Eşit Yurttaşlık Hakkı İçin 41 Kere Hayır

Eşit Yurttaşlık Hakkı İçin 41 Kere Hayır

Eşit Yurttaşlık Hakkı İçin 41 Kere HayırHACI BEKTAŞ VELİ ANADOLU KÜLTÜR VAKFI'NIN İSTANBUL'DA GERÇEKLEŞTİRDİĞİ REFERANDUM...

A+A-

Eşit Yurttaşlık Hakkı İçin 41 Kere HayırEşit Yurttaşlık Hakkı İçin 41 Kere Hayır

HACI BEKTAŞ VELİ ANADOLU KÜLTÜR VAKFI'NIN İSTANBUL'DA GERÇEKLEŞTİRDİĞİ REFERANDUM PANELİNDEN ''EŞİT YURTTAŞLIK HAKKI İÇİN 41 KERE HAYIR'' ÇIKTI...

Hayırseverler! Demokrasi mücadelesi hayırlarınızla güçlenecek.

Çünkü:
 
1. Küresel sermayenin istediği yargı-yürütme organizasyonunu amaçladığı için,

Sermayenin kendisini zaman ve mekan sınırlarından kurtarması ile uluslararası ilişkilerin yoğunlaşması yasama, yürütme, yargı içerisinde yürütmeyi ön plana çıkardı. Uluslararası kapitalist ilişkilerin etkili ve güvenli biçimde devamı, hızlı karar alabilen hızla uyum sağlayabilen yürütmenin yasama ve yargı engellerinden kurtulmasıyla mümkün olabilirdi. Uluslararası sömürü sistemi geliştikçe devlet içindeki iktidar da, bu sistemle en çok irtibat kuran makam ve kurumlarda yoğunlaşıyor:

Devlet başkanları, başbakanlar, hazine ve merkez bankaları bu kurumlar içinde ilk sıralarda yer alıyor. Bu süreçte ulusal bürokrasiler de uluslararası politikaları biçimlendiren kurumların bir nevi acentesi durumuna geliyor. Anayasa paketi bunun hukuksal üst yapısını kuruyor.  Süreç içerisinde önce yasama organı  yürütmenin denetimine girdi. Şimdiki problem yargının da yürütmenin kontrolüne girmesi ve ilişkilerin engelsiz biçimde sürdürülmesi. Anayasa paketinin temel yönelimi bu. Yürütmenin yargıya karşısında güçlenmesi yasama organı karşısında da etkisini gösterecek: Denetlenemeyen yürütmenin iktidarı, yasamayı da kendisine daha bağımlı hale getirecek. Devletin yönetimi uluslararası sermayenin ortak işlerini yöneten bir komite haline getirilmek isteniyor. Anayasa paketinin geçmesini en çok küresel sermayenin istediği de iktidar sözcülerince açık açık dile getiriliyor. 
 
2. Demokratik müzakereyle değil kapalı kapılar ardında hazırlandığı için,

Anayasa hükümlerinin içeriği kadar nasıl bir süreçle ortaya çıktığı da anayasanın temel niteliklerini belirler. Demokratik müzakere ile ortaya çıkmamışsa meşruiyet sorununu her zaman barındıracaktır. 12 Eylül Anayasası bile iki yılda hazırlanmışken bu paket yaklaşık iki hafta içerisinde ortaya çıktı. Anayasalar birer sözleşme olarak değerlendirilir ve anayasanın demokratikliğinin temel ölçülerinden biri de yapım sürecine olabildiğince katılımın sağlanmasıdır. Oysa bu anayasa paketi bir kararname ya da bir yönetmelik gibi hazırlandı ve dayatıldı. Değişiklik paketi müzakereci demokrasi, diyalog ve uzlaşma zemininde değil otoriter bir zeminde, krizler yaratılarak ve mevcut krizler kullanılarak sumen altından ortaya çıkarıldı. 
 
3. Hukukun gereklerini değil sermayenin çıkarlarını gözettiği için,

AKP’nin Referandum için hazırladığı kitapçıkta değişiklik paketinde sermaye lehine alınacak kararların gözetildiği açıkça ifade ediliyor: Referandumda evet demek, “Kanuni formalitelerin ve keyfi kararların, zenginlik ve refahı artıracak ekonomik kararları boğmasına mani olmaya 'evet' demektir.” Burada sözü edilen “ekonomik kararlar”la, özelleştirme, taşeronlaştırma, kamu kaynaklarının tasfiyesi ve emekçi ve yoksul kesimin haklarının gaspına ilişkin kararlar kastediliyor. Bu beyanla bu tip kararların önündeki yasal ve yargısal sınırlamalardan AKP’nin kurtulmak istediği itiraf ediliyor.

4. Sivillik postunda otoriterliği amaçladığı için,

Sivillik sadece askere karşı değil devlete ve otoriteye karşı tanımlanır, devletin yönetim aygıtı güçlendirilerek sivillik değil otoriterlik güçlendirilir. Paket bu bakımdan hiç de iddia edildiği gibi sivil değil, üstelik sivillik de tek başına bir değer değil. Sermayenin diktatörlüğünü kurması için illa postal giymesi gerekmez. Sivil diktaya apolet takmadığı için sevinecek değiliz. Bu paketle dernekler, sendikalar, meslek örgütleri ve diğer demokratik kitle örgütleri güçlendirilmiyor. Bunların devlete karşı yargı organları aracılığıyla haklarını araması yargı organları denetime alınarak engellenmek isteniyor.
 
5. Çoğulcu demokrasiyi değil, çoğunluk diktatörlüğünü yansıttığı için,

En başta uzlaşma arayışı olmadan çoğunluk dayatması ile paketin ortaya çıkması, TBMM’nin Anayasa Mahkemesi’ne seçeceği üyeleri en son çoğunluk oyuyla belirlemesi, Kamu Denetçisinin en son yine çoğunluk oyuyla seçilmesi, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu, HSYK, Ekonomik ve Sosyal Konsey teşkilinin Anayasa ile değil meclis çoğunluğunun çıkaracağı yasalara bırakılması, yine hak ve özgürlüklere ilişkin konularda yasal düzenlemelere atıf yapılması. Bütün bunlar yürütmenin doğrudan etkisi altındaki yasama çoğunluğunu siyasete hakim kılan çoğunlukçu görüşün bir yansıması. Bu paket yasalaşırsa hiçbir şekilde frenlenemez ve sınırlandırılmamış bir çoğunluk dayatmasının önü açılacak. Böyle bir anlayışla hazırlanan anayasa paketi ister sosyolojik isterse hukuki olsun hiçbir azınlık grubunun haklarını güvence altına alamaz.

6. Evrensel ilkeleri değil özel çıkarları öne aldığı için,

Paket Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinin seçim yönteminde yürütmeye tanıdığı ayrıcalıkla Hükümet üyelerinin Yüce Divan korkusunu gideriyor. Hükümete yakın sermeyeye özelleştirmelerle tanınacak avantajların yargı engeline takılmasının önüne geçilmek istendiği de açıkça anlaşılıyor. Bunun gibi Anayasa Mahkemesi’ne Barolar Birliği’nin değil Baro Başkanları’nın aday seçmesi, buna karşın üniversitelerin değil YÖK’ün üye seçmesi öngörülüyor. Günlük kaygılar ön plana çıkıyor: YÖK hükümet yanlısı olduğundan üye seçebiliyor, Barolar Birliği muhalefet yanlısı görüldüğünden üyeyi baro başkanlarının seçmesi öngörülüyor. Cumhurbaşkanı hükümet yanlısı olmasaydı HSYK’nın ve Anayasa Mahkemesi’nin üye seçim yöntemleri kesinlikle bu paketteki gibi olmayacaktı. Yine bu mahkeme ve kurulun yapısı ve işleyişine ilişkin öngörülen düzenlemeler, mevcut hükümetin erk isteğinden kaynaklanıyor Değişikliklerin kabul edilmesi durumunda özellikle Anayasa Mahkemesi ve HSYK’ya atamaların paketin yasalaşmasından hemen sonra yapılmasının öngörülmesi, Hükümetin kendi adamlarını genel seçimden önce bu kurumlara yerleştirme isteğinden kaynaklanıyor.

AKP sözcüleri yargı organlarının kamu yararı konusunda denetim yapamayacağını söylüyor. Bu söylenenler kamu yararı değil siyasi yarar, ekonomik çıkar, kişisel çıkar sağlamak amacıyla idari makamların ve Hükümetin kararlar alabilmesi anlamına geliyor. Anayasa değişikliği bunun önünü açıyor.

7. 12 Eylül Anayasası’nın öz çocuğu olduğu için,

12 Eylül Anayasası’nın temel özellikleri olan yürütmenin güçlendirilmesi, çoğunlukçuluk ve sermayenin çıkarlarının öne alınması bu paketin de temel yönelimini oluşturuyor. Değişiklik paketi yargı ve yürütme ilişkisinde yürütmeyi ön plana çıkararak daha da ileri gidiyor. Dayatmacı mantık her ikisinin de ortak özelliği. Her ikisi de devleti halka karşı üstün tutuyor. Bu nedenle “Hayır” demek 12 Eylül Anayasası’na da hayır demek anlamını taşıyor. 12 Eylül Anayasası oylanırken Kenan Evren’in cumhurbaşkanı seçilmesi de oylanıyor halka seçim hakkı tanınmıyordu. Ahlak, iyiyi kötüden ayırabilme yetisidir. Bugün de anayasa paketi tümüyle dayatılıp halka iyi bulduklarını kötü bulduklarından ayırt etme hakkı tanınmıyor. Yani yine bir ahlaksızlık dayatılıyor. Pakete “Hayır” demek ahlaksızlığa da hayır demek anlamına geliyor.     

8. 24 Ocak kararları kutsanarak 12 Eylül Darbesiyle hesaplaşılamayacağı için,

1970 ve 1980’li yıllardaki hemen bütün darbelerinin ortak amacı “özelleştirme, deregülasyon ve sosyal harcamaların kısılması” şeklinde özetlenecek politikaları hakim kılmaktı. 12 Eylül Darbesinin yapıldığı tarih gerçekte 12 Eylül değil 24 Ocaktır. 24 Ocak bütün bu politikaların yürürlüğe sokulduğu tarihtir. Bunlar 12 Eylül’ün programı olduğu gibi bu anayasa değişikliğinin de temel programıdır.

9. Statüko yıkılıyor haykırışlarıyla piyasanın ortodoksluğu örgütlendiği için,

Değişiklik paketi sermayenin ve piyasa ilişkilerindeki tahakkümün hukuksal bağlardan koparılması amacını taşıyor. Bu amaç AKP’nin Referandum için hazırladığı kitapçığa da yansıyor. Daha fazla uluslararası sermayenin girişinin ve ekonomik kararların önündeki engellerin kaldırılmasının “evet” demekle mümkün olduğu açıkça belirtiliyor. Mussolini ve Hitler de mevcut devlete karşı giriştikleri savaşta “Statüko yıkılıyor” diye haykırıyorlardı. Hitler’in Kavgam kitabı da bir değişim programıydı. Bu gün de “statüko yıkılıyor” diye bağırılıyor ama yaratacakları yeni statükoda emekçiler ve yoksul halk için sadece açlık ve yoksulluk bulunuyor.   

10. Halkın gerçek değişim taleplerini boğmak için geliştirilen statükocu bir değişim programı olduğu için,

AKP’nin anayasa paketi, parasız eğitim, parasız sağlık, sosyal güvenlik, iş güvencesi, iş güvenliği, sendikal özgürlükler, seçim barajının indirilmesi, dokunulmazlıkların kaldırılması, kültürel haklar, zorunlu din dersinin kaldırılması gibi yıllardır dillendirilen taleplerin baskılanması ve sistemin kendisini yeniden üretebilmesi amacıyla geliştirilen bir program özelliği taşıyor. Toplumsal muhalefetin sesi kısılmak isteniyor.

11. Yürütmeye denetlenemeyecek bir güç verdiği, toplumu değil devleti güçlendirdiği için,

Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin azaltılması yıllardır gündemi meşgul ederken paket tam tersine  bu yetkileri artırıyor. Yürütmenin ve idarenin işlem ve eylemlerini hukukilik bakımından denetleyen Danıştay’ın Anayasa Mahkemesi ve HSYK’da temsil oranı azaltıldığı gibi 125. Maddede yapılan “yerindelik” denetimine ilişkin düzenleme de aslında Danıştay ve İdare Mahkemelerinin “Kamu yararı”na ilişkin denetim yapmasının önüne geçmek amacını taşıyor. Yürütmeyi de seçen meclis çoğunluğuna çeşitli maddelerde verilen ayrıcalık da asıl olarak yürütmenin güçlendirilmesi anlamına geliyor.
 
12. Kadın, çocuk ve engelli haklarına ilişkin zaten yürürlükte olan uluslararası mevzuat reform diye yutturulduğu için,

Anayasa’nın 61. maddesi, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri, malûl ve gaziler, engelliler, yaşlılar, korunmaya muhtaç çocuklar için devlete pozitif görevler yüklüyor. Dolayısıyla Anayasa’nın 10. maddesinde yapılan değişiklik zaten büyük ölçüde 61. maddede düzenleniyor. Ayrıca tarafı olduğumuz Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Hakkında Sözleşme, Çocuk Hakları Sözleşmesi, Engelli Haklarına İlişkin Sözleşme varken 10. maddede yapılması öngörülen değişiklik göz boyamaktan başka anlam taşımıyor. AKP bir yandan böyle bir düzenlemeyi reform diye sunuyor ama diğer yandan da sosyal harcamaların kısılmasına, kadınların istihdamının azaltılmasına ilişkin yasaları bir bir meclisten geçiriyor.        

13. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin zaten yürürlükte olan uluslararası mevzuat ile yerleşmiş mahkeme içtihatları reform diye sunulduğu için,
 
Anayasa’nın 20. maddesinde yapılması öngörülen değişikliğe ilişkin gerekçede de belirtildiği üzere Anayasa’da ve tarafı olduğumuz uluslararası belge ve sözleşmelerde kişisel verilerin korunmasına ilişkin hükümler zaten mevcut. Üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kişisel verilere ulaşılması, bunların korunması, düzeltilmesi ve silinmesine ilişkin bir çok kararı da bulunuyor. Bunun gibi 1981'de Avrupa Konseyi bağlamında Kişisel Verilerin Otomatik İşlemden Geçirilme Sürecinde Bireylerin Korunması Hakkında Sözleşme imzaya açılmış ve Türkiye tarafından da imzalanmıştır. Bunun yanında Avrupa Birliği Temel Haklar Yasası’nda da kişisel verilerin korunmasına ilişkin ayrıntılı düzenlemeler bulunuyor. Dolayısıyla bunların bir kanunla düzenlenmeyip anayasaya sokuşturulması sadece bir göz boyamadan ibaret. Üstelik 7.4.2008 tarihinde kişisel verilerin korunmasına ilişkin bir kanun tasarısı da meclise sunulmuştu. Bu tasarı Anayasa’da herhangi bir değişiklik yapılmadan da kanunlaşabilirdi. Bununla birlikte telefon dinlemeler ve bir iktidar partisi milletvekilinin fişleme yaptıklarına ilişkin beyanları bu konudaki samimiyeti açıkça ortaya koyuyor. Yandaş medya da bir taraftan referandumda “evet” denmesi için fetvalar bile yayınlarken diğer yandan da özel hayata dair bilgileri çarşaf çarşaf ortaya seriyor. 

14. Öncelikle vergi borçlularının yurt dışına çıkma hürriyeti gözetildiği için,

Belli bir miktarı geçen vergi borcu için borçluların yurt dışına çıkması vergi dairelerinin işlemiyle engellenebiliyordu. Anayasa’nın 23. maddesinde öngörülen değişiklik öncelikle bu kitleyi hedef alıyor. Dolayısıyla asıl amaç halkın değil vergi borçlularının seyahat hürriyeti. 

15. Sadece sendikaların aidat gelirlerini artırmaya yarayan düzenleme reform olarak sunulduğu için,

Anayasa’nın 51. maddesinde öngörülen değişiklikle “Aynı zamanda aynı işkolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz” hükmü kaldırılıyor.

Yetkili sendikanın belirlenmesinde referandum gibi yöntemlerin kabul edilmemesi ve Toplu İş Hukukuna ilişkin mevzuatta başka değişiklilerin yapılmaması buradaki değişikliğin sendikaların aidat gelirlerinde artışa neden olmaktan başka anlamı olmadığını gösteriyor. İşçi sınıfının mücadelesini güçlendirmekten ziyade sadece “liberal serbestlik” getiriyor. Üstelik 2821 Sayılı Sendikalar Yasası’nın 22. maddesinde bu konuya ilişkin yasak da hala duruyor.

16. Sendikaların üyeleri adına yargı mercilerine başvurmalarının anayasal dayanağı kaldırıldığı için,

Anayasa’nın 53. maddesinin 3. fıkrasının kaldırılması öngörülüyor. Oysa bu fıkrada kamu çalışanlarınca kurulan sendika ve üst kuruluşların, “üyeleri adına yargı mercilerine başvurabilecekleri” düzenleniyordu. Yapılacak değişiklikle bu hükmün anayasadan çıkarılması amaçlanıyor. Dolayısıyla sendika bürokrasileri bir yükten kurtarılırken emekçiler devletin karşısında yalnız bırakılıyor.

17. Kamu emekçilerinin grev hakkı mevcut düzenlemenin aksine engellendiği için,

53. maddede öngörülen değişiklikle toplu görüşmede uyuşmazlık çıkması durumunda başvurulabilecek Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun kararları kesin ve toplu sözleşme hükmünde, yani anlaşma sağlanmış varsayılıyor. Dolayısıyla eski metin kamu çalışanları için grevi yasaklamazken yeni düzenleme üstü örtülü biçimde grevi olanaksız kılıyor.

18. Toplu görüşme toplu sözleşme diye yutturulduğu için,

53. maddede yapılması düşünülen değişiklikle toplu sözleşme hakkının tanındığı ileri sürülüyor ama öngörülen gerçek bir toplu sözleşme değil mecburi tahkim, hakemi de yine yasama çoğunluğunu elinde hükümet  belirleyecek. İçerik olarak toplu görüşmeden hiçbir farkı yok. Hakem Kurulu için kamu emekçilerinin yürüttüğü toplu iş görüşmelerin bir bağlayıcılığı da yok. 

19. Toplu görüşmede uyuşmazlık çıkması durumunda son karar merciinin kararlarına karşı yargı yolu kapatıldığı için,

53. maddenin mevcut metninde, “Toplu görüşme sonunda mutabakat metni imzalanmamışsa anlaşma ve anlaşmazlık noktaları da taraflarca imzalanacak bir tutanakla Bakanlar Kurulu’na sunulur” deniyor. Bakanlar kurulu kararlarına karşı yargı yolu açık ama yeni metin Kamu Görevlileri Hakem Kurulu Kurulmasını düzenliyor ve Hakem Kurulu kararı kesin ve toplu sözleşme hükmünde.

AKP, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Yüksek Askeri Şura’nın meslekten ihraç kararlarına karşı yargı yolunun açıldığını söylerken milyonlarca emekçiyi ilgilendiren bir konuda yargı yolunu kapatıyor.

20. Grevde oluşan zararlardan sorumluluk sendikalardan alınıp işçinin sırtına yüklendiği için,

54. maddenin 3. fıkrasında düzenlenen grevdeki işçilerin ve sendikanın kusurlu hareketleri sonucu işyerinde sebep olunan zararlardan sendikaların sorumluluğu kaldırılıyor. Mevcut düzenleme sendikanın, işçilerin fiilleri nedeniyle kusursuz sorumlu olması olmasını öngörüyordu. Bu değişiklikle de emekçi değil sendika bürokrasisi güçlendiriliyor. 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nun 47. maddesinin son fıkrası hala yürürlükte olsa da bunun anayasal dayanağı kaldırılıyor.

21. Emekçilerin kendi mücadelesiyle kaldırdığı grev yasakları yeni kaldırılıyormuş gibi sunulduğu için,

54. maddenin 7. fıkrasındaki “Siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme ve diğer direnişler yapılamaz” hükmü kaldırılıyor. Bu yasaklar tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelere karşın 2822 sayılı yasanın 25. ve 72. maddesinde hala duruyor. Bununla birlikte emekçiler bu yasakları fiilen ortadan kaldırmış AİHM ve Danıştay da emekçileri haklı bulmuştu. AKP emekçilerin kazanımlarını kendi reformu gibi gösterip halkı kandırmaya çalışıyor.

22. Emekçilerin hakları göz ardı edilip, onları denetim altında tutacak sendika bürokrasisi tavlanmaya çalışıldığı için,

Sendikal alanda öngörülen düzenlemeler emekçilerin mevcut haklarında hemen hiçbir ilerleme getirmemesine karşın sendika bürokrasilerini mali ve idari yönden güçlendirmekte, hükümet yanlısı sendikalara üyelerini “evet”e razı etmek için sadece argüman sağlamaktadır. Öngörülen düzenlemelerle, sendikalar arasındaki rekabet artırılarak onları iş yapamaz hale getirme ve yandaş sendikalara avantaj sağlama amacı güdülüyor.. 

23. Kamu denetçiliğini talep edenlerin karşısına işlevsizliği ve tarafgirliği anayasal güvenceye bağlanmış bir kamu denetçisi çıkarıldığı için,

74. maddede öngörülen değişiklikle Kamu Denetçiliği kurumu (ombudsmanlık) getiriliyor. Kamu denetçisi TBMM Başkanlığı’na bağlı çalışacak ve sadece idarenin işleyişiyle ilgili şikâyetleri inceleyecek. Kamu denetçisi dördüncü oylamaya kadar seçilememişse TBMM’de basit çoğunlukla belirleniyor. Dolayısıyla yürütmenin kontrolündeki meclis çoğunluğu kamu denetçisini de seçecek. Üstelik AİHM,  etkili bir yol olmadığından kamu denetçisine başvuruyu Mahkemeye başvuru için tüketilmesi gereken iç hukuk yollarından bile saymıyor.

24. Kanunlarda zaten var olan mahkemelerin yerindelik denetimi yapamayacağına ilişkin hükmün anayasaya konulup, özelleştirme, deregülasyon ve kamu harcamalarının kısıtlanmasına ilişkin düzenlemeler yargı denetiminden çıkarılmak istendiği için,

Anayasa’nın 125. maddesinin 4. fıkrasında yapılacak değişiklikle yargılama yetkisinin “hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde” kullanılamayacağı öngörülüyor. Oysa İdari Yargılama Usulü Kanunu’na göre zaten mahkemeler yerindelik denetimi yapamazlar. Üstelik Anayasa’nın mevcut 125. maddesinde de yer alan “Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır” hükmü de yargının yerindelik denetimi yapamayacağını zaten söylüyordu. Yerindelik kavramı en çok özelleştirmeler nedeniyle tartışıldı. Danıştay’ın kamu yararına aykırı bulup iptal ettiği özelleştirme işlemlerine ilişkin kararları, mahkemenin yerindelik denetimi yaptığı gerekçesiyle özellikle sermaye ve hükümet çevrelerinden eleştirildi. Ancak burada yapılan değişikliğin önemli bir anlamı var. Yapılması öngörülen değişiklikle yargı organlarının bir idari işlemin kamu yararı amacıyla tesis edilip edilmediğini araştıramayacağı AKP ve yandaşlarınca ileri sürülüyor. Özelleştirmeye ilişkin işlemler gibi diğer idari işlemler de yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönünden hukuka uygun olmalıdır. Her idari işlemin yönelmesi gereken amaç ise “kamu yararı”dır. Eğer bir işlem kamu yararı değil de kişisel amaç, siyasal amaç, üçüncü kişiye yarar sağlama amacıyla kurulmuşsa bu işlem hukuka aykırıdır ve başvuru halinde mahkeme tarafından iptal edilmesi gerekir. 

Türkiye’deki mevcut hukuksal sistem neo-liberal programın uygulamalarına zaman zaman engel çıkarabiliyor. Deregülasyan ve sosyal harcalamaların kısılmasına ilişkin istemler hukuksal ifadesini “özet anayasa” ya da “ekonomik anayasa” söylemlerinde buluyor. Anayasa paketi bu tip anayasa istemlerini doğrudan karşılamıyor ama dolaylı yoldan hukukun ve yargının etkinliği azaltılarak ekonominin iradesi hukuka etkin kılınıyor.

Bu değişiklik yasalaşırsa sadece özelleştirmelerin, taşeronlaştırmaların önü biraz daha açılmayacak, siyasi amaçla kamu çalışanları başka yerlere daha rahat sürgün edilebilecek, üçüncü kişilere çıkar sağlamak amacıyla ihaleler daha rahat verilebilecek, kadrolaşmanın önü daha da açılabilecek, doğal kaynakların yağması daha da kolaylaşacak.  

25. Orman arazilerinin, kıyıların, akarsuların satılması ve kiralanmasına, iş güvencesi ve kıdem tazminatının kaldırılmasına ilişkin düzenlemeler bu paketin kabulünü beklediği için,

Özelleştirme politikalarının bugün geldiği aşama, devletin yönetim aygıtı da dahil olmak üzere kamunun söz sahibi olduğu diğer alanların da piyasa güçlerinin denetimine sokulmasını öngörüyor. Kamusal harcamaların kısılıp elde edilen kaynakların sermaye çevrelerine transferi de uzun süredir gündemde. Özellikle orman arazilerinin satışını, kamu personel rejiminde değişikliği, emekli aylıklarının düşürülmesini öngören yasal düzenlemelere ilişkin çalışmalar anayasa paketi ile hız kazandı. Kıdem tazminatının kaldırılması ise TÜSİAD ve TİSK’in sürekli gündeminde. Kıyıların, akarsuların sermayenin denetimine sokulması ile ilgili çalışmalar uluslararası düzeyde devam ediyor ve hükümet de bu konuya sıcak bakıyor. 

Anayasal engellerin bertaraf edilmesi, Anayasa Paketi’nde öngörüldüğü gibi ya Anayasa Mahkemesi’nin yürütmenin kontrolüne girmesi ya da bu konuda yapılacak anayasal düzenlemeler konusunda mahkemenin denetim yetkisinin kısıtlanması yoluyla mümkün olacak. AKP’nin ikinci seçeneği ise bu paketle engeller aşıldıktan sonra bir ikinci paketi gündeme sokmak. Yoksulluk ve yağma yasalarını engellemenin yolu “Hayır” demekten geçiyor.        
 
26. Özel yetkili mahkemeler hukuku katlederken askeri mahkemelerin yetkilerinin azaltılmasına reform dendiği için,

AKP iktidarında kurulan özel yetkili mahkemeler DGM'lerin devamı niteliğinde ve aralarında isim dışında büyük bir fark bulunmuyor. Bu mahkemelerin yargılama usulleri, görev alanları gibi esas eleştirilen yanları hemen hemen DGM’lerle aynı. Adil yargılama hakkının unsurları ve bu hakkın getirdiği güvenceler bu mahkemelerde büyük ölçüde geçerli değil. Dolayısıyla  hak ve özgürlüklerin korunması bakımından bu mahkemelerin kaldırılması gerekirken askeri mahkemeler konusunda yapılan düzenlemelerin sivilleşme ve demokratikleşme amacıyla yapıldığını söylemek inandırıcılıktan oldukça uzak.   

27. Anayasa Mahkemesi üyelerinin çoğunluğunu belirleyebilme ayrıcalığı yürütmeye verildiği için,

Anayasa’nın 146. maddesinde yapılan düzenlemeyle Anayasa Mahkemesi’ne 14 üye Cumhurbaşkanı tarafından atanacak ve bunların dördünü doğrudan kendisi seçebilecek. Ayrıca yürütmenin denetimindeki YÖK [1]’ün göstereceği adaylar arasından yine Cumhurbaşkanı’nın atayacağı üç üyeyle Meclis’in seçeceği üç üye de göz önüne alındığında 17 üyeden en az 10’unun hükümete yakın kişilerden oluşması garantiye alınmış durumda. Böyle bir Anayasa Mahkemesi’nden Hükümetin hazırladığı yasaları denetlemesi beklenemeyeceği gibi Yüce Divan sıfatıyla hükümet üyelerini bağımsız ve tarafsız biçimde yargılaması da beklenemez.  
 
28. Anayasa Mahkemesinde hukukçu bile olmayanların çoğunluğa ulaşması öngörüldüğü için,

Sayıştay, YÖK, Danıştay ve Askeri Yargı’dan hukukçu olmayanların Anayasa Mahkemesine üye olarak gönderilebilecek ve Cumhurbaşkanı’nın da dört üst kademe yöneticisini Mahkemeye atayabilecek olması Mahkeme’nin yapısı konusundaki en önemli eleştirilerin göz önüne alınmadığını gösteriyor. Buna karşın Mahkemenin Yüce Divan sıfatıyla yargılama görev alanı genişletip bireysel başvuruları karara bağlama görevi de veriliyor. Anayasa değişikliğinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için üçte iki çoğunluk aranacağı öngörüldüğünden hukukçu olmayan üyelerin sayısı çok daha büyük önem kazanıyor. Mahkemenin bu yapısının sürdürülmesi, hukukun önceliklerinin göz ardı edildiğini ortaya koyuyor.        

29. YÖK’ün kaldırılması büyük çoğunluğun talebi iken Anayasa Mahkemesine gönderdiği üyeler artırılarak güçlendirildiği için,

Anayasa Mahkemesi’ne bir üye gönderen YÖK 146. maddede yapılması öngörülen değişiklikle üç üye gönderebilecek. Oysa AKP’nin en önemli vaatlerinden biri de YÖK’ün kaldırılmasıydı. Öngörülen değişiklikle YÖK daha da güçleniyor.  

30. Sayıştay bir mahkeme bile değilken Anayasa Mahkemesine gönderdiği üyeler artırıldığı için,

Sayıştay Anayasa’da yüksek mahkeme olarak düzenlenmediği gibi yargı organı olarak da kabul edilmiyor. Buna rağmen mevcut düzenlemede Anayasa Mahkemesi’ne bir üye gönderirken 146. maddede öngörülen değişiklikle iki üye gönderebilmesi sağlanıyor. Anayasa’nın 160. maddesine göre “Vergi, benzeri malî yükümlülükler ve ödevler hakkında Danıştay ile Sayıştay kararları arasındaki uyuşmazlıklarda Danıştay kararları esas alınır.” Buna karşın değişiklik paketinde idarenin işlem ve eylemlerini denetleyen Danıştay ve idare mahkemelerine tavır alınıp Sayıştay güçlendirilmek isteniyor. Bunun sebebi ise Sayıştay başkan ve üyelerinin yürütmenin denetimindeki meclis çoğunluğunca seçilmiyor olması. Yargıyı yürütmenin denetimine sokma isteği bu konuda da kendini gösteriyor.
 
31. “Anayasa şikayeti yolu” talep edenlerin karşısına işlevsizliği anayasal güvenceye bağlanmış bir “anayasa şikayeti yolu” çıkarıldığı için,

148. maddede öngörülen değişiklikle “Anayasa Şikayeti” yolu getiriliyor fakat yetkisi bir çok bakımdan sınırlandırılmış. İlk olarak ihlal edilen hak ve özgürlük Anayasa’da güvence altına alınmış olacak, ikinci olarak bunlar aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer almış olacak, son olarak da kamu gücü tarafından ihlal edilmiş olacak. Bireysel başvuruda kanun yollarında gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılmayacağı da öngörüldüğünden hemen hiçbir uygulama olanağı bulunmuyor. Örneğin sosyal hakların ihlali durumunda bu yol büyük ölçüde kapalı. Bunun gibi devlet kamu gücü kullanmadan bir hak ya da özgürlüğü ihlal etmişse yani pozitif yükümlülüğüne aykırı davranmışsa bu yol yine kapalı. 

32. “Anayasa şikayeti yolu”, insanların haklarına kavuşması amacıyla değil, davalarının sürüncemede kalması ve devletin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mahkum olmaması amacıyla getirildiği için,

AKP Referandum için hazırladığı kitapçıkta açıkça şunu söylüyor: Referandumda evet demek “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Türkiye'den yapılan başvuruların azaltılmasına 'evet' demektir.” Ayrıca Paketin 148. maddede yapılacak değişikliğe ilişkin gerekçede de bu konudaki düzenlemenin temel sebebinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruların azaltılması olduğu itiraf ediliyor. AİHM’e başvurmak için iç hukuk yollarının tüketilmesi kural olduğundan Anayasa Mahkemesine de başvurulması ve sonuç alınamamış olması gerekiyor. AKP’nin hak ve özgürlüklere ne kadar değer verdiği kendi sözlerinden açıkça anlaşılıyor. Önemli olan hak ve özgürlüklerin korunması iken AİHM’e başvuruların azaltılmasını AKP reform diye sunuyor.       

33. Bir yandan “askeri vesayet” denilip Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı’na Yüce Divan ayrıcalığı tanındığı için,

148. maddede öngörülen değişiklikle Anayasa Mahkemesi, Genelkurmay Başkanını, Kuvvet Komutanlarıyla Jandarma Genel Komutanını Yüce Divan sıfatıyla yargılayacak. Böyle bir ayrıcalığın tanınması AKP’nin vesayet söylemlerinin gerçeği yansıtmadığını kanıtlıyor.

34. HSYK’da Adalet Bakanının yetkileri artırıldığı için,

Anayasanın 159. maddesinde yapılması öngörülen değişiklikle HSYK’ya bağlı bir sekreterya  kuruluyor ama genel sekreteri atama yetkisi Adalet Bakanı’na veriliyor. Kararnamelerin hazırlanması, toplantı gündeminin saptanması gibi konular Adalet  Bakan’ın denetiminde olacak. Mevcut düzenlemede olmamasına karşın öngörülen değişiklikle HSYK’nın yönetimi ve temsili Adalet Bakanı’na veriliyor. Anayasa’nın 159. maddesi, Adalet Bakanı’na vekâlet edecek olan başkan vekilinin HSYK tarafından seçileceğini belirtirken, değişiklikle başkan vekilinin, Adalet Bakanı tarafından belirlenmesi öngörülüyor.

35. Karar yetkisi idareye verilip, hakimler ve savcılar temsil ile avutulduğu için,

Adalet Bakanı ve Bakanlık Müsteşarına verilen yetkiler göz önüne alındığında bunların istemediği hiçbir kararın kuruldan çıkmaması güvence altına alınmış. Örneğin adalet müfettişleri HSYK’ya bağlanıyor ama Bakanın onayı olmadan soruşturma yapamıyor. Üstelik hakim ve savcıların idari yönden Bakanlığa bağlı olmasına ilişkin düzenleme de devam ettiriliyor. Dolayısıyla Kurulun yapısı ne kadar geniş olursa olsun Bakanlığın kılıcı hakim ve savcıların üzerinde sallanıyor. 

36. Adalet Bakanlığı Müsteşarının HSYK’yı bloke etme ayrıcalığı korunmak istendiği  için,

Kurulun tabii üyesi durumundaki yedeği olmayan müsteşarın toplantıya katılmayarak Kurul’un karar almasını engelleme olanağı sürdürülüyor. Geçici 20. madde ile kurulun onbeş üyeyle toplanıp üye tam sayısının salt çoğunluğu ile karar vereceği düzenlenmiş ama bu düzenleme de bir güvence sağlamıyor. Geçici madde bu konuda yasal düzenleme yapılıncaya kadar uygulanacak. Nitekim 159. maddede yapılması düşünülen değişiklikle kurulun toplantı ve karar yeter sayısının sonradan yasayla belirleneceği düzenleniyor. Geçici maddedeki düzenleme pekala 159. maddeye eklenebilecekken bu yola gidilmiyor. Yasada yapılacak değişiklikle ya müsteşarın ya da bizzat bakanın kurulu bloke edebilmesi kolaylıkla sağlanabilecek. AKP’nin aksini savunmasına karşın pakette buna ilişkin hiçbir değişiklik görülmüyor, AKP’nin sonradan hazırlayacağı yasaya güvenmemiz isteniyor.     

37. Terör ve güvenlik konsepti Adalet Bakanlığı Müsteşarı aracılığıyla HSYK’ya, hakim ve savcılara dayatıldığı için,

Mart ayında yürürlüğe giren Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un  birinci maddesine göre Kanunun amacı: “terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak”. Kanunla ayrıca “Güvenlik kuruluşları ve ilgili kurumlar arasında terörle mücadele alanında gerekli koordinasyonu sağlamak, bu alandaki politika ve uygulamaları değerlendirmek amacıyla Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu” kuruldu.

Müsteşarlığın istihbarat değerlendirme merkezi ve örtülü ödeneği bulunuyor. Ayrıca yabancı uzman çalıştırma yetkisi de müsteşarlığa tanınmış. Müsteşarlık, Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığı, Araştırma-Geliştirme Daire Başkanlığı, İletişim Daire Başkanlığı, Dış İlişkiler Daire Başkanlığı ana hizmet birimlerinden oluşuyor.

Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu’nun üyelerinden biri de Adalet Bakanlığı Müsteşarı. HSYK’da Adalet Bakanlığı Müsteşarının yerinin ve yetkilerinin bütün eleştirilere rağmen korunmasının temel sebeplerinden biri de bu. Müsteşar artık “milli güvenliğin” ve “terörle mücadelenin” bir parçası olarak da HSYK’da bulunuyor. Yargı da bu çeşit milli güvenlik ve terörle mücadelenin parçası yapılıyor. Artık hakim ve savcıların 28 Şubat’ta olduğu gibi brifing almak için karargaha gitmelerine gerek kalmıyor, AKP’nin karargahı HSYK’da kuruluyor.

38. Yargı bağımsızlığı olmadan hak ve özgürlükler korunamayacağı için,

Hak ve özgürlükler hukuk devletinin olmazsa olmazları arasında yer alan yargı bağımsızlığı ile güvence altına alınabilir. Hak ve özgürlüklerin yasalarda yer alıyor olması, eğer bu hak ve özgürlükler kullanılamıyorsa, ihlal edildiğinde yargı organları harekete geçirilemiyorsa, yargı organlarına güven duyulamıyorsa bir şey ifade etmez. Özellikle hak ve özgürlüklere tehdit devlet tarafından yöneltildiğinde yargı  bağımsızlığı hak ve özgürlüklerin en önemli güvencesidir. Öngörülen değişikliklerle yargının üzerindeki yürütmenin kontrol araçları güçlendirilerek yargı ele geçirilmeye çalışılıyor.

39. “Hakimlerin İktidarı” var denilip “İktidarın Hakimleri” ihya edildiği için,

Hakimlik mesleğine kabulde Adalet Bakanlığı’nın kesin söz sahibi olması ve Bakanlığın HSYK üzerindeki sahip olduğu yetkiler göz önüne alındığında “hakimlerin iktidarı” söylemi büyük ölçüde propaganda amacıyla kullanılan ve maddi gerçeği yansıtmayan bir ifade. Bu söylemin kullanılmasının asıl amacı yürütmenin karar ve eylemlerine uyum sağlamayan yargının denetim altına alınması. Yargı gerek kendi meşruiyet nedenleri gerekse hukukun bugünkü paradigmaları nedeniyle zaman zaman sınıfsal çıkarlardan bağımsız hareket edebiliyor. Yargı organlarının özelleştirmeler konusunda ve en son Tekel İşçileri örneğinde olduğu gibi çalışanlar lehine verdiği kararlar sömürü düzeninin bugünkü ihtiyaçlarını karşılamıyor. Dolayısıyla yargının kapitalizmin ihtiyaçlarına göre hareket eden yürütmenin kontrolüne sokulması isteği anayasa paketinin çelik çekirdeğini oluşturuyor.

40. Özgürlük getirmeyip sadece özgürlüksüzlüğün uygulayıcıları değiştirilmek istendiği için,

Anayasa’nın hak ve özgürlüklere ilişkin hükümlerinde yapılması öngörülen değişiklikler, geniş halk kesimlerinin yıllardır dillendirdiği taleplere cevap vermekten çok yürütme aygıtının güçlendirilmesine ve bu gücün kullanımını engelleyen kurumların ele geçirilmesine yönelik hükümlerin yasalaşmasını sağlama amacını güdüyor. Bu değişiklikler ya devlet organlarınca hiçbir mevzuata gerek olmadan ya sadece kanunla bile yapılabilecek ya da Anayasanın 90. maddesi gereği zaten yürürlükte bulunan uluslararası sözleşmelerde yer alan hükümlere ilişkin düzenlemeler. Kamu denetçiliği ve anayasa şikayeti başvurusu ise daha baştan işlevsiz ve göstermelik olarak ele alınmış.
 
41. Hayır diyenler Ergenekoncu ilan edildiği için,

Anayasa değişiklik paketinin meşruiyetinin sorgulanmasının en önemli nedeni tahakkümcü bir dil ile dayatılıyor olması. Kutuplaştırıcı düşünce ve söylem biçimleriyle dayatılan bu değişiklik paketi yasalaşsa bile yeni bir anayasa yapma ihtiyacını sırf bu sebepten dolayı bile gündemde tutuyor. Değişiklik paketinde hem küresel sermayenin hem de AKP ve yandaşlarının o kadar büyük çıkarları var ki, “evet” için fetvalar alınıp, yurtdışından destek bulunurken bir yandan da “hayır” diyenler Ergenekoncu ilan edilip muhbirlik yapılıyor.  
 
Direnme gücü, dünya “evet” sözcüğünü duymak istediğinde “hayır” diyebilme yetisidir.
Erich Fromm

Çankaya Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Dr. İlker Kılıç

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Merkezi

Alevihaber.com - 09.09.2010

Etiketler : , , ,

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.