Hâce mi, Hacı mı diyeceğiz?
Bu terimin Türkçe içerikli ve Alevi anlamlandırmasıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan kullanımı Müslümanların Hac ziyaretini yapanları sıfatlandırdıkları “Hacı” ile karıştırıldığı veya kolaylaştırıldığı ortaya çıkıyor.
Bazı yazarlar Alevi terimlerinin, kavramlarının İslamiyet’te de olsa, Aleviliğin asli terimleri olduğu yönünde görüş belirtiyorlar ve bu nedenle bazı dönemsel kaynaklardan isim taramaları yaparak yola çıkmak gerekiyor. Bu kavramların kültürlenmemizle mi bir ilgisi var yoksa özgün halleri mi böyle?, sorusunu yanıtlamamız bâtıni terimleme açısından önem taşımaktadır. Bir topluluğun dilini nasıl kullandığı, onun başka kültürler karşısındaki konumlanmasını da belirler. Bu nedenle son zamanlar da “Hâce”[1], “Hacı” terimlerinin kullanım gerekçesinin bizler için tanımlanması gereklidir.
Aşağıda kaynakları ile dikkat çeken bazı “Hâce” isimlendirmeleri, kaynaklardan çeviri yoluyla dilimize taşınırken bozuma uğramaktadır. Ancak özgün olmasına önem verilen çeviri çalışmalarında ise bu isimlendirme olduğu gibi korunmuş görünüyor. Bunun yanında kaynakta yer alan bazı isimler yine özgün isim veya sıfatlar olarak “Haci” biçiminde olarak da korunmuştur. Örneğin; Bayındır Haci Bey[2], Emîr Ahmet Haci[3]gibi. Anladığım kadarıyla Hâci ismini Safeviler, Haci veya Hacı isimlendirmesini ise diğer Müslüman gruplar tercih ediyor ve Alevi toplulukların isimleri ise daha çok Safevi/Farsî dili ve kültürü ile yakınlık içinde bulunuyor olmalı.
Bunlara ek olarak bu terimle ilgilenmemin önemli bir gerekçesi de son zamanlarda bazı yazarlarımız Hace Bektaş Veli diye yazmayı öne çıkarırken, bir kısmı da daha önce yazıldığı gibi Hacı Bektaş Veli olarak yazmayı tercih ediyor ve bu yönde telkinlerde bulunuyor olmalarıdır.
Bu nedenle bu yönde kaynakları tararken ve bu terimi nasıl belirlememiz gerektiğini tartışırken Alevi tarih bilincine ve kültür kaynaklarına yakın “özgün” kaynaklarda bu sıfatlamanın/isimlendirmenin “Hâce” olarak yer aldığı görülmektedir. Bu konuyla ilgili benim ilk elden gördüğüm kaynaklar bunlar. Daha doyurucu ve belirleyici kaynaklar ise konu ile ilgilenmemiz sonucu ortaya çıkabilecektir.
Bu terimin Türkçe içerikli ve Alevi anlamlandırmasıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan kullanımı Müslümanların Hac ziyaretini yapanları sıfatlandırdıkları “Hacı” ile karıştırıldığı veya kolaylaştırıldığı ortaya çıkıyor. Yine özellikle Tahtacı ve Abdalların bazı gruplarında yer alan “Hacı sarma” terimi ayırıcı bir kavram olarak dikkat çekiyor. Bu gruplarda bu tanım İslamiyet’in içinde yer alan tanımla hiç ilgisi olmayan ve tamamen yola girenlerin “ergenlik” törenlerinde yürütülen ve gruba katılımı kapsayan bir nitelik taşıyor. Müslümanların kavramının kökeni bellidir. Ancak Alevi alt-topluluklarının “Hacı” teriminde öne çıkan görüş, onların “Hacı” olarak ifade etmek istediklerinin Musahip olacakların Cem’de, Musahip kardeşlere dönüştürülmesi ritüelini kapsamaktadır. Bu törene “Hacı sarma”, “Hacılama” deniyor.
Bir başka nokta ise çokça tarihi kişinin adının Hacı ile başlamasıdır. Gerçekte özgün kaynaklarda da bu isimlendirme böyle midir?, ayrıntılı olarak bakmak gerek. Osmanlıca kaynakları çevirenlerin Alevi özgün terimlerini bilmemeleri veya bilinçli bir yargı ile bu “Hâce”, terimini “Hacı” olarak yazmaları mümkündür. Ayrıca Osmanlı döneminde de isimlendirmelerde belli zorluklar yaşandığı ortadadır. O dönemde de “Bektaş” isimleri ısrarlara karşın “Bekir” olarak kayıtlara yazılmaya çalışılıyordu. Bu nedenle bu tartışmanın daha çok Osmanlı kaynaklarına göre değil de Farsi/Safevi veya Arap kaynaklarına göre yapılmasının sağlıklı olacağı anlaşılıyor.
Bu tartışmaların tüm Alevi coğrafyasını kapsaması ise özel bir önem taşımaktadır. Çünkü 2011, Hâce Bektaş Veli Anma Törenleri’nde tanıştırıldığım Suriyeli üç Hâce Bektaş Veli için yollara düşüp gelen Ağuçan Ocağı mensubunun dilinde bu söylenişin “Hâce” biçiminde olduğunu gördüm. Ağuçan Ocağı’nın bu mensuplarından biri Ocağın Seyyidlerinden, birisi iki albümü çıkmış bir Alevi sanatçı ve bir diğeri de diş teknisyeniydi. Üçü de Suriye’den yola çıkarak, bu yıl ilk kez Hâce Bektaş Veli’yi ziyaret etmek amacıyla, epey zorlu bir yolculukla, Hacıbektaş’a kadar gelmişler. Ağuçan Ocağı mensubu olan bu 3 canımız, çok iyi Kürtçe (Ağuçan Ocağı mensupları Kürt kökenlidir. İstisna olabilir) ve Arapça konuşuyor ve az da Türkçe konuşabiliyorlardı. Hacıbektaş’ta Dergâh ziyareti dâhil tüm bölgeyi mihmanlarımıza rehberlik ederken, ben bu süre boyunca tanıtım ve anlatımlarda, Hâce Bektaş Veli ve bölge ile ilgili keramet ve mitleri anlatırken Hacı Bektaş Veli derken, onlar da her seferinde Hâce Bektaş Veli diye karşılık veriyorlardı. Bunun gerekçesini sorduğumda ise biz böyle isimlendiriyoruz diye yanıtladılar. Türkiye Türkçesi ve sınırlarımızdaki kaynakları hiç okumadıkları için bu özgünlükleri dikkat çekiciydi.
Ayrıca bu süreçten sonra konuyla ilgili okuduğum kaynakları bu yönüyle de tararken belirgin bazı noktalara ulaşılabileceğini gördüm. Eğer bu terimleme çalışması bir çeviri hatası değil ise “Hâce” teriminin özgünlüğü üzerinde durarak yeniden ele almak durumundayız. Bu nedenle Ahsenü’t Tevâhir adlı çalışmada yer alan isimlendirmelerin bazılarını seçerek sıraladım. Üstelik bu kişilerin yaşadığı coğrafya çoğunlukla Horasan- Herat bölgesi olarak görünmekte veya o bölgeye savaş amacıyla gidip döndükleri anlaşılmaktadır[4]:
Hâce Abdullah s. 59, 67; Hâce Abulmekarim s. 60, 61; Hâce Hasan Mazi s. 22; Hâce Hüseyin Divan s. 149; Hâce Mevlana s. 216; Hâce Mir Ali s. 173; Hâce Sultan Ahmet s. 101; Seyit Ca’fer Hâce s. 85. Seyit Hâdî Hâce; 123
Yine aynı kaynakta; “Sultân Abu Sait oğlu Sultân Mahmut oğlu Sultân Ali Mirza, her gün Hâce’nin yanına gidiyor ve onun buyurduklarının tersini yapmanın olanaksız olduğunu sanıyordu.”[5]
Ayrıca Seyyid Nizamoğlu’nun “Divanı”nda da benzer bir terim ile karşılaştım. Çalışmanın tümüne bakmadan sadece bir şiirde gördüğümü eklemekle yetindim.
“Hâcem senin müştakınım bildir bana Mevlam seni
İstediğim sensin benim bildir bana Mevlam seni
Eğerçi sevgin candadır bilmem mekanınkandedir
Bu derde derman sendedir bildir bana Mevlam seni
Nurunla bir göz ver bana ol göz ile bakam sana”.[6]
Yine Sultan Ana’nın[7] okuduğu Gülbanklarda şu şekilde yer alır:
“… Hacem bir daha okusa din iman bir bütün
Hacem bir daha okusa olur yer ime gök birbirine yakın.”7
Yine Pir Balım Sultan’a ait bir nefeste hitap olarak yer alır;
“Küntü kenz remzinin olduk âgâhı,
Ayn’el yakin bulduk Cemalüllahı,
Ey hace bizdedir sırr-ı İlahı
Biz Tur-i Sina’nin tecellasıyız…
Zahida şanımız “İnna fetahna”
Harabi Kemteri serseri sanma
Bir kılı kırk yaran kamiliz amma
Pir Balım Sultan budalasıyız”
Mantıku’t –Tayr’da[8] “Hace Zengi’nin dünya işlerinden arınmış ve elini eteğini çekmiş, çevik bir kölesi vardı” cümlesinde bu sıfatların kimlere kullanılabileceği görülmektedir.
Yine sorunlu bir tartışmanın parçasına dönüştürülmeye çalışılan Kızılbaşlık terimi bulunmaktadır. Selçuklularda ve sonrasında Osmanlılarda “Alevi” sözcüğü kullanılmıyor. Alevi adlandırmasının tarihsel olarak kaynaklara geçmesi ancak 1800’lere kadar götürülebiliyor. Ondan önce alevi topluluklar için Kızılbaş, Rafıziler, Işık Taifesi, Taife-i Işık, Işıkçılar, Taife-i Bektaşiyan, Torlak, Güruhu Naci gibi adlar kullanılıyor. Yine bu adlandırmalardan en yaygın olanı ve Osmanlı da ve özellikle de Safevilerde öne çıkan ve “Ahsenü’t Tevâhir”de kullanılan bir adlandırmadır; “Eslemes Bey bir grup Türkmen savaşçısıyla gerçekleştirdiği saldırılarla, Kızılbaş öncü güçlerini yerlerinden kaldırıp, ortaya ulaştırdı.”[9] Yine övünç duyularak dile getirilen şu cümle de Kızılbaşlığın sadece dışarıdan siyaseten bir adlandırma olmadığını ve bunun aynı zamanda Safeviler tarafından da kendileri için kullanıldığını göstermektedir; “İki grup arasında şiddetli bir çatışma oldu. Kızılbaş askerleri Türkmen haydutlarını yendiler ve o beceriksiz askerlerden yaklaşık bin kişiyi öldürdüler.”
Yine sorunlu bir tartışmanın parçasına dönüştürülmeye çalışılan Kızılbaşlık adına “Ahsenü’t Tevâhir”de olumlu ve övgü dolu bir anlamda kullanılır; “Eslemes Bey bir grup Türkmen savaşçısıyla gerçekleştirdiği saldırılarla, Kızılbaş öncü güçlerini yerlerinden kaldırıp, ortaya ulaştırdı.” Yine övünç duyularak dile getirilen şu cümle de Kızılbaşlığın sadece dışardan siyaseten bir adlandırma olmadığını ve bunun aynı zamanda Safeviler tarafından da kendileri için kullanıldığını göstermektedir; “İki grup arasında şiddetli bir çatışma oldu. Kızılbaş askerleri Türkmen haydutlarını yendiler ve o beceriksiz askerlerden yaklaşık bin kişiyi öldürdüler (s. 85). “Kızılbaş ordusunun korkusuzlarından Rumlu Div Sultan…”(s. 144). “Kızılbaş askerler şehre girerek, fetih ve uğur bayrağını dalgalandırdılar…” (s. 161). “Savaş gününü zifaf gecesi zevkine yeğleyen Kızılbaş korkusuzları tam zamanında yetiştiler ve savaş dumanının yüksekliğini arttırdılar. Her iki taraftan da yaralananlar ve ölenler oldu. Kızılbaş(lar) kötü davranışlı Özbeklerin başına bahtı karalık tozunu serptiler ve kaleye kaçtılar” (s. 162).
——————————————————————————–
[1]Hace: Fars. (h’âce) İmam, Mürşit. Hacı, mürşit anlamına gelen ve Hacı Bektaş Veli’yi tanımlayan “hace” sözcüğünün, İslami esintilerle harf düşmesi sonucu kazandığı dönüşüm; Esat Korkmaz, Alevilik Bektaşilik Terimler Sözlüğü. Anahtar Yayınları, 2005. s.293.
[2]Rumlu Hasan Şah İsmail Tarihi (Ahsenü’tTevâhir), Ardıç Yayınları.s.84.
[3]Rumlu Hasan Şah İsmail Tarihi (Ahsenü’tTevâhir), Ardıç Yayınları. s. 66.
[4]Rumlu Hasan Şah İsmail Tarihi (Ahsenü’t Tevâhir),Çev: Cevat Cevan. Ardıç Yayınları. Terimlerin sayfa numaraları kolaylık olması için isimlerin önüne eklenmiştir.
[5]Rumlu Hasan Şah İsmail Tarihi (Ahsenü’tTevâhir), Çev: Cevat Cevan. Ardıç Yayınları.s. 59.
[6]Seyyid Nizamoğlu, Hayatı, Eserleri, Divanı. Yayına Hazırlayan: Adil Ali Atalay. Çev: Mehmet Yaman. Can Yay. İstanbul. 1976 s. 201.
[7]Sultan Battal Arşivi.
[8] Ferîdüddîn Attâr(Kuşların Diliyle), Mantıku’t –Tayr, Çev: Edip Turgut, Sure Yayınları. s. 224.
[9] Rumlu Hasan Şah İsmail Tarihi (Ahsenü’t Tevâhir),Çev: Cevat Cevan. Ardıç Yayınları. s. 82.
A.g.e. s. 85.
Hasan Harmancı
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.