Erdoğan ALÇINKAYA : Muharrem iftar yemeği 'tuluat'ı
Erdoğan ALÇINKAYA : Muharrem iftar yemeği 'tuluat'ı... AKP'nin "Alevi açılımı"nın rengi, merakla beklenen...
Erdoğan ALÇINKAYA : Muharrem iftar yemeği 'tuluat'ı...
AKP'nin "Alevi açılımı"nın rengi, merakla beklenen Muharrem iftar (!) yemeği ile biraz daha netleşti. Öncelikle, bir noktanın altını çizmem gerek: Bu yazıda yer alan her kelime, "Toplumsal barışa katkı verme potansiyeline sahip her türlü girişimin değerli olduğu" bilinci ile yazıldı.
AKP'nin ortaya attığı "Alevi açılımı"nın, gerçekte "yok edemiyorsan kendine benzet!" operasyonu olduğunu, daha önce bu sütunlarda dile getirmiştim. Bu konuda fazla söze gerek olmadığı düşüncesindeydim. Ancak, söz konusu "Alevi açılımı"nın flaş etkinliği olan Muharrem iftar (!) yemeği "tuluat"a dönüşünce, konuşmak şart oldu.
Hemen akla gelen sorular
AKP adına iftar organizasyonunu yapan sözde Alevi aydını Reha Çamuroğlu, bu organizasyonu neden Aleviler adına yapıyormuş gibi bir hava yaratmaya çalıştı? Yemeğin, Alevi inancında ve kültüründe olmayan "iftar" sözcüğü ile tanımlanmasında neden ısrar edildi? Davet öncesi Alevi kuruluşlarıyla (Altısı hariç) ve Alevi kanaat önderleriyle neden görüşülmedi? Aleviliğin olduğu ve yaşandığı biçimiyle henüz kabul edilmediği durumda, düzenlenen "iftar" gerçekten bir "açılım"a mı, yoksa "asimilasyon"a mı hizmet eder?
Biz bu ve benzeri soruları şimdilik bir yana bırakalım... Çünkü, tek başına iftar (!) organizasyonunda bile, Aleviliğin inanç biçimi ile birlikte ilerici ve özgürlükçü yanının da törpülenerek asimile edilmesi çabaları, dikkatli gözlerden kaçmadı. Asıl tehlike işte bu çabalardır. Tıpkı Yıldırım Türker'in yazdığı (Radikal, 14.1.07) gibi, "Kürt sorununu ordusunun gücüne ve İslam'ın bütünleştiriciliği idealine havale ettiği açık seçik anlaşılan AKP, ..." Aleviliğin asimilasyonunu da, Başbakan'ın ve (Reha Çamuroğlu ve İzzettin Doğan gibi) Alevi işbirlikçilerinin maharetlerine havale ettiğine, hep birlikte tanık oluyoruz.
Gelelim, iftar (!) yemeğinde sahnelenen "tuluat"tan kesitlere. Alevilerin eşleriyle birlikte katıldığı yemeğe, Diyanet Başkanı Ali Bardakçıoğlu'nu cübbesiyle getiren Başbakan, ne gariptir ki eşini getirmemişti. Gösterdiği bu nezaketsizlik, öncelikle Alevi işbirlikçilerinedir. Ancak, onlar da durumu pişkinlikle geçiştirdiler. Başbakan konuşmasında, "Ben sizin acınızı paylaşmak için buraya gelmedim. Bizim acımızı paylaşmak için geldim" derken bile ajitasyonu elden bırakmıyordu. Üstelik de, paylaşmaya geldiğini söylediği acıyı yaşatanın Sünni-İslam anlayışı olduğuna hiç değinmeden.
Ya Madımak?
Ama, daha komiği ise, katılımcı Alevilerin Muharrem'in ruhuna ters düşmemek ile Başbakan'a ayıp etmemek arasında gidip gelmeleriydi. Çözümü fazla ses çıkarmadan alkışlamakta buldular. Başbakan konuşmasının devamında, Almanya'da çekilen ve Alevilerin tepkisini çeken malum diziye karşı "hassasiyetini" (!) göstermekten de geri durmadı. Ne var ki, henüz acısı küllenmemiş Madımak vahşeti ile ilgili tek kelime etmedi. Oysa, "açılım" mimarı olarak, asıl konuşması gereken konu buydu. Üstelik de, vahşetin sanıklarının kendisiyle aynı politik kökene sahip olmaları, konuşmasını daha zorunlu kılıyor. Yine Başbakan konuşmasında gururla, "tel'in" ettiğini söylediği Alman dizisini Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla protesto ettiklerini açıkladı. Ama, Madımak vahşetinin firari sanıklarından bir bölümünün Almanya'da olduğunu (hatta bunlardan birinin eşi adına kokoreççi dükkanı işlettiğini) bilen Başbakan, sanıkların iadesi yönünde hiçbir girişimde bulunmamalarını açıklayamıyordu. Asıl acı olan ise, vicdanları nisbeten rahatlatacak olan böyle bir girişimi, Alevi işbirlikçilerinin de talep etmemesiydi.
Organizasyonda sergilenen "tuluat"ın, yemek sonunda Başbakan'a verilen plaketlerle sona erdiğini sanıyorduk. Yanılmışız. Hızını alamayan Başbakan, "tuluat"ına İspanya'ya hareket etmeden (13.1.07) önce Yeşilköy Atatürk Havaalanı'nda gazetecilerle yaptığı toplantıda da devam etti. Bir gazetecinin, cemevlerinin ibadethane sayılıp sayılmayacağı yönündeki sorusuna yanıtı oldukça netti: "Şahsıma ulaşmış bir talep yok. Ulaştığında da biz bunlara uzak kalmayız, değerlendiririz. Anayasa ve yasalar içersinde yapılabilecek bir şey varsa, gerekli adımları atarız."
Komediye bakar mısınız? İki perdelik.
Önce ilgili mevcut yasaları değiştirmeden, "gerekli adımları" atamazsınız. Dahası, Alevi Dedelerini bile "Dede" diye tanımlayamazsınız. Dahası, İzzettin Doğan'nın başkanı olduğu Cem Vakfı'nın, bu konuda Başbakanlığa 22 Haziran 2005 tarihli bir başvurusu var. Başvurusu reddedilen Cem Vakfı dava açmıştı. "Şahsıma ulaşmış bir talep yok" diyen Başbakan'ın makamı ise, açılan davada "İslam'da ibadethane camidir" savunmasını yapmıştı. İftar (!) organizasyonuna cübbesi ile katılan Diyanet Başkanı Ali Bardakoğlu zaten öteden beri, cemevlerine ibadethane statüsü verilmesinin "milli birliği bozacağını" savunuyor.
Bana göre, bu tablodan çıkarılacak kıssadan hisse önemli. Yazımın başında da belirttiğim gibi, "toplumsal barışa katkı verme potansiyeline sahip her türlü girişim değerli". Birileri "tuluat" sahneleyecekse buna itirazımız olmaz. İsteyen istediği kişilerle birlikte, kendi düşüncesine yakın bulduğu partide siyaset de yapar. En fazla "kişisel tercihleridir" der geçeriz. Ancak, sahnelenmek istenen "tuluat"larda veya yapılmak istenen "siyaset"lerde Alevi toplumunu kullanmak ve asimile etmek gibi girişimlere daima karşı durmak, en azından "demokrat duruşumuz"un gereğidir.
ERDOĞAN ALÇINKAYA
RADİKAL 2 - 20 Ocak 2008
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.