Madımak, Her Yerde...
Madımak, Her Yerde...Remzi İNANÇ3. Karabük Kültür Sanat ve Sanayi Festivali kapsamında düzenlenen “Kentleşme, Sanayi ve Edebiyat...
Madımak, Her Yerde...
Remzi İNANÇ
3. Karabük Kültür Sanat ve Sanayi Festivali kapsamında düzenlenen “Kentleşme, Sanayi ve Edebiyat “ konulu panelde yazar Latif Tekin de konuştu. Büyük tartışmalara, hatta salondan çıkartılmasına yol açan konuşmasının özetini Milliyet’ten Şükran Pakkan’a şöyle anlattı: “Konuşmamda kalbimden geçeni dile getiriyordum. Bu sırada konu enerji politikalarına ve hükümete geldi. Ben de ‘Bu politikalar halka karşı, çünkü maliyeti halka yansıyor. Güneşimiz var, nükleer santral kurmak zorunda mıyız, bu aşağılık enerji politikaları yüzünden halk ağır bedel ödeyecek. AKP’nin enerji politikasını ben aşağılık buluyorum dedim, olan oldu.”
Söz aramızda, yüreği sahiden solda çarpan yazarımız nasıl konuşsaydı peki?
***
Bu sözlerden sonra ev sahibi konumundaki belediye başkanı Hüseyin Erer, yazara karşı çıkmakla yetinmemiş, ayrıca polis kamerasını kapattırıp mikrofonları kestirmişti. Belediye başkanı gibi değil, sanki oranın ağası edasıyla bağırmıştı Latife Hanım’a: “İn aşağı, paramla beni burada eleştiremezsin!”
Bunlar hemen pek çok gazetede yer aldı. Düşünüyorum da, herhalde ortalık pek elverişli değildi; konuşan Latife Tekin yerine bir erkek olsaydı ve tartışma biraz daha sertleşseydi…İşte o zaman görecektik, Belediyenin ağası acaba bu söyledikleriyle mi kalırdı…
Neyse, oraya çağrılı edebiyatçı dostlara geçmiş olsun.
***
Şiddet dediğin…
Latife Tekin, gazetecinin “Şiddet görmekten korktunuz mu ?” sorusunu, “Susturularak gördüğüm şiddet bana silah çekilmesi veya boğazımın sıkılmasıyla aynı anlama gelir” diye yanıtlıyor.
Latife Tekin’i konuşmasından sonra alkışlayan yanı başındaki yazar arkadaşı Onur Caymaz, arkada oturan birileri tarafından “Boynunu kırarım” diye tehdit edilmiş. İşte bu ses, iyice ürkmeye başlayan Latife Tekin’e tam 15 yıl önce Sivas’ta yaşanan Madımak katliamını çağrıştırmış. “Evet” diyor, gerçekten onu hissettim. Orada insanları nasıl yaktılar, orada onu hissettim.”
***
“Bühtan bühtan üstüne…”
İki gün sonra belediye başkanı Erer yine sahnedeydi. Bu kez ağzında gevelediği özür mözür lakırdıları arasında, yazar Latif Tekin için söylediklerinde haklı olduğunu iddia ediyordu. Neden mi? “Çünkü Latife Hanım konuşmasını yaptığı sırada içkiliydi! Yani toplantıya gelmeden önce alkol almıştı…Daha başka şeyler de söyleyebilirdi sayın başkan…Partisini, hükümetin uygulamasını eleştiren yazarın dünya görüşünden girer, aile kökeni, özel hayatı vb. çıkardı. Latife Hanım’ın verilmiş sadakası olmalı diye düşünüyorum.
***
Karabük nire…Sivas nire…
Tam da burada, sözünü esirgemediği için haksızlığa, hakarete uğrayan Latife Tekin’e şunu anımsatmak istiyorum: 2 Temmuz 1993’de, bir rastlantı (mı), şimdiki gibi Sivas belediye başkanı da İslamcı partidendi. Bilindiği gibi, şenliği düzenleyen T.C. Kültür Bakanlığı idi. Etkinlik sırasında şenliğe çağrılılardan hiçbiri, elbette yeri sırası olmadığı için, ne belediyeyi, ne de belediye başkanının bağlı olduğu partinin görüşünü eleştirdi. Hatta Aziz Nesin, humor ağırlıklı konuşmasıyla, günümüzde artık Aleviliğin yeniden değerlendirilmesine dikkat çekmişti. Diyeceğim, Madımak’ta yakılan insanlarımız Latife Tekin gibi tahrik edici (!) de konuşmamıştı. [Düşünüyorum da, Sivas katliamını ülkemizde hangi Müslüman grubu kına(yabil)di? Hatırlayanınız var mı?]
***
“…Dinim cinsim uludur!”
Şair dostum İbrahim Yıldız’ın (1928-1994) memleketi Karabük’te neler oluyordu?
Daha çok Karadeniz’in kırsal bölgesinde görülen, kısa zamanda otuzdan fazla can alarak hepimizi umarsız bir kıyıda bekleten ‘kene vakası’, tam da Latife Tekin olayının geçtiği günlerde, Karabük’te arz-ı endam etti. TV ekranında kameraman bizi bir sokağa götürdü önce. Ortalık yerde duran bir kaplumbağayı, sonra da üzerinde dört kara lekeyi zomladı. Bunlar günlük hayatımızda korkuyla dile getirdiğimiz kenelerdi… Ve kaplumbağanın etrafında 12-15 yaşlarında dört beş çocuk…Kameraman dehşet içinde: “Aman çocuklar” diyor, “uzak durun bu meretin yanından. Çok tehlikelidir.” Tınmıyor çocuklar. Başlattıkları oyunun mantığına uygun neşeli sesler arasında, biri özgüvenle konuşuyor: “Biz Türküz bize bir şey olmaz …” Bir başkası: “Biz inançlıyız…” diyerek kameramanı yanıtlıyor.
Bu çocuklar nedense yeniden belediye başkanını anımsattı bana.
Ah güzel yurdumun güzel çocukları…Aklın yerine inancı öğütleyen eğitimden (!) kimi sorumlu tutacağız bilemiyorum.
***
Tam on beş yıl önce güle oynaya gidilen Sivas Pir Sultan Abdal Şenliği’nden geride kalanları anımsamaya çalışıyorum şimdi. Yakından tanıdığım, az tanıdığım hiç tanıyamadığım nice güzel insanlar… 1980 öncesi Gaziantep, Çorum ve Sivas’ta yaşananlar bir daha yaşanmayacak sanılıyordu. Yirminci birinci yüzyıla sadece 7 yıl kala olanlar…(Bereket günümüzün teknolojisi iyisiyle kötüsüyle hemen her şeyi beynine alıyor ve insanların insanlaşması serüveninde önüne getirip koyuyor.) Korkuyla sığındıkları otelde kızıl alevler ortasında ölmekle yaşamak arasında çırpınan; yüreği sevgi, iyilik ve güzellikle dolu bir avuç genç insan…Onların bir türlü anlamadığı şuydu: Neden? Neden bizi yakmak istiyorlar? Buradan kurtulabilecek miyiz? Hiçbirinin üstünde çakı bile yoktu…
Sivas’la Ankara arası ne kadar ki…Daha önce yazdığım için yinelemek istemiyorum. Başbakan, başbakan yardımcısı ve hükümetin bütün üyeleri sorumludur bu katliamdan. Bir de kırılası kalemi, kopası dilleriyle sonraki günler bu cinayeti yorumlayan kimi insanlar(!)…
Madımak Oteli’nin önünde başlattıkları oyunu (!) tamtam sesleri ve çılgınca tepinerek sürdürenler, geçen hafta Karabük’te, kenelerin üstünde gezindiği kaplumbağayı çağrıştırdı. Buradaki çocuklar o güruhun yanında nekadar da masum kalıyordu…
Cehlin cüreti…
Cahilin eyleme geçmesinden daha acımasız ve sağır bir güç, ancak doğa olaylarıyla karşılaştırılabilir. Bu gücün önünde durmak olanaksızdır, hatta an gelir onları ayağa kaldıranları bile önüne katıp sürükler. Tarihte, tarihimizde yeterince bu konuda örnek bulunabilir. Osmanlı döneminde “cahilin eylemi”nden Osmanlı’nın neler çektiğini okuyoruz.
Sabahattin Ali’den günümüze…
Nâzım Hikmet, 1950’li yıllarda, Budapeşte Radyosunda yaptığı konuşmalardan birinde, 1948’de katledilen değerli yazarımız Sabahattin Ali (1907-1948) için “O bizim edebiyat şehidimizdir”demiş. Ben de o cesaretle, Madımak’da canlarına kıyılanlara “Edebiyat ve sanat şehitlerimizdir” diyorum.
Remzi İNANÇ
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy82283 = 'remzi.inanc' + '@';
addy82283 = addy82283 + 'gmail' + '.' + 'com';
var addy_text82283 = 'remzi.inanc' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';
( '' );
82283 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
www.sansursuz.com - 8 Temmuz 2008
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.