Elbistan Olayları
1968.Mevsim bahar.Günlerden pazar.Mahzuni Şerif, Osman Dağlı, Kul Ahmet ve beraberlerindeki diğer arkadaşlarıyla birlikte bir yazlık sinemada konser veriyor....
1968.
Mevsim bahar.
Günlerden pazar.
Mahzuni Şerif, Osman Dağlı, Kul Ahmet ve beraberlerindeki diğer arkadaşlarıyla birlikte bir yazlık sinemada konser veriyor. Konser köylerden gelen yüzlerce kişi tarafından izleniyor.
Bu konser sünniler tarafından halkı tahrik olarak yorumlanıyor.
Mahzuni Şerif'in halk ozanlığının başlamasıyla birlikte toplumsal ve sosyal olaylara parmak basması Alevi toplumu düşüncesinde büyük dalgalanmalar yaratıyor ve hatta yer yer alevi olmayan kitlelerin bile beğenisini kazanıyordu.
Elbistan halkından "şah diyenlerin dilini kesenler" türünden bağnaz ve yobaz Türk sünnilerden bazı kesimler alevi kürtlerin etkinlik kazanmasından rahatsızdır.
Bir diğer tahrik unsuruda Ozan Maksudi yani Osman Dağlı'dır. Kendi deyimiyle<< Osman olup Ali yaşayan>> Son kırk yılını bu uğurda verdiği aktif mücadele dolduran Osman Dağlı Afşin'in Ğunu köyündendir. Bu köyde yaşayan halkın büyük çoğunluğu Nakşibendidir.
Nakşilere göre inşası tamamlanan camilerin minaresinin son taşı tarikatın en saygın ve geleceğine güvenle bakılan dini şahsiyeti tarafından konur. Osman Dağlı bu saygınlığa daha 17 yaşında iken,bizzat dönemin en ileri gelen Nakşibendi şeyhlerinden Sivas'lı Hulusi ve Osmaniyeli Hafız İbrahim tarafından ''Afşin'den bir güneş doğuyor her müslüman ona kulak vermelidir'' denmek suretiyle aday gösteriliyor ve minarenin son taşını koyma lütfuda gen yaşına rağmen ona veriliyor.
Ancak Osman Dağlı'nın,bu tarihteki dini istismarı görüp sezinlemesi ve tereddüt etmeden cepheden karşı gelmesii sünni müslüman camianın şimşeklerini üzerine çekiyor. Afşin müftüsü Çakıroğlu Durdu ile Elbistan müftüsü Reşit İnanç'ın ''Osman Dağlı, dinsiz ve imansız bir komünisttir ve katli vaciptir'' yollu fetvalarından dolayı köyünü terketmek zorunda kalır.
Bu insanların konserde bir araya gelmeleri bir tahrik unsuru olarak algılandı.
Müslüman vatandaşlardan oluşan gözü dönmüş saldırganlar güruhu ''konserde tahrik vardır'' bahanesiyle gecenin bitiminden sonra Mahzuni Şerif ve arkadaşlarının bulunduğu otele saldırıp oteli içindekilerle birlikte ateşe vermek istedi.
Halk mahzuni Şerif, Osman Dağlı ve arkadaşlarını yalnız bırakmadı onlara sahip çıkarak tertibi boşa çıkardı. Ama asıl tertipten kimsenin haberi yoktu. Ertesi gün yani pazartesi günü Elbistan'da pazarın kurulduğu gündür. Köylerden insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için şehre gelirler.Onları hiç hesapta olmayan bir saldırı beklemektedir.Esas olarak Elbistanın yobaz Yukarı Yapalak köyünden getirilen saldırganların çektiği grup, ellerinde Türk bayrakları ve sopalarla ''beşinci mezhep kalktı dinsizlere ve komünistlere ölüm'' diyerek, ihtiyaçlarını karşılamak için şehre gelen insanlara rastgele saldırmaya başladı. Bu saldırının kurbanları esas olarak dış görünüşleri itibariyle alevi olduklarına kanaat getirilen insanlar oldu. Bu insanlar saç ve sakallarından tutularak yerlerde sürükleniyor, sakalları ve bıyıkları yolunuyordu. Daha önce alevilere ait olarak belirlenen işyerleride tahrip ediliyordu.
Bu olayın darbesinden bir türlü kurtulamayan Afşin'in Kaşanlı köyünden mahalli ozan Cafto Hüseyin bir süre sonra hayatını kaybetti.
Devletin kolluk görevlileri elbetteki alevilere yönelik saldırılardaki geleneksel tavrını takınarak olaylara seyirci kalıyordu.
Halkımız bir kere daha tahrik edilmişti.Senaryo tamamdı.
Bütün bu hedef saptırmalara rağmen olayın baş tertipçisinin dönemin Elbistan cumhuriyet savcısı olduğu anlaşıldı.
Mehmet Bayrak'ın Makalesi:
Oysa, 1967’de Maraş’ın Elbistan kazasında gerçekleşen bu katliam girişimi, 1937/38 Dersim Katliamından sonraki en önemli olaydı. En önemli olay olmasının yanında, 1978’de Maraş merkezde gerçekleştirilen büyük katliamla diğer Alevi katliamlarının da adeta habercisi niteliğindeydi.
1960 Sonrası Düşünsel Açılım
Dersim katliamıyla birlikte (1938) Batı bölgelerine vukubulan büyük sürgünün ardından, Alevi toplumunun büyük şehirlere dirlik amaçlı göçü 1950’li yıllarda başlar. Bu dönemde tarımın önemli ölçüde motorize olmasıyla birlikte insan gücüne ihtiyaç azalmış ve insanlar yeni dirlik kapıları bulmak üzere büyük şehirlere göçmeye başlamışlardı. Bu süreç 1960’lı yıllarda daha da hızlanmış ve büyük şehirlere göçen bu insanlar kapıcılık, odacılık, bekçilik, çöpçülük ve benzeri işlerde çalışarak geçimlerini çıkarmaya çalışıyorlardı.
Büyük şehirlere göçen bu Alevi toplulukları içinde kuşkusuz halk ozanları da bulunuyordu. Daha önce köylerinde yaşayan ve köyler-kentler arasında gezgin bir yaşam sürdüren bu âşıklar da, büyük kent varoşlarına yerleşiyor ve sanatlarını buraya taşıyorlardı.
Bu süreçte ikili bir gelişme yaşanıyordu. Türkiye İşçi Partisi’nin örgütlenmesiyle birlikte, aydın kesimler Alevi toplumuyla doğrudan iletişime girerken; sözkonusu âşıklar da kendilerini bu örgütlenmenin içinde buluyorlardı. Bu bir bakıma doğal bir akıştı; çünkü Alevi ozanlar kendilerini bu Partinin söyleminde buluyor, sözkonusu Parti de bu ozanların sazı-sözü üzerinden kitleye ulaşmaya çalışıyordu.
Bu ozanlardan yararlanmaya çalışan bir kesim de, 1960 Askeri yöneticileriydi. Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, başta Aşık Veysel olmak üzere kimi ozanları bizzat kabul edip kazanmaya çalışırken; Askeri yönetimin ideologları da, kırsal kesimden şehre taşınan halk ozanlarının ana dillerinde şiir söylemeyi bırakarak, mahalli ezgilerle ve Türkçe söylemelerini özendirmeye çalışıyorlardı. (Buna ilişkin çalışmalar, Ecevit’in kasasından çıkan gizli raporlarda da ifadesini buluyordu.MB).
Aşık Veysel’in görevlendirilmesiyle Köy Enstitüleri’nde başlayan, okullarda Alevi türkü ve deyişleri okuma geleneği, giderek üniversitelere de yansıyordu. Sözgelimi, dedem Haydar Baba ( Haydar Bayrak), 1959 yılında dönemin, halk edebiyatına ilgi duyan Erdoğan Alkan gibi öğrencileleri tarafından Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne götürülüp, Alevi deyişleri konseri verdiriliyordu. Bu dönemler, Alevi deyişlerinin radyolarda okunmasının henüz yasak olduğu dönemlerdir. Hiç unutmam Ali Ekber Çiçek, ünlü „Haydar, Haydar“ redifli deyişini , Muzaffer Sarısözen’in özel izniyle ilk kez 1961’de İstanbul Radyosu’nda okuyabildiğini söylemişti.
Bu tikel olaylar, özellikle Türkiye İşçi Partisi’nin yarattığı düşünsel açılım dolayısıyla güçlü bir akım haline geliyor ve siyasal-toplumsal mücadelenin vazgeçilmez bir versiyonuna dönüşüyordu. Artık TİP’in kitlesel eylemlerinin vazgeçilmez figürlerinden biri konumundadır halk ozanları. Bu yeni politikada, ozanlar, söylemlerini dinsel motiflerle süslüyor ve Aleviliği sosyalizmle emiştiriyorlardı.
Bu arada, TİP’in kuruluşuna paralel olarak, Ankara’da 1962 yılında Cumhuriyet gazetesi yazarlarından gazeteci Fikret Otyam, Hacıbektaşlı yayıncı Sefer Aytekin, Malatyalı avukat Cemal Özbey, Elbistanlı hakikatçı halk aydınlarından Halil Öztoprak, Sarızlı hakikatçı halk aydını Hasan Altun’ un yardımıyla Devrimci Halk Ozanları Derneği adıyla bir dernek de kurulur. Dernek başkanlığına Afşinli halk ozanı Osman Dağlı getirilir. Kurucuların ve üyelerin hemen tamamı TİP üyesidir.
Derneğin ilk eylemi, yurdun çeşitli yörelerinden gelen 36 halk ozanıyla Ulus’tan Anıtkabir’e kadar bir yürüyüş düzenlemektir. Yürüyüşün bitiminde, iki yakın dost- ozan Aşık Mahzuni ile Osman Dağlı, halk ozanları adına Anıtkabir’e çelenk koyarlar.
Aynı günün akşamı, yüzlerce yıldan sonra Ankara’da ilk kez Pir Sultan’ı Anma Gecesi düzenlenir ve bunu Ehlibeyt Geceleri ile Halk Ozanları Konserleri izler. (Bkz. Osman Dağlı/ Ozan Maksudi: Ara Beni/ Kırk Yıllık Hasret Bitti, Alternatif Sanat yay. Ank. 2004,s. 5)
Afşin’in Hunu köyünden Sünni kökenli Osman Dağlı, daha yedi yaşında okula ve Kuran kursuna başlar. Bu arada, yakınlarının etkisiyle Nakşibendi tarikatınagirer. 11 yaşında şiir yazmaya başlar, ancak bunları ortaya çıkaramaz. Çünkü içinde bulunduğu ortamda şiir yazmak ayıplanmakta ve horlanmaktadır. Bu durum yıllarca böyle devam eder. 17 yaşında Cami ve Minare Yaptırma Derneği başkanlığına getirilir. 26-27 yaşına geldiğinde yörenin meşhur söz ve saz ustalarından Kul Hasan ve Kör Hüseyin gibi halk ozanlarıyla tanışınca,yeni tarikatı olan Süleymancılık’tan ayrılarak, tümüyle kendini şiire verir. 1956 yılındaysa, yine yörenin ozanlarından Aşık Kul Ahmet’le ve Anadolu’nun yanısıra birçok bölge ülkesini dolaşmış olan gezgin ozan Davut Sulari ile tanışır. Bu tarihten sonra Haydar Aladeli ve kardeşi Mahrumi’ nin yanısıra Şerif Cırık (Aşık Mahzuni) ile tanışır. Mahzuni’nin babası kendisine Maksudi, Şerif’e ise Mahzuni mahlasını verir.
Maksudi, bu tarihten sonra Afe Ana gibi hakikatçı kadın şairlerle de tanışır ve tümüyle Alevi şiirine yönelir. Durumu içine sindiremeyen yöredeki 38 kişilik bir Nakşibendi tarikati grubu, Osman Dağlı’yı hedef alan ve yeren bir şiiri destanlaştırıp bütün Çukurova bölgesine yayarlar. Destan, tarikatin lideri durumundaki Hulusi tarafından yazılır ve altına da Nezir Hoca’ nın imzasını koyarlar. Bu çelişki, Elbistan olaylarına giden yolun bir ayağını oluşturur. Bu destanla, Maksudi’ nin buna verdiği cevap, aynı zamanda iki felsefenin bakış açısını da ortaya koyar. Osman Dağlı (Maksudi) aleyhine olan destan şöyledir:
Hele dikkat eyle yaptığın işe
İmanı kalbinden men ettin Osman
Nefsi emareyi geçirdin başa
İblis’in dediğin sen ettin Osman (Maksudi, Şeytan’a uymakla suçlanıyor. MB)
Bilmem nerden aldın sen bu mayayı
Ortaya çıkardın bâtıl davayı (Alevilik bâtıl sayılıyor. MB)
Hani n’ettin iman ile hayayı
Küfürü âleme şan ettin Osman (Alevilik, küfür olarak nitelendiriliyor. MB)
Sebebi neydi Hakk dinini yıktın (İslamiyet Hakk dini oluyor. MB)
Kök atmış fidanı yerinden söktün ( Genç bir din adamıydın, deniyor. MB)
Sekizyüz haneye küfürü soktun(Hunu/ Arıtaş beldesine. MB)
Hidayet yolunu son ettin Osman
Hocayla Dedeyi bir mi görürsün
Kur’an’ın emrine yan mı durursun
Hakk’ın huzuruna nasıl varırsın
Her halde Mevla’ya kin ettin Osman
Ehl-i küfür ile konup göçersin (Küfür ehli= Aleviler. MB)
Meclis sofrasından demler içersin
Huzur-u Mahşerde nere kaçarsın (Öte dünyada, mahşer günü. MB)
Herhalde Mevla’ya kin ettin Osman
Şeytan’ın atına bin ettin Osman (Şeytanın atına bindin. MB)
Tapıyorsun Şerif ile Hasan’a (Mahzuni Şerif, Kul Hasan. MB)
Bunlar kimdir yakışır mı hiç sana
Sır diyorlar, sır neyise desene
Cismi olmayanı can ettin Osman
Sözlerimin cevabını beklerim
İnşallah aslı yok seni yoklarım
Sırrı haktır derununda saklarım
Elifi âlemde sin ettin Osman
Şimdi de Osman Dağlı’nın (Ozan Maksudi), bu zihniyete verdiği cevabı birlikte izleyelim:
Hele dikkat eyle yaptığın işe
Dikkat edilmeden yapılmaz bir iş
İptida bu sözün söz değil softa
Alemden evvela nefsine giriş
( Diyor ki; bilmem nerden aldın sen bu mayayı)
Kur’an-ı Natık’tan aldım mayamı
Hakktır hak görmüşüm ulu davamı
Sende görür göz yok benim hayamı
Ademe kör bakan göz değil softa
(Sebebi neydi de Hakk dinin yıktın diyor)
Dine gücüm yetmez o Muhammed’in
Yıkıldı gidenler kurtarsın kendin
Sekizyüz haneye şirk sokan sensin
Hidayet direği buz değil softa
(Diyor ki, hocayla dedeyi bir mi görürsün?)
Dedem Safiyullah Muhammed Ali
Kaç Hocayı övmüş Kur’an’ın yolu
Ancak Rabbi’l-aziz soracak kulu
Şefaat kâmili siz değil softa
(Diyor ki; ehl-i küfür ile konup göçersin)
Ehl-i küfür değil, Hakk’ın kulları
Kokla kendi kendin necisten farı
Musa da kendine taktı yuları
İnsan güruh-u Hakk, yoz değil softa
(Diyor ki; tapıyorsun Şerif ile Hasan’a)
Hasan arkadaşım, Şerif kardeşim
Muhammed sevdiğim, Ali’m güneşim
Sırrım Ehlibeyt sevmektir işim
Can cisme revadır, toz değil softa
(Diyor ki; sözlerimin cevabını beklerim)
Sana cevabımdır insanca yaşa
Derunundaki sır hakk değilmiş haşa
Kıblesiz çöktüğün diz değil softa
Osman Dağlı’m sevmek bahrine dalan
Hasan’la Hüseyin söylemez yalan
Dostum var Şerif gibi saz çalan
Telinin feryadı saz değil softa
Burada adı geçen Aşık Kul Hasan da, Malatya, Adana, İskenderun, Antalya, Çorum gibi birçok yöreyi gezdikten sonra 1963’te Ankara’ya gittiğini ve burada Mehmet Ali Aybar, Yaşar Kemal, Aziz Nesin gibi aydınların yanısıra Mahzuni, İhsani, Aşık Veysel, Davut Sulari, İsmail Daimi gibi halk ozanlarıyla tanıştığını ve burada ilk kez düzenlenen Aşıklar Şenliği’ ne katıldığını bildirir (Bkz.Aşık Kul Hasan: Yirminci Yüzyılın İnsanlarıyız, Alev yay. İst. 2004,s. 138)
Ozan Kul Hasan, aslen Sarız/ Kırkısraklı olup, Elbistan olayları sırasında Elbistan’da yaşamakta olan Aşık İbreti’ nin de, düşüncelerinden ve şiirlerinden dolayı yörede boy hedefi haline geldiğini ; Elbistan olaylarıyla ilgili kimi şiirlerini Cumhuriyet gazetesinde yayımladığını ve 1971’de tutuklanarak, işkenceden geçirildiğini de bildirir.
İçtoroslar’daki Hakikatçı- Alevilik akımının keskin dilli şairlerinden olan Aşık İbreti’ nin şiirleri yalnız kendisinin değil, hemşehrisi halk ozanı Nesimi Çimen’ in başına da bela açar. Nesimi, İzmir’deki bir konserde, İbreti’nin „Ezelden şarab-ı aşk ile mestiz/ Yerimiz meyhane mescid gerekmez/ Sâki-i Kevser’den mest-i elestiz/ Kuran-ı nâtık var, sâmit gerekmez“ dizeleriyle başlayan deyişini okuyunca; konser yobazların saldırısına uğrar…
Yine aynı yörenin Hakikatçı ozanlarından Aşık Kul Ahmet de, bölgede fanatik unsurların boy hedefi halindedir. Nitekim, Osman Dağlı ve Aşık Mahzuni ile birlikte 1967’de Elbistan’da düzenledikleri konserde, - başka bazı ozanların da sahip çıktığı- „Bir şah olsam hükmeylesem cihana/ Başta haksızlığı yıkar giderdim/ Okullar yapardım bütün insana/ Cehaleti kökten yakar giderdim“ dizeleriyle başlayan ünlü türküsünü okuduğunda; hemen tutuklanır.
Daha önce Osman Dağlı olayında anlatıldığı gibi, 1967’de Elbistan’da fotoğrafçılık yapan Aşık İbreti de, düşünce ve sözleriyle yöredeki fanatik unsurların şimşeklerini çekmektedir. Nitekim, bir Alevi Konseri’ni bahane ederek 1967’de patlak veren olaylardan Aşık İbreti de nasibini alır. Dükkanı tahrip edilir ve kendisi canını zor kurtarır. Olaylardan sonra yeniden Sarız’a döner.
Olay öncesinde, gerek Sarız’da gerekse Afşin ve Elbistan’da softa Müslümanlarla yoğun bir tartışma ve hesaplaşma içindedir İbreti. Nitekim, Maraş’ın Afşin kazasının Alemdar köyünden Aşık Hamit isminde bir softa, içinde şu dizelerin bulunduğu bir şiirle onu hesaplaşmaya çağırır:
Böyle midir Müslüman’ın usulü
Ağzınızda bıyığınız basılı
Hazret-i Ali etmedi mi gusulü
Gelin imtihana bilenleriniz
Kitabınız yoktur şeytan piriniz
Hep murdardır ufağınız iriniz
Gayya deresidir sizin yeriniz
Daha inat eder kalanlarınız.
Kul Hamit’im der ki elhamdülillah
Şeriksiz nazirsiz ol yüce Allah
Din Muhammed dini, yok başka Allah
Dört mezhepten hariç planlarınız.
Aşık İbreti, bir destan-şiirle Aşık Hamit’in şahsında bu zihniyette olanlara seslenir ve bu anlayışı değişik boyutlarıyla irdeleyerek mahkum eder. Şiirde tam bir filozofik hesaplaşma sözkonusudur.
Bazı dörtlüklerini birlikte izliyoruz:
Hangi peygamberden kaldı bu usül
Hangi âyet bunun hakkında nâzil
Sünnet; sakal, bıyık kesmek mi gâfil
Bu mu Müslümanlık işaretiniz?
Suya güvenerek kalmayız murdar
Marifet denilen bir çeşmemiz var
Onda yıkananlar vâkıf-ı esrâr
Hep onunla kâim teharetimiz
(…)
Siz cennete âşık, biz de cemale
Acep bundan kimler erer kemâle
Hûri, gılman için çekmeyiz çile
Sizin onlar için hep taatiniz
Men-aref remzinden dersimiz aldık
Dört kitap ilmini bir nokta bildik
Câmi-i vücutta namazı kıldık
Beş değil dembedem ibadetimiz
(…)
Ayrı-gayrı değil, kulda sırrı var
Mümin olan bunu edemez inkâr
Haktan gayrı nesne görmeyiz zinhar
Bu mu göze çarpan kabahatimiz
Ali öldü dersin, mezarı nerde
Kendisi tabutu gömdüğü yerde
Bunu bilmek kısmet olmaz her ferde
İşte bu yüzdendir hakaretiniz
Ali’nin kudreti edilmez tarif
Nice sırları var akla muhalif
Yeni midir adâvete tesadüf
Yoksa ezelden mi bu âdetiniz
Davut çalmadı mı udu, tamburu
Ona ermedi mi hidayet nuru
Musiki çalmanın var mı kusuru
Nedir taş atmaktan ticaretiniz
(…)
Kürsüde va’zeder, gözü bakar kör
Kendini hoş görür, özgede kusur
Bunlar Rafızi der, hem dahi kâfir
Nedir bu zümreye adâvetiniz
(…)
Vâiz pendi etmez asla bize kâr
Bizlere malumdur yâr ile ağyar
Müstakim adlî bir tarîkimiz var
O yoldandır Hakk’a karabetimiz
Zencefil zina yok, bizden dilin çek
Evlâdımız tâhir, *** değil bîşek
Hak emri üzere süreriz sürek
Yoktur böyle bâtıl bir âdetimiz
(…)
İbretî fâriğ ol, uyma cahile
Nasihatin hiçe gider nâfile
Hüner odur kişi kendini bile
Ondan belli olur maharetimiz (Aşık İbreti: İlme Değer Verdim, Can yay.İst. 1996)
Elbistan Olayı
1960’lı yılların ortalarında Alevi ve Sünni kökenli köylüleri ilk karşıkarşıya getiren olay, Muğla’nın Ortaca kasabasında olur. Ancak bu olay, esas olarak bir tarla anlaşmazlığından kaynaklanır.
Ankara, İstanbul , İzmir gibi metropol şehirlerde ve Erzincan (1965) , İskenderun (1966) gibi kozmopolit şehirlerde gerçekleştirilen gecelerde de kayda değer bir olay yaşanmaz. Ancak, Alevi toplumu üstünde İslâmi temelde mahalle baskısı kurmuş olan taşra şehir ve kasabalarında bu etkinliklere tahammül edilmez. Dahası, bu aşamada Sol güçlere karşı Devlet güdümlü bir „ülkücü- komando“ örgütlenmesi terör estirmektedir.
İşte, Elbistan’daki katliam girişimi böylesi bir ortamda gerçekleştirilir. Olayın akışını, kendisi de birkaç yıl sonra Hatay/ Kırıkhan’da böyle bir olaya muhatap olan ve matbaası yakılan, dönemin TİP yöneticisi, Elbistan kökenli Ali Göçmen’in anlatımından aktaralım.
O tarihlerde Elbistan’ın merkezinde; babası Alevi, annesi Sünni olan Alhas aşiretinden Oğuz Söğütlü isminde bir eczacı, Mehmet Ocak isminde Demircilik köyünden bir doktor, içlerinde Aşık İbreti’ nin de bulunduğu 10 kadar dükkan sahibi esnaf ile seyyar satıcı yaşamaktadır. Ayrıca işleri dolayısıyla köylerden gelen Aleviler bulunmaktadır.
Dr. Mehmet Ocak ve Eczacı Oğuz Söğütlü’nün desteği ile o dönemin popüler ozanlarından Aşık Mahzuni, yine o bölge ozanlarından Aşık Kul Ahmet ve ozan Osman Dağlı ile birlikte konser vermek üzere Elbistan’a gelir. Kul Ahmet, Sinemilli aşiretinden Alevi; Osman Dağlı ise Afşin’li Sünni bir aileden gelmektedir. Konser davetiyeleri birkaç gün önceden dağıtılmıştır ve çalışmalar Dr. Mehmet Ocak’ın himayesinde ve Oğuz Söğütlü’nün desteğiyle yürütülmektedir.
Akşam saat 8’de başlayan konser, gece 12’ye kadar devam eder. Konserde Elbistan’ın tüm bürokrasisi; hâkimi, savcısı, memuru hazır bulunmakta, ancak çoğunluk Alevi dinleyicilerden oluşmaktadır.
Konserde, Alevi temalı türkü ve deyişler söylenince, sağcı- dinci bir grup ayağa kalkarak İstiklal Marşını okumaya başlar ve aleyhte slogan atmaya başlar. Alevi önderleri, gerginliği önlemeye çalışır ancak başarılı olamazlar. Tartışma giderek kavgaya dönüşür ve konser dağılır. Mahzuni ile Osman Dağlı, Arığ Palas Oteli’ne; Kul Ahmet ise köydeki akrabalarının evine sığınır.
Pazartesi günü Elbistan’ın pazarıdır. Konudan habersiz Alevi köylüleri, koyun, keçi, süt, yoğurt gibi ürettikleri malları satmak için pazar yerine henüz gelmişlerdir. Kimi çevreler, Aleviler’in pazarda pay sahibi olmalarını da esasen içlerine sindirememektedirler.
Bu nedenle, akşamdan örgütlenen Sünni kökenli sağ görüşlü bir grup, „Allahu ekber, Aleviler’e ölüm!“ sloganlarıyla saldırıya geçer. Dr. Mehmet Ocak, dövülerek komaya sokulur; pazarda ve sokakta görülen Aleviler’e sopalarla saldırılarak, bir bölümü ağır yaralanır.
Oğuz Söğütlü’nün eczanesinin yanısıra, Miktat Dede ile Aşık İbreti’nin dükkanları dahil birçok dükkan tahrip edilerek, yağmalanır. Alevi seyyar satıcıların „tekerli tablaları“ Ceyhan nehrine dökülür ve ardından evler aranarak, insan avına çıkılır.
Çomu köyü ağasının o tarihte 20 yaşındaki oğlu Ali Güner, jeepiyle mağdurların yardımına koşarak, kimini hastaneye kaldırdığı gibi; Arağ Palas Oteli’nde bulunan Aşık Mahzuni ile Osman Dağlı’yı alıp köydeki evine götürür ve 15 gün boyunca orada saklar. Dr. Mehmet Ocak, komada kaldığı için uzun süre muayenehanesini açamaz ve sonra İstanbul’a göçer.
Güvenlik güçler ve savcılık, saldırganları takip edeceğine, „tahrik ettiler“ diye Aleviler’i sorgulayıp yargılar. Artık Aleviler’le Sünniler arasındaki gerilim artmıştır. Nitekim, Kul Ahmet tutuklandığı gibi; olayın mağduru birçok aile İskenderun, Mersin ve İstanbul’a göçer. Katliam girişiminin mağdurlarından Aşık İbreti de yeniden Sarız’a döner ve daha sonra İstanbul’a yerleşir.
Bu, devlet güdümlü ve destekli faşizan güçlerin ilk katliam provası olur. Nitekim, bundan 5-6 yıl sonra Maraş’ta yayımlanan bir kitapçıkta; sol görüşlü Aleviler açıkça suçlanır ve tehdit edilir; bu yayından 5 yıl sonra ise Maraş katliamı ve diğerleri gerçekleştirilir…
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.