İttihatçı Gelenek = AKP-MHP-CHP ve Kemalist Aleviler
Hüsnü ÇAVUŞ: ''Kemalizm doğru kavranmadan Rêya Hâq ve diğer tüm Alevi süreklerinin doğru ve güçlü bir örgütlenme kuramayacaklarını belirterek yazıya başlayabiliriz.''
Kemalizm doğru kavranmadan Rêya Hâq ve diğer tüm Alevi süreklerinin doğru ve güçlü bir örgütlenme kuramayacaklarını belirterek yazıya başlayabiliriz. Türkiye’de Alevi toplumu Kemalizmle en fazla ilişkilendirilen kesimlerden biridir. Cumhuriyet döneminde Alevilere uygulanan fiziki ve kültürel soykırımlara bakılması bile, Alevilerdeki Kemalist algının bizzat devlet tarafından empoze edilmiş olduğunu anlamak için yeterlidir. M.Kemal’in Koçgiri ve Dersim katliam ve soykırımlarıyla ilgili talimatlarını kapsayan devlet belgeleri artık açığa çıkmışken bile, çoğu Alevilerin M.Kemal hayranlığında ısrarı, resmi ideolojinin ne kadar etkili olduğuna işaret etmektedir. Oysa ki, bu Atatürk sevgisi köklü bir dezenformasyon (yalan ve yanlış bilgiler) yoluyla devlet tarafından inşa edilmiştir. Alevilere M.Kemal’in farklı ve yanlış gösterilmesinin temel nedenlerinden biri de Kemalist devletin dışa bağımlı, taklitçi ve cılız modernitesinin inşasıdır. Aslında modernleşmenin tarihi Tanzimat (1839-1876) dönemine kadar götürülebilir. Ama bu dönemin modernleşmesinin, gayri müslimlerin ayaklanmalarını kontrol altına alma amaçlı olduğunu ve bir iyileştirme getirmediğini de vurgulayalım.
Zaten milliyetçilik ve tek devlet, tek vatan, tek din, tek millet ve tek bayrak temelinde bir ırkçılığın ideolojik perspektifini Cumhuriyet öncesinde İttihat Terakkiciler atmıştı. Yani önce tekçiliğe dayalı ulus devlet kurulmuş, ardından da buna uygun vatandaşlar yaratmak hedeflenmiştir. Bu paradigmaya (çözüm modeli, yol, kuramsal kavramsal metod ve araçlara) uymayanların tasfiyesi bir plan ve proje olarak belirlenerek uygulanmıştır. 24 Eylül 1925’te Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla kürtleri türkleştirmek Alevileri sünnileştirmek için uygulamaya konulan “Şark Islahat Planı„ da bunun bir devamıdır. 30 Kasım 1925 “Tekke ve Zaviyeler Kanunu„nun çıkartılması ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması ile Alevilerin kutsal mekanları da resmi olarak kapatılmıştı. 1938 Dersim soykırımı ise, bu ulus devletleşmesinin zirve noktasıdır. Bu zihniyetin daha iyi anlaşılabilmesi için dönemin gazetesi Cumhuriye‘tin Dersim Soykırımı’na ilişkin haberine bakmak yeterlidir: “Açlar ile çıplaklarla meskûn olan bir yer medenileştiriliyor, geriliğin ana merkezi olan bu muhitte şimdi motörlerin uğultusu birbirine karışıyor.”(Cumhuriyet: İlelebet Milli Cumhuriyet. Haberler Analizler dosyalar Araştırmalar Belgeler. Atatürk ve Dersim Katliamı) Bu temelde yükselmiş olan, toplumları kategorize eden, sınıflara ayırıp kendi devletçi sistemine uygun kimlik veren, baskıcı ve sömürgeci bir güç olarak Türk ulus devlet Modernitesi işte böyledir. Bu modernist devlet, kapitalist pazar, rasyonalite, bürokratikleşme, endüstriyalizm, ırkçılığa dayalı milliyetçilik, ahlaktan yoksun bilimcilik, dincilik ve cinsiyetçiliğe dayanmaktadır.
Bu oligarşik yapı, hem seküler hem de dinsel ritüel, kuram ve kavramları içiçe kullanmaktadır. Bir yandan dinsel efsaneleri, diğer yandan da ulusal efsaneleri toplumu kendi tebaası yapmak için kullanmaktadır. Her inanca, ulusal ve cinsel kimliğe Türkçülük ve İslamcılık ekseninde yaklaşılmaktadır. Bunlardan dolayıdır ki, M. Kemal ittihatçı bir geleneğin “modernleşme„ strarejisinin lideridir. Bu geleneğin ideologlarından Doktor Nazım’ın şu yazısı da İttihatçılığın Cumhuriyet kadrolarınca devralındığını göstermektedir:
“…Ben Türkün, yalnız Türkün yaşamasını, bu toprakta hakim-i müstakbel olmasını istiyorum. Türk’ten gayrı anasır mahvolsun. Ne dinde ne mezhepte olurlarsa olsunlar; bu diyarı Türk’ten gayrı anasırdan tathir (temizlemek) lazımdır. Dinin benim nazarımda hükmü, itibarı yoktur. Benim dinim Turan’dır.„(Ragıp Zarakolu, “Kürt Aydını Mevlanzade Rıfat„ Evrensel, 10.09. 2008. Aktaran: Mehmet Bayrak, Dersim Koçgiri: Te’dip-Tenkil-Temdin-Tasfiye, Ankara:Özge Yay. 2010, S. 220)
Hala CHP’ye egemen olan milliyetçi Kemalist kadroların bu türkçü geleneği devam ettirdiği de CHP’nin bugünkü politikalarınden anlaşılmaktadır. 1924-1930 yıllarnda Adalet Bakanlığı yapan ve rejimin hukuk sistemini tasarlayan Mahmut Esat Bozkurt’un şu sözleri de İttihatçı geleneğin CHP’de hakim yaklaşım olarak yaşatıldığına işaret eder:
“Cumhuriyet Halk Fırkası…Türk milletine mevkiini iade etti… dost da düşman da bilsin ki bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır. Köle olmaktır. „ (Anadolu, 18.09.1930 Aktaran: Kaya, Endoktrinasyon ve Türkiye’de Toplum Mühendisliği„, S. 148)
İsmet İnönü ise şöyle der: “Biz açıkça milliyetçiyiz… Vazifemiz Türk vatanı içinde Türk olmayanları behemehal Türk yapmaktır. Türklere ve Türklüğe muhalefet eden anasırı kesip atacağız. Ülkeye hizmet edeceklerde her şeyin üstünde aradığımız Türk olmalarıdır„ (Bilal Şimşir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de “Kürt„ sorunu 1924- 2938: Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim ayaklanmaları, Ankara: y.y., 1975, 58. Aktaran: Ahmet Yıldız, “Ne Mutlu Türküm Diyebilene„ Türk Ulusal Kimliğinin Etno-Seküler Sınırları, 1919-1938, İstanbul, İletişim Yay. 2010, 155-156)
İşte devam etmekte olan homojen Türk ulus devletinin stratejisi budur. Devlet, hem “toplum-Tanrı„ özdeşleştirmesiyle hem de “devlet-millet„ özdeşleştrilmesi iç içe geçirilerek kendisini Tanrı ve toplum yerine koyup, tek kutsallık olarak topluma empoze etmiştir. Devlet olmadan varolunamayacağı, devletsiz kalmaktansa her tür leş yiyen hayvana yem olmayı yeğleyen anlayışın, “devlet başa kuzgun leşe„ sloganı ülkücülerin dilinden bu nedenle düşmemektedir.
M.Kemal’in abartılarak anlatılamsı, doğuştan liderlik özellikleri varmış gibi gösterilmesi, okul kitaplarında onun baş komutan ve kahraman olarak bilinçaltına yerleştirilmesinden Alevilerin de etkilenmemesi düşünülemezdi. İşte bugünkü M.Kemal hayranlığının kökeni, 1920’lerden itibaren devletin bu putlaştırma projesine dayanmaktadır. Bunun böyle olduğunu dönemin Kadro Dergisi’nin teorisyenlerinden Şevket Süreyya Aydemir şu sözleriyle de belirtmiştir: “mecburduk inkılabımızı oturtmaya ve Atatürkü putlaştırmaya„(Hasan Ünder, “Atatürk İmgesinin Siyasal Yaşamdaki Rolü„ S.146-147) Fakat bu TC sistemini ve Atatürkçülüğü putlaştırmanın eskimeye başladığını da Belgelerle Türk Tarih Dergisi’nin Şubat 1997 tarihli 1. Sayısında yayınlanan, 10.03.1981’de “Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Daire Başkanlığı„ nın (ATASE) Gn Kur. Bşk.‘na sunulan “Özel bir jeopolitik İnceleme„ konulu rapordan öğreniyoruz: “Milletin Ankara’ya güveni ciddi biçimde sarsılmıştır ve Türkiyemiz bugün tek merkezden idare edilebilme imkanını yitirme sınırına gelmiştir (…) Her il merkezi,… yasama, yürütme ve yargı yetkileriyle techiz edilerek (…) 67 il merkezimizde,.. Millet Meclisleri kurulmalıdır. Yunanlılar eski Osmanlı vatandaşlarıdır. (…) Yunanistan’la bir federasyon kurmalıyız. Kıbrıs dörde bölünüp Girne Türkiye’ye bağlanabilir. Baf Yunanistan’a bırakılabilir… bunlar dışında kalan topraklarda da federe bir devlet kurulur. Türk-Rum Federe Devleti, Birleşmiş Milletlerle sıkı bir işbirliği halinde cennet bir ülke olabilir… 1919-1938 yılları arasında, Ankara’daki tek lider M.Kemal, bütün Türkiye’ye yetiyordu. Ancak köprülerin altından çok sular geçti. Bugün tek değil, her vilayette bir Atatürk‘e; 67 adet 23 Nisan 1920 Meclisine ihtiyaç vardır.„ (Mahmut Boğuşlu, Tümgeneral, As. T. ve Strateji. E. Bşk. Aktaran: C.Özakıncı, TR’nin Siyasi İntiharı Yeni Osmanlı Tuzağı, S.431-432, 31. Basım)
1924’te kurulan Türk Dil Kurum ve Türk Tarih Kurumu da bu tekçi ideolojiye dayalı bir projedir. Gerçekte olmayan özellikler, tarihin yalanlar ve çarpıtmalarıyla M.Kemal‘e kişisel özelliklerinin çok ötesinde özellikler yüklenerek ulusal kahraman, kurtarıcı ve kurucu tek lider ilan edildi. Birlikte hareket ettiği komutanlar ve diğer arkadaşları da geri plana itildi. Öyle ki, Türkiye Cumhuriyeti yerine “Atatürk Cumhuriyeti„ “ Atamız„ büyük şef, büyük reis,…„ sözleriyle de putlaştırıldı. Yani bugün TC’nin tek lideri, reisi, halifesi, “dokunulması ibadet„ olarak belirtilen Tayyip Erdoğan’a söylenen sözler dün de M.Kemal için söyleniyordu. Celal Bayar’ın, “Atatürk, seni sevmek milli ibadettir„ (Köker, “Kemalizm/Atatürkçülük: Modernleşme, Devlet ve Demokrasi„ S. 111) sözü gibi, Yakup Kadri’nin, Atatürk’ün sofrasını “İsa’nın havarileriyle yediği yemeklere„ benzetmesi, pek çok şiirde “ölüleri dirilten İsa, kavmini esaretten kurtaran Musa, insanlığın ikinci atası Nuh, darda kalanların imdadına yetişen Xızır...„ benzetmeleri de buna örnektir. (Ruşen E.Ünaydın, “Atatürk, Tarih ve Dil Kurumları, Hatıralar„ Ankara:Türk Tarih Kurumu 1954, S. 48; Aydın Oy, Şiir Dünyasında Atatürk Ankara:TDK, 1989, S.55-62, Aktaran: Ünder, “Atatürk İmgesinin Siyasal Yaşamdaki Rolü, S.149-150) Halka uygulanan imaj projesine “1960’larda Suat Yalaz’ın çizdiği Tarkan, Karaoğlan vb Türkün cesaretini ve gücünü abartan çizgi romanlar devreye girer ve daha sonrada sinemaya aktarılır.„ (C. Özakıncı, age, s. 415-416) Bu konuda öyle ileri gidilir ki, 1990’larda televizyoncu Cenk Koray tarafından Atatürk’ün Kuran’da müjdelendiğine dair bir kitap yazılır ve Atatürk‘ü çağıran ruh seansları düzenlenir. Bugün aynı sözler R.T.Erdoğan’a da söylenmiyor mu! Elbetteki Alevilerin ağırlıklı bir kesimi de bu imaj/algı operasyonlarından etkilenmiştir. Alevilerin, Dersim soykırımında M.Kemal “hasta ve yataktaydı, haberi yoktu„ gibi yalanlara inanmaları da inşa edilen bu devlet projesiyle bağlantılıdır.
TC devleti dışlayıcı, bölücü, inkarcı ve sömürgeci özelliklere sahiptir. Bunu emperyalistler de iyi biliyor olacaklar ki, “1. Dünya savaşı’nda Osmanlıyı yenen devletler şöyle bir bildiri yayımlamışlardı: “…Tarih boyunca hangi ülke Türklerin eline geçtiyse o ülke maddi ve kültürel geriliğe gömülmüş, hangi ülke Türklerin elinden kurtuldıysa maddi ve kültürel bakımdan yükselmiştir…„(age. S.568)
Kemalist modernitenin ulus-devlet üzerinden yürüttüğü devlet dışı olan inançlara karşı Yozlaştırma, asimile etme, kültürel ve fiziki soykırımından, devlete sırtını dönmüş bütün inanç grupları, örgütlenmeleri gibi Aleviler de payına düşeni almıştır. kavramsal kuramsal tanımlamalara ve örgütlenmelere, gelenek ve göreneklere yönelik saldırıları devam ederek günümüzde de AKP MHP eliyle ve CHP‘nin desteğiyle sürdürülmektedir. Cumhuriyetle başlayan yalan ve çarpıtmalara dayalı “modernleşme„ süreci, Alevilerin geleneksel inanç bağlamlarındaki zayıflıklarının da temel nedenlerinden biridir. Alevilerin geleneksel demokratik komünal değerlerine olan bağlılığında zayıflık yaratılarak, Kemalist “modern„ değerlere dayalı, yani devlete bağlı bir Alevi toplumu inşa edilmesi süreci devam ettirilmektedir. Bütün Alevileri kapsamayan bu sürecin durdurulamaması halinde, giderek öz değerlerinden koparak kendine yabancılaşmanın daha da derinleşeceğini belirtebiliriz.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanlığı dönemiyle daha da artan şekilde, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz, Türkiye laiktir laik kalacak, Aleviler cumhuriyetçi, aydın ve demokrasinin emniyet sübobudur vb…„ söz ve sloganları, onun sık sık bozkurt işareti yapması, “ülkücüler vatanseverdir„ söylemleri, ülkücüleri partisinden vekil seçtirmesi, Belediye başkanı adayı olarak göstermesi ve Cemxane değilde Cami’yi ziyareti, ülkücülerin Ozan Arif’ini Pir Sultan’la aynı değerde göstererek rahmet dilemesinin arkasında aynı stratejik plan bulunmaktadır: Yavaş yavaş, basit söylemlerle Alevileri kendi katilleriyle kaynaştırıp sağcılaştırarak asimile edilmek istenmesidir. Bu plan, CHP’nin stratejik görevidir. Özelde TC devletinin genel stratejisi, pirsiz, mürşitsiz, talipsiz, Anasız, ocaksız ve müsahipsiz bir “Alevilik” inşa etmek ve “müslüman Alevi” bir insan ve toplum tipi yaratarak, zamanla bu inancı ortadan kaldırmaktır.
Hala bazı Alevi dergahlarında Hz. Ali resminin yanına M. Kemal’in resimlerinin asılı olması, araba ve evlerinde CHP ve M.Kemal resim ve sembollerinin bulundurulması, çocuklarına Kemal isminin verilmesi vb çelişkiler, ittihatçı zihniyetin devamına işaret etmektedir.
Alevilerin kendilerini yok sayan; resmi olarak tanımayan, güvenmeyen ve katleden devlete ve onun partisi CHP‘ye bağlılık göstermelerinin psikolojik ve sosyolojik veri tabanlarının çok iyi çözümlenmesi gerekmektedir. Çünkü duygular tarih içinde oluşur. Bu duyguların değiştirilebilmesi ise, o yanlış ve çarpıtılmış resmi tarih tezinin Alevilerin hafızasında alt üst edilerek düzeltilmesiyle mümkündür. Alevi dergahlarında bu amaçla Kemalizmi çözümleyen eğitimlerin verilmesi, bu algının ve projenin etkisini kırmak için hayatidir. Eğer doğru temellerde müdahale edilemez ve dün-bugün-yarın bağlamında çözümlenemez ise, yarın tamamiyle sağcılaşmış, ülkücü, türkçü ve milliyetçi Alevilerle karşılaşılacağı ihtimali imkansız değildir. Fakat burada CHP içinde çok etkisizde olsa demokratik bir damarın mevcut olduğu belirtmek, giderek zorlaşıyor. Bu damar tabandaki demokratik eğilime dayanarak CHP merkezinde gücü elinde bulunduran ulusalcı-milliyetçi ve Türkçü kesimleri etkisiz kılabilirse, devlet içinde de demokratik damar lehine bir denge oluşturabilir. Bu damarı temsil edenlerin, kaygılara kapılmadan ve cesaretle HDP ile kuracakları bağın, yani tabanların buluşturulmasının önemi etkileşim için son derece büyüktür. AKP-MHP’nin sömürgeci bir yaklaşımla Türk İslâm / İslâm Türk sentezine dayalı inşa edilmiş bir toplumsal gerçeklik yaratmak istediği açıktır. Devlete itaati esas alan bu stratejiyi CHP’nin de esas aldığı görülmektedir. Sadece uygulanış biçimi ve tarzında ayrışmaktadırlar. M.Kemal burada sadece bir cila olarak kullanılmaktadır. Peki bunu CHP içindeki cılız ve korkak olan küçük burjuva demokrat kanat görmüyor mu? Bu kanatta yer alan Sezgin Tanrıkulu’nun her eylemde halktan yana yer almasını CHP bir maske olarak mı kullanıyor? Tanrıkulu gerçekten sol demokrat ise, neden sağcı politikaları kanıtlanmış bir partide kalmakta ısrar ediyor? Ve bu stratejiye rağmen neden hala “demokrat kanat” CHP’den köklü bir kopuşu gerçekleştiremiyor? Bu sadece koltuk ve korkuyla açıklanabilir mi? Oysa sol bir tavrın gereği olarak koparlarsa, CHP tılsımının Aleviler üzrindeki etkisi de kırılmış olacaktır. Kısacası CHP içinde bir demokrat kanatın varlığına giderek kuşkuyla bakılmaldır. Ulus devlet çok ciddi olarak bazı Alevi kesimlerine empoze ettikleri Kemalizm üzerinden, kendisine bağlı “müslüman Alevi kimliği ve örgütlülüğü„ inşa etmek istemekte olup, bu amacında da mesafeler almış bulunmaktadır. Devletin bu stratejisine en büyük desteği de CHP genel başkanı K.Kılıçdaroğlu vermektedir. CHP Eski Kadıköy Belediye Başkanı Avukat Selami Öztürk’ün 12 Aralık 2016 tarihinde CNN Türk TV’unda yaptığı şu konuşma da bu zihniyeti dışa vurmaktadır:
“Suriye’deki, Irak’taki mezheplerle bizdeki mezhep ayrılığı çok farklı. Bizim Alevi kitlemiz, kendisine baskı yapılsa da yakılsa da öldürülse de buna karşılık vermeyen, tam tersine sineye çeken ama bunu farklı şekillerde anlatan bir yapıya sahip. Bu bizim için büyük şans. Bu şansı hepimizin, biz Sünniler dahil kullanmaız gerekir.„(Evrensel, 12.12. 2016)
Bütün bunlar, Raye Haq ve genel olarak bütün Alevi süreklerine sadık insanların hem kendi tarihleri ve hem de Kemalizmin sahte modernleşmesiyle bir yüzleşmeye ihtiyacı olduğunu göstermektedir. Kemalist devletin AKP MHP iktidarı ve CHP’nin desteğiyle faşizmin daha da kurumlaşması ve tabanda örgütlenmesi, devlet aklının inançlar ve ulusal kimlikler açısından daha da tehlikeli hale geldiğini göstermektedir. Ama ezilenlerin tarihi de kanıtlamıştır ki, halklar belirlenmiş stratejileri örgütlü direnişleriyle bozarlar. Bugün AKP-MHP faşizmi ve onun Kürt sorunu, Alevilik, Ana dil ve devletin güçlendirilmesi gbi kritik konularda destekçisi olan CHP’den sözün, yetkinin ve kararın halkta olduğu bir özgürlük ortamının inşasını beklemek büyük bür gaflet olacaktır. Çünkü TC devletinin ırkçı karakteri böyle bir demokratikleşmeye uygun değildir. Aleviler tarafından bu gerçeklik görülmediği müddetçe, yeni soykırımlar yanıbaşlarında her zaman hazır demektir. Bu nedenle Alevilerin Kürdistan’daki seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınmalarına, vekillerinin zindanlara atılmasına ve devletin desteklediği IŞİD / DAİŞ canilerinin Şengal’deki Ezidi Kürt halkına uyguladıkları soykırım fermanına bakarak, ciddi dersler çıkartması gerekmektedir. Çünkü TC devleti hala 1925 Şark Islahat Planı’ndaki soykırım yasalarına göre hareket etmektedir. 1925 ve 1938’de yarım kalan soykırımı, çok yönlü saldırı ve projelerle tamamlamak istemektedir. Alevilere öncülük yapmak iddiasıyla faaliyet yürüten örgütlerin, Alevileri bu tehlikelere karşı uyarması, hazırlaması, sosyal, ekonomik kültürel, ideolojik vd öz savunma tedbirlerine yoğunlaşması aciliyet arz etmektedir. Alevileri böyle bir devletin sistemi içinde ve ve sadece faşizmin göstermelik parlamentosunda çare aramaya yönlendirmek, kendi tabutunu hazırlamk anlamına gelecektir.
Devlet bir yandan Cem Vakfı, Ehlibeyt Vakfı vb dernekler üzerinden kendine bağladığı Kemalist “Aleviler„ i öz tarihine yabancılaştırarak bir bellek parçalanması yaratmaktadır. Buna karşı kültürel öz savunmasını örmesi gereken, Kemalizmin Alevi politikasının farkında olan Alevilerin ve örgütlerinin de etkin olabilme çabaları yetersiz kalmaktadır. Eğer Aleviler Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerindeki Alevi soykırımlarını çocuklarından gizlemeyipte kuşaktan kuşağa Anadilleriyle birlikte aktarmış ve gizlenerek; devletten yanaymış gibi görünerek gönüllü asimilasyona boyun eğmemiş olsalardı, bugün çok daha güçlü ve bilinçli bir örgütlenmeye ulaşılmış olunacaktı. Ve elbette ki, Alevilerin toplumsal belleği de resmi ideoloji tarafından bu kadar kolay işgal edilemeyecekti. Kemalizme bu zorunlu biatı sonlandırabilmek için, yeni kuşakların Rêya Haq inancı ve diğer Alevi süreklerinin yol ve erkânının hakikatindeki gerçek bilgisiyle buluşturulması gerektiği açıktır. Elbette ki, genel olarak Alevilerin geleneksel kodlarındaki hasarın oluşmasında, Kemalist etki altında olan kimi Türk Sol örgütlerinin Kemalizmi değerlendirmelerindeki yanlışlarının da hatırı sayılır payı olduğunu vurgulamak gerekir.
Aleviler eğer kendilerini dergahlarıyla sınırlamayı bırakıp, inançlarını özgürce ve güven içinde yaşayabilecekleri bir ülkenin inşası mücadelesinde, “Demokrasi İttifakı„ yla ortaklaşarak yerlerini almayı başarabilirlerse, geleceğin parlaklığını örten sisler de dağılabilecektir. Bunun örnekleri kendi tarihlerinin direnişlerinde mevcuttur. Bu tarihin şehitlerine verilmiş olan sözden dönmemek, devlet dışı demokratik komünal değerlerine sadık kalan bütün Kürt Rêya Hâq, Türkmen ve Arap Alevi süreklerinin de ikrârı tarihten gelen olmaktadır. Zaten bu nedenledir ki, “ÖL İKRAR VERME, ÖL İKRARDAN DÖNME!” denmiştir.
Hüsnü ÇAVUŞ
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.