İç düşman, laiklik ve Alevilik tanımları
İç düşman, laiklik ve Alevilik tanımları İshak TORUN / RadikalAlevilerle Sünniler arasındaki ahenkli ilişki her iki tarafın birbirlerini...
İç düşman, laiklik ve Alevilik tanımları
İshak TORUN / Radikal
Alevilerle Sünniler arasındaki ahenkli ilişki her iki tarafın birbirlerini tanıma fırsatıyla, bu fırsat üzere yapılan öteki tanımının karşılıklı uyuşmasıyla orantılıdır.
Son günlerin yaygın kamusal tartışmaları “tanım” sözcüğüne büyük popülerlik kazandırdı. Bu tartışmalar laikliğin, Aleviliğin ve iç tehdit(düşman)in nasıl tanımlanacağıyla ilgili konulardan oluşuyor. Tanımlamaya yüklenen olumsuz anlam, sözcüğün bizzat kendisini sorunsallaştırıyor.
Eşitlik ve özgürlüğün kurumlaştığı toplumlarda, birilerinin diğerlerini tanımlamasına ihtiyaç duyulmaz. Aksi durum etik bir sorun olarak görülür: “Laik değilsin?” “İç düşmansın!” “Başörtüsünü toplum baskısıyla takıyorsun!” “Alevilik din, Cem ibadet, Cemevi de ibadethane değil!”
Siyaset bilimine göre, tanımlama yetkisi iktidara sahip olmakla özdeşlik gösterir. Çünkü, tanımlama eylemi, objektif olup olmadığına bakılmaksızın, tanımlanan ile tanımlayan arasında hiyerarşi yaratır. Bir ülkede laikliği, Aleviliği ve iç düşmanı kim tanımlıyorsa nihai analizde egemen odur.
İki laiklik kategorisinden bahsedilebilir: Anglo-saksonların farklılıklara açık pragmatik laikliği ve özcü yanı ağır basan Fransız laikliği. Türk hukuk sisteminde, dogmatik yönü ağır basan Fransız laikliği benimsenmiştir. Bunun yerine “ne herhangi bir dine karşı, ne de her hangi bir dinden yana” şeklinde somutlaşan Anglo-sakson laikliği ikame edilebilse türban üzerinden vuku bulan kutuplaşma da çözülebilir. Aslında bu yöntem, CHP’nin “çarşaf” vb. açılımıyla salık verdiği üzere, devlet iktidarının da can attığı bir çözümdür. Ama, hak olarak alınmasıyla değil de, ihsan olarak verilmesi şartıyla. Çünkü, asıl sorun din ve başörtüsü değildir; egemenlik sorunudur. Milli Siyaset Belgesi’nde geçen iç düşman konusu da bu bağlamla ilgilidir.
“İrtica” iç tehdit, mürteciler ise “iç düşman”. Peki, irtica nedir? Hiç kem küme gerek yok, hâkim zümre nasıl tanımlıyorsa öyledir! Kavramı pozitif hukuk çerçevesinde tanımlamaya girişmek, hâkim sınıfla güç mücadelesine girmek demektir. Türk siyasal tarihinin bugünü, bu tarz güç mücadelelerine arenalık ediyor. Bir yanda laik ulusalcı zümrenin belirleyiciliğindeki bürokratik “devlet iktidarı,” diğer yanda mahkum çevrenin oylarıyla meclise taşınan “siyasal iktidar”. Birinci kesim sivil ve askeri bürokrasi ile parlamentodaki CHP den oluşuyor. İkinci kesimi ise Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi ve Ak Parti gibi sağ kitle partileri temsil ediyor.
Aleviler, çevrede olmakla birlikte sağ kitle partileri içinde yer almıyorlar. Dolayısıyla Alevileri betimlenen dikotomi içinde bir yere oturtmak oldukça zordur. Alevilik sorunu, tam bu nedenden dolayı, herkesin ezberini bozuyor.
Alevilik konusundaki tartışmalar son tahlilde Alevilik tanımında düğümleniyor. Alevi kanaat önderleri, Aleviliğin kendileri dışındaki kesimler tarafından tanımlanmasını reddetmekten öte, bu anlama gelecek her türlü girişimi, hakaret olarak değerlendiriyor. Yedinci Alevi Çalıştayı’nda belki üzerinde varılan en önemli uzlaşı budur. Aleviliğin nasıl tanımlanacağı konusunda Sünni katılımcıların gayretkeşliğine karşılık Aleviler, çok kısa ama, veciz bir karşılık verdiler: “Size ne”.
Aleviler, kadim muhalif kültürleriyle Sünniler üzerinde şok edici sarsıntı yarattı. Keşke, Sünnilerin türban konusunda gösterdikleri tutum da böyle bir sivil itaatsızlığı içermiş olsaydı. Sünniler, inançlarının sorgulanmasına karşı, “size ne” diyecek yerde, bir çırpıda binlerce başörtüsünü çıkarıp atmışlardı/attırmışlardı. Çünkü onlar, Alevilerin aksine, Osmanlı patrimonyalizminden mütevellit otoriter siyasal kültürün varisleriydi. Toplumdaki hâkim-mahkum hiyerarşisini değiştirmek için Aleviliği-Alevileri bir fırsat olarak görmek yerine, onlara kimlik biçme gayretini başka ne ile açıklayabiliriz? Sünniler, yanlış bir bilinçle, devleti Osmanlı devleti, kendilerini de Osmanlı’daki gibi hâkim millet sanıyorlar.
Öte yandan, Alevi kimliğinin tanınması ile Cemevi’nin ibadethane statüsüne kavuşturulması örneklerinde olduğu üzere, bir özgürlüğün hukuksal güvenceye kavuşturulması, tanım yapmayı gerekli kılıyor. Çünkü, mevcut anayasa (10. Madde), azınlıklar haricinde hiçbir alt kimliği tanımıyor. Keza, 633 sayılı yasanın 35. maddesine göre, azınlıklar dışında hiç kimse ibadethane açıp işletemiyor. Aynı durum, din eğitimi ve öğretimi için de geçerlidir. Anayasanın 24. maddesine göre, devlet kontrolü dışında hiçbir özel veya tüzel kişi din eğitimi ve öğretimi veremez. Yalnızca Alevilere hak bahşeden kanun çıkarmak ise hukukun “genellik” ilkesiyle çelişiyor. Kaldı ki, bu yasaları değiştirmeye siyasal iktidarın gücü yetmiyor. Eğer gücü yetse, öncelikle türban gibi kendi kitlesinin sorunlarına merhem olur.
Yine, tanımlamaya yaptığımız negatif vurgu, onun toplumsal ilişkilerin olağan bir öğesi olduğunu unutturmamalıdır. Tanımlanmadan mutlak kaçış ancak, her topluluğun kendi mahrem kamusal alanında yaşadığı durumlarda mümkün olabilir. Ortak kamusal alanda iletişimden kaçınmak imkânsızdır. Sağlıklı bir toplum hayatı sağlıklı ilişki ve iletişimle mümkündür. İletişim, karşılıklı benlik kabulleri üzerinden gerçekleşir. Bu ise diğeri tarafından tanımlanmak anlamına gelir. Ötekisiyle ilgili tanımlarımız onun bize söylediklerinden değil, onunla ilgili bizim algılarımızdan oluşur. Kişilik ve kimlik özelliklerimizin karşı tarafça tanınmasına engel olmak ilişki ve iletişimi reddetmek demektir. Sonuçta sağlıklı iletişim, ötekisine ilişkin algımızla onun kendisiyle ilgili algısının örtüşmesine bağlıdır.
Filhakika, Alevilerle Sünniler arasındaki ahenkli ilişki her iki tarafın birbirlerini tanıma fırsatıyla, bu fırsat üzere yapılan öteki tanımının karşılıklı uyuşmasıyla orantılıdır. Tarafların kimliklerini saklamaları veya idealize ettikleri kimliği ötekilere reel kimlik diye dayatmaları iletişim kazasına, hatta çatışmaya neden olur. Sonuç olarak, Alevilerin sosyolojik düzlemde tanımlanmayı reddetmesi, gerçekçi değildir. Aksini diretmek ise eşit ve özgürlüğü mümkün kılan müzakereye açık kamusal alanı ve toplum olarak yaşamayı reddetmek anlamına gelir.
İshak Torun: Niğde Üniversitesi, Öğretim Üyesi
Radikal / Tartışı-Yorum - 18.02.2010
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.