İhsan SAĞMEN : Alevinin Sofusu

İhsan SAĞMEN : Alevinin Sofusu

Alevinin Sofusu İhsan Sağmen 'Alevinin Sofusu'nu yazıyor. 1992 yılında yazılmış olan bu yazı güncelliğini  koruduğu için aynen...

A+A-

İhsan SAĞMEN : Alevinin Sofusu Alevinin Sofusu

İhsan Sağmen 'Alevinin Sofusu'nu yazıyor. 1992 yılında yazılmış olan bu yazı güncelliğini  koruduğu için aynen yayınlıyoruz...

Anadolu Aleviliği ve Bektaşiliği hakkında okuduğum kitapların önemli bir bölümü, Arap yarımadasıyla ilgili veya bağlantılı kitaplardı. Çoğu, islami işlemişlerdi, Emevi din anlayışı daha çok egemendi.  Önemli bir bölümü de Aleviliği, Ali’nin haklılığını, Ehlibeytinin ugradığı zulmü bayrak olarak almışlardı. Geçmişte gelişen  bu olayların iktidar mücadelesi olduğu kesindir. Bu mücadelenin arkasındaki ekonomik ve politik nedenleri net bir dille açıklayan yoktu. Kişilerle açıklamak çok yavan geliyordu. Anadolu’daki çok kültürlü yapıyı görmek istemeyenler bile vardı.  Çok kültürlü yapıların birbirlerini etkileyeceğinden  korkuluyordu. Gerçekte ama etkilemişti. Etkileşimi savunanlar ise yüzeysel değiniyor, islami çizgi içinde tutmaya çalışıyorlardı. Öyle ki, “…Kuranın gerçeği şöyledir… Mısır’dadır…..

Bizler camileri sünnilere neden bırakalım’’  iddialarını öne sürenler vardı.  Dün gerçek Kuranı getireceğiz diye para toplayanların olması, bu yazılardan olsa gerektir. Bir toplantıda cenazemizi yıkayacak imamımız bile yok arkadaşlar diyene bile rastladım. Halbuki, Dedelerin neden bu ise el atmadığını aynı mantıkla sormalıydı. Kitaplardaki ilginç yazılar ve sözlü  dinsel anlatımlarda, Hz. Ali’nin Türk ve  Kürt olma iddiaları çok gülünçtü. Kürt Alevi dedesi ,Ali soyundan geldiğini söyleyebiliyor. Türk Dede dökümanlarla belgelemeye çalışıyor. Islam kaynakları ise, Peygamberin ve Ali’nin Araplığından şüphe etmiyorlar.  Hz. Hüseyin’in 28. göbekten torunu olan Marokko kralı Hasan’la, bizim Hacı Bektaş soyundan geldiğini belgelerle Ali’ye dayandırarak vurgulayan, A. Celalettin Ulusoy akrabadırlar. Dünya ne kadar küçük degil mi?

Ebubekir ve sülalesinin, diğer zengin Arap aşiretlerinin sermayeleri öyle bir gelişim seyri izledi ki,bir kaç kişilik çapulcu güçle korunamazdı. Binlerce deve, altınlar, hurmalıklar ve en önemlisi ticaret nasıl korunacaktı?  Göçebe halinde yasayan harami çetelerle ancak bir devlet baş edebilirdi. Bu arada  Muhammed, Mısır ve Akdeniz ticaretinde hizmet kolunda çalışıyordu. Eşi ölmüş Hatice ile, bu dönemde tanıştı. Muhammed sermaye (feodal zenginlik) çevresine girmesiyle, sürekli elinden gecen Afrikalı kölelerden elde ettiği bilgilerle, eski dinsel inanışını yeniden yoğurmaya başladı.  Doğrudan Allaha inanmak olan islam, zaten İbrahim peygamberden beri vardı. Aracısız inanma kültü genişletilip şekillendirildi. Bu düşüncesini ilk amcası oğlu Ali’ye açtı. Böylece şekillenmeye başladılar.  Eğitimli bir insan olan Ali, belirli bir taban tutturdu. Bu sürece gelene kadar karşısında olanlar, yanlarında yer almaya başlamışlardı. Akdeniz ticaretinin önünü ancak, Muhammed ve Ali açabilirlerdi. Aç ve susuzluk içindeki köleci ve feodal yapılanmayı  ordulaştırarak ve köleleri azad ederek, devrimci  bir rol üstlendi bu yapılanma ve hızla yayılmaya başladı. Ebubekir’in iki yüzbin altınını ve binlerce devesini işte bu Allah’a inananlar ordusu  koruyabilirdi ve de öyle oldu.

Geçici olarak Muhammed’den yararlanıp erki ele geçiren bu güç, yoksul bir Arap yiğidi olan Ali’ye nasıl güvenebilirdi. Elinden Muhammed’in verdiği hurmalığı bile alınan  yoksul Ali  ve  onun ehlibeyti  aslında aynı anayasayı onaylamışlardı. Var olan zenginlik halkın kendi malı değildi ki, yoksul olan halk  ve ehlibeyt niçin onların varlığını savunabilirdi ki, mal zenginin, mülk zenginin, koruyan ise fakirdi. Zıtlıklarda artınca egemenlerde, yönetende biz olacağız dediler.  Ali kendisinin katkısıyla oluşan islamcı devlet tarafından dışlanmıştı. Ehlibeytine daha ağır uygulamalar bu çizgide gelişecekti.

Günümüzde, Ali’ye, Ebubekir ve sülalesinin hazinelerinin korumacılığını vermediler diye ağıt yakıp, onun haklılığını savunmanın o kadar üzerinde durulması gereken önemli bir  olay olmadığını söylüyorum.

Anadolu Selçuklu ve Osmanlı devletleri dönemlerinde, düzen karşıtlıkları, sadece merkezi devletin ağır aşur denen vergi yükünün ağırlığından değil, düzenin islamcı radikal uygulamalarındandır da.  Merkezi islamcı uygulama, Alevilere savaş açmış ve onu karşıt olarak şekillendirmiştir. Belirli zamanlarda Alevi olmayan  akımlar bile, sadece düzene karşı olduklarından,  sonradan Aleviliği kabul etmişler ve bazıları inanç olarak süreç içinde dönüşüme uğramış yada koyu Aleviliği kabul etmiştir. Anadolu da Aleviliğin, koyu islamcı düşünceyi savunduğuna az rastlanır.  Belirli dönemlerde hep sofist  noktalara çekilmeye çalışılmıştır. Bu günde sofu bir çizgiye getirilmek isteniyor. Maalesef  bunda kısmen basarılı oluyorlar. Gerek İii Iran islamcılığı, gerek  Suudi sermayesinin faaliyeti ve gerekse de Türkiye sermaye çevrelerinin Türk-Islam sentezi politikalarıyla, Alevileri potalarında eritme çabaları, bu isin hortlamasını beraberinde getirdi. Alevi kökenli inançların, sermaye sermaye grupları içerisinde yer almasıyla daha da kolaylaştı. Federal Almanya’da bu çelişkiler daha doksanlı yıllarda ortaya çıkmaya başladı.

Devletçi politika izleyenler, İrancı gruplar (koyu Şii Caferi), Kuran’cılar ve Laikçiler konuya dört koldan  yirmi yıl önce el attılar. Fakat laikçi kesim daha etkin bir çalışmayla daha önde götürdü çalışmayı, bazı laikçiler habire Diyanetle dirsek teması tutmaya başladı. Bu onlar için çelişki olsa da, eşitlikçilik olarak kavrıyorlar. Devletin veya Diyanetin kesesinden nemalanmak istiyorlar. Bu ileride bir yol ayrımına işaret ediyor demektir. Bir genelleme yapılacak olursa, sofuluk geliştirilmeye çalışılıyor. Zaten İrancı kesim bu yöne daha eğilimli, bu anlamda ileride taban bulacaklardır.

Aleviliğin sofusu, ‘sonradan görenle, sonradan dönene benziyor. Kısacası tehlike arz ediyor. İzlenecek politika, sofuluğu dışlamak, onu yaratan nedenler üzerinde kafa yormak, Cem toplantılarında gerçeğe uygun akıcı şeyler anlatıp kitlenin bu tür eğilimlerini törpülemek, bu faal çalışmaları yapan dernek ve federasyonların görevidir. Dedelik ilahlaştırılmaktan çıkarılmalı, çeşitli dallarda çalışan entellektüel ve bilim adamlarından yararlanılmalıdır. Aleviliğin motoru olan Bektaşiliğin, eşitlikçi, ortakçı  ve kamil insan(ideal insan) konuları islenmeli, gelecek kuşaklara anlatılmalıdır. Cemler biçim olarak, yerlerde oturma düzeni de olmak kaydıyla, arzulanan kültür seviyesine çıkarılmalıdır.

İnançta iyi niyetlilik yetmiyor. İnançları nesnel ve biçimsel konuma oturtup, herkesin aynı şeyleri anlamasını sağlamak gerekiyor. Yoksa bazı güçlerin aleti olmaktan kurtulunmaz. „Cehenneme giden taşlar da iyi niyet taslarıyla döşenmiştir“ Sofuluğa karşı verilecek mücadelede, Alevi insanının cehennem yolundan uzaklaştıracaktır. Aksisi ise cehennem zebanilerine yem olmaktır. Hele ki bu çağda Alevi ve Bektaşiliğin şanına yakışmaz. Sofuluğa ve şeriatçılığa HAYIR…… Diyanetçi , Din - ayetçiliğe ! HAYIR….. denmelidir.

Not: Bu yazı 1992 yılında yazıldı, bu günle arasında ne fark var okuyucuya bırakıyorum.

Ihsan SAĞMEN
ÖZGÜR MEDYA 16.09.2007

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.