KİMLİK - 4
KİMLİK - 4 Dikkat etmişsinizdir sayın hakimin yorumları Diyanet’le paralellik arz etmişse de yinede kendince bazı yorumlar getirmiştir. Eee ne de olsa...
KİMLİK - 4
Dikkat etmişsinizdir sayın hakimin yorumları Diyanet’le paralellik arz etmişse de yinede kendince bazı yorumlar getirmiştir. Eee ne de olsa o bir hakim ve boş durmamış biraz ders çalışmış ve bazı gerçekleri nasıl formüle etmiş hep beraber inceleyelim.
Aşağıya aldığım paragraf çok önemli;
“Davacının sunduğu kitap ve yazılarda görüldüğü üzere yazarların çoğu genellikle Ali’den “Allah’ın Aslanı” ve buna benzer şekilde bahsetmektedirler. Bazı şiirlerde daha değişik ifadelerin bulunması Aleviliğin İslam’ın dışında olduğu anlamına gelmez.” derken kendince bir yorum yapmakla kalmayıp aynı zamanda çok önemli bazı gerçekleri sizlerden saklamıştır, nedir bu çok önemli gerçekler:
1- Bazı şiirlerde daha değişik ifadelerin bulunması dediği, ve aklınca gizlemeye çalıştığı şeyler Aleviliğin özünü oluşturan ve ayetleri denen Aleviler’in ALİ’yi tanrılaştırdıkları sözlerdir ve ayrıca Osmanlı döneminde Alevilere uygulanan katliamların tarihi belgeleridir, bu kısmı fazla uzatmayacağım.
2- “Davacının sunduğu kitap ve yazılarda” dediği kısımdır. Asıl can alıcı ve Aleviliğin amentüsü sayılan yukarıdaki durum kadar önemli ve 86 yıllık Cumhuriyetin yıkılmasına yönelik faaliyetlerde Aleviler’e de rol verme çabalarının resmi vardı o kitaplarda. Neydi o resimler, neydi o benim hayati derecede önemsediğim ve fakat koskoca bir hakimin ve de Cumhuriyeti korumaya yemin etmiş adı üstünde bir Cumhuriyet Savcısının önemsemediği deliller?
* Mesela biri şuydu o önemsiz delilin, “Alevilik ve İmamet” başlıklı Bediüzzaman Said Nursi hazretleri’nin !!! Risale-i Nur külliyatından derlenmiş olan, Alevileri gittikleri yanlış yoldan dönmeleri konusunda uyaran yazısı, ve kendi öğrencisine de “baş düşmanı yok edinceye kadar Aleviler’le bu tür tartışmalara girilmemesini, bu aşamada her türlü güce ihtiyaçları olduğunu öğütlediği” mektubu ( BU TAKTİK SİZE TANIDIK GELİYOR MU? )
* Bir diğer önemsiz delil; “Bir Başka Açıdan Alevilik” adlı kitap. Yazarı Mustafa Sami Çetin, tam bir Said Nurs-i ardılı. Bu yazar da “aslında Alevilerin ne kadar samimi Müslümanlar olduğunu !” anlatarak şeyhinin izinden gitmiş ve benzer mesajlar vermeye çalışmış.
* Şimdilerde Ergenekon davasıyla yargılanan ve Başbakan Erdoğan, eşi Emine Erdoğan ve sayın Cumhurbaşkanı ile ilgili kitaplarıyla gündeme gelen ve henüz cezaevinde yargılanmayı bekleyen yazar Ergün POYRAZ’ın “Kanla Abdest Alanlar” isimli kitabından bir bölüm. Bakın aynen şöyle buyurmuş Fethullah Gülen; Sayfa 85, başlık şöyle “FETULLAH GÜLEN VE ALEVİLİK, ANITKABİRİ KİM TAVLA YAPACAK?" Fetullah GÜLEN “Güneydoğu Meselesi” konulu ev toplantısında; Alevilik ve Sünnilik arasında bir fark olmadığını, bunu eskiden Fars yani İran adına bir fark ortaya konulduğunu söylüyor ve Alevilik adına hareket edenlerin Anıtkabiri “TAVLA” yani “AT AHIRI” yapacaklarını iddia ediyordu
* Bir diğer çok önemsiz delil aynı kitabın 86 sayfasından. Ne tesadüftür ki bu çoooooook önemsiz delilin Alevi gündemine bomba gibi düşüşünü ne yazık ki 4 sene bir ay sonra geçen hafta görecektik. Neydi o kağıt parçasında yazanlar hep birlikte okuyalım, başlık şöyle “Yezid Aleviler’in Fırlatması”. Fettullah Gülen, Alevilerin ileri gelenlerinden senatörlük yapmış ve çevresi ile kahvaltı ve yemekte buluştuklarını, onlara sizin cem evi, kütüphane ve benzeri yerleri yapmanızı destekleyelim, biz hiç gelmeyelim, bunları siz yapmış olun dediğini anlatıyor.
İşte geçen hafta Alevi gündemini sarsan “İzzettin Doğan Fethullah Gülen dayanışması” haberini ben dört sene bir ay önce mahkemeye sunmuşum, bakın sayın hakimim bu adamlar Alevileri asimile ederek Cumhuriyeti yıkmak istiyorlar demişim.
İşte böyle sevgili canlar, şöyle bir düşünün bir yanda ben, gariban, sıradan bir vatandaş bunları görüyor, tehlikenin farkına varıyor, koskoca devletin koskoca hakimine ve savcısına
TEHLİKENİN FARKINDAMISINIZ? diye bağırıyor, ama ne acıdır ki Türkiye Cumhuriyetini, Laikliği, Atatürk Devrimlerini korumakla görevli ve yeminli memurlar bunu görmüyor, göremiyor ve aslında sizinde anladığınız gibi görüyor ama saklıyor, hiç o konulara girmiyor.
Peki sıradan bir yerel mahkemenin Hakimi ve de Savsısı böyle de, kocaman Yargıtay’da durum farklı mı? Gelin birde buna bakalım.
YARGITAY KARARI :
T.C.
YARGITAY
18.Hukuk Dairesi
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı deliller ile kanuni gerektirici sebeplere göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usule ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, 21.12.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Canım Alevilerim, bizler devlet tarafından 86 yıldır Laikliğin bekçisi olarak görevlendirilip ve görevini canı pahasına ve hiçbir karşılık beklemeksizin yerine getirirken, bu görevi parasını alarak yerine getirmeyenler, ihmal edenleri gördükçe insanın yüreği sızlıyor, ne demiş sayın Yargıtay üyeleri, aşağıyı okuyalım;
YARGITAY : Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı deliller ile kanuni gerektirici sebeplere göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usule ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, 21.12.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Ben temyiz dilekçemi 01.10.2004 tarihinde İzmir’deki mahkemeye verdim. Mahkeme kalemi dedi ki, nüfus müdürlüğünün yazısını bekliyoruz, henüz 15 gün süreleri var, yani diğer yazının gelmesini de hesaplarsak Ekim’in 15’i oluyor. Yazıların birleşmesi ve Yargıtay’a gitmesi ve Yargıtay’ın 21.12.2004’te karar vermesi hepsi hepsi 9 hafta yapıyor. Sizce Türkiye tarihinde, işlerin yoğunluğu da göz önüne alınırsa, bu kadar kısa bir sürede karara bağlanmış başka bir dava daha var mıdır? Aslında sorulacak ve de sorulması gereken o kadar çok soru var ki, kalan soruları da siz sorun, fakat ne yaparsın, devlet neylerse güzel eyler...
Yukarıdaki Yargıtay kararına itiraz olarak bir savunma hazırlamaya başlamıştım, savunmamı tamamen Kuran, hadis ve tarihi belgeler üzerine oturtmaya çalışıyordum. Epeyce bir yazı da yazmıştım fakat o ara bazı gelişmeler oldu. Benim kafamda oluşturduğum strateji gereği sıra basına gelmişti, bu haberi bir basın kuruluşuna verecektim. Bu haber gazeteci tabiriyle bomba bir haberdi ve ben bunu bizden birine vermeliydim, bu düşünceyle kafamda belirlediğim gazeteye gittim.
Ben şimdi bu gazete olayını burada kesip Yargıtay kısmına döneyim sonra tekrar anlatırım.
28 Eylül 2004 gününden bir gün önce Kazım GENÇ başkanım beni aradı, çünkü ertesi gün basında çıkacağı için, benimle röportaj yapan gazete başkana gitmiş, bu konuyla ilgili görüş sormuş, başkan da o nedenle beni aradı. Arada bir de Buca Pir Sultan Abdal Kültür Derneği şube başkanı ve aynı zamanda Alevi Bektaşi Platformu Ege Bölge sözcüsü Hasan SOYSAL başkanım vardı. Kendisi ile ilk tanışmamız da bu şekilde olmuştu. Kazım başkan bana bundan sonra davaya kendilerinin bakmak istediğini söyledi, doğrusu da buydu ve zaten bende öyle tasarlamıştım. Olayı bir yere kadar getirecektim, o aşamadan itibaren kamuoyu duyacaktı ve ondan sonra bu davaya sahip çıkan olursa, tabii ki bu da Federasyon olacaktı, onlara teslim edecektim ve benim görevim orada bitecekti. Yok eğer öyle bir şey olmazsa ben yine tek başıma sonuna kadar götürecektim, dilimin döndüğünce durumu başkanıma anlattım. Yargıtay’a yazdığım savunmamdan bahsettim, yanlış hatırlamıyorsam benden savunmamı göndermemi istedi, gönderdim, sonra aşağıya aldığım ve aslını bilgisayarıma format attırırken silinmiş olduğunu fark ettiğim savunmam geldi, benim yazdıklarımın dışında fakat konuyu güzel ve hukuki biçimde anlatan savunma idi.
SAVUNMADAN BİR BÖLÜM :
Dilekçenin ikinci sayfasından başlıyor;
OLAYLAR
Ben Alevi-Bektaşi İnanç ve kültürüne sahip ve bağlı bir yurttaşım. Ancak Nüfus kağıdımda benim iradem dışında, “İslam” yazmaktadır. Oysaki ben Alevi-Bektaşi bir yurttaş olarak, kendi inanç ve kültürümün gereklerini yerine getirmekte ve benim inancım olmaması nedeni ile, nasıl Hıristiyanlık inancının gereklerini yerine getirmiyorsam, İslam inancının gereklerini de yerine getirmemekteyim. Bu nedenle, nüfus kağıdımda benim isteğim ve iradem dışında, din hanesinde yer alan “İslam” kelimesinin “Alevi” olarak değiştirilmesini talep ettim. İlk derece mahkemesi, konuyu uzmanlardan tetkik ederek araştırması gerekirken, Alevi-Bektaşi inancımı yok sayan ve bunu her alanda dile getiren Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan görüş alarak, DİB’ nın görüşü doğrultusunda talebimi red etmiştir.
Usul ve Yasaya aykırı gördüğüm bu kararı bozulması istemi ile duruşmalı olarak temyiz ediyorum.
TEMYİZ NEDENLERİM :
1- Nüfus Cüzdanlarında din hanesinin olması Anayasamıza aykırıdır. Anayasamızın 24. maddesi “Din ve Vicdan Hürriyeti” başlığı altında “İnanç Özgürlüğü” nü düzenlemiş bulunmaktadır. 24. Madde’nin 3. fikrası “Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini AÇIKLAMAYA ZORLANAMAZ; Dini inanç ve kanaatlerinden dolayı KINANAMAZ ve SUÇLANAMAZ.” şeklindedir
Anayasa’mızın bu hükmü karşısında, her hangi bir nedenle her hangi bir kişiye inancının sorulmaması ve öğrenilmesi için her hangi bir işlemin yapılmaması gerekmektedir. Oysa ki, her hangi bir resmi veya özel kurumda, her hangi bir iş veya işlem nedeni ile bir yurttaşın kimliği istendiği zaman, din hanesinde, kendi iradesi dışında yazılmış olan inanç açıklanmış ve yurttaşın iradesi dışında inancı öğrenilmiş olmaktadır. Anayasa’mızdaki, “Dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz” hükmü ihlal edilmiş olmaktadır.
Anayasamızın 90. maddesi, usulüne uygun olarak onaylanmış olan uluslar arası sözleşmeleri iç hukuk hükmü olduğunu düzenlemiş bulunmaktadır. Avrupa Birliği’ne girişteki uyum çalışmaları nedeni ile, Anayasa’mızın 90 maddesine eklenen son fıkra, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” Şeklinde olup, bunun anlamı, usulüne uygun olarak kabul edilmiş olan uluslar arası düzenlemeler ile iç hukuk düzenlemelerimiz arasında çelişki bulunması halinde, uluslar arası düzenlemenin uygulanacağıdır. Usulüne uygun olarak kabul edilerek iç hukuk düzenlemesi niteliği almış olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmenin 9/1. maddesi “Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak din ve inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel, ayin yapmak suretiyle dinini inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.” Hükmünü içermektedir. 1587 Sayılı Nüfus Kanunu’nun 43. maddesi gereğince, nüfus kağıtlarına yurttaşın kimliği yazılmaktadır. Bu nedenle de 1587 Sayılı Kanunun 43. Maddesi Anayasa’mızın 24. maddesinin 3. fıkrasına ve AİHS’nin 9/1 maddesine açık aykırılık oluşturmaktadır. Anayasamızın 90. maddesi gereğince, AIHS’nin 9/1 maddesi uygulanarak, talebimin kabul edilmesi gerekirken, red edilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle Mahkeme kararının bozulmasını talep ediyorum.
2- Mahkeme dava dilekçemi inceleyerek, talebimi kısmen kabul, kısmen red edebilirdi. Dava dilekçemin “İstek” bölümü incelendiği zaman görüleceği üzere, talebimin “....Nüfus kağıdımda halen yazılı olan İSLAM ibaresinin çıkarılarak, yerine gerçek inancım olan ALEVİ ibaresinin yazılması” yönünde olduğu görülecektir. Burada iki talep vardır. 1.si nüfus kağıdımdaki “İSLAM” kelimesinin çıkarılması, 2.si ise, yerine “ALEVİ” kelimesinin yazılmasıdır. Gerek Anayasa’mızın inanç özgürlüğünü düzenleyen 24. maddesi ve gerekse AİHS’nin 9/1 maddesi karşısında, benim 1. talebimin kabul edilmesi gerekirdi. Bu karar, talebime kısmen aykırı olmasına rağmen, Anayasa’mıza ve AIHS’ne uygun olurdu. Ben bir yurttaş olarak, Kendimi İslam dışında Alevi olarak…
Değerli canlar yukarıda eksik olarak sunduğum Yargıtay dilekçemi İzmir’deki yerel mahkemeye sunduğumuz gün, çevre derneklerden birçok dernek başkanı, basın ve polis gelmişti. Buradaki ilginçlik ise şu idi; KİMLİK başlıklı yazımın başlarında bir yerde bir radyo canlı yayınından bahsetmiştim, o esnada yönelttiğim “Alevilik İslam’ın içinde mi? Dışında mı?” sorusu karşısında kendiside Alevi olan radyo sahibi beni provokatör olarak nitelemiş, oradaki sayın dernek başkanlarından, şimdilerde HBV merkez yönetimde disiplin kurulu başkanlığı yapan Sn. Elvan ÇELEN “Aleviliğin nasıl İslam’ın özü olduğunu” kanıtlamak üzere beni derneğe davet etmişti. Bir diğeri ise o program da olup ta sorum karşısında sanırım ne diyeceğini bilemeyen, ama en az benim kadar anti-İslamcı ALEVİ olan Sn. bölge sözcümüz Hasan SOYSAL idi ve o radyo programından birkaç ay sonra mahkeme önünde Federasyonun bildirisini okuyordu. Basın açıklaması bitti ve biz toplu halde yukarıya çıkıp dilekçemizi vermiştik. Ne mutlu bana ki artık yalnız değildim, dilekçemi vermiştim, birileri sahip çıkmıştı ve benim o an itibarıyla işleyiş açısından görevim bitmişti, ve o andan sonra sadece sorulacak sorulara cevap verecektim.
Şimdi basın meselesine dönelim;
Ben bir yandan harıl harıl savunma hazırlıyor, diğer yandan da basını düşünüyordum, kafamda belirlediğim ilk gazete Cumhuriyet’ti, nede olsa solcu ve Cumhuriyetçi idi, aynı zamanda Alevilik ile de ilgileniyordu, İlhan SELÇUK bir şeyler yazıyordu, yazdıkları birileri ile paraleldi ama nede olsa bu bir ilkti, hiçbir gazete bu haberi kaçırmak istemezdi. Ve İslamcı basının da boy hedefi olması ayrıca dikkate değerdi, yani ses getirecekti.
Yanlış hatırlamıyorsam 22 Eylül’dü, Cumhuriyet’in İzmir bürosuna gittim. Esas sorumlu KIZIK yoktu, yerine bakan sorumlu muhabir ile uzun uzun konuştuk, bir sürü not aldı, tamamdır dedi. Sordum “bu haber ne kadar zamanda çıkar?” diye. “2 bilemedin 3 gün içinde çıkması lazım” dedi ve "ama"yı ekledi. Bende kendisine amanın ne anlama geldiğini, bu haberin kaçırılmaması gerektiğini, dost bildiğim için onları seçtiğimi, merkezlerde haber masalarının nasıl çalıştığını az buçuk bildiğimi falan söyleyip çıktım. 2 gün sonra gazeteye baktım yoktu, 3. gün baktım yok, 4. gün yok. Telefonla aradım, muhabir de şaşkınlık içerisinde, anlayamıyor. Ertesi gün yine yok, büroya gittim. Muhabir “her gün merkezi arıyorum fakat her ne ise anlayamıyorum, böyle bir haber nasıl çıkmaz”. “Ben sana söyleyeyim neden çıkmadığını, çıkmaz çünkü orada İlhan Selçuk var ve o da İzzettin Doğan gibi düşünüp Aleviliği İslam’ın özü olarak görüyor”. Muhabire “ben artık başka basın kuruluşuna gitmek zorundayım kusura bakma” dedim, “haklısın abi” dedi ve ben oradan ayrılıp Doğan Medya grubuna bağlı Hürriyet gazetesinin Ege ekinde haber kısım şefliği yapan, uzun yıllardır belediye muhabirliğinden tanıdığım İlyas ÖZGÜVEN’i aradım, durumu kısaca anlattım. Yılların gazetecisi, haberin önemini anladı ve muhabirini hemen gönderdi, röportaj yaptık, fotoğraflar çekti ve gitti. Ertesi gündü, işte Kazım başkan aramıştı, ona da sormuşlar ve desteklediğini, Yargıtay’a ve AİHM’e gitmem durumunda her türlü hukuksal yardımı yapacaklarını söylemişti.
Yani dostlar bir gazete düşünün, adı “Cumhuriyet” olsun, kendisine solcuyum, Atatürkçüyüm, Laik’im desin, Alevilikle ilgileniyor olsun, şeriat’a hepten karşı olsun, 5 gün tartışsın ve bu haberi yayınlamasın. Biliyorum şimdi içinizden bazıları “eh be kardeşim insan bu kadar saf olur mu, sen O gazetenin ne mal olduğunu bilmiyor musun da, ondan böyle şeyler beklemiyorsun?” diyecektir. Biliyordum tabii ki, ama ille de yaşamak ve bire bir görmek gerekiyor. Ben zaten size değil bu durumu bilmeyen milyonlara sesleniyorum. O gün eminim ki İzzettin Doğan’a sormuşlardır ve O’na göre karar almışlardır. Onlarda aynen yerel mahkeme, Diyanet ve Yargıtay gibi “vatanın al-i menfaatlerini” düşünmüş, Prof. görüşü alarak bu al-i menfaate katkıda bulunmak istemişlerdir. Ama bu yayınlamama kararını alan gazete birkaç gün sonra bu haberin kuyrukçuluğunu yapmak zorunda kalmıştır. Benim dilekçemi mahkemeye vermemin üstünden dört sene bir ay geçtikten sonra, yani bu günlerde, İzzettin Doğan çıkıp Fethullah’a övgüler dizecek, O’nu Nazım Hikmet’le bir tutacak, cem evlerine yaptığı katkıları övüne övüne anlatacaktı. Fethullah’a savaş açmakla yılarını geçiren bu gazete, "Alevi İslam" modeline destek verdiği Prof. un Fethullah dayanışmasına ne diyecek hep birlikte göreceğiz. Bu işler o kadar karışık ki anlamak için gerçekten komplo teoriyseni olmak gerekiyor. Ben oldum olası her türlü komplo teorisini ilgiyle dinlerim, çünkü birinden biri mutlaka uyar.
Bu kısımda ki gariplik ise, şu mahkemeye verdiğim deliller içerisinde daha öncede anlattığım gibi sayın yazar Ergün Poyraz’ın Fethullah’ın niyetini anlattığı “Kanla Abdest Alanlar” kitabı vardı. Orada Fethullah’ın Alevi ileri gelenlerine yaptığı teklif ve Alevilerin Anıtkabiri AT AHIRI yapacaklarını anlattığı bölümler çok ilginçti. Ayrıca bu taktiğin mucidi olan ve Fethullah’ın da şeyh’i olan SAİD’in Aleviler eliyle Cumhuriyeti yıkmayı kafalarına taktıklarını ve bu yolda epeyce yol aldıklarını görmüştüm ve ürkmüştüm. Ama ne yazık ki devletin hakimi, savcısı ve koca koca Yargıtay üyeleri görmemişti. Bu ülkenin kuruluş felsefesinin ve de halkımızı bir arada tutan değerlerin “din birliği” olmayıp, Atatürk devrimleri ve özellikle LAİKLİK olduğu kavranamamış, açtığım dava birinci dereceden bölünme nedeni sayılarak hızla ve şiddetle reddedilmişti.
Yıllar sonra ise geldiğimiz bu noktada insan şunu sormadan edemiyor, “Ey koskoca seksen küsur yıllık, Ata’nın gazetesi. Sen sözde kendini Cumhuriyete adamıştın, şeriat’a ve onun ülkemizdeki önderine karşı savaş açmıştın, seninle aynı düşüncede ve eylem birliğinde olan bir yazarın Alevilere atılan şeriatçı kancayı gözler önüne serdiği kitabı hiç okumadın mı? Her türlü ayrıntıyı takip eden sizler bu oyunun farkına varmadınız mı? “Türk İslamı” “Alevi İslamı” gibi savunuların varacağı yerin şeriat olduğunu bilmiyor muydunuz? Kol kanat gerdiğiniz Prof. unuzun bu ilişkilerini bilmiyor muydunuz? Sizin bunları bilmiyor, görmüyor olmanız ihtimal mi? Alevilerin şeriatçılaşmasından memnun musunuz? Ve son olarak soruyorum; haberimi neden ya-yın-la-ma-dı-nız?"
SAYGILARIMLA
SİNAN IŞIK
DEVAM EDECEK . . .
ALEVİ HABER AJANSI - 15 Temmuz 2008
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.