Hüseyin AYGÜN : Aleviyi Anlamak
Hüseyin AYGÜN : "Aleviyi Anlamak"Alevilere yeni elbise dikmek" isteyen AKP’nin hazırlıklarının ne olduğunu şimdilik bilemiyoruz....
Hüseyin AYGÜN : "Aleviyi Anlamak"
Alevilere yeni elbise dikmek" isteyen AKP’nin hazırlıklarının ne olduğunu şimdilik bilemiyoruz. Alevilerin sorunları çözülmek isteniyorsa öncelikle Alevilerle konuşmak gerekir.
Şimdiki çocuklar gibi benim de ilkokula başladığımda "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" diye bir dersimiz vardı.Yine şimdiki gibi "İslam'ın şartları" başlığı altında "namaz kılmak", "hacca gitmek", "zekat vermek", "kelime-i şahadet getirmek", "oruç tutmak" sayılıyordu. "Bizim Müslümanlığımız" bu şartlardan kelime-i şahadet getirmek ve oruç tutmak (o da Ramazan değil, Muharrem orucu) dışındakilere cevaz vermiyordu. İlk o zaman anlamıştım "bizim Müslümanlığımızın" farklı olduğunu.
"Evde" ise açıklamalar "atalardan" aktarılanlardan ibaretti: "Hz. Ali camide öldürülmüştü", o yüzden camiye gitmiyorduk. Hem "Hz. Muhammed döneminde cami bile yoktu", camiye gitmememiz "normal"di. Peki Hacca neden gitmiyorduk, zekat vermiyorduk, namaz kılmıyorduk? Babama göre "namazımız kılınmıştı" ve "Allah kalbimizdeydi", bu yüzden de onu "Hac’da veya herhangi bir yerde aramaya gerek yok"tu.
Raa Ramıtene
Peki bizim inancımızın adı neydi? Anadilimiz Zazaca’da "Raa Ramıtene" derlerdi yaşlılar. Türkçesi "Yol Sürmek" demekti. Türkçe’de de Aleviliğe buna benzer bazı adlar verildiğini biliyoruz. "Rozê Des u Dı İmamu" Muharrem Orucu demekti. Aleviliğin temel referansları bizim Dersim Aleviliğinde (Raa Ramıtene) de aynen geçerliydi. Dersim Aleviliğinde her yer ibadet alanıydı. Ziyaretler vardı. Kurbanlar kesilirdi. Cemevleri yoktu. (Şehirleşememiş ve dağlarda yaşayan bir toplumun Cemevi nasıl olsun?) Ama bugün Cemevlerinin açılmasından Dersimlilerin de memnun olduğunu söyleyebilirim. Şu anda zaten Dersim’de de birden fazla Cemevi var.
Ortaokulda din öğretmenimiz bizi bir gün camiye götürdü. Namaz kılma hazırlıklarına başlayan öğretmenimiz (adı Cemil idi ve "bilim olmadan din olmaz" derdi) birden bizi de abdest almaya davet ediverdi. Biz abdestin ne olduğunu bile bilemediğimiz için hem utandık, hem de hocamıza ne diyeceğimizi bilemedik. "Niye duruyorsunuz?" deyince biz "Hocam biz Aleviyiz" dedik. Gözlüklerinin arkasından bize gülümseyen öğretmenimiz "tamam" dedi ve bir daha bizi camiye götürmedi. 12 Eylül'ün "Türk-İslam Sentezi" karanlığından bir gündü ve biz böyle bir öğretmenimiz olduğu için "şanslı"ydık. (Bugün İstanbul Esenler’de bir lisede bir öğrenci oruç tutmadığı ve Alevi olduğu için öğretmeni tarafından dövülüyor)
Kenan Güven'in takıntısı
Aynı günlerde "nüfusunun yüzde 99’u Alevi olan" (hep İslamcılar söyleyecek değil ya!) Tunceli’ye atanan bir emekli general olan Kenan Güven işe hızlı başlamıştı. Bu adam, Tuncelililerin "Öz Türk ve Öz Müslüman olduğunu" kanıtlamak gibi "zor" bir işe soyunmuştu. Bütün toplantılarda, kabullerde ve resmi geçitlerde nutuk atmayı seven bu adam her yere cami açıyor; mezarlardaki heykelden Koç figürlerini (ölü sahiplerinden izin bile almadan) söküp valiliğin bahçesine dikiyordu. Köy yolunun yapılmasını veya köye içme suyu getirilmesini bile "cami açma" şartına bağlıyordu. İnsanlar ikna olmayınca bu defa da "Ben size Hazreti Hüseyin’in camisini açıyorum" diyordu. Koç figürlerine olan takıntısı ise "eski Türklerde var olan bu geleneğin Dersimlilerin de Türk kökenli olduğunu gösterdiğini" düşünmesinden kaynaklanıyordu. Bazı yerlerde baskı ve şantaj ile açmayı başardığı camilerin kimi zamanla yıkıldı, taşı sağlam olanlar ayakta ama, o günden bu yana hep boş kaldı.
Küfürler ve utanç sayfaları
Daha sonra aklımız ermeye başladığında bize söylenen küfürleri öğrendik. "Ana-bacı tanımaz", "kuyruklu Kızılbaş", "onları öldüren cennete gider" vb. hakaretleri-inançları duyduk. Kahramanmaraş'ı, Çorum'u, Sivas'ı duyduk, okuduk, gördük. Daha gerilerden ise Hamza Efendi'nin fetvalarını, padişah emirnamelerini, Yavuz'un katliamını, Dersim 1938’i ve daha pek çok "utanç sayfasını" okuduk, öğrendik ve dinledik.
Öncelikle Alevilerle konuşmak gerek
Sonra Alevi hareketi gelişti. Sivas katliamının etkisiyle Aleviler dernek ve cemaatlerini kurdular. Cemevleri açılmaya başlandı. Özel TV’ler, radyolar, gazeteler, kısacası Alevi medyası oluştu. Az da olsa Alevi siyasetçi "Alevi kimliğini" öne çıkararak meclise girdi. Ama bugüne kadar devlet cephesinden Alevi kimliğini tanımaya dönük hiçbir adım atılmadı. Alevilik hala bir "tabu" ve onu yontmaya, eğip-bükmeye, Sünnileştirmeye yönelik çalışmalar azalmadı.
Ömrünün ortasını yaşayan bu satırların naçizane yazarı üzülerek gördü ki bu memlekette Aleviliğe karşı (tıpkı Türk olmayan tüm kesimlere olduğu gibi) adeta "kutsal bir ittifak" var. Alevilerin talep ve isteklerini inkar konusunda bir "Türk-Kürt-İslam milliyetçisi" ile bir "solcu-sosyalist" arasında anlaşılamaz bir benzerlik var. Sadece Diyanet İşleri Başkanlığı konusuna baktığınızda bile tablo son derece net. Türkiye’de Aleviler hariç bu talebi kararlı şekilde savunan yok. (Halbuki gerçek bir laisizm için bu kurumun lağvedilmesi şart.) En fazla "zorunlu din derslerine" karşı bir tutum var. O da ne mutlu ki Alevilerin kararlı mücadelesiyle oldu.
Alevi tartışmaları son aylarda yeniden alevlendi. Başta, eski yazar şimdilerin politikacısı Reha Çamuroğlu olmak üzere çok sayıda AKP’li Aleviler üzerine konuşup duruyor. "Alevilere yeni elbise dikmek" isteyen AKP’nin hazırlıklarının ne olduğunu şimdilik bilemiyoruz. Kapalı kapılar ardında yürütülen hazırlıkların Alevilere bir fayda getirmeyeceği ortada. Alevilerin sorunları çözülmek isteniyorsa öncelikle Alevilerle konuşmak gerekir. (HA/TK)
Hüseyin AYGÜN
BİA Haber Merkezi - Tunceli
22 Aralık 2007, Cumartesi
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.