FUAF: Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığına
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığına Fransa Alevi Birlikleri Federasyonu (FUAF) ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) olarak, Alevilerin...
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığına
Fransa Alevi Birlikleri Federasyonu (FUAF) ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) olarak, Alevilerin göçmenlik koşullarında ve Türkiye’de karşı karşıya oldukları sorunları ve gündelik yaşamda karşılaştıkları sistematik hak ihlalleri uygulamalarına dikkat çekmek istiyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ, CUMHURBAŞKANLIĞINA
ÇANKAYA - ANKARA
ALEVİLERİN DEMOKRATİK TALEPLERİ
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığına
Fransa Alevi Birlikleri Federasyonu (FUAF) ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) olarak, Alevilerin göçmenlik koşullarında ve Türkiye’de karşı karşıya oldukları sorunları ve gündelik yaşamda karşılaştıkları sistematik hak ihlalleri uygulamalarına dikkat çekmek istiyoruz.
FRANSA ALEVİ BİRLİKLERİ FEDERASYONU ( FABF-FUAF) VE AVRUPA ALEVİ BİRLİKLERİ KONFEDERASYONU (AABK)
Türkiye’de 20 milyon civarında, Avrupa’da ise 1 milyon, Fransa’da 150 bin civarında, Türk, Kürt, Arap ve Türkmen kökenli Alevi yaşamaktadır. Fransa Alevi Birlikleri Federasyonu’na (FABF-FUAF) bağlı 30 Alevi Kültür Merkezi vardır. Toplam kayıtlı üye sayısı 5 000 bin civarındadır. Avrupa’da ise Almanya, Fransa, Hollanda, İsviçre, Avusturya, Belçika, İsveç, Norvej, Ingiltere ve Danimarka’da örgütlemiş olan Aleviler bir araya gelerek Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nu (AABK) kurmuşlardır. Bu ülkelerde toplam 235 AKM ve Cemevinin üye olduğu toplam 10 federasyon kurulmuştur. AABK’ya bağlı bu kuruluşların amaçları ortaktır.
FUAF VE AABK’NIN AMAÇLARI
Alevilerin inançsal, sosyal, kültürel, siyasi ve toplumsal/kamusal alanlardaki konumlarını araştırmak, bu alanlarda yaşanan sorunlarına çözüm üretmek ve taraf ilişkisi oluşturmaktır.
FUAF ve AABK Alevilerin yasalardan ve uygulamalardaki eşitsizliklerde karşılaştıkları hak ihlallerine karşı mücadele eder.
FUAF ve AABK amaçları doğrultusunda ortak çalışma yürütür. Bu nedenle Türkiye ve Avrupa’da sürdürülmek de olan çalışmaların içeriğin bir benzerlik, birlikte oluşturulan vizyona denk düşmektedir.
Aleviliğin Anayasal düzeyde ve laiklik ilkesine uygun olarak tanınmasını ve diğer inanç grupları ile birlikte eşit koşullarda bir arada, barış içinde yaşamayı sağlamak için çalışmalar yapar.
Aleviler Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini benimser ve Kopenhag Kriterleri ve uluslararası sözleşmelerce güvence altına alınmış özgürlüklerin uygulanmasını sağlamak amacıyla çalışır.
Aleviler bu sözleşmelerde ve Kopenhag Kriterleri’nde güvencesi sağlanan kişisel hürriyetler, sosyal dayanışma ve paylaşımcılık, insanların eşitliği, kadın-erkek eşitliği gibi hümanist değerleri benimsemektedir. Hatta bu değerlerin asırlardır yaşamakta ve savunmakta olduğumuz Alevi inancı, öğretisi ve değerleri ile örtüşmesinden memnuniyet duymaktadır.
FUAF VE AABK ‘NIN TŰRKİYE’DEN TALEPLERİ
Türkiye’nin AB sürecinde Alevilere karşı yapılan ayırımcılık ve haksızlık derhal düzeltilmelidir.
Aleviler eşitlik haklarından yararlanmak istiyorlar. Bu nedenle yasalar ve uygulamasında fiili eşitlik yaratılmalıdır.
Uluslararası belgelere, insan haklarına ve temel özgürlüklere dayalı, bir toplumsal mutabakat sözleşmesi olan eşitlikçi, özgürlükçü, katılımcı ve çoğulculuğu esas alan demokratik bir Anayasa istemektedirler.
“Alevi” kimliğinin tanınmasını, kendi özgünlüklerini yaşamak ve kendilerini, kendileri tanımlamak istiyorlar.
2 Temmuz 1993’te 35 insanın yakılarak hayatını kaybettigi “Madımak oteli” şu anda bir et lokantası olarak çalıştırılmaktadır. Bir an önce “Barış ve dostluk müzesine” çevrilmelir.
Ayrıca kendi dışlarında yaratılacak / yaratılan bir temsiliyeti de istemiyorlar.
Alevileri özgürlükçü, laik ve sosyal devlet yapılanmasının toplumun lehine olduğundan dolayı önemser. Bu nedenle gerçek anlamda laik, sosyal ve özgürlükçü olmayan bu devlet yapılanmasını değişmesini talep eder ve reformların bu yönde gerçekleşmesini savunur.
Aleviler devletin, dinsel ve dilsel açıdan uyguladığı ayrımcı politikadan arındırılmasını, herkesin farklılıkları ile eşit koşullarda bir arada kardeşçe yaşamasını savunur. Bu nedenle Sünni devlet yapılanmasından derhal kurtulmak gerekir.
Devlet yurttaşları ile eşit koşullarda ve eşit zeminde buluşması gerekir. Yurttaşlık sorumluluklarını ve görevlerini yerine getiren herkesin, devlet imkanlarından eşit yararlanması gerekir. Sünni İslam’ın lehine yatırımların olmasının kabul edilemez. Devletin asli görevi Cami temeli atmak değil, hastane ve okul temeli atmaktır. Devlet ruhban sınıfı değil, çağdaş bireyler yetiştirmek zorundadır.
Zorunlu din ve ahlak dersleri zorunluluktan çıkarılmalıdır.
Alevi yerleşim bölgelerine cami yapılmasına son verilmelidir.
Cemevlerimize derhal “ibadet yeri” statüsü verilmelidir.
Hacı Bektaş Dergahı ve diğer Alevi büyüklerine ait dergahlar, Turizm Bakanlığından alınarak Alevi kuruluşlarının idaresine verilmelidir.
Devlet bünyesinde Diyanet İşleri Başkanlığı olmamalıdır. Her inanç grubunu demokratik bir şekilde çalışan ve kendi kendini finanse eden inanç kurumları haline getirilmelidir.
Alevilik kendi başına bir inanç kurumu olarak kabul edilmeli ve ayırımcılığa karşı her alanda yasalarca güvence altına alınmalıdır.
Her türlü dinsel ve inançsal hoşgörüsüzlük biçiminin ortadan kaldırılması için mücadele edilmelidir. Bu amaçla:
Hanefi –Sünni İslam anlayışı dışındaki dinlere, inançlara ve bu dinlerin, inançların mensuplarına yönelik ön yargı yaratacak fikirler okul kitaplarından çıkarılmalıdır.
Basın ve yayın organları, dinsel hoşgörüsüzlüğü kışkırtan haber ve yayınları engellemek için öz denetim mekanizmalarını işletmelidir.
Başta siyasiler olmak üzere bütün kamu çalışanları insan hakları eğitimi almalı, “din ve inanç özgürlüğü” bu eğitim çalışmalarının parçalarından biri olmalıdır.
İbadet yerlerinin açılmasıyla ilgili tüm yasal mevzuat gözden geçirilerek Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası düzenlemelerle uyumlu hale getirilmelidir.
Nüfus cüzdanlarındaki din hanesi çıkartılmalıdır.
Özel Raportörün inanç grupları ile ilgili olarak Türkiye’ye yaptığı şu tavsiye büyük bir dikkatle ele alınmalıdır: “Her halükarda, bütün dini toplulukların ihtiyaçlarına cevap verecek ve haklarına saygı duyulmasını teminat altına alacak hukuki bir yapı oluşturulması önemle tavsiye olunur.”1
Özel Raportörün Türkiye’de ki bütün dini ve inançsal topluluklar için getirdiği şu tavsiyeler zaman geçirilmeksizin hayata geçirilmelidir:
1.“Hükümet, her ne zaman ortaya çıkarsa çıksın hoşgörüsüzlüğün bütün tezahür biçimleriyle mücadele etmelidir.”
2.“Hükümet hem din ve inanç temelinde gerçekleştirilen ayrımcılığa karşı daha fazla hukuki koruma sağlamalı ve hem de bu hukuki güvencelerin işler kılınması ve saygı görmesini teminat altına almalıdır.”
3.“Hükümet hem ihtiyaçlarının neler olduğunu daha iyi anlayabilmek ve hem de güven ve saygının ilerletilmesi için dinsel azınlıklara mensup topluluklarla samimi bir diyalog başlatmalıdır.
TŰRKİYE ALEVİ BEKRAŞİ FEDERASYONU (ABF) HAKKINDA
Türkiye’de tahmini olarak 20 milyon, Türk, Kürt, Arap ve Türkmen kökenli Alevi yaşamaktadır. Türkiye’de Alevi Bektaşi Federasyonu’na (ABF) bağlı 504 dernek vardır. Toplam kayıtlı üye sayısı 400 bin civarındadır. ABF bağlı bu kuruluşların amaçları ortaktır.
YENİ ANAYASA TARTIŞMALARINA İLİŞKİN
Bu Anayasa 21. Yüzyıl Anayasası olmanın çok gerisindedir. Demokratik değildir. Katılımcılığı dışlamıştır. Yasakçıdır. Toplumsal çatışma ve sorunlar üretmeye elverişlidir. Kültürel kimlikleri inkâr eden bir yaklaşımı savunur. Bu nedenle asimilasyoncu ve inkârcıdır. Laikliğin, demokrasinin ve insan temel hak ve özgürlüklerinin evrensel ilkelerini dışlamaktadır. Türk-İslam Sentezinin resmi protokolü işlevini görmektedir. Bu haliyle hukuksal düzeyden bir toplumsal uzlaşma metni yerine, daha çok ideolojik bir belgedir. Örneğin zorunlu din dersleri ile sadece sünni-hanefi inancını eğitimin zorunlu bir parçası haline getirmiştir. Diyanet gibi anti laik bir kurumu, bu ülkede tabu kılmıştır. Farklı kimliklerin inkârına ve asimilasyonuna zemin hazırlamıştır. Aleviler olarak gelmiş, geçmiş tüm Anayasaların inkar paragraflarında hedef gösterildik. Ayrımcılığa, inkara ve yok sayılmalara maruz kaldık.
“SİVİL ANAYASA” TARTIŞMLARINDA AKP DEMOKRATİK DAVRANMIYOR
AKP’nin kendi çekmecesinde saklı tuttuğu ve demokratik kurum ve kuruluşlardan gizlediği Anayasa taslağı üzerine sürdürülen tartışmalarda, ABF ve AABK olarak, toplumdan, eşitlikten, özgürlüklerden ve demokrasiden yana taraf olarak yer almak istiyoruz. Anayasa toplumsal bir ihtiyaç için yapılan, toplumsal uzlaşma metnidir. Dolaysı ile toplumsal bir kesim olarak biz Aleviler, bizden saklanan bu Anayasayı tartışmak ve kendi Anayasa anlayışımızını, toplumun diğer kesimleri ile paylaşmak ve ortaklaştırmak istiyoruz.
Anayasa tartışmasını, ülkemizde yaşanan bir çok sorunun çözümüne cevap üretecek bir fırsat olarak değerlendiriyoruz. Bu fırsat kaçırılmamalıdır.
Fakat AKP hükümeti bu konuda samimi yaklaşım göstermiyor. Sivil toplum örgütleri ile bu taslak üzerinde tartışmayı şimdiden başlatmak yerine, oylama öncesi formel son dakika görüşmelerini TÜSİAD, MÜSİAD ve TOBB ile yapıp, “sivil toplum kuruluşlarının görüşlerini aldık” diyip, anti demokratik tavırlarını sürdüreceklerdir. Sermaye kuruluşları dışında bir STK algısına sahip olmayan AKP hükümetini, Anayasa tartışmalarında rahat bırakmamak gerekiyor.
AKP hükümeti bilinçli olarak toplumum temel ihtiyaçlarına çözüm sunması gereken, uzlaşma metni yerine, sadece başörtüsü, İHL, zorunlu din dersleri, kuran kursları ve kısaca Anayasayı yeşilleştirmek istemektedir.
Türkiye’nin AB üyelik sürecinde hazırladığı Uyum paketleri, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü genişletti. Fakat yeni Uyum yasaları ile, "din özgürlüğü ve laikliğe aykırı uygulamalara son verildi" demek mümkün değil. Diyanet demokratik laiklik açısından sorun olmaya devam etmekte, yasalardaki Alevileri dışlayan tutum sürmekte, nüfus cüzdanlarındaki din kaydı kaldırılmadı ve zorunlu din eğitimi gibi sorunları iyileştirici düzenlemelere henüz gerçekleşmedi.
Türkiye’de genel olarak reform niteliği taşıyan, yasal değişiklikler yapılmış olmasına rağmen, Alevilerin karşı karşıya olduğu ayrımcılık ve hak ihlalleri konusunda bir değişim olmamıştır. Yine söz konusu yasal değişikliklerin gerçek yaşamda ve uygulamada karşılığının olmadığını gözlemlemekteyiz.
AKP hükümeti, iki yüzlü bir dış ve iç politika yürütmektedir. Türkiye’nin AB üyelik sürecini, iç ve dış politik dengeler açısında rafa kaldırmış bir görünüm sergilenmektedir. Yani söz konusu reformlar durma noktasına gelmiştir.
CEMEVİ ALEVİLERİN İNANÇ MERKEZİDİR VE GERÇEK KABUL EDİLMELİDİR.
Devlet, belli bir inanç grubunu (Sünni-Hanefi) resmen kabullenip, farklı inanç gruplarını ve inanmayanları, “ötekiler” diyerek dışlamaktadır. Alevilere dönüp: ”Cemevini de nerden çıkardınız? İşte cami, orda ibadet edin” diyebilmektedir. DİYANET İşleri Başkanlığı, “Cemevlerini caminin alternatifi ve muadili bir ibadethane olarak görmeyi haklı kılmaz. Cemevlerinin ısrarla cami, kilise ve sinagog gibi birer mabet olarak gösterilmeye çalışılması yanlıştır” değerlendirmesi yapmaktadır. 20 Milyon Alevi vatandaşının inancı olan Alevilik konusunda hiçbir resmi makam ya da kişinin yorum yapmaya, nitelemede bulunmaya ve bunlardan sonuç çıkararak ayrım yapmaya hakkı olamaz. Bu yaklaşım Anayasa'nın 2'inci maddesinde yer alan “Laik Devlet” ilkesi ile de bağdaşmaz. Bütün din ve inançların devlet olanaklarından eşit bir şekilde yararlanmasının sadece eşitlik ilkesinin değil aynı zamanda laiklik ilkesinin de bir gereğidir.
Alevi Nüfusu
Alevi nüfusuna ilişkin somut, statiksel demografik veriler olmamasına karşın, Türkiye ve Avrupa’da yaklaşık 20 milyonda az olmayan bir nüfusa sahiptir. Alevi Bektaşi nüfusunun büyük bir çoğunluğu kentlerde yaşadığı bilinmektedir. Alevilik tarihsel olarak kır-köye ait bir olgudur ve başta eğitim uygulamaları olmak üzere toplumsal örgütlenmeleri de yine kır-köye göre oluşturulmuş ve yapılandırılmıştır.
Genelde bir kimlik ve yaşam tarzı olarak Alevilik, kültürel ve inançsal uygulamaların ve eylemlerin hayata geçirilmesinde büyük zorluklar yaşanmaktadır.
Yıllardır Aleviler ve Alevilik üzerinde baskı ve yasakçı tutumlar, günümüzde etkilerini göstermiştir. Osmanlıdan günümüze, devlet eliyle Aleviliğin özgün yorumu ve tanımı üzerindeki resmi görüş tarafından sürdürülen kampanyalarla yok sayılmaya ve “Türkiye’nin %99’nu müslümandır” yaklaşımı eritilmeye çalışılmıştır. Bu resmi yaklaşım ve hemen hemen tüm devlet adamlarının ve siyasi iktidar sözcüleri bu sav ile toplum üzerinde tekçilik dayatmakta ve Türkiye’de yaşayan farklı inanç çevrelerini bu %99 içerisinde eritmeye çalışmaktadır.
Türkiye farklı dinlerden, inançlardan farklı dil ve etnik kökene sahip insanların bir arada yaşadığı bir ülkedir. Bu nedenle Müslümanlık bu farklı kimliklerin oluşturduğu bu farklılıkların birada eşit koşullara yaşaması gereken mozaiği tekçi tanımlarla bir arada tutması söz konusu olamaz. Çünkü tekçi yaklaşım ve dayatmanın varlığını sürdürmesinin tek koşulu, kendini farklı tanımlayanların dışlanması ile mümkündür. Türkiye’de yapılmakta olan bundan başka bir şey değildir.
Demokratik toplumlarda insanların farklılıkları ile bir arada tutan şey, dinsel kimlik ve otoriter rejimler değil, dinin tüm siyasal alandan arındırılması, devletin din propagandası yapmaktan vazgeçmesi, ülke gerçeğini toplumsal yaşama yansıtabilen, çok kültürlü, çok inançlı ve çok dilli bir siyasi modeldir. Bunun da en önemli dayanağı, bu modele uygun, demokratik, katılımcı bir Anayasadır. Dolaysı ile bizler tartışılmakta olan yeni bir Anayasa’da bu gerçeğin göz ardı edilmemesini talep ediyoruz.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
Alevileri görmezden gelen siyasi ve hukuksal sistem, Sünni (Hanefi) İslam’ı resmi din olarak kabul ederek, tekçiliği benimsemiştir. İddia edildiği gibi Diyanet İşleri Başkanlığı tüm inanç gruplarına hizmet götürmemektedir. Diyanet Anayasa’nın 136 maddesinin kendisine verdiği yetkilere dayanarak Sünni İslam anlayışı temsil eder ve devletin resmi din politikasını “laik düzen” içerisinde devlet adına oluşturur. Anayasanın 176. Maddesine göre DİB “lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine” getirir denmektedir.
633 sayılı DİB Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Yasasının 1. Maddesinde “İslam Dini’nin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Başbakanlığa bağlı DİB kurulmuştur” denmektedir. Yine 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu’ndaki anti demokratik hükümler gereği Aleviler kendi adlarını parti kuramaz ve yine bu kanunun 89. Maddesi gereği, DİB kapatılmasını talep etme hakkı yasaktır.
Diyanet İşleri Başkanlığına tahsis edilen personel sayısı giderek artmaktadır. 1980'li yıllarda kadro sayısı 50 bin civarındayken, bu oran 2007 yılında 90 bine çıkmıştır. DİB 81 il, 851 ilçe müftülüğü, 3430 resmi Kur'an kursu, 259 lojmanı, binlerce araç, ayrıca, yüzlerce vakıf, dernek, basın yayın kuruluşlarıyla dev bir kuruluş olarak, sadece, tek bir Sünni İslam propagandası yapmaktadır. Bu da yetmezmiş gibi, YÖK, 2000 yılında yayınlanan yönetmeliğin ikinci bölümünde "hizmet grupları" başlığıyla yer alan 5'nci madde kapsamına Kurul'da ve üniversitelerde çalışanların dini faaliyetlerini dikkate alarak "Din Hizmetleri Grubu" oluşturdu. Bu hizmet grubu içinde de İmam kadrosuna yer verildi. Değişiklikle artık YÖK ve üniversitelerin bünyelerinde kadrolu İmam bulundurması sağlandı.
DİB Sünni bir inanç kurumudur. Bu kurumda sadece Sünniler çalışmaktadır. Alevilerin, Gayri Müslimlerin ve diğer inanç gruplarının vergileri ile beslenen bu kurumum personel ve istihdam politikaları da Anayasa’nın 10. Maddesinde düzenlenmiş “eşitlik” ilkesini ihlal etmektedir.
ZORUNLU DİN DERSLERİ
Türkiye’deki zorunlu din eğitimi ile ilgili olarak bir değişim olmamıştır. Hükümet gerek kamuoyunu gerekse dış politika farklı yanılsamalara ve algılara yol açmak için, din derslerinin içeriği ile ilgili yeni düzenlemelere gittiğini ifade etmektedir. Fakat eğitim alanının aktörlerinin bu konudaki raporları ve eleştirileri ise, din eğitiminde AB normlarına uygun hiçbir düzenlemenin yapılmadığı yönündedir.
Türkiye bir yandan AB sürecine uyum yasaları hazırlarken, diğer yandan ise AB anayasalarında belirtilen, bireysel özgürlük, hukukun üstünlüğü, insan hakları, kültürel çeşitliliğin tanınması, demokrasi ve din ile devlet ilişkilerinin ayrılığı üzerine kurulmuş olan tanımları görmezden geliyor. AB Temel Haklar Bildirgesinin, 54 maddenin büyük çoğunluğu, insan onuru, demokrasi, bireyin düşünce ve din özgürlüğü, eğitim hakkı, yasalar önünde eşitlik, ayırımcılık yasağı, kültürel dinsel çeşitlilik, sosyal güvenlik ve kişi haklarına saygıya dayalıdır ve bu haklar teminat altına alınmıştır.
AB ülkelerinde din eğitimi mezhep spesifik ve mezhepler üstü eğitim biçiminde verilmektedir. Örneğin; Almanya, Avusturya, Belçika, Finlandiya, Hollanda, İspanya, Norveç mezhebe spesifik bir eğitim mezhepler veya din kurumlar tarafından uygularken, Danimarka, İsveç, İngiltere, Yunanistan'da ise mezhepler üstü eğitim olarak uygulanmaktadır. Fransa'da ise 1904 yılında devlet okullarından din dersleri kaldırılmış, özel okullarda ise serbest bırakılmıştır.
Türkiye’nin üyesi olmak istediği AB ülkelerinde, devlet vatandaşın dinine karışmayı, inanç, vicdan ve kanaat özgürlüğüne müdahale olarak algılamaktadır. İşte bu nedenle din eğitimini, ilgili dinin temsilcisi cemaatlere ve özerk kurumlara bırakmıştır. Dersler zorunlu değildir. Seçmelidir. Türkiye’de ise şeyhülislâmlıktan günümüze kadar Sünni İslam topluma tek din dersi olarak dönem dönem zorunlu eğitimin bir parçası olarak dayatılmıştır. 1982 Anayasası’ndan beri halen zorun eğitim arasında yer alır.
Zorunlu din dersi uygulamaları, din özgürlüğünü güvence altına alan anayasanın 24. maddesine aykırıdır. Çünkü din ve vicdan özgürlüğü, aynı zamanda insanların dindışı kalabilme hakkını da kapsar. İnsanların dini öğrenme, öğrenmeme, öğreneceklerse de bütün dinleri öğrenebilme hakkı isteğine bağlı olmak şartıyla olmalıdır. Böyle bakıldığında "Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır" biçimindeki kural, aynı maddede düzenlenen din ve vicdan özgürlüğü prensibine aykırıdır. Aynı zamanda, "kimse dini inançlarını ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz, kınanamaz" biçimindeki güvenceye de aykırılık teşkil ediyor. Mevcut uygulama sadece Alevileri değil, laik olanları da rahatsız etmektedir.
AKP ELİYLE DİNİ KADROLAŞMA
İHL ve İlahiyat Fakültesi mezunlarının özellikle AKP hükümeti tarafından, devlet kadrosuna alınması daha fazla dikkat çekmektedir. Çünkü AKP seçilmiş kadrolarının ve Milletvekillerinin büyük bir bölümü İHL ve İlahiyat Fakültesi mezunudur.
Kadrolaşmadaki temel kriterlerinde, personelin Sünni ve dini eğitim almış olanlardan oluşması olmazsa olmaz bir bir tavır olarak sürmektedir. Bunun en açık kanıtı, AKP’li milletvekilleri arasında tek bir Alevi’ye rastlamak mümkün değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı, İHL ve İlahiyat fakültelerinde hiçbir Alevi istihdam edilmez.
Bu tarz kadrolaşma giderek artmaya ve yaygılaşmaya başlamıştır. Öyle ki, sağlık, eğitim, ulaştırma alanında, TUBİTAK ve Sosyal Hizmetlerde bu kadrolaşma en üst düzeye ulaşmıştır. Böylece idari mekanizmalarda dinci (Sünni-Hanefi) kadrolaşma giderek artmaktadır.
AKP Hükümetinin sosyal hizmetlerde yaptığı son icraatlarından biri de 2005 yılı başında Diyanet İşleri Başkanlığınca yayınlanan “DİN HİZMETLERİNİN DAHA ETKİLİ VE VERİMLİ BİR ŞEKİLDE YÜRÜTÜLMESİ İÇİN ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER” başlıklı genelgesidir. Bu genelge toplumsal alanın vakıflar, tarikatlar eliyle dinselleştirilmesinin bir belgesidir. İlk uygulama alanları da toplumun sosyal yardıma muhtaç, devlet korumasında, bilimsel yöntemlerle korunması ve topluma kazandırılması gereken çocuklarımızın, gençlerimizin yaşadığı SHÇEK kuruluşları olmuştur. İzmir ve Mersinde Çocuk Yuvaları ile Yetiştirme Yurtlarında “Kutlu Doğum Haftası” etkinlikleri yapılmıştır. İlgili genelgeyle tüm illerde bu tür dinsel temelli sosyal hizmetlerin protokolle süreklileştirilmesi de istenmektedir. Yine aynı şekilde yoksullar, hastalar, özürlüler, dul ve yetimlere yönelik hizmetlerinde müftülüklerce ve vakıflar, tarikatlar eliyle verilmesi planlanmaktadır.
Sosyal hizmetlerdeki yakıcı kadro açığına rağmen, kısa bir süre önce Diyanet İşlerine 10.000 yeni imam kadrosu açılması AKP Hükümetinin SHÇEK‘teki istihdam anlayışını da açığa çıkarmaktadır. Bürokratik kadroların İmam ya da ilahiyatçılarla doldurulması, laiklik ve Aleviler açısından kabul edilemez bir gelişmedir.
Bu türden kadrolaşmanın sakıncalarını oldukça ciddi boyuttadır. Bir örnek verecek olursak, Sağlık Bakanlığı Ekim 2005’te, İstanbul’daki devlet hastanelerinde personel formlarını güncelleştirirken, sağlık çalışanlarını mezhebini sormuştur.
Dinci kadrolaşmanın olduğu kurumlarda, Aleviler ve Gayri Müslimler baskı altındadır. Cuma günleri namaza gitme ve Ramazan orucu tutması yönündeki baskılar halen günceldir.
CEMEVLERİMİZ DEVLETE GÖRE HALEN İBADET YERİ OLARAK KABUL GÖRMÜYOR.
Türkiye’de yaşayan Aleviler resmi olarak tanınmış ibadet yerleri mevcut değildir. Fakat devlet tarafından ibadet yeri olarak tanımlanmasa da, Aleviler Cemevlerini fiili olarak ibadet yeri olarak kullanmaktadır. Türkiye’de yaklaşık olarak 100 Cemevi bulunmaktadır. Ülkemizde 90 bine yakın caminin ve 270 civarından kilise bulunduğu göz önüne alınacak olursa, nüfusun üçte birini oluşturan Alevilerin ibadet yerleri ile ilgili sorunun boyutu daha da anlaşılacaktır.
Aleviler ibadethane olarak kullandıkları Cemevlerinde, ibadetlerini, Cem törenlerini, toplantılarını gerçekleştirmektedir. Devlet ise bu tür faaliyetlerimiz bilmekle birlikte, buraları halen Alevilerin ibadet yeri olarak kabullenmez.
Son olarak ABF ve AABK tarafından Cemevleri konusunda CEMEVLERİ ALEVİLERİN İNANÇ MERKEZİDİR imza kampanyası düzenlendi. Türkiye de toplanan 450 bin imza birer üst yazıyla birlikte 14 Aralık 2004 tarihinde T.C. Cumhurbaşkanı ve T.C. Başbakan’ına, Avrupa da toplanan 150 bin imza da 15 Aralık 2004 tarihinde Avrupa Parlamentosu Başkanı’na sunuldu. Bu konuda bugüne kadar, AKP hükümeti dahil, hiçbir siyasi iktidar bu sorunun çözümü için Alevilerin bilgisine başvurmamış ve istemlerini geri çevirmiştir. Sunulan imzaların karşısından AKP hükümeti susmayı tercih etmiştir.
Aleviliğin bir inanç ve cemevlerinin de inanç merkezi olarak kabul edilmesi, AB İlerleme Raporların konusu ve istemleri haline gelmesine rağmen, hükümetler Alevilerin inanç merkezlerini kabul etmemekte ısrar etmekte ve daha ileri giderek, Alevileri rencide eden açıklamalar yapmaktadırlar. AKP hükümetinin bir çok milletvekili, Bakanına ve hatta Başbakanına göre “Cemevi caminin karşısına konulamaz!”, “Cemevi cümbüş evidir” ya da “Cemevi kültür evidir” denilerek ayrımcılığa maruz bırakılmaktadır.
Bilindiği üzere, Anayasamızın 24. Maddesinde; “Herkes Vicdan, Dini İnanç ve Kanaat Hürriyetine sahiptir.” Şeklinde düzenlenmiş olan dini inanç özgürlüğü, yine aynı maddenin 2. Ve son fıkrasında yer alan, 14. Maddesindeki yasaklayıcı hükümlere aykırı olmamak kaydıyla ibadet, dini ayin ve törenler şeklinde serbesttir. Ancak dini ibadetlerini yerine getirirken farklı din mensuplarını rahatsız etmeyecekleri ve zorlamayacakları hükümleri ile sınırlandırılmıştır. Öte yandan, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 18. Maddesi, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Hürriyetlerini Koruma Sözleşmesinin 9. Maddesi ile 1990 yılında imzalanan Paris Şartındaki hükümler ülkemizin taraf olduğu bağlayıcı kurallardır.
Öte yandan, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 18. Maddesi, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Hürriyetlerini Koruma Sözleşmesinin 9. Maddesi ile 1990 yılında imzalanan Paris Şartındaki hükümler ülkemizin taraf olduğu bağlayıcı kurallardır. Yine unutulmamalıdır ki, Lozan Barış Antlaşmasının 43. maddesine göre “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı herhangi bir davranışta bulunmaya...” zorlanamazlar.
Yine hatırlanmalıdır ki, Türkiye, Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgesiyle “Tüm bireylerin, herhangi bir ayırım yapılmaksızın ve dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi görüş, felsefî inanç veya dinine bakılmaksızın, tüm insan hakları ve temel özgürlüklerinden tam olarak yararlandırılmasını temin etmeyi ve düşünce, vicdan ve din özgürlüğünden yararlanma koşullarını daha da geliştirmeyi” taahhüt etmiş bulunmaktadır.
Özetle;Aleviler kendi inanç ve ibadetlerini yaşama konusunda özgür değildirler. “İbadete zorlanma olmaz” ilkesi ve Cemevleri konusunda devletin inkarcı ve Sünni inanca dayalı tavrı halen egemen durumdadır. Hükümetin sıkça dile getirdiği “özgürlükçü” açıklamalarda Alevilerin kimliklerini özgürce yaşama hakkı yoktur.
NÜFUS CÜZDANLARINDA DİN HANESİ
Ülkemizde, 1587 sayılı Nüfus Kanunu’ nun 43. maddesi gereğince, nüfus kağıtlarımızda din hanesi bulunmaktadır. Din hanesi, kişinin doğumu ile birlikte doldurulmakta, yani kişi doğduğunda nüfus kağıdını almak için nüfus müdürlüğüne başvurmuş olan ebeveyninin beyanına göre, ebeveyninin dinini almaktadır. Ebeveyninin beyanına göre din almış olan kişi, 18 yaşına gelip reşit olduğunda ise, 1587 sayılı kanunun 11 maddesi gereğince ancak yargı kararı ile, nüfus kağıdı üzerinde düzeltme veya değişiklik yapabilmektedir.
Nüfusa kaydolunurken kişinin, Anayasanın öngördüğü anlamda dini inanç ve kanaatlerini değil, sadece kişinin özgün durumu yönünden kamu yararı, kamu düzeni ve sosyal gereksinimlerle ilgili olarak göz önünde bulundurulmak üzere dininin ne olduğunun açıklanması söz konusu olmaktadır ki, bu kuralın zorlayıcı bir niteliği ve zorlama ile bir ilişkisi bulunmamaktadır”2 Anayasa Mahkemesi bu Kararda kişinin nüfus memurluklarına dinini açıklamasını “kimse... dinî inanç ve kanaatleri açıklamaya zorlanamaz” diyen 1982 Anayasasının 24’üncü maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı görmemiştir. Mahkemeye göre, kişinin nüfus memurluklarına hangi dine mensup olduğunu bildirmesi bir “zorlama” değildir. Anayasa Mahkemesinin bu görüşünü anlamak mümkün değildir. Zira, kişi dinini açıklamadıkça nüfus kütüğüne kaydedilemeyecek ve nüfus cüzdanı nı alamayacaktır. Bu zorlama değil de nedir? Keza, daha somut olarak, 5 Mayıs 1972 tarih ve 1587 sayılı Nüfus Kanunu “ek-madde 3”e göre3, “nüfus idareleri nüfus kütüklerine tescil edilmeyen bir yaşından büyük çocukların veya büyüklerin varlığını haber aldıkları takdirde büyüklerin kendilerini, çocukların ana, baba ve vasilerini... beyana davet etmeye yetkilidirler. İlgililer bu davet üzerine 30 gün içinde nüfus idarelerine başvurmak ve beyanda bulunmakla görevlidirler”. Davete bu süre içinde uymayanlar Türk Ceza Kanununun 528’inci maddesi gereğince cezalandırılabilirler. Dolayısıyla hukukumuzda kişiler, nüfus memurluklarına hangi dinden olduklarını ceza tehdidi altında açıklamak zorundadır. Ceza tehdidi bir “zorlama” değil de acaba nedir? Üstelik, Anayasamızın 15’inci maddesinin ikinci fıkrasına göre, kişiler olağanüstü hallerde dahi dini açıklamaya zorlanamazlar. Bu bakımdan Nüfus Kanununun 43’üncü maddesinin Anayasaya aykırılığı apaçıktır.4 Buna rağmen Anayasa Mahkemesinin iki ayrı defa bu maddeyi Anayasaya aykırı görmemesi çok ilginçtir.
AB, nüfus cüzdanındaki dini kayıt konusunda baskı yaparak Yunanistan'a gerekli düzenlemeyi yaptırdı. Bu konu, AB normlarına aykırılık oluşturduğu için 'Uyum'da göz önüne alınmalıdır.
YENİ NÜFUS YASASI REFORM DEĞİL AYRIMCILIK YARATMIŞTIR.
Din hanesinin kişinin tercihine bırakılarak, inançlarının nüfus cüzdanlarına yazılması doğru değildir. AKP hükümeti, nüfus cüzdanlarındaki, dini ibaresini, seçimlik hale getirmesi sorunun göz boyama ile geçiştirilmesi anlamının ötesinde, tercihi lehte kullananlar ile aleyhinde kullananlar arasında sorunlar yaratacak ve ayrımcılık uygulamalarına maruz bırakılacaktır. İnsanların inançsal meselelerinin resmi kimlik bilgilerinde yer alması zaten büyük tabuların ve ayrımcılıkların yaşandığı bir ülkede gören inancın dışındakileri olumsuz ayrımcılıklara sürükleyecektir. Farklı inançtan olan insanların kendi kimliklerini ifade ederken dışlanmaya ve ‘ötekileştirilmeye’ maruz kaldığı bir ülkede, bu farklılığını kimliğine yansıtması ve karşılığında göreceği sıkıntıların boyutu daha da artacaktır. Çocuklar okulda, askerler kışlada, işte, mahkemede her alanda bu sıkıntılar ayyuka çıkacaktır.
ABF ve AABK Nüfus Kağıtlarında, din hanesinin bulunmasını Anayasa’ nın 24 maddesinde düzenlenmiş olan İnanç Özgürlüğüne ve 2. maddesinde düzenlenmiş olan Laiklik ilkesine aykırı olarak değerlendirmektedir. Bu nedenle nüfus kağıtlarındaki din hanesi TAMAMEN kaldırılmasını talep etmektedir.
Alevi Köylerine Cami Yapılması SORUNU
Alevi köylerinde istenilmediği halde cami yapılmasına yönelik uygulamalardan vazgeçilmedi. Sorun, inanç zorlamasından kaçınılacağı anlamına gelen bir değişiklikle yani 'cami' kelimesi yerine “İbadethane“ kelimesinin konulmasıyla şimdilik “halledildi“ diye geçiştirildi. Yeni düzenlemelerde “İbadethane“ ile sadece cami, kilise, sinagog ve havra tarif edildi. Yani Alevilerin ibadethaneleri olan Cemevleri yine yasal ayrımcılığa maruz kalmıştır.
Aleviler ölülerini camide değil cemevinde yıkamak ve imamın değil dedelerinin okuduğu dualar eşliğinde gömebilmek için, bu asimilasyoncu uygulamalara son verilmelidir.
Alevi köylerine ve yerleşim birimlerine zorla cami yaparak, devlet olanakları dahilinde sistemli ve yoğun şekilde asimilasyoncu politikaları egemen kılma girişimi sürmektedir. Örneğin, Kayseri gibi İslamcı hareketlerin ve tarikatların en yoğun olduğu bir şehrin Alevi köylerinde, zorla cami yaptırma girişimleri sürmektedir.
12 Eylül 1980’den sonra, Kayseri’nin Sarıoğlan ilçesine bağlı 6 köyünden 4’üne zorla cami yapılmıştır. AKP döneminde bu süreç hızlanmıştır. Kayseri ilinin, İğdeli, Yerlikuyu ve Karaözü köyleri bu uygulamalara karşı tepki göstermiş ve hukuki süreç başlatmıştır. Son gelinen aşamada, İğdeli köyünde cami yapma girişimi ABF ve AABK girişimleri ile durdurulmuştur.
Cemevlerini 'cümbüş yeri' olarak gösteren AKP zihniyetinin Kopenhag Kriterleri’nin temel ilkelerine samimi yaklaşacaklarını sanmıyoruz.
02 Ekim 2007 Strasbourg
FUAF
Fransa Alevi Birlikleri Federasyonu
7 Rue Des Glaciers-67000 STRASBOURG
Tel: 0033-3 88 25 69 44 Faks: 0033- 3 88 36 95 30
www.alevi-fuaf.com info@ alevi-fuaf.com
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.