Karanlıkçı Bir Şair'e, İsmet Özel'e...
Karanlıkçı Bir Şair'e, İsmet Özel'e... Fehmi SALIK / Alevihaber.com(...) Şair İsmet Özel’e soruyorum şimdi:Hangi tarihe dayanarak,...
Karanlıkçı Bir Şair'e, İsmet Özel'e...
Fehmi SALIK / Alevihaber.com
(...) Şair İsmet Özel’e soruyorum şimdi:
Hangi tarihe dayanarak, hangi kültür birikiminle bu yolun yolcularına ‘ilkellik’ yaftasını yakıştırabiliyorsun? Sözüm ona üstelik ‘şair’sin bir de. Bugüne değin Alevilerin ‘yedi ulu şairi’nden hiç mi haberdar olmadın? Demek ki sen Fuzuli’yi okumadın hiç? Hatayi’yi, Nesimi’yi okumadın? Yemini, Pir Sultan, senin kitabında yok demek? Anlaşılan o ki Virani’den, Kul Himmet’ten hiç esinlenmedin? Yunus’u okumayana, Hacı Bektaş öğretisinden pay almayana ya nasıl şair derim ben. Eğer ‘yasin-i şerif’i ezberlemenin dışında vaktin kalırsa İskender Pala’nın “Babil’de Ölüm, İstanbul’da Aşk” adlı romanını oku bir de. Fuzuli’nin büyüklüğünü, kutsallığını orada gör...
KARANLIKÇI BİR ŞAİR’E
‘NÂMEFHUM/ NÂMERBUT’
İSMET ÖZEL’E...
Fehmi SALIK / Alevi Haber
Kayseri’de doğar.
Ataol Behramoğlu’yla birlikte “Halkın Dostları” Dergisi’ni çıkarır.
1960’a dek ‘toplumcu şairler’ arasında sayılır. 1970’lerde “toplumcu şairlik” giysisini çıkarır, gericiliğin ‘kara hırkası’na sarınır. 2010’a 5 kala, artık bir sakallıdır o; ‘hidayete’ ermiştir aklınca.
Balçiçek Pamir’in izlencesine çıkar bir gün. “Karşıt Görüş”ün bir yanında o vardır. Ama abuk sabuk konuşur. İzleyenler onun sapıttığına inanırlar. Çünkü aklı başında hiçbir insan, hiçbir inanç sahibine, hiçbir karşıt görüşe bu tür bir hakarette bulunamaz. Bu adam için nasıl bir tanımlama gerekir, bilemiyorum artık. Kurduğum tümcede, ‘bu adam’ tamlamasında, ‘tamlananın’ yerine değişik seçenekler düşündüm; yine de “Ben onun gibi küçülemem” deyip bu düşüncemden vazgeçtim.
Ben ‘şoven’ değilim; bağnaz değilim. Gerici/tutucu, ırkçı hiç değilim. Kişilerin rengine, cinsiyetine, diline/dinine, etnik kökenine hiç bakmam. Onların düşünce yönleri, etiksel yapıları, kültür birikimleri, insancıl tavırları ilgilendirir beni. Alevi kökenliyim. Sünniler içinde hısım/akrabamdan daha çok sevdiğim dostlarım, arkadaşlarım var. Alevi olduğum için onur duyuyorum. Yukarıda sıralamaya çalıştığım bana özgü olan bu özellikler, ‘Alevi Öğretisi’ni oluşturan öğelerdir. Bizim hamurumuz, o maya ile karılmıştır. 1993’te Cumhuriyet’te bir ‘Alevilik Tartışması’ gündeme gelmişti. Orada “Alevilik ilericilik/devrimciliktir” demiştim de kimi Sünni arkadaşlarım alınmıştı bu sözlerime. “İlericilik ve devrimcilik sadece Alevilere özgü müdür” diye karşı çıkmışlardı. Sonradan verdiğim yanıtlar, inandırıcı olmuştu ki onlar da hak vermişlerdi bana. Öyle ya, bu kutsal kavramları, nasıl olurdu da tek bir inanca mal edebilirdim. Ama Alevilik, doğası gereği eşitlikçi, özgürlükçü, paylaşımcı, sol eğilimli bir ‘yol’dur. Bu ‘yol’a girenler, bu tarihsel yürüyüşlerini bozmadan; geçmişte bu yol için bedel ödeyen önderlerinin o haklı duruşlarına ihanet etmeden; kendilerinden sonra gelenlere aydınlıkçı, çağcıl bir dünyayı kalıt olarak bırakmayı düşlemişlerdir hep. Bu yolda kin/nefret yoktur. ‘Dogma’lar yoktur. Çamur atmak, ikiyüzlülük yoktur. Saltanat kaygısı, bencillik yoktur. “Kadınların aklen ve dinen ‘dûn’ (alçak/aşağı) görülmesi” yoktur. Cennet/cehennem telaşı yoktur. Namaz kılmak için kırmızı plakalı resmi arabalarla camilerin önünde boy göstermek yoktur. Yalan yoktur; kan yoktur. Bu yolun tanımı budur. Ama her Alevi, bu tanımın içinde midir, ona kefil olamam.
Şair İsmet Özel’e soruyorum şimdi:
Hangi tarihe dayanarak, hangi kültür birikiminle bu yolun yolcularına ‘ilkellik’ yaftasını yakıştırabiliyorsun? Sözüm ona üstelik ‘şair’sin bir de. Bugüne değin Alevilerin ‘yedi ulu şairi’nden hiç mi haberdar olmadın? Demek ki sen Fuzuli’yi okumadın hiç? Hatayi’yi, Nesimi’yi okumadın? Yemini, Pir Sultan, senin kitabında yok demek? Anlaşılan o ki Virani’den, Kul Himmet’ten hiç esinlenmedin? Yunus’u okumayana, Hacı Bektaş öğretisinden pay almayana ya nasıl şair derim ben. Eğer ‘yasin-i şerif’i ezberlemenin dışında vaktin kalırsa İskender Pala’nın “Babil’de Ölüm, İstanbul’da Aşk” adlı romanını oku bir de. Fuzuli’nin büyüklüğünü, kutsallığını orada gör.
“Türk olmayana gâvur denir. Gâvurda akıl olsa Müslüman olurdu” diyorsun. Ve de yumurtluyorsun incileri bir bir: “Müslüman değilseniz, Türk olamazsınız. Türk demek, Müslüman demektir. Namaz kılınarak Türk olunabilir.”
El insaf; nasıl okumuş, nasıl şairsin sen?
O zaman Müslüman’ım diyen Arap kökenli Ortadoğu ülkeleriyle diğer etnik kökenli Müslümanların tümü Türk’tür; ya da bunun tersi de söylenebilir: Adamlar Arap, ya da bir başka etnik kökenliyse, o zaman da Müslüman değiller. Şimdi senin gibi bir şaire bu ipe sapa gelmez düşünceler yakışır mı?
Bu dipsiz, karanlık düşünceleri bırak.
Ama senin gibi suyu bulandıranlar, tarihin çöplüğünde çok vardır. Kökünüz çok eskilere dayanır. Kerbela’dan öte de vardınız; Kerbela’dan bu yana da varsınız. Kardeşi kardeşe düşürdünüz. Peygamber’in torunlarını kesenlerdensiniz. Maraş’ta yurttaşların kapılarına kırmızı işaretler koyup kentin sokaklarını Kerbela çöllerine çevirenler yine sizlerdiniz. Çorum’u, Gazi’yi kana bulayan da sizdiniz. Sivas’ta tutuşturduğunuz alevler, Neron’un yangınını gölgede bıraktı.
Bir yakınımın çok güzel yakıştırdığı gibi sen ‘dinci şair’ değil, ‘kinci şair’sin. Bu söylemlerinle o övünmeye çalıştığın Türklüğüne de hakaret ediyorsun. Ama nerden alıyorsun bu gücü, nasıl söyleyebiliyorsun bunları; burası düşündürücü işte. Bir saygın yazarın dediği gibi “Bir Alevi vatandaşımız çıkıp da ‘Sünnilik ilkelliktir’; Haçlı artıklığıdır’ dese, bu ülkede neler yaşanırdı?” Ama hiçbir Alevi, senin içine düştüğün bu bataklığa girmeyi istemez. Bu yaptığının adı, sözcüğün tam anlamıyla bir ‘savaş kışkırtıcılığı’dır.
“Bizim demokrat olmak gibi bir derdimiz yok” diyorsun. Bak bunu doğru söylüyorsun. Zırvaladıklarının içinde tek doğru olanı da budur zaten.
Ama bizim böyle bir sorunumuz var. Biz ‘demokrasiyi’ düşledik hep. Paylaşımcı, eşitlikçi, özgürlükçü bir düzeni sağlamak için didindik durduk. Hakkı, hukuku, adaleti aradık. Sülbünden geldiklerimiz de, bu saydığım güzel kavramlar uğruna bedel olarak canlarını verdiler.
Hallac-ı Mansur’lardan Nesimi’lere; Şeyh Bedreddin’lerden Pir Sultan’lara; Baba İlyas’lardan Seyit Rıza’lara bu başkaldırılar, bu baş/beden vermeler, bu idam sehpalarına çıkışlar, bu cellâtlara gerek kalmadan idam kürsülerine tekme atışlar, peki ya neyin uğrunaydı ‘kinci şair’, hele bir düşün.
Yazımı arkadaşım, soydaşım, aile dostum, anısı önünde saygıyla eğildiğim, çağımızın Pir Sultan’ı OZAN MAHZUNİ’NİN bir şiirinin iki dizesiyle bitirmek istiyorum:
“Yürü be, yürü be; insan değilsin
Kendini bilmeyen, haddin(i) ne bilsin…”
Döne döne oku istersen...
KAYNAK : Alevihaber.com - 28 Aralık 2009
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.