Erçakmak, Karamollaoğlu, Çakmakçı... Hatırlıyor musunuz?
Erçakmak, Karamollaoğlu, Çakmakçı... Hatırlıyor musunuz?Onur CAYMAZ / BirgünZeynep oradaydı, Eren de... 5 Ekim 2010, kuşsuz, gri...
Erçakmak, Karamollaoğlu, Çakmakçı... Hatırlıyor musunuz?
Onur CAYMAZ / Birgün
Zeynep oradaydı, Eren de... 5 Ekim 2010, kuşsuz, gri Ankara sabahı. Havada sonbaharın kül kokusu vardı, havada gidip geri dönmemenin, havada bozkır renginde şiir, havada çayın demi, bir kıza babasının yolladığı uzak mektubun sızısı belki... Ankara’da, Cemal Süreya’nın “ey iyi kalpli güzel ana” dediği o gri şehirde, Sivas Katliamı duruşması için mahkeme kapısındaydı arkadaşlarım. Bu ülkenin mahkeme kapılarını en çok bizim çocuklar bilir.
1993’ten bugüne değin sadece 160 kişinin yargı önüne çıkarıldığı şu meşum dava. İnsanlar yanmıştı, kahrından ölmüştü insanlar... İnsanlarımız; Behçet’imiz, Metin’imiz, Hasret’imiz hepsi... Küle karışan sevdiklerimiz.
Sivas’ı hatırlıyor musunuz? Yaşanılan o derin acıyı. Yıllar geçti üzerinden. Dönemin belediye başkanı vardı, görseniz tanır mısınız onu mesela, söylenecek bir iki cümleniz var mıdır kendisine? Unutmadınız değil mi: Temel Karamollaoğlu. Valinin emrine karşı gelerek itfaiye araçlarının kalabalığa su sıktırmasına engel olmuştu hani. Gerçi söz konusu araçlar yanmakta olan otele bile su sıkmamışken... Biz de ne safız! Umudun düşmanıdır onlar, insanlığın düşmanıdır.
Hepsini geçelim; açıla saçıla bir hal olan AKP’nin alevi açılımı çalışmalarına Maraş Katliamı fedaisi Ökkeş Şendiller’den sonra Temel Bey’i de davet etmesine ne diyeceksiniz? Daha da güzelini söyleyeyim: Karamollaoğlu, 21. dönemde Türkiye’nin büyük milletinin meclisine, tahrik olabilme kapasitesi her olayda haddinden fazla olan o onurlu çoğunluğun vekili olarak girmişti. Evet, kendisi bir aralar milletvekiliydi, siz düşünün. Halen dışarda, çoluk çocuk yaşıyor, mutlu mesut. Saadet Partisi’nin Yüksek İstişarelerinin Kurulu'nda alnının akıyla çalışıyor. Ne demişti Nâzım: Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim / Akarsuyun / Meyve çağında ağacın / Serpilen gelişen hayatın düşmanı / Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına.
Hatırlatmak zorundayız bunları. Yanmaya durmuş otelin önündeki merdiveni mesela, hatırlamak zorundayız. Cafer Erçakmak, katliam sırasında Refah Parti'li belediyenin meclis üyesiydi; itfaiyecilerin yanan binaya uzattığı merdivende Aziz Nesin’e yumruk atıyor, yaşlı başlı usta bir yazarı hırpalıyordu. Bu ülkede her şey unutuluyor. Unutturmamaya mecburuz.
Derken 5 Kasım 2008 günü, Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili, Erçakmak hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düşürülmesini istemişti. Şaşırmıyorsunuz değil mi? Devam eden süreçte avukat Şenal Sarıhan, Erçakmak’ın Fransa'da yaşadığını ortaya çıkarmıştı. Bir Cafer Erçakmak vardır işte. Bunlar namuslu insanlar için kolay yenilir yutulur lokmalar değildir. O övünelecek şanlı tarihimizin yanına, belki bir gün bu kanlı tarih de konulur.
Sonra bir Zaman gazetesi vardır; hani katliamı kaza gibi gösteren, zaman içerisinde de her şeyi Ergenekon’a yıkan... O gazetede bir Ahmet Turan Alkan vardır. Resmi tarihçimiz İlber beyin eski öğrencilerinden; hayli eksik bir Cemil Meriç olur kendileri. İyi yazardır, büyüktür, şudur budur, amenna, fakat Erçakmak için “Ah Be Abim” başlıklı yazıyı yazdığı gün, faşizmin yanında durması dolayısıyla defterden düşülmüştür. Alkan’ın gardaş’ı Erçakmak için yazdıklarını internetten arayıp bulun. İbretliktir. Siyasal islamın tarihi işbirlikçilikle doludur desek boş konuşmuş mu oluruz?
Ha bakın, Kusturica durumu da farksızdır. Yönetmenin festivali terk etmesi, arada derede dönen bin tür sinsi politika hazin ve hakça değil tabii ki... Fakat ünlü yönetmenin, savaş sırasında, dönemin 'Sırp Güvenlik Örgütü'nün başındaki Jovica Stanişiç ile 'dostluk kokan' fotoğraflar çektirdiği doğruysa, bu adam kanımca Erçakmak’tan farksızdır. Zira biri katlederek, öteki katledeni destekleyerek masumların ölümüne ortak olmuştur.
Hepsini anlamaya kalkarsanız, Esat Oktay Yıldıran’ın oğlu, "babam ülkesi için çalışan cesur bir adamdı" dediğinde onu da anlamanız gerekir. Hadi buyrun!
Cafer Bey’e dönelim. Her ülkedekinden daha da çabuk geçen 'zaman'lar neyle, nasıl, neden 'aşım'a uğruyor bu coğrafyada? Kimler, kimlerin ölülerinin üzerinde oturuyor? Sivas’ın aşağılık katilleri Ergenekon ile ilişkilendirilirken Çorum’un, Maraş’ın, Fatsa’nın yüzsüzleri nerede? Kimlerin vicdanı hiç sızlamıyor? Hangi çocukların saçlarına her gün bir katilin eli sevecenlikle değiyor? Kimler koynuna her gece resmi katiller alarak uyuyor acaba? İdamla yargılanması talep edilen biri için zamanaşımı istemi hangi bağımsız yargının talebi olabilir?
Soyadları hep ateşi çağrıştıran katil zanlılarından biri de İhsan Çakmak. Sözde aranıyor olmasına karşı 22.05.1997 tarihinde askere gitmiş, Altınyayla Belediyesi’nde evlenmiş, 2000 yılında da ehliyet almıştı. Orhan Kemal katil olmadığı için pasaport alamamıştı herhalde.
Sanıklardan diğeri de Muhammed Nuh Kılıç. Almanya Mannheim’da eşi adına açtığı dönerci dükkânını işletmekte. Beyefendi bizzat Hürriyet’e verdiği röportajda o gün amaçlarının Alevilere ve Aziz Nesin’e haddlerini bildirmek olduğunu söylemişti...
Evet 5 Ekim 2010’a dönelim, Ankara’daki duruşmaya. Zeynep, Eren... Babaları öldürülen çocuklar, arkadaşlarım, o gün oradalardı. En son Sivas Katliamı duruşması, tam 2,5 dakika sürdü. Sadece o kadar. Bilginiz olsun...
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy30017 = 'onurcaymaz' + '@';
addy30017 = addy30017 + 'hotmail' + '.' + 'com';
var addy_text30017 = 'onurcaymaz' + '@' + 'hotmail' + '.' + 'com';
( '' );
30017 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
BirGün - 17 Ekim 2010
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.