İstanbul'un Balkonu : Başıbüyük
İstanbul'un Balkonu : BaşıbüyükBAŞIBÜYÜK, birkaç yıl öncesine kadar adı bile bilinmeyen bir mahalleydi. Hasbelkader yolu...
İstanbul'un Balkonu : Başıbüyük
BAŞIBÜYÜK, birkaç yıl öncesine kadar adı bile bilinmeyen bir mahalleydi. Hasbelkader yolu mahalleden geçenler, İstanbul’a tepeden bakar, gördükleri manzaraya şaşar, büyülenirlerdi. Başıbüyük’ün başına bela açan da bu güzelliği oldu. Mahalle, artık kentsel dönüşüm alanı, sakinleri ise, yerlerinden sürgün edilecek. Ancak evlerini korumakta kararlılar, aylardır polisle çatışıyorlar. Korudukları barınma hakları… Anlaşılan direniş uzun sürecek!
Evimiz bizim her şeyimiz… Buralar çamurdu hep, çocuklarımız okula gittiğinde diğer çocuklar ayaklarındaki çamurla dalga geçerdi, şimdi herkesin gözü Başıbüyük’te… Buraya “İstanbul’un balkonudur”, deyip bizi bu balkondan aşağıya atmaya çalışıyorlar…
Doğrudan anlatıyor derdini Hanife Orta, mağdurun acısıyla değil, öfkesiyle konuşuyor. Sadece o değil, Başıbüyük’te kiminle konuşsanız, öfkeli ve kararlı. Evlerine, geleceklerine sahip çıkarken, belediyelerin, hükümetlerin, yani yönetimlerin, kendileriyle onlarca yıldır “oy oyunu” oynamalarının hesabını soruyorlar…
Başıbüyük daha düne kadar, İstanbul’a tepeden bakan, kendi halinde bir mahalleydi… Sonra kentsel “dönüşüm” alanları arasındaki yerini aldı, müstakil evlerin yıkılıp, yerine lüks konutlar, rezidanslar, kültür ve alışveriş merkezleri yapılması kararlaştırıldı. Mahallenin yeni görüntüsünde çoğu asgari ücretle geçinen bu eski sakinlere yer yok. Ellerine 18-20 bin lira verilip, uğurlanacaklar. Dönüşümün nedenini anlamak için Başıbüyük’ten bir kere geçmeniz yeterli, kolay kolay unutulmayacak kadar güzel bir manzaraya sahip; tam karşıda Marmara Denizi’nin adaları, sağda Bakırköy sahili, yanda Ataşehir, arkada Maltepe Üniversitesi... Yani pazarlamaya, ranta müsait bir mahalle… Biraz gözden ırak olması, şimdiye kadar onu kentsel dönüşüm haritasına alınmaktan korumuş, ta ki, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan Maltepe Üniversitesi’nde bir brifing vermeye giderken mahalleden geçene kadar... Anlaşılan bakan makam arabasının arka camından arkaya bakınca gördüğü manzarayla büyülenmiş ve kentsel dönüşüm alanlarına bir de Başıbüyük eklenmiş! İhtimal bakanın gözünde mahallenin son hali ve sakinleri de şekillenmiştir, sakinlerinin göstereceği tepkiyi de hayal etmiştir, ama anlaşılan bu tepkide kararlılıklarını pek hesaba katmamış…
Onların panzeri, bizim gövdemiz var
Ayaklarımız altında boylu boyunca uzanan Marmara Denizi, Adalar, Bakırköy sahili, Ataşehir, arkada Maltepe Üniversitesi... Başıbüyük işte bu İstanbul panoramasını görebileceğiniz belki de tek yer. Onu, kentsel dönüşüm alanı, sakinlerini yersiz yurtsuz edecek olan da bu. Vaat ettiği rant pek çok kişinin, şirketin dişini kamaştırıyor ama mahalle sakinleri evlerini korumakta kararlı. Polisle çatışmayı, panzerlerin üzerine yürümeyi göze alıyorlar. En coşkulu eylemciler ise kadınlar… “Coplasalar, gaz atsalar, panzerlerle üstümüze yürüseler de evimizi savunacağız” diyorlar “Onların panzeri var, bizim gövdemiz”.
Gerçekten de gündelik hayatın ağırlığı altında manzaranın pek keyfini süremeseler de evlerinden ayrılmamaya kararlı Başıbüyük sakinleri… Elleriyle yaptıkları evlerini, mahallerini alım gücü yüksek birilerine bırakmaya niyetleri yok. Aylardır yerleşim haklarını korumak için eylemler yapıyor, dönüşümü gerçekleştirecek firmaları mahalleye sokmamak için polisle çatışıyorlar. Birkaç haftadır eylemlerine ara verdiler, çünkü belediye ile yaptıkları anlaşmanın sonucunu bekliyorlar. Biz de bu bekleyiş sırasında uğradık Başıbüyük’e ve evlerine misafir olduk…
Aslına bakarsanız, Başıbüyük pek de genç bir mahalle değil, 768 yıllık bir yerleşim alanı. 1950’de açılan Süreyyapaşa Sanatoryumu istihdam yaratıp mahalleyi çekim merkezi haline getirmiş. Çoğu da mahalleye o tarihte yerleşmiş, en çok da Kars’tan, Sinop’tan, Gümüşhane’den, Çorum’dan, Çankırı’dan göç almış. 1982’de Başıbüyük mahalle ilan edilmiş, o tarihten sonra da her gelen hükümet, her seçim döneminde tapu vaadiyle oy toplamış, ama…
Mahallenin 1 Nisan 2006’da kentsel dönüşüm alanı ilan edilmesi, Başıbüyük sakinlerine 1 Nisan şakası gibi gelmiş, başta. Mahalleliden birkaçı, Pendik’te kentsel dönüşümün uygulandığı alanları inceleyip, oradaki yıkımları görünce, işin şaka olmadığını anlamış. Başıbüyük Mahallesi Çevreyi Düzenleme ve Güzelleştirme ve Tabiatı Koruma Derneği’ni kurarak, kentsel dönüşümü diğerlerine de anlatmaya başlamışlar. Muhafazakâr bir mahalle olduğu için de işe camilerde bildiri dağıtarak başlamışlar, sonra da ev ev dolaşmışlar. Başta kimse evlerinin yıkılacağına inanmamış, ta ki projenin sahipleri 1500 çevik kuvvet polisi eşliğinde etüd çalışması yapmaya gelinceye kadar. Böylece mahalleli tarihinde ilk kez 29 Ocak 2007’de polisle karşı karşıya gelmiş. Dernek başkanı Adem Kaya’nın o güne kadar polislik adli vaka bile olmadığını söylediği Başıbüyük’te yaşayanlar, bu tarihten sonra gaz bombasından nasıl korunulur, panzerle nasıl baş edilir, polis coplarından nasıl kaçılır, hepsini öğrenmiş. Kaya da bu durumdan şaşkın, “Bir gün eylemde, yanımda yetmiş yaşında bir kadın vardı, elinde de üzerinde çiviler olan bir tahta parçası” diyor “Bunu ne yapacaksın ana, diye sordum. ‘Kamyon geldiğinde onun tekerinin altına koyacağım’, dedi. Güleyim mi, ağlayayım mı karar veremedim”.
Kentsel dönüşümü gerçekleştirecek firmayı mahalleye sokmadıkları için 6 Kasım’da bu kez iki bin çevik kuvvete bağlı polis gelmiş, direnmişler, yaralananlar, gözaltına alınanlar olmuş. 27 Şubat’ta dört bin çevik kuvvetle mahalleyi sarmış projeyi teklif usulü ile alan firma. Polis şiddeti her defasında daha da artmış, artıyor. Hâlâ mahallede konuşlanmış panzerler var, onların gölgesi altında yaşıyorlar. Şantiyeyi “koruyan” polisler mahalle kahvelerini işgal etmiş. Kadınlar, polislerin yanlarından tek başlarına geçmekten çekiniyor.
İki tarafı evlerle sıralanmış Başıbüyük’ün dik yokuşunun sonundaki evde oturan Süleyman Yağdırma, 25 yıldır aynı evde yaşıyor. Çocuklarını burada büyütmüş. Niye ille de burada yaşamak istiyorsunuz, diye soruyorum. Soruma soruyla yanıt veriyor: “Gidecek yerimiz mi var? Hem biz yıllardır burada yaşıyoruz. Asıl onlar niye evlerimizi, mahallemizi elimizden almak istiyorlar?”
Kaya da, işgalci olarak tanıtılmalarından rahatsız, tek isteklerinin anayasal bir hak olan, barınma hakkı olduğunu söylüyor. “Biz” diyor, “devletin yerini işgal edip bir suç işlediysek, belediye bize su, elektrik hatta doğalgaz verip, okullar, camiler, parklar yaparak, onlarca suç işledi, çünkü bizden nemalandı. Bedeli neyse ödeyip tapumuzu almak istiyoruz”.
Mahallenin yaşlılarından Emin Amcayı inşaatın içindeki eski bir koltukta otururken buluyoruz. Onun olanlardan pek haberi yok, sadece mahallesinden çıkmayacağını söylüyor. Yaşını bilmiyor ama haline bakılacak olursa en az 75 yaşında. Gençliğinde gelmiş Başıbüyük’e, çocuklarını burada büyütmüş, şimdi karısıyla bir başlarına kalmışlar, “Çocuklar hayırsız çıktı, hiç gelip bize bakmıyorlar. Elimizde bir evimiz kaldı, onu da bırakmayız” diyor.
Şantiye alanının karşısına bir çadır kurmuş mahalleli. Evlerini korumak için aylarca 24 saat nöbet tutmuşlar, derme çatma çadırda, kış koşullarına aldırmadan. Çadırın hemen yanındaki evde oturan 13 yaşındaki Saliha, olayların yakın tanığı, ama yaşadıklarını anlatmayı pek sevmiyor, çünkü hâlâ gördüklerinin korkusunu yaşıyor; boğazını yakan gaz bombası, babasına vuran polis, kaçışan kadınlar... Olaylar okulda da peşlerini bırakmamış, okulun üzerindeki şantiyeden sınıflarına toprak döküldüğü için sınıflarının yarısını kullanamamışlar. Başıbüyük’te doğmuş, büyümüş Saliha, başka yerde yaşamak istemiyor, evinin içinden denizi görmeyi seviyor, ama evlerinde yaşayabilmelerinin bedelini babasının dayak yiyerek ödemesini de istemiyor...
Eylem çadırı şimdi yıkılmış, ama gerekirse tekrar kuracaklar. En dirençli nöbetçiler de kadınlarmış. Önceleri olayları evlerinden izleyip, olup biteni anlamaya çalışmışlar, olayın vahametini kavrayınca da, basma etekleri, başörtüleriyle eylemlerde ön saflarda yerlerini almışlar. Çünkü Başıbüyük’ün cefasını en çok onlar çekmiş; kimi mahalle çeşmesinden su taşımaktan bel fıtığı olmuş, kimi elleri kanayana kadar evinin inşası için çalışmış. Çamurların arasında, suları, elektrikleri yokken çektikleri çileleri atlatıp, manzara karşısında emekliliklerinin tadını çıkaracaklarken evlerinden edilme tehlikesiyle karşı karşıya bırakıldıkları için belli ki erkeklerden daha kızgınlar. Eskiden evlerinden pek çıkmazlarmış, işte bu kızgınlıkla günlerini çadırda geçirmeye başlamışlar, ne bitirilmesi gereken temizlikleri düşünmüşler fazla, ne pişmeyen yemekleri, ne de çocuklarının bitmeyen isteklerini.
ANNEM EVİMİZİ SAVUNUYOR...
Bu kadınlardan biri de Nurten Aşık. Bizi evinde ağırlıyor, röportajımız için diğer direniş kadınlarını Emine Akgün, Hanife Orta, Leman Gökgöz’ü bir çırpıda evine topluyor. Aşık, evinin arsasını 27 yıl önce, düğününde takılan altınları satıp almış, evi de arabalarını satarak yapmışlar. Mahallenin yıkılacağını duyduğunda inanmamış önce, ta ki iki kadının etüd çalışması için gelen görevlileri kovduğunu görene kadar. “Evimiz bizim her şeyimiz” diyor. Mevlitler dışında kapıdan dışarıya adımını atmazken, hatta komşu ziyaretlerine bile gitmezken, gece yarılarına kadar çadırda nöbet tutmuş. “Çocuklarımı sıcak çaydanlıktan bile uzak tutarken, kendi yemeklerini kendileri yaptılar günlerce. O yüzden küçük kızımın ruhsal durumu da bozuldu. Annem bizi böyle bırakıp, sokakta olduğuna göre, gerçekten evimizi yıkacaklar diye korkmuş, günlüğüne bunları yazmış” diyor.
Hayatı bir anda değişen tek kadın Nurten Aşık değil, 32 yıldır Başıbüyük’te yaşayan Emine Akgün de olaylar yüzünden ruhsal sağlığının bile bozulduğunu söylüyor. Çocuklarının yemeğinden, giyeceğinden, eğitiminden çalıp, sırtında çimento taşıyıp, temelini elleriyle kazdığı evinden olma fikri onu çok öfkelendiriyor. Başıbüyük’ün bataklık olduğu, suyun, elektriğin bağlı olmadığı dönemini de yaşamış, çocuklarıyla okulda ayaklarındaki çamur yüzünden dalga geçilirmiş. Başıbüyük’te, 556 milyon emekli maaşıyla geçinebileceği bir hayat kurmuş, şimdi bunu başka yerde yapamayacağından kaygılı. Tam işten güçten uzak, çayını yudumlayıp, kocasıyla manzaranın tadını çıkaracağı bir dönemde, evlerinin elinden alınmaya çalışılmasına isyan ediyor. Öyle kızgın ki, ölümden bile beter görüyor evinden olmayı, çünkü biliyor ki ölüm bir kere olur, yurtsuzluksa ömür boyu sürer! “Beni buradan bir Allah atar” diyor, “O zaman da tabutla çıkarım zaten. Coplasalar, gaz atsalar, panzerlerle üstümüze yürüseler de biz yine sokaklara çıkacak, evimizi savunacağız. Onların panzeri var, bizim gövdemiz”.
Mahallenin on iki yıllık sakini Hanife Orta, “Başıbüyük İstanbul’un balkonudur, dediler. Şimdi bizi bu balkondan aşağıya atmaya çalışıyorlar” diyor. O, müstakil evde yaşamaktan memnun, gecekondudaki özgürlüğü apartmanda bulamayacağını söylüyor, ama Başıbüyük’te kaldıktan sonra apartman yaşamına katlanmaya da razı.
Onlar yakına, öfkelerini bileye dursunlar, Başıbüyük’ün etrafı çoktan şantiye alanlarıyla çevrilmiş, Tepe İnşaat’ın ve KİPTAŞ’ın çok katlı lüks konutlarının yapımı sürüyor. Aşık’ın evinin beş adım ötesindeki TOKİ’ye ait şantiye alanından gelen buldozer seslerine rağmen hepsi Başıbüyük’te kalacaklarına dair umutlu. Hatta Aşık, kapı önünü birkaç gün önce döşetmiş. “Başıbüyük zaten bizimdi” diyor Akgün kararlı bir sesle, “bizim olarak da kalacak. Eğer birlik olursak, başarabiliriz”.
Kadınlarla konuştukça aslında Başıbüyük’te yaşananların basına yansıyandan çok daha öte olduğunu anlıyor insan, politikayla oy atmak dışında alakaları olmayan, devlet “baba”nın koruyuculuğuna sonsuz inanç besleyen bu insanlar, şimdi gözleri kara birer “eylemci”. Birlik olduklarında ne yapabileceklerini görmüşler. Şimdi Başıbüyük’ten pek ses çıkmadığına bakmayın, belediyeyle 5 Mayıs’ta hazırladıkları yönetmeliğin eksikliklerinin giderilmesini, değer tespitini yaptırdıkları on bir evin, neye göre belirlendiği belli olmayan “fark bedeli”nin sabitlenmesini bekliyorlar, yüzde 70 oy verdikleri belediye başkanına da artık pek de güvenmiyorlar. Uyarıyorlar: “Bu sessizliğe aldanmayın, eğer evlerimizi elimizden almak için yeniden harekete geçerlerse, biz de sokaklara dökülürüz, hem de daha kalabalık ve gözü kara bir şekilde”.
Esra Açıkgöz / CUMHURİYET DERGİ - 6 Temmuz 2008
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.