Holokost'la Yüzleşmede Medyanın Rolü ve Der Spiegel

Holokost'la Yüzleşmede Medyanın Rolü ve Der Spiegel

“Geçmişle Yüzleşmek, İleriye Bakmak” programı kapsamında Almanya’dayım. Programın ilk ayağında Hamburg'da Der Spiegel'in eski genel yayın yönetmenlerinden...

A+A-

“Geçmişle Yüzleşmek, İleriye Bakmak” programı kapsamında Almanya’dayım. Programın ilk ayağında Hamburg'da Der Spiegel'in eski genel yayın yönetmenlerinden Dr. Martin Doerry, okuyucu servisi müdürü Catherine Stockinger ve toplum sayfası editörü Özlem Gezer ile bir araya geldik.

Punto24 Bağımsız Gazetecilik Platformu (P24) ve Friedrich Ebert Stiftung’un (FES) ortaklaşa geliştirdiği toplumsal hafızanın kurulmasında ve korunmasında medyanın rolüne bakmayı, hatırlama ve barışma süreçlerinde gazetecileri nasıl bir sorumluluğun beklediği üzerine düşünmeyi hedefliyor. Altı meslektaşımla birlikte toplumsal hafızanın doğru bir biçimde kurulması için gazeteci olarak üzerimize neler düştüğünün peşindeyiz. Der Spiegel deneyimi öğrenme süreci için iyi bir durak.

Der Spiegel 1947'de İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Almanya’daki işgal güçlerinden İngiltere’nin girişimiyle kuruldu. Gazetenin işgal kuvvetlerinin ekonomik politikalarını eleştiren bir dizi haberinin ardından Der Spiegel, Stockinger’in deyimiyle İngiltere’nin ‘siz artık bunu tek başınıza yapabiliyorsunuz” deyip çekilmesi üzerine bağımsızlığına kavuştu.

Almanya’da basın özgürlüğü mücadelesinde önemli yeri olan Der Spiegel’in kurucu ve aynı zamanda genel yayın yönetmeni olan  Rudolph Augstein’in da aralarında bulunduğu başmuhabir ve editöryel kadrosu 1962’de, “vatan hainliği” suçlamasıyla tutuklu yargılandı ve beraat etti.

Gazetenin çoğunluk hissesi çalışanların

Medya sahipliği yapısıyla da ilgi çeken Der Spiegel Gezer’in de aktardığı üzere örnek teşkil edebilecek bir kuruluş. Yüzde 50,5’u çalışanlara ait olan gazetenin geri kalan hisseler ise Audstein’in mirasçıları olan Erbengemeinschaft Augstein ile yine bir basın kuruluşu olan Gruner+Jahr AG&Co. arasında bölüşülüyor. Bu sahiplik yapısı çalışanlarına yönetim karar mekanizmasında beş oy hakkı veriyor.

Ancak yüzde 76’lık çoğunluğun sağlanması ile yönetimsel kararların alınabildiği Der Spiegel’de çalışanlar, yeni genel yayın yönetmeninin kim olacağı gibi “büyük” kararlarda da söz sahibi. Bunların yanı sıra tüm çalışanlar Almanya’daki şirket içi sendika örgütlenme sistemi dahilinde Der Spiegel sendikası üyesi.

Tabii ki bu atmosfer dahilinde, toplantıda yönelttiğimiz “şirketlerin hükümetle ilişkisi var mı”, “yayınlarınız için hükümetten tepki alıyor musunuz” manasında Türkiye’ye tanıdık gelen sorular gazetenin 16 yıl boyunca genel yayın yönetmenliğini yapmış olan Dr. Doerry’e çok uzak geldi.

Basın özgürlüğü konusunda Der Spiegel’in vaktiyle büyük mücadele verdiğini, Augstein’in da tutuklandığı “Der Spiegel Skandalı” örneği ile açıklayan Dr. Doerry olayın Almanya kamuoyunda büyük yer tuttuğunu, insanların basın özgürlüğü için sokaklara çıktığını söylüyor.

Dr. Doerry, bugün içinse hükümetin herhangi bir yayın organına müdahalesinin olamayacağını, en fazla bir politikacının belli bir gazeteciye randevu vermeyi reddedebileceğini ifade ediyor.

Bu basın özgürlüğü ortamı Almanya’nın Holokost ile yüzleşme sürecinde, ve bu sürecin medya – ve özelde Der Spiegel- tarafından kamuoyunda tartışılmasına olanak tanımış. Dr. Doerry, söz konusu yüzleşme olduğunda meselenin eski Almanya Cumhurbaşkanı Willy Brandt’ın Varşova’daki soykırım anıtı önünde diz çökmesiyle sona ermediğini söylüyor.

“Bu aslında Brandt’ın doğuya açılma politikasıydı. Eski savaş düşmanları ile barışma amacıydı. Ve bu barışma sürecinin bir parçası olarak bu diz çökme yaşandı. Ama yüzleşme hala devam ediyor.”

Dr. Doerry Der Spiegel’in bu politikada Brandt’ı desteklediğini ama aynı zamanda yüzleşme sürecinde Almanya medyasının toplumda bir algı yarattığını vurguluyor.

“Bu sadece Der Spiegel’in başarısı değildi” diyen Dr. Doerry Almanya’nın 2. Dünya Savaşı’ndaki “büyük suçu ve sorumluluğu” ile ilgili yaptığı yayınlarla Almanya medyasının bu başarıyı inşa ettiğini, bu sorumluluk algısının bu sayede arttığını vurguluyor.

Almanya toplumunun her bir biriminin geçtiği bu yüzleşme sürecinden Der Spiegel’in de geçtiğini öğreniyoruz. Stockinger geçmişte, gazetenin çatısı altında eski bir Nazi’nin çalıştığını, gazetenin geçtiğimiz yıllarda bunu açıkladığını aktarıyor.

Der Spiegel için de Almanya için de yüzleşme ve sorumluluk alma süreci devam ediyor. Bu sene İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminin ve Auschwitz toplama kampının özgürleştirilmesinin 70. yılı.

70. yıl kapsamında Der Spiegel de Auschwitz’de hayatta kalanlardan 19 kişiye ses verdi. 19 ayrı kapakla ve Son Tanıklar manşetiyle çıkan dergi, hayatta kalanlara kendi seslerinden kendi hikayelerini anlattırıyor.

Müdahale olmaksızın sözlü tarih çalışması şeklinde sadece tanıkların aktarımlarına yer veriliyor. 19 portre ve hikayeler Hamburg’daki Der Spiegel binasında da sergileniyor.

Aşağıda yayınladığımız, Auschwitz’den kurtulan Frieda Tenenbaum’ın hikayesinden sadece bir parça.

“…Kendimi çoğu annemden yaşlı olan, ama aralarında kuzenim Renia’nın da bulunduğu çocukların da olduğu grupta çırılçıplak halde buldum. Ayakta bekledik, bekledik, taa ki hava kararana kadar. Solumda gözetleme deliğinin de olduğu metal zırhlı kapıyı görebiliyordum. Burasının gaz odası olduğuna dair belli belirsiz bir tahminim vardı.

Hava karardıktan sonra birden “Gidin kıyafetlerinizi getirin” dediler. Ve bizi daha önce gördüklerimden daha düzenli olan tutuklu barakalarına götürdüler. Girişte bizi büyük bir tencere çorba bekliyordu. Bu harika bir şeydi, çünkü açlıktan ölüyorduk. Ne olduğu hakkında bir bilgimiz yoktu. Ve bugün de hala ne olduğunu bilmiyorum. Daha sonra verileri karşılaştırmaya çalıştık. Krematoryumdaki isyan sırasında olmuş olmalı. O sırada SS tutukluları dört nolu krematoryumu ateşe vermiş ve ölüm makinesi durmuş olmalı. Hayatımızı herhalde bu kurtardı.

Ama tehlike hala sona ermemişti. Artık 25 numaralı barakadaydık, ve doğrusunu söylemek gerekirse gaz odasını bekliyorduk. Ama o sırada bile talihim yaver gitti. Bir SS kadın anneme dönüp, beni ve kuzenimi gösterip “Bu çocukları kurtarmak ister misin” dedi. Bizi elimizden tutup her yaştan çocukların olduğu bir barakaya götürdüler. Bize burasının Mengele’nin ikizler barakası olduğunu söylediler…”

Tenenbaum’un hikayesini buradan, diğer 18 portrenin hikayelerini Almanca olarak şu linkten okuyabilirsiniz. (EA)

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.