpiz olmuyor!
Hayrünnisa Gül'ün türbanını başörtüsüyle değiştireceğine çok inanan Cüneyt Ülsever, bu olmayınca kendisini 'saftorik' ilan eden arkadaşlarına hak vermiş! Yıllarca AKP'nin ve siyasal İslam'ın ne kadar demokrat ve ilerici olduğunu döne döne anlatan, mevcut sonucun doğrudan suç ortağı Cüneyt Ülsever 'saftorik' midir bilemem ama solun içinde çok fazla 'saftorik' olduğunu iyi bilirim! Solun önemli bir bölümü, kendi başarısızlığından ve açmazlarından dolayı uzun bir süre 'saftorikçe' siyasal İslam'da, demokrat ve ilerici bir yön aradı. Bugünlerde sol bu arayıştan hızla vazgeçiyor ve kendi yuvasına dönüyor. Melih Pekdemir'in Birgün'deki son yazıları bu anlamıyla önemli örnekler...
Kendi gerçeğimizle yüzleşmek yerine başkalarını konuşuyoruz. Şerif Mardin'in söyleşisindeki 'mahalle baskısı' tespiti, Malezyalı türbanlı çocukların ve 'oruç polisi'nin fotoğraflarının aynı anda basına yansımasıyla birlikte başlayan Malezya tartışmalarının, temel olarak İran ve Cezayir'i örnek veren tartışmalardan ne farkı var? Örneğin ben Malezya'yı bilmem ama Türkiye'deki Aleviler için Ramazan ayının nasıl bir psikolojik teröre dönüştüğünü çok iyi bilirim.
Benim dedemin de, babamın da Ramazan ayında köylerinden kalkıp yiyecek alışverişi için kendi ilçelerine gidemediklerini, bırakın ilçeyi, tesadüfen şehirde bulunuyorlarsa açık bir lokanta bulamadıklarını çok iyi bilirim. Dün Erzincan'ın bir köyünden ilçeye yiyecek almak için gidemediğini anlatan babam, bugün de İstanbul Kozyatağı'nda çoğu 'okumuş yazmış' emeklilerin gittiği lokalde Ramazan ayında oruç tutmadığı bilindiği için kendisine karşı tavırların nasıl değiştiğini anlatıyor. Ramazan'da oruç tutmadığını, oruçlu insanlara anlatan babamın bu tavrını 'cesaretli bir tavır' olarak söylersem inanın abartmış olmam. Çünkü, kendi yakın çevremdeki birçok kişinin okullarda, işyerlerinde oruç tutukları yalanını söylediklerini, oysa gizli gizli nasıl yemek yediklerini çok önemli bir iş yapmış gibi anlattıklarını, bir çok evde 'aman dışlanmayalım' kaygısı içinde 'biz de oruç tutuyoruz diye görünmek' için sahurda 'ışık yaktıklarını' çok iyi bilirim. Bu tavırlarda da garipsenecek bir yan da aramamalı. Düşünsenize, geleneğinde ve inancında hiçbir yeri olmadığı için, hayatında Ramazan ayında hiç oruç tutmamış, camiye gitmemiş milyonlarca insan, her yıl dozajı biraz daha artacak bir biçimde televizyonda, gazetede, sokakta, işyerinde ve okulda Ramazan'da oruç tutmanın önemini dinliyor, dinlemekle de kalmıyor. Ramazan davulcularıyla, camilerin sesleri sonuna kadar açılmış hoparlörüyle sahura kalkın çağrısı alıyor. Bir direnirsin, iki direnirsin, ama sonunda 'çoğunluk zulmüne' karşı teslim bayrakları çıkmaya başlar! Bu gerçeği görmek için İran ve Cezayir örneklerinden vazgeçtik ama siyasal İslam'ın mahalle baskısını görmek için inanın ne Malezya'ya, ne de Endonazya'ya gitmek gerekir. Çıkın çevrenize bakın, bir iki ilçeye gidin. Hatta bunları da yapmanıza gerek yok. Okulunuzda, işyerinizde, mahallenizdeki, sokağınızdaki Alevileri gözlemleyin. Ya da bundan da vazgeçtim, dönüp kendinize bakın! Siz tutsanız da, tutmasanız da oruç tutanlarla yanyana gelince ne kadar da saygılısınız; 'Allah kabul etsin' ağzınızdan düşmüyor, farkında mısınız? Bundan daha iyi 'mahalle baskısı' olur mu, 'iktidar sokağı, sokak iktidarı' bundan daha iyi nasıl yönlendirilir? Kürt, Alevi, Ermeni deyince ayağa fırlayan ve ciddi destek bulan ırkçılarla, oruç tutmayanları, camiye gitmeyenleri cüzzamlı görenler arasındaki bağın aynı gelenekten kaynaklandığını görmemekte daha ne kadar 'saftorik' olacağız?
21/09/07
Necdet Saraç
BİRGÜN
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.