KADINLAR ARASI REKABET VE ALEVİLİK
Alevi iradesinin bir ve bütün olması çabası ile gerçekleştirebiliriz. İnsanımızı sevmeyi söylemek yerine sevmeliyiz. İnsanımızı Hak, hakikate ve hakkaniyete davet etmekle yetinmemeli, bunu pratiğe taşımak durumundayız
Yaşamımızı sınırlayan ve düşüncemizi olduğu gibi faş eden en büyük mekanizma düşünmek kadar da dilimiz ve buna bağlı tutumumuzdur. Bu dil, konuşmakla da ağızdan çıkan kelimelerle de ilişkilidir. İnsan bu anlamda düşüncesinin dil ile yansımasından öte bir şey değildir. İnsanın kültürel yapısı da, ideolojik tutumu da, gelenekleri de bu sayede anlaşılabilir.
Bu söylemin en güçlü taşıyıcısı yine kadındır. Çünkü insan ilk eğitimini, öğretisini annesinden ve onun üzerinden ailesinden alır. Aile insanın dil haznesinin, duygu dünyasının yaşama taşınmasında birinci derecede aktördür. Aile bu anlamda bilinçli ya da bilinçsiz olarak çocuğun gelişiminde insani bir dil mi yoksa ayrımcı bir dil mi kullandığı ile belirleyicidir. Bu dil bir süre sonra diğer insanların diliyle bir başka boyut kazanır ve düşünme, değerler oluşturma sürecine girer. Aileden, insanlığın geniş ailesine doğru genişleyen büyümemiz dil, duygu, davranış ve tutum yanında bedenin kullanılmasını da belirler. İşte insan bu formel örgütler üzerinden « sektörel » bir hayatın sınırlarında ne yapması gerektiğini, nerede durmasını gerektiğini de öğrenir ve bilinçli ya da bilinçsiz ona göre hareket eder.
Dünyanın dört bir yanında feminist olsun olmasın, kadın örgütleri ve kadınların dahil olduğu örgütler kadın özgürlüğü için, hak mücadelesi için çaba göstermektedirler. Insanlığın yeni bir aşamaya gelmesinin, cinsiyetçiliğin kalkması bu mücadelenin etki alanının gelişmesi ile yakından ilişkilidir. Işte bunu yaratan kadınlar olarak yarattığımız ya da elimizden alınmış olan hayatı bu geldiğimiz çağda yeniden ele almak, eşitler arasında eşit olabilmek çabasındayız. Dinlerin etki aşamasından, feodalizmden, kapitalizmden geldik emperyam bir Dünya sürecine. Bu süreçte kadının ödediği bedel sadece bedeni üzerinde değil, ruhu ve tutumları, oluşan egemen dil üzerinden de şekil almıştır. Kadına yönelik asıl kasvetli, ötekileştirici, aşağılayıcı, değersizleştirici, cinsiyetçiliğin erkek lehine güç kazandığı alandır.
Toplumsal duruşun arka penceresi tümüyle temizlenmeden cinsiyetçi dil ve türevlerinin tükenmesi de söz konusu değildir. Kadınların bir de cinsler arasında da bir “savaş”ı vardır. Bu savaş tümüyle de bir savaş sayılmaz. Savaşın araçları açık silahlar ya da anlaşmazlıklar dahi olmayabilir.
Kadınlara uygulanan şiddete karşı mücadele etmek, ekonomik ve sosyal haklarını elde etmek, cinsiyet eşitliği sağlamak için alanlarda, medyanın her türünde görüyoruz. O mücadeleyi eden, ettiren biziz. Biz kadın olma mücadelesini insan hakkı, yaşam hakkı olarak görenleriz. Ancak, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda kadının kadına karşı uyguladığı şiddet ve rekabet tabu konular olarak sürdürülmeye devam etmektedir.
Hanelerde Kadın Köleliği, Işyerlerinde Rekabet
Aile içinde mağdur kalan kadınlar, anne, kayınvalide, abla, görümce gibi bireylerden baskı duyarak erkeğin ona uyguladığı fiziksel ve psikolojik şiddetten kurtulamaz hale geliyorlar. Burada kadının içinde bulunduğu aile ve çevre ilişkilere karşı duygusal olması nedeniyle de önemli bir çelişki içinde kalıyor. Bu temelde bir insan hakkı sorunudur.Birçok aile içi şiddet türleri ve negatif ayrımcılıkta gücünü bu tip aile yaşamıyla beslemektedir. Ailenin ve özel mülkiyetin kökeni de buradaki süreçle doğrudan ilgilidir. Bu yönlü sorunlar sadece aile içinde değil, işyerlerinde de yaygındır. Yetenekli, başarılı kadının niteliklerinin yıkıcı eleştirilerle baskı altına alınmaya çalışılarak onu iş ortamının bu yönüyle gizli bir kadınlar arası güç savaşı alanına dönüşebiliyor. Bu çatışma iş yerlerinde olduğu gibi evde, örgütlerde, parti ve sendikalar gibi örgütlü yerlerde de benzer içerik ve atmosferdedir.
Örgütlerde Kadınlar Arası Çatışma
Farklı veya aynı topluluklarda, farklı veya aynı amacı taşıyan dernek, kurum ve kuruluşlarda da kadının kadını çekememezliği sıkça görülen bir durumdur. Gönüllü hizmet eden, inançlarının, itikatlerınının gereklerini yerine getiren, üretken, özgüveni ve kapasitesi yüksek olan kendini değerli gören, güçlü ve samimi davranan, çevresine ve toplumuna faydalı olmak isteyen kadınlar maalesaf “bedava” eleştirilere maruz kalarak, ötekileştirilebiliyorlar. Ancak bu yaratılırken toplumsal söylem ve kurumun işleyişinde görülmeyen bir yavaşlamaya, asıl soruna odaklanma ve amaçları bir yana bırakma sürecine dönüşebiliyor. Program, proje ve değer üretmek yerine kadının kadın ile rekabeti bu kurumlarda durağanlık ve sosyalite sorunları oluşturuyor. Değerler üzerinden olmayan bu kural koyucu çaba çatışma yanında günlük hayat ile gelecek hayat arasında farkında olunmadan sabitlik oluşturuyor.
Alevi kurumları da bu tür vakalara maruz kalıyorlar. Bu konunun Yolumuz ve felsefemiz gereği düşündüğümüzde durum bunların olmaması yönündedir. Hünkâr Hacı Bektaş Veli kendi eksiklerimizi aşmamızı, birbirimizi görüntüden çıkarmamızı, gönülden hissetmeyi ve var etmeyi şöyle dile getirir:
"Hararet nardadır sacda değildir
Keramet baştadır tacda değildir
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüs’te Mekke’de Hac’da değil".
Yol’un söylediği gibi; “aramızda kadın-erkek yoktur Can vardır” düşüncesi felsefemizde nasıl bir yol alınması gerektiğini gösterir. Ancak bunu engelleyen kadınların bu düşünceyi bilip de hayatın öyle sürdürülmesi gerektiğini görmelerine karşın yine de yukarıda dile getirdiğimiz doğal insani tutum ve davranışların yıkıcı bir alana taşınarak rekabet aracına, duyguların beden dili üzerinden çatışmaya çekilmesi için fırsattır. Kadın evde, işyerinde, sokakta, örgütünde nasıl olması gerektiğini zaten her daim tecrübe eder ve ölçüsünü bilmek durumundadır. Kadın erkek ayrımsız herkesin tutum ve ölçüsü Yol’dur, felsefemizdir. Kişisel önyargı ve kalıpların örgüt üzerinden baskı aracına dönüştürülme çabası bir anlamda hak arayışının yine kadın tarafından sorgulanması ve şekillendirilmesi ile öyle olması gerektiği biçiminde standartlaştırılmasıdır. Halbuki Alevi kadın da ayrımsız Alevi insanıdır ve yaşamdaki eşitlikleri Aleviliğe göre cinsiyetsiz olarak tanımlanmak durumundadır.
Kadınlar kendi özeleştirilerini yapmadan, birbirini çekemediklerinden, gösteriş (prestij) peşinde koştuklarından, kadın canların farklılıklarının, gönül güzelliklerinin, potansiyellerinin kuruma güç ve değer katacağı görmezden geliniyor. Böylesi doğallığı ve iradeleri zenginlik olarak görmezler, toleranslı davranmazlar, yüreklerinde hoşgörüyü dışa taşımak, yüreklerini paylaşmak yerine kıskanç, riyakâr davranışlarından, kendilerini kurumun merkezinde ya da önünde olarak görürler. Aşağılayıcı terimler kullanarak, kadının veya erkeğin tek başına kuruma gelmesini, eşinin rızası olup olmadığını, farklı yaşam tarzları ve inanmaları olup olmadığını bilmeden, kendinde eleştirme hakkı bulurlar. Kadın ve erkeği "can" olarak değil de cinsiyet ayrımcılığı ortaya konularak örgütsel dayanışmada ne kadar yer alınabilir ki. Bu zihniyetle Alevi değerleri nasıl sahiplenilir, nasıl gelecek kuşaklara taşınabilir. Ben bir “Alevi kadınıyım” diyebilmek kadının kadınla rekabeti üzerinden bir sosyalite olmaktan öte baskı ve kendi bildiğine araçsallaştırılıyor.
Alevi kadını önde ve öncü bir kadınlık konumundadır. Kendisini kuran da kurtaran da olabilme potansiyelini ona Alevi inancı veriyor. Bu inancın kadına verdiği yer sadece Cem de ritüelde olmakla kalmamalıdır. Nasıl ki canlar cemlerde ayrımsız ve cinsiyetsiz meydana taşınıyorlarsa; nasıl ki semahımıza aynı duygu ve ritim ile kalkılıyor ve yürünüyorsa, hayatımızı da öyle sürdürebilme gücü ve iradesini Yol bize sunmaktadır. Bu güzelliği bunca verebilen, insanı insan karşısında özgür, öz’ünü dar’a çekebilir, güçlü ve kararlı hale getirebilen bir inancın bu atmosferini örgütlerimize, evlerimize, yarenlerimize, yoldaşlarımıza taşımak zor olmasa gerek.
Alevi insanı bir bütün olarak ve özelliklede Yolumuzun yarattığı kadın geleceğin kadınıdır. Geleceğin çocuklarını doğuracak, büyütecek ve onlara ayrımsız insanlık dilini, inancını öğretecek o çocukların anneleri olarak bizleriz. Bu ütopya olmaktan çoktan çıkmıştır. Örgütlerimiz daha güçlü, ailelerimiz daha huzurlu olsun istiyorsak bu yaratıcı düşüncemizi, felsefemizi cemlerimizde olduğu gibi Yol ve Erkan Kurullarımız üzerinden genişleterek sürdürmek, yaşam pratiğimize ve geleceğe taşımak durumundayız. Yol ve Erkan Kurullarımız sadece ritüel anlamda, gösteriye dönüşmek üzere olan Cemlere müdahale etmekle yetinmemelidir. İnsanımızın Hakk’a Yürüme Erkanlarında olduğu gibi günlük hayatlarımızda da bir işlevi ve sürekliliği olmalıdır. Sorunlar kurullara taşındığında, Ceme taşındığında o Meydan hakikatimizi yürütmekle sorumludur. Bu nedenle deriz ki; “Gönül kalsın Yol kalmasın”. Peki, bu nasıl olmalı, nasıl olacak. Bunu güçlü örgüt iradesiyle, Alevi iradesinin bir ve bütün olması çabası ile gerçekleştirebiliriz. İnsanımızı sevmeyi söylemek yerine sevmeliyiz. İnsanımızı Hak, hakikate ve hakkaniyete davet etmekle yetinmemeli, bunu pratiğe taşımak durumundayız. Bütün bunlar olmazsa Alevi “insan”, Alevi “kadın” nasıl olabilir ki. En azından örgütlü yaşamımıza taşınma, taşıma potansiyelimizi değerlendirerek Yol ışığımızı, çerağımızı yakmak durumundayız. Örgütlü olma bilinci bunu yaşama, insanına taşımaktan başka nedir ki.
Dünya ve hayat kadınlarla güzelleşir, özgürleşir. Kadın kadının en büyük sığınağı, sırdaşı, yol arkadaşı, güvendiği, hiçbir şekilde onu sorgulamadan yeniden hayata bağlayan olmalıdır. Yolun verdiklerini, kazandırdıklarını, insan olma bilincini özellikle örgütlerimizde bir yana bırakmamalıyız. Her alanda kendini geliştirmesini, eğitmesini, ekonomik özgürlüğünü kazanması için destekçisi ve rehberi kadın olmalıdır. Bunu da Yol’un verdikleri olarak görülmelidir. Bu tür durumlar musahipçe, kardeşçe, kırmadan yıpratmadan ele alınmalı ki kadın dayanışması çoğalsın, çoğaldıkça kadın haklarına, özgürlüğüne kavuşsun. Yolun yaratmak istediği kadın da erkek de yaşamı Alevice olabilsin. Alevi dünyasında kadının işlevi, işlevselliği sistematik olarak hayatın mutfağıdır. Çünkü kadın sezgisi, görgüsü tümüyle alevi gibi yaşamaya açıktır. Alevi insanın görünen dünyası, insanlığa taşınacak dünyası ceminde, erkanlarında olduğu gibi kadınının Pratik hayata taşıdığı dili, söylemi ve hayat tarzıdır. Büyüyen ve güçlenen örgütlerimiz ve Yol kurucusu kimliğine soyunanların kadının kurucu ve örgütleyici kimlik ve kişilik oluşturucu sürecini yadsımak yerine bunu bir kazanım olarak görmelidir. Ancak kadınlar arası çatışma ve etkilerini insani varlık alanımıza taşımadan ve rehberlik etmeden Alevi kadını da Alevi insanı da ancak teoride, düşte kalır. Hace Bektaş Veli yol emanetlerini neden nice rehberi varken gidip Kadıncık Ana’ya Verdi. Bu hem simgeseldir hem de Alevi hayatının akışıdır. Bunu görmek ve sürdürmek durumundayız.
Bilen ve görene aşk olsun.
Selma ORUNDAŞ AKARSU
Paris, 31 ocak 2019
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.