İnancı uğruna Ölüme giden bir Kızılbaş: Hallac-ı Mansur
Alevi inancının felsefesini derinden etkileyen ve şekillendirenlerin başında Hallac-ı Mansur gelmektedir. Hallac-ı Mansur, düşüncesiyle, eylemiyle sadece...
Alevi inancının felsefesini derinden etkileyen ve şekillendirenlerin başında Hallac-ı Mansur gelmektedir. Hallac-ı Mansur, düşüncesiyle, eylemiyle sadece islami coğrafyalarda değil, bütün dünyada çeşitli inançlara mensup insanlar tarafından da saygınlık görmüş, etki bırakmıştır. Tabii ki en büyük sahiplenme Aleviler tarafından gösterilmiştir. Hallac-ı Mansur, 857 Tur’da doğmuştur. (şahadeti: Mart 922 Bağdat).
Bütün Alevi önderlerinde olduğu gibi Hallac-ı Mansur hakkında da sağlam ve güvenilir bilgi yoktur. Hallac-ı Mansur hakkındaki bütün bilgiler sözlü gelenekle yaşatılmıştır. Yazılı kaynaklar tahrip edilmiş, Hallac-ı Mansur gerçeği yok edilmek istenmiştir.
Bütün tahribatlara rağmen Hallac-ı Mansur düşüncesi günümüze dek gelmiştir. Hallac-ı Mansur’u bu kadar güçlü kılan ve günümüze kadar gelmesini sağlayan felsefesi bütün boyutlarıyla Alevi öğretisinde yer almıştır. Örneğin Cem töreninin en önemli aşamalarından biri olan ve haklıyı, gerçeği ortaya koyan "Dar-ı Mansur" en büyük kanıttır. Dar-ı Mansur bir noktada mahkeme işlevi görmektedir. Ama bu öyle bildiğimiz mahkemelerden olmayıp, halk mahkemesi şeklindedir. Hallac-ı Mansur, düşüncesi için darağacını göze almış ve hiç bir karanlıktan çekinmeden düşüncesini açıklamıştır.
Düşünce(si)leri ne kadar "aykırı" olsa da onları ölümüne savunmuştur.
Hallac-ı Mansur kendisini kırbaçlara, darağacına götüren düşüncesini iki kelime ile özetlemiştir: Enel Hak. Enel Hak, ben Hakkım, hakikatim anlamına gelmektedir. şüphesiz bu iki kelimenin altında yüzlerce cilt kitaba sığmaz derin anlamlar yatmaktadır. Hallac-ı Mansur düşüncesine göre; insan Tanrı’nın bir yansımasıdır. İnsan Tanrı’dan ayrı düşünülemez ve eğer insan kalbini kötülüklerden arındırırsa Tanrı ile bütünleşebilir. Aradan 1000 bin yıl geçmesine rağmen Hallac-ı Mansur’un düşünceleri tart›ş›lmaya ve etkilemeye devam ediyor. Anlaşılan daha da devam edecek.
Feridüddin Attar şu olay› anlatır:
“Hallac-ı Mansur hapisteyken, “Aşk nedir?” diye sordular. şöyle cevap verdi: “Bugün de, yarın da öbür gün de göreceksiniz ne olduğunu.” O gün ellerini ayaklarını kestiler, ertesi gün dar ağacına çektiler, üçüncü günse küllerini rüzgara savurdular...”
Miladi 9’uncu asırda (857-922) Bağdat’ta yaşayan ve orada idam edilen Hüseyin Mansur tasavvuf tarihinin önde gelen, hikayeleri asırlardır dilden dile gezen büyük isimlerinden biridir. Kimilerine göre gençliğinde hallaçlık yaptığı, kimilerine göre de dükkanına uğradığı bir hallacı kendi özel işine gönderdikten sonra, adamın Mansur’a, “Beni işe gönderdin, atılmamış bir yığın pamuğum kaldı” diye sitemi üzerine bir işaretle dükkandaki tüm pamukları tel tel ayırd›ığı için, Hallac-ı Mansur olarak ün yaptı.Tasavvuf tarihinin en tartışılan sözü olan “Enel Hak-Ben Hak’ım (Allah’ım)” onundur.
İslam tasavvufu tarikatlar, dinle ilgili her türlü cezbe ve tartışmalar ile bazılarınca küfre kadar varan davranış ve sözler, bazılarına göre de tasavvufun son merhalesi sayılan “Hal” ile ilgili bilgi vermesi bakımından Mansur’un hayatından birkaç görünüş sunmak yararl› olacaktır:
P
Mansur’un sesi, şeriat alemini ürpertilerle dolduruyor:
-“Enel Hak!” Hak benim!
Cüneyd’e sordular:
-Bu sözün tevili var mıdır?
Buyurdu:
-Onun tevili günün de değil, kerbelası günündeyiz?
P
Şibli de buyurdu:
-Biz, Mansur ile aynı şeydik. Halk, bizi deli sandığı için kurtulduk.
Fakat Mansur’u uklu nisbet ettiler ve öldürdüler.
Mansur’un bu nidası karşısında, gönül ehli duymamazlıktan gelir onu kendi halinde bırakır ve ne inkar, nede tasdik ederken akılcılar, kıyasçılar ve zahiri ilim sahipleri birdenbire ayaklandı. Artık Mansur’un üzerine, hücumların, ithamların, inkarların en ağırları, yağmaktadır. İthamcılar Halife’ye başvurdu ve Hüseyin Mansur (Hallaç)’ın idamına ferman çıkarttılar.Halife evvela, Mansur’un bir yıl zındana atılması emrini verdi. Bu defa da halk bütün anlayışları ve anlayışsızlarıyla zindana akın etmeye başladı. Hemen Halife’ye haber uçuruldu:
-Halk Mansur’a akın halinde...
Ve o, yine ölçüye sığmaz laflar etmekte...
Tekrar emir çıktı:
-Bundan böyle onu kimseyle
konuşturmayınız!
Artık kimse Mansur’un yanına uğramadı. Halife, iki defa, iki büyük zatı gönderip telkine çalıştı:
-Ya Mansur! Sözünden dön, özür dile, istiğfar et ve kurtul!
Cevap!
-Sözü kim söylediyse, özürü de o dilesin!?
Bir gece Mansur’u zindanda bulamad›lar. İkinci gece ne zindan vardı, ne Mansur... Üçüncü gece, zindan ve Mansur yerli yerinde...
Mansur izah etti:
-İlk gece ondaydım, beni bulamadınız. İkinci gece o buradaydı ne beni buldunuz, ne de başka birşey... Üçüncü gece her şey yerli yerine geldi. Ta ki mukaddes şeriatı muhafaza edip emrini yerine getiresiniz!
Mansur’da şeriat sayg›s› ve suçunu idrak asaleti, büyük...
Mansur, zindanda günde bin rekat namaz kılıyor. Sordular:
-Sen “Hak Benim!” diyorsun; ya namazı kimin için kılıyorsun?
Şöyle cevaplandırdı:
-Birbirimizin kadrini yine biz biliriz. Mansur, mahpuslara teklif etti:
-Sizi zindandan kurtarayım mı?
-Nasıl olur?
Mansurun eliyle işaret ettiği noktalarda hemen gizli yollar meydana çıktı ve işaret ettiği mahpuslar›n zincirleri çözüldü: Mahpuslar sordu:
-Ya kendini niçin kurtarmak istemiyorsun?
-Biz Allah Mahpusuyuz, kurtulmak istemeyiz?
Ve ilave etti: -Hakk’ın bize itabı (suçlaması) vardır, bizi suçlandıran Hak’tır, ceza mı bekliyoruz!
Halk, daha işkence başlamadan Mansur’a taş atmaya koyuldu. Kanlar içinde gülümseyen ve hiç ses çıkarmayan Hüseyin Mansur Hallaç...
O sırada bir dostu, taş yerine Mansur’a bir gül attı. Mansur inledi.
Hemen sordular:
-Taş yağmuru altında inlemedin de bir çiçeğe karşı ne diye ah çektin?
O vaziyette Mansur’ un dudakları kıpırdadı:
-Taş atanlar ayak takımı... Halden ne anlarlar? Halden anlayanın bir gülü bile beni incitti!...
İşkencenin her türlüsü... Mansur’un, elleri kolları ayakları kesildi. Elleri kesilince kanlı bileklerini yüzüne sürdü ve dedi:
-Kan kaybetmekten sararıyorum, sakın korkudan sarardığımı zannetmeyin! İşte bunun için yüzümü kanla boyuyorum! Sonra, kanıyla aptes alır gibi hareketler yaptı ve mırıldandı:-Aşk namazının iki rekatı vardır ki, onda aptes, kişinin öz kanıyladır. Başka türlü olamaz..
Sıra Mansur’un dilini kesmeye gelmişti. Bir saniye izin istedi. Son sözlerini söyleyecekti.
Söyledi:
-Allah’ım; bana senin için bu işkenceyi reva görenlerden rahmetini esirgeme! Senin aşkın uğruna beni, elimden, ayağımdan, gözlerimden, dilimden, başımdan ve canımdan ayıran bu kullarını affet! Affet Allah’ım, onları affet; aşkın hürmetine affet!
Ve Mansur’un dili ve başı kesildi ve gövdesi sallandırıdı ve cesedi yakıldı ve külleri Dicle’ye üflendi..
(Vecihi Timuroğlu, “İnançları Uğruna Öldürülenler”. adlı kitabından.)
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.