Haydar ERGÜLEN : Yaralı Semah
Haydar ERGÜLEN : Yaralı Semah Derdim çoktur hangisine yanayım/yine tazelendi yürek yaresi/ ben bu derde nerden derman bulayım/meğer...
Haydar ERGÜLEN : Yaralı Semah
Derdim çoktur hangisine yanayım/yine tazelendi yürek yaresi/ ben bu derde nerden derman bulayım/meğer dost elinden ola çaresi deyişi gibi, 2 Temmuz yangını yaklaştıkça “semah çoktur hangisini döneyim” diye diye acıdan başı döner, içi söner insanın. Hünkar Hacı Bektaş Veli, “semah, ariflerin adeti, muhiplerin ibadeti, taliplerin maksududur. Hakka, ki bizim semahımız oyun değildir, ilahi bir sırdır, mecazi değildir” demiştir. Artık ‘mecazlar semahı’nda filan değil, ‘yaralı semah’ta pişen, pişmekle kalmayıp kül olan 37 Sivas şehidi için de bir yanı insandan yaralı, bir yanı dumandan kül, bir yanı zulümden kara, bir yanı da ilgisizlikten ıssız bir semahı, hem inadına hem de sürsün diye durmadan dönmek, bu yolu sürmek gerekir. Bir de bedenleri kül olmuş, ruhları dipdiri canlarımız için, o ‘yaralı semah’ı sesimiz arşa çıkıncaya, bu dünyada hiç hevesimiz kalmayıncaya kadar da sürdürmek gerekir.
Hoşgörü güzel bir sözcük, barış kutsal bir kavram... Öyle de buna ihtiyacı olan kim? Bizden başkası değil yine. Zalimlerin, mağdurların bu sözcüklere bile gönül indirdiğini ya da kalpten söylediğini filan mı sanıyorsunuz yoksa? Memlekette insan haklarını, demokrasiyi, işkenceye sıfır toleransı nasıl ‘kalpten’ söyleyip istiyorlarsa, ‘barış’ı da o kadar isteyeceklerdir elbet! Siz onların böyle dertleri olduğunu mu sanıyorsunuz? Hem siz kendinizi ne sanıyorsunuz Allah aşkına? Yine yakılacak, yine boğulacak, yine boğazı kesilecek, yine arkadan kalleşçe kurşunlanacak; ama dumanı da acısı da yarası da herkesin gözünden kaçacak olanlardan değil misiniz yoksa?
“2 Temmuz Sivas’ı unutma”dık, hatırlaması gerekmeyenler zaten unutmayanlardır. Biz unutmadık unutmasına da hatırlaması gerekenler temmuzun gitgide ağırlaşmasını, yakıcı olmasını korkarım yakında ‘küresel ısınma’ya filan bağlarlar! Çünkü biliyorsunuz Madımak otelini hiç kimse yakmadı! Orada birileri kül oldu, dumandan boğuldu; ama Allah’a şükür halkımıza bir şey olmadı! Madımak yangınından, o cinayetten, o vahşetten 15 yıl sonra, yakılanların değil, acıların değil, anıların değil, sözcüklerin bile külü kalmadıysa, ‘küresel ısınma’ gibi soğuk espriler de yolda demektir!
Barışalım evet; ama önce yüzleşelim, yüzleşmeden, Hak’tan ve halktan özür dilemeden, barış sözü kocaman bir yalan olur. Elbette barışalım, bir daha olmasın, bir daha barışmak zorunda kalmayalım diye barışalım; ama işe önce Madımak otelinden başlayalım, orayı bir ‘utanç müzesi’ yapalım. 37 canın yakılmasının ardından söylenen utanılacak sözleri, alçakca yazıları da söyleyenlerin, yazanların isimleriyle birlikte o müzeye koyalım. İlgisizliğimizi de koyalım oraya. Sivas yangınına olmadık gerekçeler arayışımızı, her 2 Temmuz’da toplum geriliyor diye liberal bir pişkinlik ve ikiyüzlülükle söylediğimiz cümleleri de koyalım. Bunlardan, bu cümlelerden utanırsak belki barışabiliriz birbirimizle!
Şiirimizin usta isimlerinden Kemal Özer, yıllardır sürdürdüğü tanıklığa şimdi de Sivas katliamını ekledi, ‘Temmuz İçin Yaralı Semah’ (Yordam Y.) başlıklı ‘Yangın Şiirleri’ni yayımladı. Semah her zaman bir buluşmanın sevinciyle, can cana olmanın coşkusuyla, dirliğin, birliğin esenliğiyle, gönüllerin cömertliğiyle ve yaşamayı güzellemek adına dönülmez ya, bazen ortalık yangın yerine döndüğünde de dönülür, acıyla dönülür, kahırla, kederle, yarayla dönülür ki orada da dostlar cemi, onların güzel ruhları hep bizimle olsun, kuşaktan kuşağa ışık olsun diye kurulur. Yangınlar semahı demeye dilim varmıyor, şehitler cemi demeyi yüreğim kaldırmıyor, en iyisi Kemal Özer’in dediği gibi ‘yaralı semah’ demek. Bundan gönlümüzün de, fikrimizin de yaralı olduğu anlaşılsın, bir de anlaşılsın ki yaramız bu kez dostun taş yerine atttığı gülden değildir. Katil sürüsünün yaktığı ateştendir: “Yangın kavmindeniz, ne giysek alev” dediği gibi Hulki Aktunç’un, alevli bir yaramız olduğu anlaşılsın, kanayan bir yaramız olduğu anlaşılsın bir de. ‘Temmuz İçin Yaralı Semah’ Sivas’ta yakılan canları tek tek ağırlıyor, anılarına bir saygı duruşu olarak, yanık fotoğraflarının arasından içlerini, güzelliklerini gösteriyor bize. ‘Gülün sınavı’ndan ‘yangın sınavı’na dönüşen bir mahşerin şiirini yazmak her anlamda ‘yürek’ istiyor: Yüreğiyle yazmayı ve yürekli şiirler yazmayı. Şiirin unutturmamak, sürekli hatırlatmak, uyarmak gibi bir işlevi olduğunu, onun da eyleme böyle katılacağını bildiren şiirler bunlar: “Sizin bir dalınız kırıldı/ben yalnızca bildim kırılmış olduğunu”. Şairi “her sözcükte bir daha sınayan” bu ‘yaralı semah’ta ya da yaralı temmuzda, tıpkı ‘Ömrü Kısa Kelebekler’ şiirindeki gibi bir görev bekliyor şairi 37 Sivas şehidinin anısına: “Herkes unutmuş olsa bile/sen tutuyorsun ya aklında/yıllar geçti diye aradan/susacak değilsin ey ozan/.../Gördüysen kısacık bir ömre/neler sığdırdığını onların/dökülmüş yapraklar değil/birer ışkındı diyeceksin her biri/...”
NOT: Karabük Festivalinde, belediye başkanı denen densizin, Türkiye romanının büyük isimlerinden, sevgili arkadaşım Latife Tekin’e yaptığı faşist saldırıyı lanetliyorum, yazar arkadaşlara geçmiş olsun diyorum.
HAYDAR ERGÜLEN
BİRGÜN - 30 Haziran 2008
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.