Geçiş Dönemi ve Aydınlar

Geçiş Dönemi ve Aydınlar

Geçiş Dönemi ve AydınlarYavuz AloganBaşlığın RED dergisi için biraz ağır kaçtığının farkındayım. Sanki evrensel bir...

A+A-

Geçiş Dönemi ve AydınlarGeçiş Dönemi ve Aydınlar

Yavuz Alogan

Başlığın RED dergisi için biraz ağır kaçtığının farkındayım. Sanki evrensel bir olgunun derin boyutlarını incelemeye girişecekmişiz gibi… Ama hayır, aslında çok basit bir şeyden söz edeceğim. Geçiş dönemleri, hâkim sınıfların eteklerinde yuvalanmış aydınları savurur. Böyle dönemlerde çok sıkıntı çekerler; yazdıklarından ve  söylediklerinden   emin olamazlar. Uzaktan bakarak hakikati aramaya koşullanmış beyinleri, birbiriyle çelişen veriler karşısında arı kovanına döner; seçim yapmakta zorlanırlar; hangi siyasal kesimlerin aydını olduklarını bilemez hale gelirler. Geçmiş tutumlarını sürdüremezler, yeni tutumları benimseyemezler, oynadıkları atın nasıl bir yarış çıkaracağını bilemezler ya da iyice sevindirik olup saçmalamaya başlarlar.

Üç Liberal Aydın Tipi

Dış kaynaklı yoğun bir psikolojik harbin sürmekte olduğu yurdumuzda, asker gözetiminde laik ve “demokratik  hukuk devleti”nden, polis denetiminde ideolojik din devletine doğru geçilmekte olduğu şu sıralarda, üç tipik liberal aydın tavrını saptamak mümkündür: (a) Korkudan felç olup karanlıkta ıslık çalanlar; (b) görmezden gelenler; (c) keyiflere gark olanlar. 

Birinci kategoride yer alanlar sürekli tehdit mesajları almakta; kazılardan çıkan bütün mermileri vücutlarında hissetmekte; öldürücü silahlara hedef olduklarını hayal etmektedirler. Bunlar bir gece evlerinin kapısı kırılarak içeri girileceğini, İspanyol ressam Francisco Goya’nın “İsyancıların Ölümü”  tablosundaki gibi kurşuna dizileceklerini düşünmektedirler. Yazılarında, “filancaya koruma polisi vermişler, bilmem ki çare olur mu?” gibi yakınmalara rastlanmaktadır. Hatta içlerinden bir bayan, üstelik eşi de Amerikalı olan, F-tipi polise silah zulalarını patlattığı için şükranlarını sunmakta,

Belki de en başarılı yazarımızın, belki de en yakın arkadaşımızın, belki de kendimizin bu soruşturma sayesinde hayatta kaldığını seziyoruz,” diye yazmaktadır. Bir soruşturma birilerinin hayatta kalmasını, birilerinin ölmesini sağlıyorsa, iç savaş başlamış demektir.

İkinci kategoride yer alanlar başka tarafa bakmaktadırlar. Mesela, Aydınlık geleneğine Maocu karakterini vermekten sorumlu kişi, Ömer Seyfettin’in milliyetçiliğine takmış vaziyette. Elinden gelse zavallı Ömer Seyfettin’in kemiklerini mezardan çıkarıp üstünde tepinecek.  Balkan Savaşları sırasında Sırp ve Yunan cephelerinde savaşan, Yanya Kalesi’ni savunayım derken Yunanlılara esir düşen ve milliyetçi olmaktan başka seçeneği olmayan Ömer Seyfettin’i, yaşadığı dönemde evrensel değerlere bağlı bir liberal olmadığı için deli gibi eleştirmek neyin nesidir? Bu nasıl bir tarihçiliktir? İnsan bu şahsın yazılarını okudukça, derin bir vicdan azabından kaçarken yaşanan o şiddetli psikolojik travma karşısında dehşete düşüyor. Kırk yıl yoldaşlık ettiği kişiler ölüm kalım savaşı verirken, hazret o tarafa bakmamak için kafasını tarihin derinliklerine sokmuş saklanmaya çalışıyor. AKP’yi destekleyen televizyondaki “Nisyan’a İsyan” programlarında Müteferrika İbrahim efendiden, patlıcanın tarihsel evrimine kadar her konuda daldan dala uçarken, asıl büyük Nisyan’ın (unutuş) başının etrafında bir hale oluşturduğunu ve kendisini tanıyan herkesin bu haleyi görüp tebessüm ettiğini fark edemiyor.

Nihayet üçüncü kategori, telaşlı bir sevinç içinde yazan ve konuşan kıdemli iktidar yandaşı  aydınlardan oluşuyor.  Daha bir süre önce kendilerine dokunulacağından korkan, andıçlanmış kurban pozlarında hüzünlenen bu kişiler, orgenerallere, yüksek yargıçlara dokunulduğunu gördükçe hem şaşırıyorlar hem de coşuyorlar. Bu kadarını beklemiyorlardı. Savcı Zekeriya Öz’ü bir kahraman olarak yüceltiyor, Tuncay Güney’in her sözünde bir hikmet buluyor, 12. ve 13. dalgaları heyecan ve özlemle bekliyor, AKP’nin seçimlerde % 47’yi aşmasını niyaz ediyorlar. Bunlardan biri, Zaman gazetesi yazarı, üstelik gençliğinde emperyalizme  ve siyonizme karşı savaşmak için Filistin’e gitmiş olanı, geçenlerde bir televizyonda Fetullah Gülen Hocaefendi Hazretler’ini coşku ve kıvançla övüyor; Ortak Akıl Programı’nın lafı kimseye bırakmayan soluk benizli konuşmacısı ise daha o gün tutuklanan Yalçın Küçük’e hakaret etmekten çekinmiyordu. Bu tipler, TSK mensupları polis ve yargı tarafından aşağılandıkça memlekete demokrasi geleceğini sanıyorlar. NATO’yu, ABD’yi, tarikatları ve polis teşkilatını arkalarında hissettikleri için özgüvenle dolup taşıyorlar.

Bu kesimlerin geniş halk kitleleri nezdinde zerre kadar kıymet-i harbiye taşımadıklarını hemen belirtelim. Geniş ve derin halk kitlelerinin siyaseten en faal ve örgütlü kesimleri tarikatlarda ve cami cemaatlerinin içinde toplanıyor. Paralar ve mevkiler bunların başını çeken şahıslara doğru akıyor. Devlet bürokrasisini evreler halinde devralıyor, kentlerin yapısını, sosyal hayatın dokusunu değiştiriyorlar. Başbakan seçimler yaklaşırken boşuna mı Hamas militanı gibi konuşuyor? Meydanları dolduran kitleler İran ve Afganistan’daki kitlelerden şekil ve muhteva bakımından farksızlar. Nasrallah’ın  resimleriyle yürüyorlar; Konya’daki mitinge Halit Meşal bizzat telefonla bağlanıp oradaki kitlelere hitap ediyor. İlkokul öğrencileri Bakanlık genelgesiyle Müslüman kardeşleri için ihtiram duruşu sergiliyorlar (M. E. Bakanı bu uygulamanın neden yanlış olduğunu anlayabilecek pedagojik ehliyete sahip değil!)

Cumhuriyet mitinglerini yapan kitleler mi dediniz? Onlar örgütsüz, CHP’nin eteklerinde dağılmış, Ergenekon’un kendilerini de kapsamasını bekliyorlar. Sosyalistler mi? Onlar çözülemeyecek, daha doğrusu çevrelerini göremeyecek ölçüde birbirine dolaşmışlar, mühim meseleleri tartışarak birleşmeye ve ayrışmaya çalışıyorlar. Geçiş süreci tamamlanıyor.

İslami Faşizm
 
Peki bu geçiş sürecinin özelliği nedir? Aslında her geçiş döneminin temel özelliği aynıdır. Bu dönemlerde, zor kullanma tekelini elinde tutan ve devlete hâkim olan bir güce karşı, gene devletin içine yerleşmiş kadrolara dayanan fakat farklı bir ideolojiye angaje silahlı bir güç evreler halinde meydan okumaya başlar ve nihayet karşısına aldığı kesimleri sindirerek zor kullanma tekelini ele geçirir. Türkiye’de Ergenekon Harekâtı’nın temel işlevi bunu sağlamaktan ibarettir. Ergenekon iddianamesinin dağınıklığı, dava sürecinin kapsayıcılığı bir zaaf olarak görülmemeli. Bu kasıtlı ve bilinçli bir kurgunun sonucu. Dava çeşitli parçalardan ve yapılardan oluşuyor; uyuşturucu mafyasından Susurluk’a, oradan faili meçhullere, derken ulusalcı hareketlere, oradan TSK içindeki muvazzaf subaylara, ulusal devletçi sendikalara ve nihayet AKP ve ABD karşıtı olan herkese kadar uzanıyor. Ayaklar öyle inşa edilmiş ki, biri çöktüğünde ağırlık kolayca diğerine geçebiliyor; merdiven basamakları düştükçe daha yüksek bir hedefe doğru ilerlemek mümkün olabiliyor. Ucu açık, zamana yayılmış,  ılımlı İslam’ın tam hegemonyası sağlanana kadar sürebilecek yapıda bir sindirme hareketi.  İdeolojik yakıtı toplumun derinliklerine kök salmış (bk. Binnaz Toprak), sermayesi, parası, kadroları ve uluslararası itibarı olan Fetullah Gülen’den; vurucu gücü emniyet istihbaratından ve polis içindeki ekiplerden geliyor. AKP bu büyük oyunun yönetmeni değil, oyuncularından, belki de seyircilerinden biri.

Nedense bu operasyon bana ABD’nin işgal  sonrası Irak’ta uyguladığı ucu açık, her tarafa yönelebilen siyasetleri hatırlatıyor. Böyle bir gelişimin bu memlekete polisiye bir diktatörlük, İslami bir faşizm değil de AB tipi bir demokrasi getireceğine inanmak için liberal aydın olmak yetmez, biraz da ahmak olmak gerekir. Ey liberal aydınlar, kuracakları rejimde size yer vermezler! Onların kendi akademisyenleri, ideologları, sendikacıları, kendi proletaryaları ve burjuvazileri var. Sizleri şu geçiş döneminde kullanıp atacakları allahsız ve kozmopolit unsurlar olarak görüyorlar. Gerçek fikirlerini sizin naif fikirlerinizle yumuşatarak bir tür demokrasi mücadelesi gibi servis ediyorlar.

Toplum  askeri darbeye doğru değil, topluca çatışmaya doğru gidiyor. Askerlerin darbe yapmayacakları anlaşıldı. ABD izin vermiyor. Ayrıca korkuyorlar. Kendi aralarında birlik sağlayamayacaklarını, sert bir hamlenin iç savaşı tetikleyeceğini görüyorlar. İstihbarat ve enformasyon yapıları çökertilmiş. Muhtemelen içlerinde eli belinde dolaşan ve uzlaşamayan iki ayrı kanat var. Darbe yapabilecek olsalardı 2004 yılında yaparlardı. TSK’nın devlet içi mücadelede sürekli biçimde mevzi kaybettiği görülüyor. Dolayısıyla askeri darbe tehdidi yok.  Tehdit ABD’nin ılımlı İslam stratejisinden geliyor. Geri zekâlı Rand Corporation uzmanları bu stratejinin Türkiye’de tam bir yıkıma yol açacağını, ılımlısının ardından radikalinin gelebileceğini göremiyorlar. Bunu ne İran’da, ne Afganistan’da, ne Pakistan’da ne de Filistin’de görebildiler. Burada da göremiyorlar.

“Dışarıdan Yönlendiriliyor”

Biz öğrenciyken polise düşen arkadaşlarımızı kurtarmak için önce güvendiğimiz öğretim üyelerine, sonra CHP milletvekillerine giderdik. Şimdi Genel Kurmay Başkanı, arkadaşlarını polisin elinden kurtarmak için Başbakan’a gidiyor. Askeriye, evinde mühimmat bulunan yarbayı garnizondan çıkarıp polise teslim ediyor. General rütbesine gelmiş biri sahte kimlikle firar halindeyken yakalanıyor. Eski kuvvet komutanı hapishanede düşüp felç oluyor; askerler ordu komutanını savcının elinden kurtarıp GATA’ya nakletmek için aylarca uğraşıyorlar. PKK itirafçısının suçladığı albay intihar ediyor. Bu topraklarda İngiliz işgalinden bu yana bu kadar dramatik olaylar yaşanmadı. Bir kısım rütbeli personel ABD’ye karşı çıkmanın ne anlama geldiğini yaşayarak öğreniyor.

Askerlerle AKP’nin anlaştığı söyleniyor. Yukarılarda kurulan ilişkilerle ABD ekseninde bir uzlaşma sağlanmış olabilir. Fakat anlaşan tarafların kendi tabanları üzerinde tam bir hâkimiyet kurabilmeleri ve geçici anlaşmanın kalıcı bir ittifaka dönüşmesi ancak toplumun bütün kesimlerinin baskı altına alınıp susturulmasıyla mümkündür. Bunu yapamayacakları açık. Öte yanda, teorik olarak, katı bir ideolojik yapısı olan silahlı bir kast, askeri deyimle  elindeki bütün “imkân ve kabiliyetler”i tüketmeden, farklı bir ideolojik/siyasal yapıya teslim olmaz, onun emir ve komutasına girmez. Farklı ideolojik/siyasal yapı ise, hegemonyasını kuracaksa, karşısındaki ideolojik yapıyı dağıtmak ve onun “imkân ve kabiliyetler”ini   kendi emir ve komutası altına almak durumundadır. Gazete köşelerinde, CIA ima edilerek, açık açık “dışarıdan yönlendiriliyor” dedikleri Ergenekon Operasyonu bu çerçeve içinde anlam kazanıyor. Ancak, “hukuk içinde,” “bağımsız yargı” falan diyerek yukarıda uzlaşma arayanların niyetleri ve ortak paydaları ne kadar Amerikancı olursa olsun, bu gerilimin bir noktasında taraflar arasında sıcak çatışma kaçınılmazdır. Örtük niyetleri, gizli ittifakları, hiyerarşik yapıların bütününe yayarak mutabakat sağlamak çok zordur.

Sosyologların  kullandıkları “anomi” terimine de başvurabiliriz.  Bu terimin bir anlamı, toplumun uzlaşmaz ideolojik normlara bölünmesi; bütün bireylerin ve grupların bu normlara göre davranmaları ve bunu yaparken de genel hukukun ve mevcut yasaların dışına çıkmalarıdır. 1936’da İspanya’da Halk Cephesi’nin iktidara gelişi, 1928-1933 arasında Weimer Cumhuriyeti’nin iç karışıklıkları sırasında ortaya çıkan durum budur. Büyükanıt ile R. T. Erdoğan Dolmabahçe’de anlaştılar, öyle mi? Nedense bu bana, soluk bir fotoğrafı hatırlatıyor. O fotoğrafta Mareşal Hindenburg, Hitler’in elini sıkıyor.

Yavuz Alogan
23 Ocak 2009

Etiketler : ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.